• Sonuç bulunamadı

1.6. Bürokrasiye İlişkin Yaklaşımlar

1.6.2. Sosyalist Ülkelerde Bürokrasiye Eleştiriler

1917 Ekim Devrimi ile Rusya’da uygulanmaya başlanan sosyalist sistem Sovyet Rusya’nın yanı sıra Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Doğu Almanya gibi Avrupa ülkeleri

ile birlikte geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Sosyalist teorisyenler ve liderler sosyalizm ile birlikte özel mülkiyetin kaldırılacağını, burjuva sınıfının tasfiye edilerek iktidarın proletaryanın kesin hakimiyetine geçeceğini öngörmüşler, devrim sonrası burjuva sınıfının çıkarlarına hizmet eden devlet ile birlikte bürokrasinin de zayıflayacağını, zamanla yok olacağını iddia etmişlerdir. Ancak, tarihsel süreç iddia edilenin aksi yönünde gelişim göstermiştir. Bu durum o dönem liberal düşünürlerin ve devlet adamlarının sosyalizm karşıtı görüşlerini destekleyen bir anlam ifade etmiştir. Ancak, sosyalist düşünürlerin sosyalist ülkelerdeki gidişatı ağır bir şekilde eleştirmesi liberallere göre daha dikkate değer bir durum ortaya çıkarmıştır. İtalyan sosyalist Bruno Rizzi 1939 yılında yazdığı “Dünyanın Bürokratlaşması” adlı kitabında, sosyalist sistemin geçerli olduğu Yugoslavya’da üst düzey görevlerde bulunmuş Milovan Djilas da 1956 yılında yazdığı “Yeni Sınıf” adlı kitabında sosyalist sisteme yönelik ciddi eleştirilerde bulunmuşlardır.

Rizzi ve Djilas gibi o dönem sosyalist sistemi eleştiren düşünürlerin temel çıkış noktası, teoride savunulanın aksine kapitalist sistemdeki sömürü düzeninin sosyalist sisteme geçen ülkelerde ortadan kalkmamış olması ile ilgilidir. Kapitalist sistemde sömüren burjuva sınıfının yerini sosyalist sistemde artık bürokratlar almıştır. Yani sömürülenler aynı iken sömürenler değişmiştir. Trotsky de aynı dönemde benzer fikirler ortaya atmıştır, ancak o bürokrasinin güçlenmesini geçici bir süreç olarak gördüğü için iktisadi gelişim ile birlikte zayıflayacağını savunmuştur.

Tarihsel süreçte proletaryanın üretim sürecindeki konumu kapitalist ve sosyalist sistemlerde birbirinden farklı olmuştur. Kapitalist sistemde emeğini piyasa koşullarında özgür bir biçimde ücret karşılığı pazarlayan işçiler, Sovyet tipi sosyalist sistemde devlete bağımlı, bürokratlar tarafından kolektif bir biçimde sömürülen bir sınıf haline gelmiştir.

Çağlı, Sovyet tipi bürokratik rejiminin özünü şu şekilde açıklamıştır: “Bürokrasinin üretim koşullarına egemen olması, üretim sürecinin işçi sınıfının tarihsel çıkarları açısından değil, bürokratik devletin korunması ve güçlendirilmesi bakımından düzenlenmesidir (Çağlı, 2005: 138).” Çağlı’ya göre proletarya tarafından üretilen ürün bürokrasi tarafından şu şekilde dağıtılmaktadır:

- Bürokrasinin kendi tüketim ihtiyacını (lüks ve konfor da dahil) karşılamak amacıyla el koyduğu kısım,

- Toplumsal büyüme ve kalkınma için ayrılan kaynaklar,

- Çalışanların işgüçlerini yeniden üretebilmeleri için gerekli olan kısım, sosyal fonlar vb.

Bu sistemde “üreten sınıf proletarya”, “yöneten sınıf bürokrasi” tarafından dağıtılan üründen (ya da gelirden) en az payı aldığı gibi, bu “devasa” sınıfın tüketim ihtiyaçlarını da karşılamak zorundadır. Öyle ki, bürokrasi sosyalist sistemde proletaryanın ürettiği artı değere el koyan, onu sömüren bir sınıf niteliği göstermeye başlamıştır (Çağlı, 2005: 138).

Çağlı, Sovyetler Birliği ve benzer sosyalist ülkedeki bürokratik egemenlik türünü ortaya çıkaran üretim rejimi ile eski dönemlerdeki despotik-Asya tipi üretim rejiminin benzeş yönleri olduğunu öne sürmüştür. Bu iki rejim arasındaki en temel farkı da şu şekilde açıklamıştır:

Eski dönem Asya tipi üretim tarzı tarım komünleri üzerinde yükselirken, 20. yüzyılda despotik- bürokratik rejimleri ulusal bir sanayileşme hamlesi üzerinde biçimlenmiştir. Devlet mülkiyetine dayanan üretim ilişkileri, bir bakıma eskiye ait olan bir egemenlik tarzının (doğu despotizmi), bu kez endüstri çağında, devlet mülkiyetinin koşullandırıldığı üretim ilişkileri formları altında yeniden zuhur etmesi gibi görünmektedir. O nedenle modern çağda ortaya çıkan bu durum sanki bir anakronizm gibidir (Çağlı, 2005: 148).

1.6.2.1. Rizzi’nin “Bürokratik Kolektivizm”i

Rizzi sosyalizmin pratikte aksayan yönlerini tespit eden ve Marxist düşünceye bağlı kalarak yeni fikirler geliştiren önemli düşünürlerden biridir. Dünyanın Bürokratlaşması adlı kitabında ortaya koyduğu “bürokratik kolektivizm” fikri Marxist literatüre önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir.

Rizzi Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin proletarya üzerindeki sömürüsünün temel dayanağını üretim araçlarının devletleştirilmesi olarak açıklamıştır. Oysa ki, teoride üretim araçlarının sosyalleştirilerek kolektif bir şekilde halkın kullanımına tahsis edilmesi öngörülmüştü. Buna karşın, üretim araçlarının devletleştirilmesi ile birlikte devleti kontrol eden bürokrasi sınıfı (yöneticiler, uzmanlar, teknisyenler) üretim araçlarına sahip olmuştur. Bu şekilde, artık bürokratlar proletarya üzerinde baskı kurmaya, dahası onlar tarafından üretilen artık değere el koyarak onları açıkça sömürmeye başlamışlardır (Eryılmaz, 2002: 29). Rizzi, bürokratik sömürü biçimini Marx’ın savunduğu gibi hakim sınıfın (burjuva sınıfı) bürokratlar eliyle zayıf halk kitleleri üzerinde sömürüsünü meşrulaştırması olarak görmemiştir. Tam tersine, mevcut düzende hakim sınıfın bizzat bürokratlar olduğunu belirtmiştir. Bu süreci de gerçek proletarya devrimi öncesi geçici bir aşama olarak görmüştür. Ona göre, bürokratik kolektivizm dediği bu aşama tarihte son sömürü biçimi olacaktır.

Rizzi kapitalist sistemden sosyalist sisteme geçiş aşamasının Marx’ın iddia ettiği gibi “doğrudan” olmayacağını, “bürokratik kolektivizm” adını verdiği “ara bir aşama” daha olduğunu savunmuştur. Kaçınılmaz olarak gördüğü bu aşamayı sosyalizm öncesi son sömürü

biçimi olarak tanımlamıştır (Mouzelis, 2001: 47). Rizzi’ye göre bu geçici aşamada bireysel sömürü ilişkisi bürokratlar eliyle kolektif bir sınıfsal sömürü ilişkisi haline dönüşecektir. Anlaşıldığı üzere, bu aşamada sınıfsal çatışma artık burjuva ile proletarya arasında değil, bürokrasi ile proletarya arasında olacaktır. O halde, Trotsky’nin de önerdiği gibi proletarya bir “saray darbesi” ya da Rizzi’nin ifadesiyle “gerçek bir proletarya devrimi” yapacak, Stalin’in iktidarı ile birlikte bürokrasi de ortadan kaldırılacaktır. Böylece, bürokrasi eliyle devletleştirilmiş halde bulunan mülkiyet sosyalleştirilerek proletaryanın tasarrufuna geçecek ve sömürü ortadan kalkacaktır.

Marx’a göre:

Kapitalist düzen  Sosyalist düzen  Komünist düzen Rizzi’ye göre:

Kapitalist düzen  Bürokratik kolektivizm  Sosyalist düzen  Komünist düzen

Şekil 1.1 Marx ve Rizzi’ye Göre Kapitalizmden Komünizme Geçiş Aşamaları

Diğer taraftan, Rizzi’nin görüşlerini “yönetsel devrim” teorisi ile detaylı bir şekilde ele alan Burnham, Rizzi’nin üzerinde durduğu bürokratik sömürü biçiminin sadece Sovyetler Birliği’nde değil aynı zamanda faşist ve kapitalist ülkelerde de geçerli olduğunu, dahası bürokrasinin sosyalizm, kapitalizm ve faşizmden farklı yeni bir yönetim biçimi olarak dünya genelinde yaygınlaşmaya başladığını (dünyanın bürokratlaşması) belirtmiştir (Mouzelis, 2001: 48).

1.6.2.2. Djilas’ın “Yeni Sınıf’ı

Djilas 1956 yılında yazdığı “Yeni Sınıf” adlı kitabında gerek Sovyetler Birliği’nde, gerekse de Yugoslavya’da uygulanan sosyalist sisteme yönelik ağır eleştirilerde bulunmuştur. Ona göre sosyalist teorisyenlerin ve liderlerin iddialarının aksine devlet ortadan kalkmamış, demokrasi yerleşmemiş, hayat standartları yükselmemiş ve dahası şehir-köy ile kafa-beden arasındaki ayrılıklar ortadan kalmadığı gibi daha da derinleşmiştir (Djilas, 1974: 61).

Djilas, Stalin’in 1936 yılında burjuva sınıfını kastederek istismarcı sınıfın ortadan kalktığını ilan etmesini şu şekilde eleştirmiştir: “Gerçekte kapitalist sınıf gibi eski rejimin öteki sınıfları da yok edilmişti, fakat onun yerine tarihin daha önce tanımamış olduğu yepyeni bir sınıf doğmuştu (Djilas, 1974: 62).” Djilas’ın “siyasal bürokrasi” olarak tanımladığı bu yeni sınıfın kurucusu Stalin olmakla birlikte, bu sınıfın kökleri Lenin önderliğindeki Ekim Devrimi’ne kadar gitmektedir. Ekim Devrimi’ne katılan Komünist Partinin komitacı tabakası

(meslekten ihtilalciler) da bu yeni sınıfın insan kaynağını oluşturmuştur. Djilas’a göre Lenin farkında olmadan bizzat parti içerisinden yeni sınıfı kurmaya başlamıştır. Ona göre, proletaryanın çocukları artık yeni düzende milli gelirin dağıtılması ve ücretlerin tespit edilmesi sürecinde kolektif mülkiyet üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahip olan ayrıcalıklı bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır. Stalin’in ilk 5 yıllık planın sonunda yeni sınıfı kastederek sarf ettiği “bu cihazı yaratmamış olsaydık, mahvolmuştuk (Djilas, 1974: 65)” sözleri yeni sınıfın siyasal, sosyal ve iktisadi konumunu açıkça ortaya koymuştur.

Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında partinin gücünün ve üye sayısının artması beraberinde yeni sınıfın güçlenmesini sağlamıştır. Siyasi gücü tamamen ele geçiren Stalin ve onun bürokratlarından oluşan yeni sınıfın partiyle olan organik bağı da zayıflamaya başlamıştır. Belli bir noktadan sonra parti zayıfladıkça yeni sınıf daha da güçlenmiştir. İlk aşamada durumunu ve iktidarını güçlendirmek için iktisadi gelişmeyi, diğer bir ifadeyle sanayileşmeyi gerçekleştirmek zorunda olan yeni sınıf, belli bir aşamaya kadar proletarya (ve köylüler) ile bağlarını koparmamış, onlarla ittifak halinde olmuştur. Ancak, yeni sınıf iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra proletarya ve köylülere karşı ilgisiz kalmıştır (Djilas, 1974: 67).

Djilas’a göre, özellikle ilk gelişim sürecinde kendine has çıkarlar geliştiren yeni sınıf, konumunu güçlendirmek ve kendini daha güvende hissetmek için “sosyal mülkiyet” maskesi ile özel mülkleri devletleştirmiş2, böylece orta ve üst düzey burjuvayı devrim öncesine

dönülemez biçimde tasfiye etmiştir. Köylüleri de idari ve ekonomik yönden kontrol altında tutabilmek için kolhoz (tarımsal üretim birlikleri) ve traktör istasyonları kurmuştur. Bu şekilde yeni sınıfın taşradaki alt kademe bürokratları eliyle en uç köylerde bile hakimiyet sağlamıştır (Djilas, 1974: 86). Bu nedenle Djilas yeni sınıfı (siyasal bürokrasi) yeni bir mülkiyetçi, istismarcı, açgözlü ve doymaz sınıf olarak nitelendirmiştir (Djilas, 1974: 86,90).

Djilas yeni sınıfa mensup bürokratların sosyo-psikolojik analizini şu şekilde yapmıştır:

İnsan ırkını refaha kavuşturacak olan sınıfın kendisi olduğunu, o olmazsa insanlığın darmadağın bir şekilde kalarak mahvolacağını zanneden sınıfta komünist üye, parti mevcut olmazsa, cemiyetin yıkılacağına ve nihayet mahvolacağına inanır. Bununla birlikte, bu üye yeni bir mülkiyet sınıfının üyesi olduğunun farkında değildir, çünkü kendini mülk sahibi addetmez, istifade ettiği imtiyazları hesaba katmaz. O sadece belirli fikirleri, kuramları, amaçları ve rolleri bulunun bir sınıfa mensup bulunduğunu tahmin eder ve bunda ısrar eder. Aynı zamanda çok belirgin bir sosyal kategoriye, mülkiyet sınıfına mensup bulunduğunu görmez (Djilas, 1974: 90).

Djilas sosyolojik bakımdan yeni sınıfın mensuplarının kimler olduğunun tespit edilebilir olduğunu, ancak fiiliyatta bu sınıfın sınırlarının belirgin olmadığını belirtmiştir. Bu

2

SSCB için geçerli olan bu durum Yugoslavya’da geçerli kılınamamıştır. Köylülerin karşı koyması kolektifleşmenin gerçekleşmesine engel olmuştur.

durum, parti üyesi olan proletarya ile devletin en alt kademesindeki bürokratların hangi sınıfa mensup olduğu ile ilgili bir bilinmezliğin olduğu yönünde yorumlanabilir. Bu bilinmezliğin nedeni olarak yeni sınıfın halihazırda var olan başka bir sınıfın içinden çıkması ve o sınıf ile bağlarının zayıf da olsa sürmesi ile açıklanabilir. Diğer taraftan, Djilas yeni sınıfa en alt kademede girişin tarihte hiçbir sınıfta olmadığı kadar açık, sınıf içinde üst kademelere yükselmenin katı bir şekilde kapalı olduğunu belirtmiştir (Djilas, 1974: 93).