• Sonuç bulunamadı

1.6. Bürokrasiye İlişkin Yaklaşımlar

1.6.5. Robert Michels’in Oligarşinin Demir Kanunu

1.6.5.1. Robert Michels ve Siyasal Partiler Eseri

1.6.5.1.3. Siyasal Partiler Eserinin Teorik Arka Planı

Michels’in Siyasal Partiler eserinde demokrasi sorunsalına ilişkin yürüttüğü tartışmanın çıkış noktası Rousseau’nun “doğrudan demokrasi” fikridir (Michels, 2001: 28; Hands, 1971: 158; Rapaport, 1982: 355; Mommsen, 1981: 112; Cook, 1971: 786). Belli bir büyüklüğü aşan karmaşık yapılı örgütlerde üyelerin karar alma ve politika belirleme süreçlerine doğrudan katılımının teknik ve mekanik olarak imkansız olduğunu, bu nedenle etkin bir “temsil (delegasyon) sistemi”nin zorunlu olduğunu belirten Michels, bu tür örgütlerde gerçek (ideal, doğrudan) demokrasinin sadece bir illüzyondan ibaret olduğunu savunmuştur. Bu açıdan Rousseau’nun yönetim süreçlerinde herkesin eşit söz sahibi olduğu “doğrudan demokrasi“ fikri, Michels’in üzerinde durduğu “temsili demokrasi (delegasyon sistemi)” fikri ile karşıtlık oluşturmaktadır. Ancak, burada Michels ile Rousseau’yu karşıt kutuplara koymak doğru değildir. Hatta, tam tersine, Rousseau’nun temsili demokrasiye ilişkin duyduğu endişe ile Michels’in istisnasız tüm örgütlerde demokrasinin varlığına ilişkin kötümser bakış açısı arasında yakın bir ilişki kurmak mümkündür (Rapaport, 1982: 355). 1927 yılında yazdığı “Siyasal Partilerin Sosyolojik Karakteri Üzerine Bazı Etkiler” adlı makalesinde Rousseau’nun “gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olamaz. Çoğunluğun yönettiği ve azınlığın yönetildiği bir düzen doğal yasaya aykırıdır (Michels, 1927: 760)” sözlerine yer veren Michels, bu etkiyi açıkça ortaya koymuştur.

Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, Rousseau’nun doğrudan demokrasi ile ilgili “olması gereken, ideal olan” bir bakış açısı ortaya koyarken, Michels’in sadece “mevcut durumun gerçekçi tespiti”ne yönelmiş olmasıdır. Yani, Michels Rousseau’nun “doğrudan demokrasi” fikrini eleştirmemiş, aksine referans aldığı doğrudan demokrasi fikrinin teknik ve mekanik imkansızlıklar nedeniyle örgütlerde geçerli olamayacağı sonucuna varmıştır (Scaff, 1981: 1281). Siyasal Partiler eserini (doğrudan) demokrasinin varlığı açısından “kötümser” yapan da Michels’in vardığı bu nihai sonuçtur. Michels örgütlerde oligarşinin kaçınılmazlığı

düşüncesini Siyasal Partiler adlı eserinde tarihsel örnekleri ile birlikte gerekçelendirmeye çalışmış, gerçek demokrasinin varlığı için “olması gereken”, yani “ideal olan” örgüt ve yönetim biçimi konusunda görüşler ortaya koymak yerine, genellemeler yoluyla mevcut durumunun tespitini yapmayı tercih etmiştir. Keza, oligarşinin kaçınılmazlığı ve demokrasinin imkansızlığı görüşlerini merkezine alan kötümser bir tablo içerisinde çözüm yolu ortaya koymak çok da anlamlı görünmemektedir.

Michels, Ostrogorski’nin Siyasal Partiler eserinden 15 yıl önce İngiliz ve Amerikan siyasi parti örgütlerinde oligarşi üzerine yaptığı çalışmayı daha kapsamlı bir şekilde Alman Sosyal Demokrat Parti üzerinde yapmıştır. Ancak, Michels’in –Weber’in telkinlerine rağmen- kitabında yaptığı birkaç atıf dışında Ostrogorski’nin gözlemlerinden pek yararlanmadığı görülmektedir (Cook, 1971: 781). Yine benzer şekilde Weber, James Bryce’nin 1888 yılında ilk baskısı yapılan The American Commonwealth (Amerikan Cumhuriyeti) eserinde Amerika’daki siyasal partilerin işleyişi ile ilgili tespitlerinden oldukça etkilenmiş, Michels’e bu eseri okuması için tavsiye bulunmuştur. Nitekim, Bryce’nin “demokratik yönetim” kavramına yüklediği anlam, Weber’in üzerinde durduğu “demokrasi sorunsalı” çerçevesinde Michels üzerinde etkisini göstermiştir (Scaff, 1981: 1279).

Michels’in düşünsel gelişiminde ve Siyasal Partiler eserinde kendisinden yirmi yaş büyük olan yakın arkadaşı Max Weber’in büyük katkısı vardır (Mommsen, 1981: 103). Michels oligarşinin kaçınılmazlığı ve demokrasinin imkansızlığı üzerine yoğunlaştığı Siyasal Partiler eserinde üzerinde sıkça durduğu “liderlik, bürokratik oligarşi, hiyerarşi, ast-üst ilişkisi, teknik bilgi, uzmanlaşma, etkin ve rasyonel örgüt, ücret karşılığı profesyonel memurluk” gibi kavramlar üzerinde Weber’in etkisini görmek mümkündür (Hands, 1971: 163). Özellikle Weber’in üzerinde durduğu “karizmatik liderlik” ve “bürokratik rasyonelleşme” kavramlarına Michels tarafından Siyasal Partiler eserinde oldukça önem verilmiştir (Schwartz vd.,1981: 22). Görüldüğü üzere, Weber’in siyaset sosyolojisi alanında - özellikle siyasi parti örgütlerine ve parti üyelerine yönelik- yapmış olduğu analizler Michels’in Siyasal Partiler adlı eserinde kendini göstermiştir (Cook, 1971: 780). Ancak, bu tek taraflı bir bilgi akışı olmamakla birlikte, Weber’in siyasal partiler ve bürokrasi ile ilgili görüşlerinin ana hatlarında da Michels’in izlerini görmek mümkündür (Scaff, 1981: 1270). Hatta, Mayer’e göre, Weber’in siyasal partiler üzerine yazıları Michels’in Siyasal Partiler eserinin bir özetidir (Lipset, 1961: 19).

Michels ve Weber Alman Sosyal Demokrat Parti ve tüm diğer partilerde bürokratikleşmenin örgüt yapısının doğal bir sonucu olduğu yönünde ortak görüşe sahiptirler. Dahası, her ikisi de kapitalizmin ve bürokratikleşmenin modern partilerin yapısında açık bir

değişim ve dönüşüme neden olduğunu, uzun vadede siyasal sistemin bunun sonuçlarından kaçabilmesinin mümkün olmadığını düşünmektedirler (Mommsen, 1981: 109). Ancak, belli noktalarda keskin fikir ayrılıkları da vardır. Örneğin, Weber Sosyal Demokrat Parti’nin yavaş yavaş bürokratikleşmesini pozitif bir durum olarak görmüş, uzmanlaşmış ve profesyonelleşmiş bir bürokratik yapının yaratacağı rasyonelleşme ile birlikte devrimci literatüre yerleşmiş kısır ve tutucu politikaların yerini yapıcı reformcu politikalara bırakacağını savunmuştur. Böylece, hem işçi sınıfı çok büyük bir aşama kaydedecektir, hem de Almanya’daki siyasi iklim değişime uğrayacaktır. Michels bu görüşe katılmamakla birlikte, bürokratikleşmenin parti içinde devrimci dürtülerin zayıflamasına neden olacağını, dahası gittikçe güçlenen bir oligarşik yapı ortaya çıkaracağını savunmuştur (Mommsen, 1981: 107). Yine, Weber örgütlerde “lidersiz demokrasi” fikirlerine karşı çıkarak “güçlü demokratik liderlik” yaklaşımını ortaya koymuş, buna karşın Michels 1911 yılında yayımlanan “Modern Partiler Sosyolojisi” makalesinde “profesyonel liderlik düzeninin başlaması, demokrasi için sonun başlangıcı ile eşdeğerdir (Mommsen, 1981: 111)” diyerek tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur.

Michels’in “yöneten-yönetilen arasındaki ilişki” ve “liderin örgütteki konumu ve kitleler üzerindeki baskısı” üzerine görüşleri üzerinde Pareto ve Mosca’nın etkisinin Weber’e göre daha ağır basmış olduğu görülmektedir. Weber karar alma sürecinde sosyal ve siyasal elitlerin etkisi ile ilgili herhangi bir kavramsal çalışma içerisine girmemiştir. Karar alma sürecinde küçük grupların etkisi üzerinde durmuş, ancak bu grupları “elit” olarak tanımlamamıştır. Dahası, liderin örgütte demokratik kuralların oluşabilmesi için ön koşulları hazırladığını (Mommsen, 1981: 110) iddia ederek iyimser bir yaklaşım ortaya koymuştur. Buna karşın, bu elit grupları “elitist” bakış açısıyla “oligarşik yapılar” ve hatta “aristokrat eğilimliler” olarak gören Michels, bu konuda Weber’e göre daha “kötümser”dir. Nitekim, Weber’in otorite tipleri içerisinde temellendirdiği “karizmatik otorite” kavramı, Michels açısından Mussollini’nin “karizmatik liderliği”ne ve faşist ideolojisine olan bağlılığını gösterdiğinde farklı bir anlam kazanmıştır (Mommsen, 1981: 115; Linz, 2006: 16). Özellikle alışılagelmiş “parlamenter demokrasi” fikri hem Weber’i hem de Michels’i bir türlü tatmin etmemiştir. Ancak, Michels’in bu konuda Weber’in değil, Mosca ve Pareto’nun anti- parlamentarist fikirlerinin etkisinde kaldığı açıktır (Mommsen, 1981: 114). Bu açıdan bakıldığında, Michels’in bir örgüt ve bürokrasi kuramcısı olarak Weber’den, bir siyaset sosyoloğu olarak da Pareto ve Mosca’dan daha fazla etkilendiği görülmektedir (Korom, 2015: 392).

Michels siyasi partilerde, sendikalarda ve diğer tüm örgütlerde üyelerin ya iyi organize olmuş “yöneten azınlığın” ya da organize olamayan “yönetilen çoğunluğun” bir parçası olduğunu savunmuştur (Michels, 2001: 26; May, 1965: 420). Bu ayrım üyelerin örgütte karar alma ve politika belirleme süreçleri üzerindeki etkisi ile sosyal statüsünü ortaya koymak bakımından önemlidir. Her ne kadar kağıt üzerinde tüm üyelerin karar alma süreçlerinde eşit oldukları belirtilmişse de, pratikte lider ve çevresindeki yöneten azınlık bürokratik mekanizmayı da kontrol ederek bu süreci domine etmektedir (Slattery, 2003: 53). Dahası, yöneten azınlık, örgüt için en doğru kararı kendilerinin verecekleri, örgütün ve üyelerin çıkarlarını en iyi kendilerinin savunacakları yönünde bir tutum ve inanç içerisindedir. Michels’in bu görüşü Pareto ve Mosca gibi elitist teorisyenlerle aynı bakış açısına sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Öyle ki, Siyasal Partiler eserinde Mosca’nın “yöneten ve yönetilenlerin kaçınılmaz ayrışması” ve “sendikalizm imkansızlığı” gibi görüşlerinin etkilerini görmek mümkündür (Cook, 1971: 783). Hatta, Mosca’nın “tüm toplumlarda insanlar yönetenler ve yönetilenler olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar” sözü ile Michels’in “kim örgütten bahsediyorsa, oligarşiden bahsediyordur” sözleri arasındaki paralellik dikkat çekicidir (Lenski, 1980: 2) Diğer taraftan, Michels’in Siyasal Partiler eserinde liderlik yarışı ve liderler arasındaki mücadeleyi açıklarken Pareto’nun “elitlerin dolaşımı” görüşünden oldukça etkilendiği görülmektedir (Hands, 1971: 162; Korom, 2015: 392). Yine, Michels parti içi elitlerin elde ettikleri güç ve konumu “ne pahasına olursa olsun” savunacaklarını (Michels, 2001: 33), gerektiğinde muhaliflere karşı antidemokratik yöntemler kullanmaktan (Lipset, 1961: 17; Leach, 2005:313) ve onları “bölücü, hizipçi” olarak ilan etmekten çekinmeyeceklerini savunmaktadır. Bu açıdan, Pareto ve Mosca’da olduğu gibi, Michels’in Siyasal Partiler eserinde “makyavelist” düşüncenin etkilerini görmek mümkündür (Korom, 2015: 392).

Michels her ne kadar “yöneten-yönetilen” arasındaki ilişkiye sınıfsal bir bakış açısı ile yaklaşmamışsa da, yönetenlerin kendi güç ve konumlarını korumak için yönetilenler üzerinde baskı ve otorite kurması üzerinde özellikle durmuştur. Bu açıdan, eski bir sosyalist olan Michels’de Karl Marx’ın etkisini görmek mümkündür. Ancak, Michels yönetenlerin yönetilenler üzerindeki baskı ve otoritesi konusunda Marx kadar keskin değildir. Hatta yöneten azınlığın yönetilen çoğunluk üzerinde kurduğu otorite Marx’ın savunduğu gibi tahakküme değil, belli oranda üyelerin rızasına dayanmaktadır. Çünkü, Michels gerek teknik bilgi ve uzmanlık bakımından yetersiz olan, gerekse de parti çalışmalarına yeteri kadar zaman ayırmayan üyelerin “boşvermişlik hali” içerisinde olduğunu, dahası onların güçlü bir lider arayışı içerisinde olduğunu belirtmiştir. Bu açıdan bakıldığında, ona göre örgüt içinde asıl

çatışma lider ve çevresindeki yöneten azınlık ile örgüt içinde iktidara sahip olmak isteyen diğer klikler (hizipler) ve muhalif gruplar arasındadır. Diğer taraftan, bürokrasinin yönetenlerin yönetilenler üzerindeki egemenliğini maskeleme işlevi ile ilgili görüşü nedeniyle Michels’in Marx’a yakın durduğu görülmektedir.

Michels’i var olan karşıt ya da benzeş düşüncelerin bir sentezcisi gören ve onun “demokrasi sorunsalı” üzerindeki tartışmasını devrimci (sol-kanat) sorulara elitist (sağ kanat) cevaplar arama çabası olarak tanımlayan Beetham, Michels’in düşünce yapısını ve Siyasal Partiler eserinin genel karakterini aşağıdaki üç farklı sentezin birlikteliği olarak tanımlamıştır (Beetham, 1981: 81-85):

- Pareto’nun “elitlerin dolaşımı” ve “Mosca’nın “siyasal sınıf düşüncesi” ve “oligarşinin kaçınılmazlığı” yaklaşımının sentezi.

- Güç teorilerinin bir sentezi: Sosyal biyoloji alanında Darwin’in “doğal seleksiyon” görüşünün; Pareto’nun “yöneten azınlığa karşı yönetilen çoğunluğun zayıflığı”, Mosca’nın “yönetici elitlerin üstünlük mücadelesi” ve Michels’in “pratik ve çalışma ile kapasite geliştirme” (bir işçinin yeteneklerini geliştirerek yöneten azınlığın içine dahil olabilmesi) düşüncelerinin; sosyal psikoloji alanında Michels’in “elitlerin ve kitlelerin iletişimi ve etkileşimleri” ile ilgili genel düşüncelerinin; örgüt teorisi alanında Weber’in bürokrasi kuramının sentezi. (Michels’in beslendiği kaynakların zenginliğinin açıklamak bakımından sosyal biyoloji alanında İngiltere, sosyal psikoloji alanında Fransa ve İtalya, örgüt teorisi alanında Almanya gibi geniş yelpazeden etkilendiği görülmektedir.)

- Sağ kanat (faşist-elitist) ve sol kanat (Marksist-sendikalist) politik görüşlerin demokrasi iddialarına kuşkucu (skeptisist) yaklaşımların sentezi.

Beetham’ın üç farklı sentezine Rousseau, Marx ve Machiavelli’nin katkıları da eklendiği zaman net bir Robert Michels portresi ortaya çıkmaktadır.

Michels’in Siyasal Partiler eserinde ortaya koyduğu görüşler onun demokrasiye olan inancı bakımından oldukça karamsardır. Bu karamsarlığın temelinde, Avrupa’da sosyalist/sosyal demokrat hareketin öncüsü ve demokrasinin önde gelen savunucularından biri olan Alman Sosyal Demokrat Parti’nin kendi içinde demokrasinin geçerli kılınamadığına ilişkin tespiti yer almaktadır. Bu açıdan, Siyasal Partiler eserindeki karamsarlık halini daha sonra ideolojik olarak büyük bir kırılma yaşayacak olan Michels’in iç dünyasında yaşadığı ideolojik kaosun dışavurumu olarak görmek mümkündür. Hatta, kimilerine göre Siyasal Partiler eseri eski partisine ve yoldaşlarına bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Bu açıdan,

Michels’in Siyasal Partiler eserini bir “sosyalizm eleştirisi” olarak da kabul etmek mümkündür.

Michels sosyalistlerin sosyalizmin probleminin sadece ekonomi ile ilgili olduğu düşüncesinden vazgeçmeleri gerektiğini belirtmiştir. Aksi halde, sosyalizmin kendisi bir yönetim ve demokrasi problemi olarak karşılarına çıkacak, sosyalistler işin bu yönünü ele almazlarsa, sosyalizm liderlerinin tahakkümü altında bir diktatörlükle sonuçlanacaktır (Lipset, 1961: 17). Lenin önderliğinde Rusya’da gerçekleştirilen sosyalist devrim sonrasında, özellikle de Stalin’in iktidarında, dahası tüm sosyalist ülkelerdeki pratik uygulamalarda Michels’in haklılığı açıkça ortaya çıkmıştır. Bruno Rizzi’nin Bürokratik Kolektivizm ve Milovan Djilas’ın Yeni Sınıf adlı eserlerinde değindikleri gibi, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’da sosyalist sistemin yarattığı “bürokrasi” yeni düzende burjuvanın yerini alarak proletarya üzerindeki sömürüsüne devam etmiştir.