• Sonuç bulunamadı

1.1. Sermaye Türleri

1.1.5. Sosyal Sermaye

1.1.5.1. Sosyal Sermaye Teorisi

Sosyal sermaye ile ilgili alanyazın incelendiğinde; ilişkiler, ağlar, sosyal bağlantılar, güven, normlar ve değerler gibi sosyal sermayenin unsurlarını ifade eden sözcüklerinin hemen hemen her tanımlamada kullanıldığını ve birkaçının ortaklaştığını görmek olasıdır. Bireyin öteki ile ilişkisi kurmasıyla başlayan toplumsallaşma serüveni yeni ilişkiler ve yeni ağlarla genişlemiş, birlikte yaşama kaygısı ile kurulan yeni ilişkileri sürdürecek normlar ve değerler oluşmaya başlamıştır. Birey bir yandan özne olarak inşa ettiği toplumsallaşma sürecinde kurduğu yeni ağların, ilişkilerin, norm ve değerlerin merkezinde yer almakta bir yandan da kendini içinde bulduğu ilişkilerle, ağlarla, norm ve değerlerle çevrili bulmaktadır. Bireyin örüntülediği ve kendini içinde bulduğu sosyal

59

ağların zamanla değişmesi, toplumsal olanın veya ağın özelliğinin, iletişimin değişmesiyle ilgili olabilir. Yeni ilişki biçimlerinin ortaya çıkması, eski değer ve normların yerini yenilerinin alması toplumsalın değişimiyle ilgilidir. Field tarafından, “İlişkiler önemlidir.” cümlesiyle basitçe formüle edilen sosyal sermayenin doğuşunda ilişkilerin önemi ve yönüne dikkat çekilmektedir (Field, 2008, 1). Field’e göre insanlar başaracakları veya başaramayacakları şeyleri gerçekleştirebilmek için birlikte çalışmaktadırlar (Field, 2008, 1). İlişkisel bir kavram olarak anlaşılması gereken sosyal ağlar sadece bireylerin diğer bireylerle bağlar oluşturdukları durumlarda değil, aynı zamanda grubun ortak değerlerini içselleştirdikleri yerlerde kaynaklara erişim sağlar (Field, 2008: 202). Print ve Coleman da, sosyal sermayenin bireyler arasındaki ilişkiler ve sosyal bağlantılar, karşılıklı normlar ve güvenirliliğin bireyler arasında güçlenmesi ile ilgili olduğunu belirtmektedirler (Print ve Coleman, 2003, 125).

Sosyal sermayeye yönelik araştırma yapan bilim adamları sosyal sermaye kavramını değişik boyutlarıyla incelemiş ve inceledikleri boyutlar itibarıyla sosyal sermayeyi tanımlamaya çalışmışlardır. Putnam’a göre sosyal sermaye kavramı; karşılıklı normlar, sivil katılım normları ve sosyal güven olmak üzere üç temel normdan meydana gelmektedir (Putnam, 2001, 1).

Alana önemli katkıları bulunan Coleman üç temel kavramı öne çıkarmaktadır. Coleman’a göre rasyonel tercih kuramından hareketle sosyal ve beşeri sermaye üzerine yaptığı çalışmalarda, bireyler arasında var olan beklenti ve yükümlülükler, buna bağlı olarak sosyal çevrede edinilen güven, bilgi kanalları ve belirli davranış kalıplarını onaylayan ya da yaptırım uygulamayı öneren normlar öne çıkarmaktadır (Coleman, 1988, 102-104). Coleman, sosyal sermaye araştırmacılarının çok sık başvurduğu “Social Capital in the Creation of Human Capital (Beşeri Sermayenin Yaratılmasında Sosyal Sermaye)” isimli makalesinde sosyal sermayenin sorumluluklar ve beklentiler, bilgi kanalları ve sosyal normlardan oluştuğunu ve insanların gruplar içinde birlikte çalışma becerisi olduğunu vurgulamaktadır (Coleman, 1988, 95). Fukuyama bu teze karşı çıkarak; iletişim ağları, güven, sivil toplum ve benzerlerinin sosyal sermayenin kendisi değil sonucu olduğunu belirtmektedir (Fukuyama, 2001, 7). Güven kavramını öne çıkaran Fukuyama sosyal sermaye kavramını, “insanların ortak amaçları için gruplar ya da organizasyonlar halinde bir arada çalışabilme yeteneği” olarak açıklamakta

60

(Fukuyama, 2005, 26) diğer temel değerlerden birisinin de ötekine olan “güven” olduğunu belirtmektedir.

Sosyal sermaye oluşumu için tüm toplumlarda aynı reçetenin geçerli olamayabileceği gibi değişik felsefi ve kültürel mirasa sahip toplumlarda sosyal sermaye birikiminin farklı süreçlerde gerçekleşebilir. Ülkelerin siyasi ve anayasal altyapıları sosyal sermayeyi oluşturmada tek başlarına belirleyici değildir. Aynı anayasal ve siyasal yapıya sahip ülkeler arasında mezhep farklılığının sosyal sermaye oluşumuna katkısına örnek olarak; Protestanlık’ın, Amerika’da hem bireyciliği hem de sivil toplumu geliştirdiğini, Katoliklik’in ise devlete ve kiliseye bağımlılığı tavsiye ederek, sivil toplumun gelişmesine engel olduğunu söylemektedir (Fukuyama, 2000, 20). Bunu, Türkiye ile benzer siyasi ve anayasal yapılara sahip olan ülkelerle arasındaki farklılığı açıklamakta zorlanıldığında da görebiliriz. Tersinden bakarsak, aynı tarihsel geçmiş, inanç, gelenek, görenek ve adetlerle örülmüş toplumlarda da siyasi ve anayasal yapılar benzeşmediğinde de farklılıkları görmek mümkündür. Buradan toplumlar arasındaki farkları açıklarken üstyapı kurumlarının toplumları şekillendirmede tek ölçüt olamayacağı, altyapı ve üstyapı kurumları arasındaki farklılıkların birlikte ele alınması gerektiği sonucu çıkarılabilir.

Fukuyama, sosyal sermayenin toplumsal ve bireysel yararları olduğu gibi zararlı yönlerinin de olabileceği hususuna dikkat çekmektedir. Fukuyama’ya göre, sosyal sermayenin, fiziksel ve beşeri sermaye türüne oranla daha olumsuz görünmesinin nedeni “dayanışma” duygusunun kimi zaman bireylere diğer grupları dışlamayı önermesi ve düşmanlıkların üretimine katkıda bulunmasındandır. Özellikle suç örgütlerindeki dayanışma sosyal sermaye düzeyinin yüksek olmasına bağlanmaktadır. Ancak bu durumun sosyal sermayenin zararlarını gösterdiğini iddia etmek yerine, örgütün amaçlarının zararlı olduğunun üzerinde durmak gerekmektedir. Örgütün amaçlarına ulaşmasını olumlu yönde etkileyen sosyal sermaye yararlıdır. Zararlı olan, sözü edilen örgüt ve örgütün amaçlarıdır. Sosyal sermayenin zararlı yönlerinin tüm sermaye türleri için de geçerli olduğunu görmek gerekmektedir (Fukuyama, 2000, 26; Fukuyama, 2001: 8). Alan yazında olumlu sosyal sermaye ve olumsuz sosyal sermaye gibi sosyal sermayenin sağladığı yarara veya neden olduğu zarar açısından tasnif edildiğini görürüz. Konuyu “aspirin” metaforu ile açıklarsak, aspirinin insan sağlığına

61

ve çeşitli hastalıklara karşı iyileştirici etkisi tartışılmazdır. Ancak 1-2 doz yerine bir kutu aspirin içildiğinde zehirlenme baş gösterir. Buradan hareketle aspirinin kendisinin değil kullanımının zararlı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla sosyal sermayeyi yararlı veya zararlı olarak sınıflamak yerine sosyal sermayenin üretiliş ve kullanılış amaçlarını tasnif etmek daha sağlıklı olabilir.

Bourdieu’nun sosyal sermaye anlayışında daha çok kurumsallaşma, bağlantılar (ağlar) ve bu bağlantıların kazandırdığı edinimler ön plana çıkmaktadır. Bu ilişkiler ağı, Bourdieu tarafından ister bireysel ister toplumsal olsun ya da ister kasıtlı ister kasıtsız olsun, kullanılabilir toplumsal ilişkileri tesis etme ve bunun yeniden üretimini sağlamayı amaçlayan yatırım stratejileri olarak görülmektedir (Bourdieu, 2010, 63). Bir anlamda eşitsizliğin yeniden üretiminden söz edilmektedir.

Bourdieu’ya göre sosyal sermaye, “Bir grubun üyesi olmak gibi karşılıklı tanışıklık ya da tanınma ilişkilerine sahip böylece her bir üyesine ortak olarak sahip olunan sermaye ile destek olan, duyulan güvenin, kelimenin her türlü kullanımı ile kredi hak etmesine neden olarak görülen, az ya da çok kurumsallaşmış uzun ömürlü bir ağa sahip olmaya bağlı olarak mevcut ya da olası kaynakların birikmesidir (Bourdieu; 1986).”

Sosyal sermayenin önemli yanı onun kendi dışındaki sermaye çeşitleriyle değişime ve dönüşüme açık olmasına dikkat çeken Bourdieu, sosyal sermayesini artıran birinin sermayenin dönüşüm özelliğine bağlı olarak ekonomik sermayesini artırabileceğine işaret etmektedir. Kapitalini artıran biri de bu sayede birey ekonomik kaynaklara doğrudan erişebilme, uzmanlarla bağlantı ya da önemli bir kulübe üyeliği sayesinde kültürel sermayesini artırabilme imkânına sahip olmaktadır (Portes, 1998, 4). Dolayısıyla Bourdieu’ya göre sermaye türleri arasında bir geçişlilik söz konusu olabilmektedir.

Sosyal sermayenin tanımına benzer şekilde ölçülmesi üzerinde de bir uzlaşma bulunmamaktadır. Sosyal sermayenin ölçülmesinde uzlaşılamamasının en önemli nedeni olarak sosyal sermayenin soyut bir kavram olması gösterilebilir. Farklı bilimsel disiplinler tarafından farklı anlamlar yüklenerek kavramsallaştırmaya çalışılması ölçme sorununu devam ettirmektedir. Sosyal sermayenin bireysel olarak mı toplumsal düzeyde mi ölçüleceği bir başka sorunu oluşturmaktadır. Fukuyama, kavramın bilimsel olarak

62

nasıl ölçüleceği konusunda bir uzlaşma olmadığını belirterek (Fukuyama, 2001, 12), sosyal sermaye kavramının en zayıf noktalarından birisinin onun nasıl ölçüleceği konusunda görüş birliğine varılmamış olduğunu düşünmektedir. Fiziki sermayeye kıyasla beşeri ve sosyal sermayenin ölçülmesi daha zordur. Dolayısıyla potansiyeli çok büyük olmasına ve öncelikli bir konumda bulunmasına rağmen yeterince değerlendirilemeyen insan kaynağı, genellikle zayi edilen ve optimal bir faydaya dönüştürülemeyen bir kaynak olarak (Arslan, 2012, 230) değerlendirilen sosyal sermayenin nasıl ölçülebileceği tartışmalarına girmeden eldeki ölçme araçlarıyla değerlendirilmesi önem kazanmaktadır. Cavaye (2004), sosyal sermaye ölçümünün sorunlu alanlarını sıralarken:

• Sosyal sermaye ölçümün amacı ve bağlamına dair açık bir anlayış.

• Değerlendirme ve ölçümünün sınırlarının anlaşılması ve yorumların bu sınırlar içinde tutulduğundan emin olunması.

• Topluluğun temsili ve kapsamı, topluluklar için geri besleme, yerel karar alma sürecinde kullanım ve kaynak ölçüsü gibi topluluk geri besleme kazanımının uygulanabilir mekanizmaları.

• Kıyaslama ve artış değeri ölçümü.

• Niteliksel bilgi, çeşitlilik, sapma ve karmaşıklık ile başa çıkma. • Göstergelerin niteliği ve gücü.

• Ölçüm bilgisinin yorumu ve kullanımı.

• Değerlendirmenin sosyal sermayeyi teşvik etmeye nasıl katkıda bulunacağı (Cavaye, 2004’ten aktaran: Gerni, 2013, 73)

İddia edildiği gibi, sosyal sermayeyi oluşturan bileşenler ilişkiler, sosyal ağlar ve beklentiler, güven, normlar ve karşılıklılıklar ise; bu bileşenlerin toplumdan topluma farklılık göstermesi nedeniyle aynı ölçme araçlarıyla sosyal sermayeyi düzeyini belirlemek yanında, toplumdan topluma farklılıklar gösteren sosyal sermayeyi de tanımlamak üzerinde durulması gerekli bir soruna işaret etmektedir.

63

Sosyal sermayenin varlığından söz edilebilmesi için bireyin kendini ait hissedeceği bir grubun, örgütün, toplumun varlığı gereklidir. Bireyin aidiyet duygusuyla bağlandığı grubun, örgütün, toplumun normlarını ve değerlerini kabul etmesi için öncelikle kendini ait hissettiği şey’e güvenmesi gerekir. O halde aidiyet duygusu, güven, norm ve değerlerin kabulü ile başlayan sosyal sermayenin üretim süreci karşılıklı tanışıklıklar ve paylaşımlarla sürer. Sosyal sermayenin sağladığı olumluluklardan yararlanan bireylerin aidiyeti daha güçlenir, norm ve değerler başlangıca göre tartışılmaz hale gelir ve sosyal sermayenin üretiminin sürekliliği sağlanır.

Tüm bu ele alış ve değerlendirmelerden sonra, “Sosyal sermaye, toplumların aile yapısından çocuk-ebeveyn ilişkisine, komşuluk ilişkilerinden toplumun inanç sistemlerine, yönetiminden, dayanışma ve yardımlaşmaya, gelenek ve göreneklerine, üretim ve paylaşım ilişkilerine kadar birçok kaynaktan beslenen ve bunların toplamının toplumda yarattığı güvenle kişinin tevekkül ettiği ortamda üretilen sermaye biçimidir.” denilebilir. Burada sözü edilen “tevekkül etme hâli”, Fukuyama’nın “genelleştirilmiş güven”i ve yukarıda sözü edilen “aidiyet” duygusu ile yakından ilgilidir. Sosyal sermaye bir anlamda bireyin kendini güvendiği topluma, topluluğa, gruba gönüllü aidiyeti; tevekkülü, teslimiyeti ile başlayan süreçte üretilen bir katma değerdir. Türkiye gibi ülkelerde dini grup ve cemaatlerdeki sosyal sermaye düzeyinin yüksekliği, cemaat üyeleri arasındaki ağlar ve karşılıklı ilişkilerin canlılığı üyelerin birbirine duyduğu güven kadar kendilerini bir araya getiren grup ya da cemaatin amaçlarına duydukları güvenle (Tecim, 2011) yakından ilişkilidir. Bazı okullardan mezun olanların aynı okul mezunlarını iş yaşamlarında tercih etmeleri, olanak sağlamaları, kayırmaları da o okullarda üretilen sosyal ağlar, ilişkiler, aidiyet ve güven çerçevesinde açıklanabilir. Kapitalist mantığın bu okulları marka okul olarak nitelendirmesi okulların piyasa değeri ile ilgilidir. Bu araştırmada önem verilen ise okulların sosyal sermayesinin yaratılması sürecinin açıklanması, okul paydaşlarının katkılarının ortaya konmasıdır. Sosyal sermayenin diğer sermaye türlerinden veya ekonomik metalardan en belirgin farkı diğerlerinin üretildikçe değerlerinin düşmesi iken sosyal sermayenin üretildikçe değerinin artmasıdır.

64