• Sonuç bulunamadı

1.6. Bürokrasiye İlişkin Yaklaşımlar

1.6.4. Max Weber’in Bürokrasi Kuramı

Max Weber bugünkü anlamda modern bürokrasinin düşünsel temellerini ortaya atan ilk düşünürdür. Ortaya koyduğu düşüncenin ilk olması, “bürokrasi” kavramına ilişkin olarak kendisinden sonraki tartışmaların büyük oranda onun düşünceleri etrafında şekillenmesine neden olmuştur. Şüphesiz Weber’den önce de bürokrasi vardı, ancak o kendinden önceki (hatta kendisiyle aynı dönemdeki) düşünürler tarafından “hantallık, kırtasiyecilik ve verimsizlik” olarak eleştirilen bürokrasiyi “etkin, verimli ve rasyonel” bir örgüt biçimi olarak formüle etmiştir.

Şüphesiz ki, modern devletin ortaya çıkışı ile geleneksel yönetim anlayışı yerini modern yönetim anlayışına bırakmıştır. Modern yönetim anlayışının gelişmesi de verimliliğe dayalı rasyonel örgüt biçimlerine yönelimi artırmıştır. Kapitalizm ile birlikte parasal ekonominin gelişmesi, piyasa koşullarında firmalar arasında rekabetin üst seviyeye çıkması, teknolojiye dayalı yeni üretim yöntem ve tekniklerin gelişmesi, iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması, örgütlerin hacminin büyümesi, hukuk devleti anlayışının güçlenmesi vs. gibi nedenleri Weber’in rasyonel ilkelerle ortaya koyduğu modern bürokrasi anlayışını tarihsel bir gereklilik olarak ortaya çıkaran önkoşullar olarak kabul etmek mümkündür.

Weber her ne kadar modern bürokrasinin rasyonel yönüne sürekli vurgu yapmışsa da, sonraki süreçlerde modern dünyada artan bürokratikleşmenin Batı toplumlarında demokratik kurumlar ve bireysel özgürlükler açısından büyük bir tehlike oluşturacağı yönünde endişeye kapılmıştır (Mayer, 1955: 95; Mouzelis, 2001: 34). Kapitalizmle paralel olarak gelişen

modern bürokrasinin bir süre sonra kapitalizme ve demokrasiye zarar vereceği yönünde Weber’in duyduğu bu endişenin temel dayanağı, bürokrasinin elde edeceği meşru güç ile siyasi, ekonomik ve sosyal hayata müdahale etme eğiliminde olacağı yönündeki öngörülerdir.

Weber bürokrasiyi her ne kadar bir örgüt biçimi olarak tasarlamış olsa da, Mouzelis’e göre bürokrasi bunun da ötesinde toplumun gelişimini ve değişimini de açıklayan, sosyal kurumlar üzerinde de büyük etkisi olan bir zihniyet, bir anlayıştır (Mouzelis, 2001: 32). Dahası, her ne kadar günümüzde bürokrasi kavramı “kamu kuruluşları” açısından ele alınsa da, Weber ortaya koyduğu bürokrasi görüşünün özel şirketler, dini kurumlar, sivil toplum kuruluşları gibi tüm ekonomik ve sosyal kurumlarda da geçerli ve gerekli olduğunu savunmuştur. Günümüzde -her ne kadar eleştirilse de- dünya genelinde kamu, özel ve sivil toplum örgütleri tamamen ya da kısmen Weber’in çerçevesini çizdiği weberyan bürokrasi anlayışına göre örgütlenmişlerdir.

Yeni-Kantçı felsefe (özellikle Heinrich Rickert) ve Alman İdealizminden büyük ölçüde etkilenen Weber (http://plato.stanford.edu. erişim tarihi: 27.10.2016), bürokrasiye ilişkin görüşlerinde Marx, Mosca, Michels ve Schmoller gibi düşünürlerin etkisinde kalmıştır (Eryılmaz, 2002: 44).

Weber’in modern bürokrasi görüşü “güç”, “egemenlik”, “otorite”, “meşruiyet” ve “ideal tip” kavramları üzerine şekillenmiştir. Weber, “güç” kavramını “bir sosyal ilişki içinde, bir aktörün hangi temele dayanırsa dayansın, direnmeyle karşılaşsa bile istediğini yapabilme konumunda olma ihtimali (Weber, 2013: 40)”; egemenlik kavramını da “belli içerikteki bir emire belli bir grubun itaat etme ihtimali (Weber, 2013: 40)” olarak tanımlamıştır. Weber’e göre egemenlik gücün özel bir biçimidir. Başka bir ifadeyle, bir kişinin sahip olduğu güç, bir başkasını itaat etme yükümlülüğü içerisine sokuyorsa bir kişi başka bir kişi üzerinde otorite kurmuş demektir. Bu itaat etme eğilimin temelinde otoriteye karşı bir “inanç”, “güven” ya da “çıkar“ duygusu yatmaktadır. Burada emir alan kişiyi içgüdüsel olarak itaat etmeye yönelten psikolojik durum gücün “meşruiyeti”dir. Yani, bir kişi meşruiyetini kabul ettiği bir güce itaat etme eğilimi gösterir. Weber’in kullandığı meşruiyet kavramı hukuki değil, sosyolojik bir anlam taşır. Meşruiyete dayalı otorite ilişkisi kurulduğu andan itibaren, artık yönetici “güç kullanmaya yetkili”, yönetilen de “emirlere itaat etmekle görevli” olarak ortaya çıkmaktadır (Eryılmaz, 2002: 50-55).

Weber’e göre meşru otoritenin 3 türü vardır:

- Geleneksel otorite: Meşruiyetin kaynağı “gelenekler”dir. - Karizmatik otorite: Meşruiyetin kaynağı “karizma”dır.

Weber modern bürokrasinin rasyonel-yasal otoritenin varlığı ile mümkün olabileceğini belirtmiştir. Yani, insanlığın ürettiği en iyi örgüt biçimi olan bürokrasi hem “yasaların üstünlüğü”, hem de “verimliliğe dayalı rasyonel yönetim anlayışı” üzerine kurulmuştur. Weber bu 3 otorite türünü aynı zamanda “ideal tip” olarak kavramsallaştırmıştır. İdeal tip her ne kadar “olması gereken, arzu edilen” gibi bir anlama karşılık gelse de, gerçek manada somut gerçekliği anlamaya yarayan zihinsel bir kurguyu ifade etmektedir. Yani, ideal tiple yapılmaya çalışılan, toplumsal gerçeğin belirli yönden sınanması, söz konusu ölçek çerçevesinde kısmen anlaşılması ve açıklanmasıdır (Oktay, 1997: 31). “İdeal tip” kavramı ile Weber otoritenin üç farklı meşruiyet kaynağını nitelikleri ile birlikte bir “tipoloji” haline getirmiştir. Böylece, gerçekte var olanı -benzerlikler ve farklılıklar açısından- ideal olan ile açıklamaya çalışmıştır. Yani, Weber’in “ideal tip”i ile amaç olması gerekene ulaşmak değil, mevcut olanı açıklamak için bir model ortaya koymaktır. San ve Oktay bu anlamsal kargaşanın sözcüğün kökeninden ileri gelen bir yanlış anlama olduğunu savunarak “ideal tip” yerine “ölçek tip” kavramını kullanmayı tercih etmişlerdir (San, 1971: 23; Oktay, 1997: 31).

O halde denilebilir ki, Weber’in “geleneksel”, “karizmatik” ve “rasyonel-yasal” otorite tipleri “saf tipler”dir. Farklı zaman, mekan ve koşullarda bu otorite tipleri nitelikleri itibariyle iç içe girebileceği gibi, tek bir otorite tipinin tüm nitelikleri de gerçek olanı açıklamaya yetmeyebilir. Örneğin, Mustafa Kemal’in önderliğinde yürütülen milli mücadelenin örgütlenme ve yönetim sürecinde (Heyet-i Temsiliye, Kuvayi Milliye, TBMM) otoritenin meşruiyet kaynağı olarak kimi zaman “karizma”, kimi zaman “gelenekler”, kimi zaman da “hukuki kurallar” ön plana çıkmıştır. Keza, günümüzde siyasi partilerin örgüt yapıları içinde hem rasyonel-yasal, hem de karizmatik otorite tipi yaygın olarak bir arada karşımıza çıkmaktadır.

Geleneksel Otorite: Weber geleneksel otoriteyi “geçmişten gelen (daima var olan) kural ve

güçlerin kutsallığını öne sürerek meşruluk tezinde bulunan ve kendisine inanılan egemenlik türü (Weber, 2013: 69)” olarak tanımlamıştır. Bu otorite tipinde otorite kuran kişinin (efendi) belirlenmesi geleneksel kurallardan, onun otoritesine uyma gereği de onun geleneksel konumundan kaynaklanmaktadır.

Bu otorite tipinde idari görevliler “şahsi hizmetçiler”dir. Şahsi hizmetçiler ile efendi arasındaki egemenlik ilişkisi “şahsi bağlılık”tan kaynaklanmaktadır. Burada şahsi hizmetçilerin ya da tebaanın önceden belirlenmiş rasyonel kurallara değil, geleneksel olarak gücü elinde bulunduran efendinin emirlerine uyması beklenir. Efendinin geleneksel yapı içerisindeki gücü ve konumunu belirleyen geçmişten gelen geleneksel kurallardır. Kimi zaman efendinin şahsi hizmetçilerine ya da tebaasına belli konularda verdiği emirlerde

geleneksel kuralların sınırlarını aşması onun meşruiyetinin sorgulanmasına neden olabilir. Ancak, belli konularda efendi sınırsız takdir yetkisi ile donatılmıştır ki, bu ona imtiyazlı ve sorgulanamaz bir güç sağlar (Weber, 2013: 70).

Geleneksel güce sahip yönetici (efendi), haneye ve tebaaya ilişkin işlerin yürütülmesi için idari görevlilere ihtiyaç duyar. Haneye ilişkin görevliler hazine nazırı, seyis, uşak, oduncu, kahya, hizmetçiler ya da farklı geleneksel toplumlarda haremağası, cellat vs.dir. Haneye ve tebaaya ilişkin idari görevlilerin kimler olacağı tespit edilirken iki farklı yöntem uygulanır. Birincisi, idari görevlilerin yönetici ile “geleneksel olarak” şahsi sadakat bağı olan akraba, köle, yanaşma, serf, hür bırakılmış köle vb. kişilerin seçildiği “patrimonyal yöntem”; ikincisi de, yöneticiye “geleneksel olmayan” bir şekilde şahsi sadakat bağı olan ya da bağlılık sözü vermiş “gözde, yaver, kul” vb. kişilerin seçildiği “patrimonyal olmayan yöntem”dir. Geleneksel örgütlerde önemli mevkilere yöneticinin kan bağı bulunan akrabalarının ya da kabile üyelerinin getirilmesi yaygın olarak görülse de, kölelerin ya da hür bırakılmış kölelerin önemli mevkilere geldiği de sıkça görülmüştür (Weber, 2013: 71).

Weber’e göre, geleneksel otoritenin saf türünde bürokratik görevliler net olarak tanımlamış gayrişahsi kurallara bağlı bir yetki alanına, rasyonel biçimde kurulmuş hiyerarşik ast-üst düzenine, serbest (özgür) sözleşme temeline dayalı düzenli bir atama ve yükselme sistemine, işin düzeni gereği teknik bir eğitime, parayla ödenen sabit maaş düzenine sahip değillerdir (Weber, 2013: 72).

Weber geleneksel otoriteyi 3 farklı tür olarak ele almıştır. Bunlar: Gerontokrasi, ataerkillik ve patrimonyallıktır. Gerontokrasi, genellikle ekonomik ya da akrabalığa dayalı nitelik taşımayan gruplar üzerindeki egemenliğin kutsal değerleri en iyi bilen kişiler olmaları nedeniyle “yaşlıların” elinde olduğu bir durumu; ataerkillik ise, ekonomik ya da akrabalığa dayalı nitelik gösteren gruplarda egemenliğin geleneksel olarak “miras yoluyla” bir kişinin elinde bulunduğu durumu ifade etmektedir (Weber, 2013: 75). Weber’e göre yöneticinin kontrolü altında şahsi idari görevliler topluluğunun (özellikle de askeri gücün) gelişmesiyle ataerkil ve gerontokratik yapının sınırları aşılarak “patrimonyalizm” ortaya çıkmaktadır. Yöneticinin mutlak otoritesinin zirveye ulaştığı bu durum “saltanat (sultanlık)” olarak adlandırılır. Gerontokrasi ve ataerkillik durumlarında, yönetim araçları bir bütün olarak örgütlü grubun ya da yönetim işlevini üstlenen bireyin hane halkında olmakla birlikte, yönetici bu işlevleri grup namına yürütülür. Ancak, patrimonyalizmde gücün yöneticinin şahsında bütünleşmesi, diğer bir ifadeyle yöneticinin yönetim işlevlerini kendi namına yürütmesi söz konusudur (Weber, 2013: 76-79). Patrimonyalizmin zirveye ulaştığı saltanat durumunda grup üyeleri artık sosyal bir grup değil tebaa olarak adlandırılır. Otoritenin

patrimonyal biçiminde gücü elinde tutan yönetici artık ataerkil ve gerontokratik yapının geleneksel kurallarının sınırlarını aşarak, kendisine sınırsız takdir yetkisi sağlayan imtiyazlı bir konuma sahip olmaktadır (Weber, 2013: 75).

Patrimonyalizmde hizmetliler (idari görevliler) hizmetleri karşılığında sabit düzenli bir maaş almazlar. Ancak, yöneticinin takdirine bağlı olarak farklı şekillerde bu hizmetlerinin karşılığı alırlar. Bu karşılık yöneticinin evinde sofrasından yeme, yöneticinin ambar ya da hazinesinden ayni ya da nakdi yardım alma, belli bir toprağın kullanım hakkını elde etme, mülk ya da vergi ve resim gelirlerinin tahsis edilmesi veya tımara sahip olma gibi şekillerde olabilmektedir (Weber, 2013: 81).

Patrimonyalizmde yöneticinin otoritesini kabul ettirdiği alanın genişlemesiyle birlikte, artık merkezden yönetim zorlaşır, bu da beraberinde feodal nitelikli adem-i merkeziyetçi bir yönetim yapısı ortaya çıkarır. Bu durum, yöneticinin sahip olduğu yetki ve imtiyazları farklı bölgelerde farklı üst sosyal sınıflarla paylaşmasına neden olur. Bu nedenle, bir süre sonra yerel güçler ile merkezi güç arasında bir güç, yetki ve imtiyaz çatışması yaşanması muhtemeldir (Dursun, 1992: 140).

Karizmatik Otorite: Weber “karizma” kavramını “bireysel olarak bir şahsı sıradan

insanlardan ayıran ve onun doğaüstü, insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına yol açan bir nitelik (Weber, 2013:90)” olarak tanımlamıştır. Bu nitelik sıradan insanlarda görülmemekle birlikte, ilkel şartlarda bu özel saygı biçimi peygamberlere, tedavi edici ya da hukuki bilgelik sahibi olmakla meşhur kişilere, avda liderlik edenlere ya da savaş kahramanlarına gösterilmektedir. Halk nezdinde genel kabul bu kişilerin sihirli bir güce sahip oldukları yönündedir (Weber, 2013: 90). Weber’e göre karizmatik gücün geçerliliği için belirleyici olan şey güce bağımlı olanların kabulüdür. Bu kabul gönüllü olup, başlangıçta her zaman bir belirti ya da delil sayılan bir mucizeden kaynaklanıp, söz konusu vahiye kendini kaptırma, kahramana tapma ya da lidere mutlak bir güven duyma biçimini almaktadır.

Karizmatik lider açısından otoritesinin devamlılığı için sahip olduğu sihir, mucize ya da benzeri güç ya da kahramanlık alametlerini istikrarlı bir şekilde sürdürmesi önem arz etmektedir. Eğer karizmatik liderin yönetimi altındakiler onun bu niteliğini kaybettiğini ve artık kendilerine bir fayda sağlamayacağını düşünürlerse karizmatik güç ortadan kalkmaktadır. Eski Alman krallarının küçük görülerek reddedilmesi, Çin’de imparatorun savaştaki başarısızlığı nedeniyle günah çıkarması ya da tahttan indirilmesi gibi durumlar bunun tarihteki en tipik örnekleridir (Weber, 2013: 91).

Weber’e göre karizmatik lider ile yönetimi altındaki grup arasında duygusallığa dayalı topluluk ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Karizmatik liderin idari görevlileri herhangi bir uzmanlık eğitimi almamış kişilerden oluşmakla birlikte, elde ettikleri konum ne bir toplumsal ayrıcalık, ne de ailesel ya da şahsi bağlılık temeline dayanmaktadır. Onların seçilme kıstasları da kendi çaplarında sahip oldukları karizmatik niteliklerdir. Peygamberin havarileri, komutanların yaverleri, liderlerin takipçileri bu kategoriye dahil edilebilirler. Dahası, idari görevliler açısından atama ya da azil, kariyer ya da terfi söz konusu değildir. Hizmetleri karşılığında düzenli ve sabit bir ücret ya da çıkar elde etmezler. Yaşamlarını lider ile birlikte liderin yönetimi altındakilerin bağışları ile idame etmektedirler. Bu yönetim şeklinde idari organlar olmadığı gibi, herhangi bir resmi kural, soyut meşru ilkeler sistemi ve bunlara yönelik herhangi bir hukuki karar süreci, dahası yasal sistem oluşturabilecek hukuki bir bilgelik bulunmamaktadır (Weber, 2013: 93).

Karizmatik lidere rakip olarak onun gibi sihirli ve olağanüstü niteliklere sahip olduğunu iddia eden başka kişiler de ortaya çıkabilmektedir. Böyle bir durumda, karizmatik liderin ya sihirini kullanması ya da fiziksel olarak rakibi ile kavga etmesi zorunlu hale gelmektedir. Böyle bir rekabeti karizmatik liderin kaybetmesi, aynı zamanda liderliğinin sona ermesi anlamına gelecektir. Bu haliyle karizmatik otorite günlük hayatın sıradanlıklarından uzak bir karakter göstermekte, karizmatik güç de her türlü kurala yabancı bir nitelik ortaya koymaktadır. Karizmatik gücü geleneksel güçten ayıran en temel nitelik geleneksel gücün geleneksel kurallara bağlılık göstermesi, karizmatik gücün de kurallara yabancı, rasyonelliğe uzak olmasıdır (Weber, 2013: 93).

Karizmatik gücün tarihsel süreç içerisinde toplumların değişim ve gelişim sürecinde önemli etkileri vardır. Öyle ki, geleneksel otorite tipinin görüldüğü toplumlarda artık geleneksel yapı iyice kökleşmiş ve değişime uzak bir karakter gösterir. Bu toplumsal tıkanıklık içerisinde karizmatik güce sahip olan kişilerin geleneksel güce meydan okuyarak “devrimci” bir karakterle büyük değişimlere önayak oldukları görülmüştür (Weber, 2013: 95). Yani, bu karizmatik devrimciler belli bir sosyal grubu ya da toplumu mevcut düzeni temsil eden geleneksel yöneticiye karşı harekete geçirmek bakımından öncü rol üstlenebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Weber’in tarif ettiği karizmatik gücün bir geleneksel dönemden başka bir geleneksel döneme ya da bir geleneksel dönemden yeni bir rasyonel döneme geçişte tarihsel bir misyon üstlendiğini kabul etmek mümkündür.

Karizmatik otorite gerek oluşturduğu örgütsel biçimin kuralsızlığı, gerekse de karizmatik niteliğin süreksizliği bakımından istikrarlı bir seyir gösterememektedir. Bu durumda 3 alternatif durum söz konusudur: gelenekselleşme, rasyonelleşme ya da her ikisinin

karması. Bu dönüşüme önayak olan şey, karizmatik liderin takipçilerinin ve idari görevlilerinin hem idealleri hem de maddi çıkarları açısından kendi konumlarının sürekliliğini sağlama arzusudur. Takipçilerin ve idari görevlilerin çıkarları karizmatik güç sahibinin ortadan kalkması ya da kaçınılmaz olarak onun yerine kimin geçeceği konusu gündeme geldiğinde daha belirgin hale gelmektedir (Weber, 2013: 96). Burada çeşitli yöntemler söz konusudur:

- Aynı karizmatik niteliklere sahip yeni bir karizmatik lider aranması, - Kehanete, iyi talihe, vahiylere göre lider seçimi,

- İlk karizmatik liderin kendi yerine geçecek olan karizmatik lideri kendisinin belirlemesi,

- Yeni karizmatik liderin idari görevliler tarafından belirlenmesi,

- İlk karizmatik liderin yakın bir akrabasının yeni karizmatik lider olarak belirlenmesi (patrimonyal karizma) (Padişahlığın babadan en büyük oğula geçmesi gibi),

- Karizmatik liderin gücünün ritüellerle geçtiği kişinin karizmatik lider olarak belirlenmesi (el verme) (Weber, 2013: 97-99).

Rasyonel-Yasal Otorite: Weber kapitalizmin ve hukuk düzeninin geliştiği ve yaygınlaştığı

bir dönemde bir örgüt biçimi olarak bürokrasinin kaçınılmaz olduğunu savunmuştur. Onun “bürokrasi” kavramına yüklediği anlam “rasyonel-yasal otorite tipinin” geçerli olduğu, “verimliliği”, “rasyonelliği” ve “hukuki kurallara bağlılığı” prensip edinmiş bir modern bürokrasi anlayışıdır.

Weber rasyonel-yasal otoritenin geçerli olduğu modern bürokrasinin niteliklerini şu şekilde açıklamıştır (Weber, 2013: 57-59; Tortop vd., 2010: 429):

- Bürokratik yapılarda bir hizmetin kim tarafından, ne şekilde verileceği kaynağını yasalardan alan kurallarla önceden tespit edilmiştir. Yani, idari görevlilerin (memurların) yetki alanı yasalarla önceden düzenlenmiştir. Bu yetki alanı içerisinde hangi idari memurun hangi yetki sınırları içerisinde hareket edeceği, yetkinin kullanılması bakımından kime karşı sorumlu olacağı, ne şekilde yaptırımlara tabi olacağı açıkça belirtilmiştir.

- Bürokratik yapılarda idari memurlar görevlerini hiyerarşik ast-üst ilişkisi içerisinde yürütürler. Her bir idari memur üstünün denetimi ve gözetimi altındadır. Dahası, bir idari memurun kariyer ve terfi sürecinde onun üstü konumundaki amirin görüşü dikkate alınır. Hiyerarşik yapılanma örgütsel disiplin açısından da büyük önem arz eder.

- Bürokratik yapılarda idari memurların yapmış olduğu tüm bürokratik işlemler (hatta sözlü görüşmeler) yazılı olarak kayda alınır.

- Bürokratik yapılarda yönetim ve üretim faaliyetinin etkinliği ve verimliliği (ya da örgütün büyümesi ve gelişimi) açısından idari memurların “işbölümü”ne dayalı olarak belli bir alanda “uzmanlaşma” sürecini tamamlamış olmaları gerekmektedir.

- Bürokratik yapılarda idari memurlar görevlerini yerine getirirlerken kendi şahsi değer yargılarından, duygu ve düşüncelerinden bağımsız bir şekilde hareket etmek zorundadırlar. Gayrişahsilik olarak nitelendirilen bu ilke, idari memurların tarafsızlıklarını korumalarını ve rasyonel olmayan davranışlar içerisine girmemelerini sağlamaktadır. İdari memur iş yaşamı ile özel yaşamını birbirinden ayırt etmelidir. - Bürokratik yapılarda idari memurlar yönetim ya da üretim araçlarını işin gerektirdiği

sınırlar içerisinde “halk namına” kullanır. İdari memurlar, yönetim ve üretim araçlarının mülkiyetine sahip olamamalarının yanı sıra onları kendi şahsi kullanımlarına tahsis edemezler.

- Bürokraside idari memuriyet yapılan işin karşılığı olarak düzenli maaş ödenen profesyonel bir meslektir.

Weber’in bu açıklamaları doğrultusunda bürokrasiyi “iş bölümünü, resmi yetki alanını, otorite hiyerarşisini, kurallar sistemini, yazılı belgeleri, kamu ve özel hayatın ayrışmasını, gayrişahsiliği ve liyakatı esas alan bir örgüt biçimi (Eryılmaz, 2002: 48)” olarak özetlemek mümkündür.

Daha önce değinildiği üzere, bürokrasi kavramı günümüzde ağırlıklı olarak “kamu kuruluşlarına özgü” örgütlenme modeli olarak algılanmasına rağmen, Weber rasyonel-yasal otoritenin bir ürünü olan bürokratik yönetim biçiminin kar amaçlı işletmelerde, hayır kurumlarında, maddi-manevi amaçlı bir çok özel kuruluşta, siyasi partiler gibi siyasi örgütlerde, kilise gibi dini örgütlerde ve ordu gibi askeri örgütlenmelerde de uygulanabileceğini belirtmiştir (Weber, 2013: 61).

Weber’e göre bürokratik otorite en saf haliyle “atanmış idari memurlar” açısından rasyonel bir anlam içermektedir. “Seçilmiş idari memurlar” gerek hiyerarşik ast-üst ilişkisine adapte olamaması, gerekse de katı bir disipline uyum sağlayamaması açısından bu otorite tipine uygunluk teşkil etmemektedir (Weber, 2013: 61). Atanmış idari memurlar üstlerine karşı sorumluyken, seçilmiş yöneticiler (başbakan, bakan, belediye başkanı vs.) ise kendilerine oy verenlere karşı sorumludurlar.

Weber idari memurların atanma usulünün “özgür sözleşme” şartlarına uygun bir şekilde gerçekleştiriliyor olmasını modern bürokrasinin vazgeçilmez yönlerinden biri olarak

görmektedir. Bu açıdan, özgür olmayan idari görevlilere (köleler, hizmetçiler) dayalı “patrimonyal bürokrasi” ile rasyonel-yasal otoriteye dayalı modern bürokrasi birbiri ile zıt nitelikler göstermektedir (Weber, 2013: 62).

Modern bürokrasinin en önemli üstünlüklerinden biri şüphesiz idari memurların sahip oldukları teknik bilgidir (Weber, 2013: 62). Bu teknik bilgi ve beceriler modern teknoloji ve işletmecilik yöntemleri ile birleştiğinde, bürokrasi hem Weber’in yaşadığı dönem hem de günümüz açısından vazgeçilmez bir yönetim biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. İdari memurların sahip olduğu bilgi, bir bakıma onları güçlü kılan ve çoğu düşünüre göre onlara gücün de ötesinde sosyal yaşamda statü sağlayan temel faktördür.

Weber bürokrasi olmaksızın kapitalist üretimin devam edemeyeceğini savunmuştur. Ona göre örgütlerde etkinlik ve verimlilik açısından mevcut düzenin sosyalist ya da kapitalist olmasının da bir önemi yoktur. Hatta, Weber, sosyalist sistemde hem üretim biçiminin ve ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, hem de üretilen değerin/gelirin dağıtılması bakımından uzmanlaşmış resmi bir bürokrasiye daha çok ihtiyaç olduğu görüşündedir (Weber, 2013: 65).

Weber’e göre bürokrasi gerek anlayış gerekse de örgütsel biçim olarak bir örgüte yerleştiğinde artık ondan geri dönüş mümkün değildir. Bürokrasi devlete ve topluma öylesine nüfuz etmektedir ki, ülkedeki herhangi bir işgal ya da ihtilal durumunda dahi bürokratik sistem aynı şekilde faaliyetlerine devam edebilmektedir (Weber, 2013: 66).

Weber rasyonel-yasal otoriteye dayalı modern bürokraside idari memurların konumunun şu kriterlere göre şekillendiğini belirtmiştir:

- “Şahsi olarak özgürdür ve otoriteye karşı sadece görevlerinden kaynaklanan gayri