• Sonuç bulunamadı

4.1 Popüler Tarihçilik Bağlamında Nevzat Kösoğlu’nun Tarihe İlişkin Görüşleri

4.1.11 Sultan II. Abdülhamid Dönemi

4.1.11.5 Sultan Abdülhamid’in Kişiliği ve Yöneltilen Eleştirilere Cevaplar

Nevzat Kösoğlu yeri geldikçe eserlerinde Sultan Abdülhamid’e temas etmiş ve ona karşı yapılan eleştirilere cevaplar vermiştir.

Kösoğlu Abdülhamid’in kişiliği şu şekilde izah etmiştir; Elâ gözlü, keskin bakışlı, kemer burunlı, tok ve kalın seslidir. Zekî, çalışkan, fevkalâde kuvvetli bir hafızaya sahib, rey ve kararlarında istiklâl sâhibi olup te’sîr altında kalmaz. Tehlikeler karşısında ise cesur ve metindir. Çekingen tabiatı vardır; yalnızlıktan hoşlanır (Kösoğlu, 2012: 182). Şehzadeliği döneminde sporla uğraşı; kayıkla Kız Kulesine gidip oradan denize girer, silahlara karşı merakı vardır. Fevkalaâda edepli bir insan olup dinine bağlı bir kişiliği olduğunu ifade etmektedir (Kösoğlu, 2012: 183). Kösoğlu herhangi bir kaynak göstermeden yer verdiği bu ifadelere; Öztuna (2008:178), Engin (2008:12,13), benzer şekilde tasvir etmektedirler.

Kırmızı ise Abdülhamid’in kişiliğini iki döneme ayırmaktadır. Sultan Abdülhamid’in tahta geçtiği ilk günlerinde kardeşleri Reşad, Kemaleddin ve Burhaneddin efendiler ile beraber yemek yiyor ve uzun sohbetler ediyormuş, Hatta cülusundan iki hafta sonra akşam yemeğini kumandan ve zabitler ile beraber yemiştir ve Osmanlı duyulmamış bir durumdur (Kırmızı, 2014: 22). Ancak Kırmızı’ya göre Sultan Abdülhamid’ in kişiliğinde değişen durumun dönüm noktası olarak Çırağan Vakası olarak bilinen olaydır. 20 Mayıs 1878’de V. Murad’ı tekrardan tahta çıkarmak için Çırağan sarayına yüz elli kişi kadar bir grup gelmiş ancak Beşiktaş muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa’nın müdahalesiyle bu ihtilal önlenmiştir (Kırmızı, 2014: 23). Kırmızı bu teşebbüsten sonra Sultan’ın değiştiğini idda etmektedir. Lakin Kösoğlu Çırağan Sarayı olayı hakkında böyle bir tespite yer vermemiştir.

Kösoğlu’nun temas ettiği konuların başında Abdülhamit’in istibdatçı bir padişah olması üzerinedir. Kösoğlu bu durumu şu şekilde açıklamıştır;

Osmanlı ahâlîsi onu pek sevmiş ve kendisine velâyet isnâd etmiştir; okumuşlar ise “müstebid” demişlerdir. İşin doğrusu Osmanlı ahâlîsi onun istibdâdından hiç de rahatsız olmamıştır. Şikâyetçi olanlar, her biri ayrı bir emel peşinde koşan azınlıkçı okumuşlar ve hürriyet sarhoşu

161

Türk okumuşlardır. Balkanlar’dan Arabistan’a ve Afrikaya kadar Türk olmayan Müslüman Osmanlı ahaliside Halifesinin sağlığına dua ederken, okumuşlarının ihanetine uğramıştır. Bunların hepsi ihtilalci olduklarında Osmanlı nizamına karşı mücadele ettiklerine ve Sultan Hamid’de Osmanlı nizamını yıktırmayacağına göre şikâyet etmeselerdi tuhaf olurdu. Muhaliflerin müşterek vasıfları, Batı’ya her anlamda teslim olmuş olmarıdır (Kösoğlu,2012: 185).”

Kösoğlu istibdatçı bir Sultan olmasının nedenini o dönemde yaşann hadiselere bağlamaktadır. Ancak özelliklede kendinden önceki padişahların nasıl ve ne şekilde tahtan indirildiğini bildiğini ve bundan dolayıda kendisinin de devleti ve kendi korumak için böyle bir yola başvurduğunu kısaca açıklamıştır. Bunun yanı sıra görüldüğü üzere toplumun bundan rahatsız olmadığını rahatsız olan zümrenin okumuşlar olduğunu idda etmektedir. Ancak, basın-yayın başta olmak üzere, bürokrasi, eğitim kurumları, devlet adamları sıkı bir gözetim altında tutulmuş küçük hareketleri hemen gözlenmiştir. Karal; Abdülhamid denilince İstibdat veya istibdat denilinde Abdülhamid’in akla geldiğini iddia etmektedir. Ancak İstibdat döneminin II. Abdülhamit’in dönemi olarak değerlendirmesini de kabul etmemektedir (Karal, 200: 246). Karal, Sultan Abdülaziz dönemide istibdatçı bir dönemdir. Karal, Sultan Abdülhamid’in istibdatçı bir padişaha dönüşmesini şu şekilde açıklamaktadır;

Etrafımdakilerin beni anlamadıklarını görmekle kendi içime kapanmaya başladım. Ağabeyimden sonra tahta çıktığımda etrafımı, dolapçı ve beni esir etmek itiyen insanlarla çevrilmiş gördüm. Bunun üzerine hayarımı ve tahtımı muhafaza etmek için hileye karşı hile ile karşı koymam gerekti (Karal, 2000: 247).

Kösoğlu’nun eserlerinde Sultan Abdülhamid hakkında dile getirilen Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı? Tartışmasına girmemiştir. Ancak yukarıda izah edildiği üzere etrafında güvenilecek kimsesi olmaması başta olmak üzere şüpheci bir kişiliği olduğu bilinmektedir. Bunun yanı sıra Koloğlu’nun çalışmasında; Sultan Abdülhamid’e “Kızıl Sultan ve Eli Kanlı Katil” gibi isimler ile anılması Ermeni olaylarının sebebiyle başladığını ifade etmektedir.Kızıl Sultan ifadesi ilk defa Fransız Albert Vandal tarafından kullanıldığını, Eli Kanlı Katil ifadesinin ise dönemin İngiltere Başbakanı Gladstone tarafından kullanıldığını belirtmektedir (Koloğlu, 2005: 182). Koloğlu Osmanlı içinde altmıştan fazla etnik grubun yüzyıllar boyunca kansız bir şekilde yaşadığını ancak bunları isyana teşvik eden emperyalist güçlerin olduğunu ve herşeyi Abdülhamid’e yüklenmesinin doğru olmadığını ifade etmiştir (Koloğlu, 2005: 184). Atsız Türk Ülküsü isimli eserinin Büyük Adamlar bölümünde Abdülhamid’in küçültüğünü, müstebit, zalim, hatta hain gibi gösterildiğinden hareketle;

162

itthatçılar dokuz on yılda dağıttıkları imparatorluğu 33 yıl dağıtmadan tutabilmiş olmakla Abdülhamid büyük bir iktidar sahibi olduğunu göstermiştir. Hele kanlı oyunlara girmemesi de kıyıcı olduğu hakkında ki iddaları çürütcek bir delildir (Atsız, 1992).

Atsız, Sultan Abdlhamit’in Kızıl değil, bir Gök Sultan olduğunu, bütün hayatı boyunca bir ülkü için, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadığını belirtmektedir. Özbek; Akademik tarihçiliğin etkisiyle Abdülhamid’e ilişkin artık “ne Ulu Hakan, ne de Kızıl Sultan idi” veya “müstebid idi ama aynı zamanda ıslahatçıydı” şeklinde, objektiflik ve bilimsellik iddasıyla örtülmüş orta yolcu bir tavır ön plana çıkmış bulunduğunu ifade etmektedir (Özbek, 2004).

Kösoğlu eserlerin de Kızıl Sultan eleştirilerine doğrudan bir cevap vermese dahi “şikâyetçi olanlar her biri ayrı bir emel peşinde koşan azınlıkçı okumuşlar” sözleriyle eleştirdiği görülmektedir. Bunun yanı sıra ;“Osmanlı’nın zaafının derinliğini kavramış, suikastler görmüş içeride, dışarıda gizli cemiyetlerle uğraşan bir hükümdar için kuruntulu olmak bir meziyete dönüşmez mi?” sözleriyle Sultan Abdülhamid’e haksızlık yapıldığını ve eleştirilere katılmadığını ortaya koymaktadır.

Kösoğlu’nun temas ettiği bir diğer eleştiri ise Sultan Abdülhamid’e Şüpheciliği üzerinedir;

Şüpheciliği meşhurdur ve vehim mertebesindedir. Bu hâlin zararlarının olduğu şüphesizdir. Ancak o günün şartları içinde başka nasıl olabileceği ve nası ayakta kalabileceği de sorulabilir. On dokuzuncu asrın başından îtibâren gelen beş pâdişâhtan üçü, ya tahtan indirilerek öldürülmüş yâhut delirerek tahtan indirilmiştir (Kösoğlu, 2012: 186).

Engin; Sultan Abdülhamid’in genel kabul görmüş olan özellikleri arasında vehimli ve tutumlu olduğunu ve bu ifadelerin doğru olmasının yanı sıra ifrat derecesinde olduğunun doğru olmadığını belirtmektedir (Engin, 2008: 19).

Öztuna Şüpheciliği üzerine şu ifadelere yer vermektedir; Sultan Hamid siyasi dehası bir yana fevkalade zekâsı ve hafızası ile ünlüdür. Bu zekânın başta vehim olmak üzere çarpık tarafları eksik değildir. Ancak genellikle, devrinin bütün devlet adamlarının üstüne çıkan bir zekâ, kurnazlık ve tecrübeye sahip olduğu hakkında ittfak vardır (Öztuna, 2008: 162). Kösoğlu Sultan’ın dış politika düşüncesinden hareketle; İslamcı ve milli bir hakan olduğunu savunmaktadır. Avrupalıların kendisinden hoşlanmadığını ve bazı devlet adamlarının “Bosfor’da oturan ihtiyar tilki, dünya çapında bir siyasi” ifadelerine yer vermiştir (Kösoğlu, 2012: 186). Küçük ise II. Abdülhamid’in Türk

163

milliyetçiliği dâhil olmak üzere siyasi anlamdaki milliyetçiliği imparatorluğua karşı ihanet sayan bir politika izlediğini idda etmektedir. Özellikle Tanzimat’ın tatmin edemeği gayri müslim milletler karşısına bir Müslüman milletler birliği ile çıkmağa çalıştığını savunmuştur. İslam birliği tezine sarılarak Arabistan başta olmak üzere Müslüman memleketlerde emperyalistlerin başlattıkları faaliyetlere mani olmak istediğini ama başaramadığını belirtmektedir (Küçük, 2006: 384).

Öztuna, Sultan Hamid’in Türkçü ve milliyetçi bir cephesinide olduğunu dile getirerek, Haçlı zihniyetinin Sultanı; İslamcı bir siyasete sürükler iken Türklerin azınlık teşkil ettiği ve anavatan–sömürge ayrımı yapmaksızın bir imparatorlukta anayasa tatbikatına Sultan Hamid’in “ Türk’ün hakkı mahfuz kalır mı?” demiştir (Öztuna, 2008: 168). Özbek başka bir çalışmasında II. Abdülhamid’in kişisel ihsanlar ve sadakalar aracılığıyla yoksullara yardım ederek, böylece iktidarın meşrutiyet zeminini genişletme çabası içinde olduğunu bunda da başarı kazandığını belirtmiştir (Özbek, 2006). Kösoğlu’nunda işaret ettiği üzere onun temel siyaseti İslam dayanışmasını kuvvetlendirerek Hilafeti nüfuzunun artırmaktır.

Ortaylı, Eğer Türklerin kurduğu bir devlet olmasa idi İslam dünyasının askeri ve idari vasıflarını çoktan kaybederek üstünlüğü Hristiyan dünyasına kaptırabileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda Osmanlı’nın bu üstünlüğü ele geçirdiğini ve gelişmesinde büyük imparatorların olduğunu ifade etmiştir. Bu imparatorlardan en sonuncusu olarak Sultan Abdülhamid olduğunu belirtmiştir; “ hükümdarların en sonuncusu ve zamansız geç geldiği için durumu anlaşılamayan “ II. Abdülhamid’dir. Bu dönemde kurulan Türkiye ve İmparatorluk halkının büyük işler becermiştir ve onunla biz bugünü inşa etmişsizdir (Ortaylı, 2018: 174, 175).