• Sonuç bulunamadı

4.1 Popüler Tarihçilik Bağlamında Nevzat Kösoğlu’nun Tarihe İlişkin Görüşleri

4.1.12 İttihat ve Terakki

İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı’nın son döneminde Askeri Tıbbiye Mektebi içinde yer alan öğrenciler tarafından 3 Haziran 1889 yılında Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ismiyle kurulmuştur. 1895’de İstanbul’daki Ermeni Patırdısında yayınladıkları bir bildiri ile öğrenilir ve ileri gelenleri tutuklanır (Kösoğlu, 2008: 40). Kösoğlu; Avrupa’ya kaçan bir kısım keskin ihtilâlcilerin Sultân Hamîd’i rövelver ile mi bomba mı öldürmeleri gerektiğini tartıştığını bir kısmın ise Sultân Abdülhamîd’e muhalefet olarak bildiri ve broşür dağıttığını ve İslâm ahâlîsini Sultân’ın zulmüne karşı

164

birleştirmeye davet ettiklerini ifade etmiştir. Kösoğlu bu noktada şu ifadeler yer vermektedir;

Bütün bu propagandalar Batı ile kültür, temasına geçmiş olan bir kısım okumuşlar üzerinde etkili olur; halkta yankı yaptığı söylenemez; “Bre Türkler, Türkmenler, eski kahramanlar…Neden bize yardım etmiyorsunuz?...” Anlaşılıyor ki eski kahramanlar Osmanlı Hâkanı’na duâ etmekle meşguldür…(Kösoğlu, 2012: 154, 155).

Kösoğlu Sultân’ın yumuşak politikasının sayesinde Paris’teki Genç Osmanlıları dağıttığını kalanların ise 1902 kongresinde ikiye bölünerek etkilerinin kaybolduğunu belirtmektedir. Ancak; Selanik, Şam ve Kahire’de çeşitli ihtilalci cemiyetlerin kurulduğu, Osmanlı ve Hürriyet Cemiyeti’nin çalışmaları ve sonrasında Paris’te bulunan Ahmed Rıza ile temasa geçerek İttihat Terakki adını benimsediklerinin belirtmiştir (Kösoğlu, 2012: 155, 156).

Bu cemiyete üye olan Selanik ve Manastır’ta bulunan üçüncü ordunun genç subaylarının bu cemiyetin önde gelenleridir ve komitacı çeteler ile mücadele etmelerinden dolayı, komitacı usullerini benimsediklerini ifade etmiştir (Kösoğlu, 2012: 157). Bunun yanı sıra cemiyet üyeleri kendilerine muhalif olanlara karşı çeşitli eylemler yaptıkları da bilinmektedir.

Kösoğlu bu olayların en ünlüsünü şu şekilde anlatmıştır;

Bu olayların en ünlüsü, isyâncı çete hareketlerine karşı gönderilen, Sultân Hamîd’e bağlı, cesur ve muktedir bir asker olarak İttihatçılar üzerinde korku yaratan Şemsî Paşa’nın Manastır Postahanesi’nden çıkarken bir İttihatçı mülâzım tarafından vurulmasıdır. Onun yerine gönderilen Tatar Osman Paşa’yı da yine İttihatçı subayla karargâhında dağa kaldırmışlardır(Kösoğlu, 2012: 157).

İttihat ve Terakki Cemiyeti II. Meşrutiyetin ilan edilmesinde aktif olarak yer almıştır. Kösoğlu; Sultân Hamîd’in genç subaylarının bu başkaldırmaları yoğun mücadelesi sonucunda yorgun düştüğünü ve Sultân ‘ın kendini “suyun akışına bırakmış bir vaziyette olarak II. Meşrutiyeti ilan ettiğini ifade etmiştir (Kösoğlu, 2012: 157). Kösoğlu bu noktada Osmanlı ahâlisi üzerine şu tespitlere kısaca yer verdiği gözlenmiştir;

Meşrutiyeti ilan eden toplar atıldığında İmparatorluk içinde bir takım sarıklı hocalarla papazların kucaklaştığı görülür. Bulgar, Sırp, Yunan çetecilerin şehirlere inip şenlik yaptıkları görülür. Bir an için ittihad-ı anâsır gerçekleşmiş gibidir. “Hürriyet, uhuvvet, adâlet, müsâvât ..” gibi sloganlar aynıdır ama anlatmak istedikleri ve beklentileri farklıdır (Kösoğlu, 2012: 158).

165

Kösoğlu Sultân’ın meşrutiyetçilere bakışını şu şekilde aktarmıştır “ Bu adamlar beni istemezler, birâderi isterler; çünkü bizim birâder, nizâm-ı idâresini başkalarına mâal- memnûniye teslîm eder. Fıtraten halîm ve selîm bir adamdır (Kösoğlu 2012: 159) Kazım Karabekir İttihad ve Terakki Cemiyetinin Sultan Aziz döneminden başlayıp Sultan Abdülhamid’e geçen süreci geniş bir şekilde izah etmiştir. Karabekir; Osmanlı camiasından ayrılan ufak milletler büyük devletlerin desteğini alarak medeni camiada birer devlet olarak yer aldıklarını ama Osmanlı camiasının ve Türk milletinin yapayalnız kaldığını ve ezildiğini belirtmektedir (Karabekir, 2009: 15).

Karabekir bütün sebepler dâhilinde,

Vatanseverlerin yıllardan beri ruhuna sinmiş olan hürriyet duyguları bir ideal halinde yeniden tebellür etmiş ve milletin faal, fikirli, fedakâr, faziletli ve feragatli evlatlarını büyük bir hızla birbirine bağlayarak tehlikenin karşısına dikilmiştir (Karabekir, 2009: 18).

Akşin ise, yaşanan Ermeni olaylarının İttihat Terakki Cemiyetininn kurulmasında etkili bir faktör olduğunu savunmaktadır. Ermeni komitacıların 1895’den itibaren başlattığı eylemler karşısında devletin sonunun geldiğini veya 93 harbinde ki gibi büyük bir çözülme ile karşı karşıya kalınabilirdi. Devleti kurtarmak gerekiyordu ve bunun Abdülhamid bunu yapamaz idi (Akşin, 1980: 21).

Arıkan tarafından yayına hazırlanan Muhittin Birgen İttihat Terakki’de On Sene isimli eserinde; İttihat Terakki Neydi? Sorsuna Talat Paşa’nın “İttihat ve Terakki Türk milletinin ruhundan kopmuş bir mefkûre hamlesidir” cevapı dönemin halet-i ruhiyesinin özeti niteliğindedir (Arıkan, 2009: 64).

İnalcık, İttihat Terakki’nin “Osmanlı Birliği” görüşü dinleri ve ırkları ne olursa olsun bütün Osmanlıların merkzei devletin eşit vatandaşlardan olduğu şeklinde özetlemektedir (İnalcık, 2006: 25). İnalcık ayrıca İttihat’ın Osmanlı birliği düşüncesinde tek bir millet vardı o da Osmanlı milleti idi. Çeşitli din gruplarını önce “cemaat” daha sonra “anasır” sözcüğü ile ifade ettikleri ancak gerek gayrimüslim gerek ise gayritürk Müslümanlar onların Osmanlıcılığını Türk milliyetçiliği olarak gördüklerini belirtmiştir (İnalcık, 2006: 26).

Tunaya ise İttihat Terakinin ideolojisini saptamanın zor olduğunu dönemin değişen şartlarına göre; Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük düşünceleri benimsediklerini belirtmiştir. İttihat Terakki’nin iktidar olsun veya olmasın bir ideoloji arayışı içinde olduğunu ve ilk olarak Osmanlıcılık düşüncesiyle hareket ettiklerini iddia etmiştir. Ancak bu düşünce ne Balkanları ne de Arapları tatmin etmemiştir. Araplar Jön Türk

166

olarak adlandırdıkları İttihatçıların Osmanlıcık düşüncesini Türkleştirme olarak tanımlamışlar ve karşı tavır almışlardır (Tunaya, 1989, 304).

İttihatçılar; İslamcı politikayı, kuruluş sorunları içinde benimsemek zorunda kaldıklarını ifade etmiştir. 1908 ‘den önce ve sonra, şeriat prensiplerine, ihtilalci eylemlere meşruluk verilmek için daima başvurulduğunu belirtmiştir. İttihat Terakki meşrutiyet rejiminin İslamcı esaaslara yabancı olmadığını, aksine dinin meşrutiyeti emrettiğini her zaman dile getimiştir. İttihatçılar İslamcılığı da resmi ve mecburi bir ideolojik unsur olarak kabul etmek durumunda kaldıklarını belirtmiştir (Tunaya, 1989: 310).

Tunaya İttihat Terakkinin benimsediği diğer bir ideolojinin ise Milliyetçilik ve Türkçülük olduğunu iddda etmiştir. Zira yirminci yüzyıla girildiği halde İmparatorluk bünyesinde yer alan diğer milletlerin “milli” ideolojileri yanında Türkler en sona kaldığını belirtmiştir (Tunaya, 1989: 310). Meşrutiyetin ikinci kez ilanından sonra Türkler Osmanlılık fikrine yapışıp kaldıkları ancak Osmanlıcılık düşüncesinin milli bir ideal olacak güçte olmadığını belirtmiştir. Balkan harbinin Türk milliyetçiliğine etkisi Türkçüler tarafından milli bir uyanışa vesile olması sebebiyle olumlu karşılanmıştır. Tuhahan içinde bulunulan yüzyılın tabiatı gereği; İttihatçı anlamıyla Türkleşmek içinde bulunan yüzyılın tabiatından ortya çıkmaktadır. Millet tabi ve gerçek bir olgudur. Bunun için de şuursuz bir kalabalık hayatını milli bir şuura sahip kılmak ve Türkler’in millet halinde birleşmelerini yaşamalarını gerçekleştirmek gereklidir (Tunaya, 1989: 315).

İttihat ve Terakki Cemiyeti; Hasta Adam olarak değerlendirilen Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkmıştır. Kurulmalarında amaç devletin kötüye gidişatı durdurmaktır. Özellikle 1895’te meydana gelen Ermeni olayları bir dönüm noktası olmuş; II. Meşrutiyet’in ilanında aktif olarak bulunmuşlardır. Ancak gelişen olaylar neticesinde istediklerini amaca ulaşamamışlardır.

Kösoğlu İttihat Terakki’nin düşünce dünyasının zaman içinde Türkçülük düşüncesinin etkili olduğunu belirtmiştir. Kösoğlu’nun İttihatçıları eleştirdiği bir nokta ise Sultan Abdülhamid’ in tahtan düşürülmesine giden sürecidir. Hareket Ordusunun İstanbul’a yaklaşması üzerine Sultan Hamid’in herhangi bir teşebbüste bulunmayarak hatta çevresinde ki ordu komutanların ayaklarına kapanarak müdahale izni istemesine rağmen müsaade etmemiştir (Kösoğlu, 2012: 168).

167

İttihat Terakkî’ye gelince, olayların akışına ve sonuçlarına bakarak, bu Cemiyet’in tertipçi olduğu konusunda tutarlı bir mantık zinciri kurulabilir. Fakat bu mantığın gerçeğe uygun olduğunu söyleyebilmemiz için yeterli delil yoktur. İttihatçılar, Sultân Hamîd’i devirmek ve kendi fiilî iktidarlarını güçlendirmek için böyle bir tertibe girebilirlerdi. Nitekim hâdiseler bu sonuçları doğurmuştur. Ancak, fevkalâde tehlikeli bir oyundur. Sosyal bir hareketi başlatmak mümkün, ama sonuçlarını kestirmek yahut hareketi belli sonuçlara ulaştırmak çok zordur (Kösoğlu, 2012: 172).

Kösoğlu’nun anlatığı bir diğer hadise ise Sultân’ın ha’l fetvası ve sonrasında ki hadisedir;

Mecliste sarıklıların hazırlamış olduğu bir fetvâ metni imzalanmak üzere Şeyhülislam ve Fetvâ Emini meclise davet edilir. Fetvâ Emini Hacı Nûrî Efendi imzaya yanaşmaz: “Hal’de meymenet yoktur. Saltanat değişmesi muktezi ise teklif ediniz, nefsini azletsin…(Kösoğlu, 2012: 169).

Uzun münâkaşlar olur; Hacı Nûrî Efendi direnmektedir:

Rusya mes’ele-i zâilesinde (93 Harbi) biz ahâlî-i İslâmiye’nin sefâletini ve perîşânlığını gördük. Muhâcir çocuklarını bu omuzlarımızla taşıdık. Bu perîşânlık Sultân Abdülazîz’in hal’ edildiğinden ötürüdür… (Kösoğlu, 2012: 169).

Kösoğlu bu noktada kendi ifadelerine yer verir; Hacı Nûrî Efendi, eski yüzyılların sağlam Osmanlı aydınlarını hatırlatan bir idrâkle, sanki Balkan Harbi’ni görür gibi konuşmaktadır (Kösoğlu, 2012: 169).

Kösoğlu Sultan Hamîd sonrasında, Meclis-i Mebûsân’ın ölçüsüz ve şaşkın olduğunu hatta velîahd Reşâd Efendi’yi padişah seçildiğini bilgilendirmek üzere bir heyet gönderdiğini hatta Hareket ordusunun İstanbul’a girişini feth-i mübîn’e telmihen Sultân Reşâd’a, Mehmet unvanı verildiğini belirtir. Kösoğlu meclisin bu hareketlerini bir saçmalık olarak yorumlamış ve Osmanlı’da hükümet çkişmeleri yaşandığını bu çekişmelerin Osmanlı’nın daha sonra karşılaşacağı gaileler karşısında zayıf duruma düşürdüğünü belirtmiştir.