• Sonuç bulunamadı

Çok farklı nedenlerle ortaya çıktığı söylenen şiddet olgusu daha çok psikolojik açıdan incelenmiştir. Şiddetin ailevi, bireysel, toplumsal ve çevresel nedenleri vardır (Tekin, 2011, 17-19; Ural ve Özteke, 2010, 11). Bilim adamlarının bireysel etkenler içinde saydığı psikolojik etkenler, araştırmalara ve tanımlamalara temel olmuştur. Bilimsel araştırmalarda şiddetin sosyolojik nedenlerini araştırılması önceliğini psikolojiye bırakmıştır. Bu bağlamda, belli başlı kuramcıların şiddetin psikolojik kökenlerine ilişkin bakış açıları altı grupta incelenmiştir:

90

1.5.1. Davranışçılar

Bu kuramcılara göre insanın bütün davranışları öğrenme ürünü olup, davranış uyarıcı ve tepki arasındaki koşullanmayla açıklanmaktadır. Davranışçılara göre içsel süreçler nesnel değildir ve ölçülemezler. Skinner’e göre insan davranışını üretmek için doğru pekiştireçleri bulmaktadır. Ödül-ceza yöntemi davranışçılar tarafından geliştirilmiştir. Doğru pekiştireçler bulununca insan davranışı değişmektedir. Bu yaklaşıma göre, doğru davranışı ödüllendirmek ve kötü davranışı cezalandırmak şiddeti önlemek için yeterlidir (Gözütok, 2008, 67-85). Davranışçıların ödül- ceza yöntemi aileden tutulsun kamu idaresine kadar yönetimin hemen hemen her alanında uygulanmakta, yöntem yasa ve yönetmeliklerle desteklenmektedir.

1.5.2. Engellenme-Saldırganlık Varsayımı

Engellenme-Saldırganlık varsayımına göre insanı saldırganlığa iten güdü, engellenme sonucu ortaya çıkmaktadır. Buna göre saldırganlık bir içgüdü değil güdüdür. Bireyin davranışları önüne engeller konulması karşısında birey bu engellere karşı direnir, direnmediği durumlarda uyum sağlar veya istenen davranışı sergiler. Birey kendinden uzaklaştıkça dış çevrenin isteklerini yerine getirir, kendine yabancılaşmaya başlar. Engellenen bireyin engellenmesini isteyen dış çevre olsa da engelleyen başkası değil kendisidir. Zaman içinde birey kendi kendini engellemeye, baskılamaya başlar. Baskılanan birey öz benliğini yaşayamaz ve baskılanan davranışa karşı tepkisel tavırlar geliştirebilir.

Dollard ve arkadaşları tarafından öne sürülen kurama Beck de katkı yapmıştır. Beck’e göre, bireyin yaşantıları sonucu ulaştığı bazı varsayımlar çok uç özellikler taşıyabilir. Bu davranışlardan bazıları bireyin kendisine veya çevresine şiddet uygulaması biçiminde görülür (Gözütok, 2008, 67-85).

1.5.3. İçgüdücüler

İçgüdücüler saldırganlığın içgüdüsel davranış olarak doğuştan gelen bir özellik olduğunu ileri sürmektedirler. İnsandaki yıkıcı eğilimleri ruh çözümlemeci bir

91

yaklaşımla ele almışlardır. İçgüdücülerin önde gelen kuramcılarından olan Konrad Lorenz hayvan davranışlarını incelemiş ve saldırganlığın uyaranlara karşı tepkisel olarak gerçekleşmesi gerekmediğini sürekli akan bir enerji pınarının beslediği içgüdü olduğunu dile getirmiştir. Lorenz hayvanlar üzerinde yaptığı incelenmelerden insan davranışları hakkında çıkarımlarda bulunması açısından eleştirilmiştir. Sigmund Freud, insanın doğuştan yaşam içgüdüsü ve ölüm içgüdüsü olmak üzere iki eğilimle dünyaya geldiğini belirtmektedir. Yaşam içgüdüsü insanın yaşama coşkusunu; ölüm içgüdüsü insandaki yıkıcı eğilimleri içermektedir. Psikanalitik kurama göre 0-6 yaş döneminde doğal istekleri bastırılan ve davranışlarına karşı ceza gören birey, ergenlik döneminde de aynı tutumlarla karşılaşır ve doğal güdülerini toplum tarafından kabul edilen bir yolla doyuma ulaştırmayı başaramazsa normal dışı davranışlar geliştirirler. Freud, kuramın ödünleme mekanizmasına ilişkin boyutunda, şiddetin yalnızca doğuştan getirilen bir davranış olmasının dışında; sevgi, onay görme ihtiyacı karşılanmayan çocukların başvurduğu bir davranış olarak da gözlemlenebildiğini dile getirmekte, yani şiddeti ortaya çıkaran sosyal süreçlere de dikkat çekmektedir.

Saldırganlığı analiz eden Winnicott, saldırganlığın gelişimini üç evrede incelemiştir. Buna göre ilk evrede çocuğun yaptığı saldırganlık sevginin bir parçasıdır. Bu evrede saldırganlık kaybolursa sevme yetisi de kaybolabilir. Çocuk nesnelerle ilişki kurmakta zorlanabilir. İkinci evredeki saldırganlık ara evre olarak adlandırılmaktadır. Bu evrede çocuk gösterdiği saldırganlık sonucu suçluluk duymaya başlar. Sevdiği kişiye zarar veren birey bunu hissetmeye başlayınca suçluluk duygusu da gelişir. Üçüncü evre yoksunluk öfkeye dönüşür. Yoksunluk duygusu, suçluluk duygusundan uzaklaşmaya neden olur. Birey yoksunluk duyduğu nesnelere değil iyi nesnelere karşı da saldırganlık gösterir. Winnicott, Freud’a göre saldırganlığın sosyal yönünü daha çok vurgulamıştır (Gözütok, 2008, 67-85).

1.5.4. Şiddeti Anlamada Toplumsal Etkilere ve Toplumsallık Duygusuna Vurgu Yapanlar

20. yüzyılın ilk yarısında kıta Avrupa’sında yükselen faşizmin işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerince desteklenmesi, kitle psikolojisini etkileyen toplumsal-psikolojik etmenlerin araştırılmasına neden olmuştur. Otoriteryan karakter çalışmasına göre, “bir insan içinde

92

yaşadığı toplumun politik, ekonomik ve inanç sistemleri ile bir bütündür, insanın kişiliğini belirleyen o bütündür.” düşüncesine dayanmaktadır. Otoriteryan karakter, üzerinde uzlaşılan değerlere körü körüne bir bağlanma ya da teslimiyet; otorite karşısında kör bir itaat, muhaliflere ve grubun dışındakilere karşı kör bir nefret ve düşmanlık; kendi içindeki duyguları yoklamamak; insanüstü varlıklara inanma ve bel bağlama şekillerinde görülebilir. Kuramcıların gerçekleştirdiği Milgram deneyi çok ünlüdür. Milgram ve arkadaşlarının yaptığı deneyde aslında denek olan öğretmen bunu bilmemektedir. Sorduğu sorulara karşı öğrencilere uyguladığı şiddet düzeyini –elektrik voltajı- artırmaktadır. Öğretmen voltajı artırdığını sansa da kumanda ettiği düğme ile öğrenciye bağlanan kablo arasında bir bağlantı yoktur. Deney sonucunda, deneklerin hemen hepsi 150-180 volta kadar elektrik şokunu vermişlerdir. Bir kısmı 200 volttan sonra odada bulunan ve otoriteyi temsil eden kişiye devam edip edemeyeceğini sormuş ve onay aldıktan sonra elektrik şoku vermeyi sürdürmüştür. Deneye katılanların % 66’sı 315 volt ve üzerinde elektro-şok yapmışlar ve % 40’ı deneyi coşku ile karşılamış, hatta öğrencilere öldürücü dozun fazlasını bile vermişlerdir. Deney sonuçları, Stanley Milgram tarafından, toplumsal yapının otoriteye karşı konuşmak, söz söylemek, tartışmak yeteneğini vermediği şeklinde yorumlanmıştır (Gözütok, 2008, 67-85).”

1.5.5. Sosyal Kimlik Kuramı

Sosyal Kimlik Kuramı, insanların bazı gruplara girerek öz güvenlerini yüksek tuttuklarını ve diğer gruplara karşı tavır geliştirdiklerini ileri sürmektedir. Gruplandırma, kimlik belirleme ve sosyal karşılaştırma temeline dayanan kurama göre, ister fiziki ister sosyal özellikleri bazında olsun insanlar grup oluşturabilir. Beyazlar, zenciler, Türkler, Araplar, kısa boylular, uzun boylular, Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler gibi… Birey girdiği gruba özgü davranışlar geliştirmeye başlar ve buna uygun bir sosyal kimlik belirler. En son aşamada sosyal karşılaşma gerçekleşir. Bu aşamada grubun diğer gruba karşı üstünlüğünü, olumlu özelliklerini kabul ettirme çabası yaşanır. Bu çaba giderek çekişmeye, nefrete, kavgaya dönüşür. “Biz” ve “ötekiler algısı” yerleşmeye başlar (Gözütok, 2008, 67-85).”

93

1.5.6. Sosyal Öğrenme Kuramı

“İnsan model alarak saldırganlığı öğrenebilir mi?” sorusu bilim adamlarını araştırmaya itmiştir. Kuram ile adı anılan Bandura’ya göre, saldırganlık büyük ölçüde sosyal çevredeki koşullanmalar sonucu, ödül ve ceza pekiştireçleriyle deneyimlenmiş davranışlarla tetiklenebilir. Kurama göre insan doğasındaki saldırganlık, nefret, yıkıcılık duyguları vardır ancak bunların davranışa dönüşmesi sürecinde sosyal öğrenmelerin rolü büyüktür. Birey sosyal öğrenme deneyimlerini yakın çevresinden edinebildiği gibi, televizyondan, sinemadan, basından, sanal ağlardan edinebilir. Ayrıca saldırganlık olarak tanımlanan davranışların ödüllendirilmesi bireyi o tür davranışlara yöneltebilir. İki durumda da sosyal öğrenme ile gerçekleşen davranış gözlenmektedir (Gözütok, 2008, 67-85).” Kurama göre saldırganlık duyguları insanda olsa da bunun davranışa dönüşmesi öğrenme yoluyla gerçekleşmektedir.

Modern öğrenme kuramlarının çoğu, 20. Yüzyılın başlarında İvan Pavlov’un yaptığı bazı buluşlara dayanır. Doğuştan var olan doğal refleksleri belirli uyaranlar karşısında belirli tepkilerin oluşmasını sağlamış, böylece öğrenmenin temelini atmıştır (Köknel, 2013, 73). Köknel’e göre öğrenme; edimsel koşullanmayla öğrenme, bilişsel öğrenme, toplumsal öğrenme ve model alarak öğrenme yoluyla gerçekleşmektedir (Köknel, 2013, 73-74).

Edimsel Koşullanmayla Öğrenme: Birçok öğeden oluşan bir durum karşısında ortaya çıkan rastlantısal tepkiler, ceza ya da ödül yoluyla pekiştirilir. Bu pekiştirme bir süre sonra doğru, gerekli davranış kalıbının öğrenilmesini sağlar.

Bilişsel Öğrenme: Organizma için neyin, nereye götürüldüğünü belirten ipuçları önemlidir. Organizma onu amacına götürecek ipuçlarını öğrenir ve davranışlarını buna göre düzenler. Özellikle hayvanların öğrenmesi bu yolla olur.

Toplumsal Öğrenme: Öğrenme en geniş anlamıyla bilgi, deneyim, eğitim, gözlem, yaşantı, yineleme sonunda kazanılan ve kalıcı olabilen davranış biçimi olarak tanımlanabilir. İnsan yaşamı boyunca öğrenmeyle ilgili yeni bilgiler, beceriler, davranışlar, değerler, düşünceler kazanır. Bildiklerini pekiştirir, bilgilerini ayıklar. Toplumsal öğrenme kuramı, insanın toplumsal iletişimiyle ilgilidir. Bu kuramın kökeni, hayvanların öğrenmesini inceleyen davranışçı

94

araştırmalardır. Bireyin, içinde bulunduğu, yaşadığı doğal ve toplumsal çevreyle, ortamla ilişkisi sonunda geliştirdiği davranış kalıplarına odaklanan bir kuramdır.

Model alarak Öğrenme Kuramı: Başkalarını taklit ederek öğrenme, “toplumsal öğrenme”, “gözleyerek öğrenme, “model alarak öğrenme” olarak tanımlanabilir. Öğrenmelerimizin çoğu bu yolla gerçekleşir. Günlük yaşamda çeşitli davranışlar başkalarını gözleyerek kazanılır. Dokuz on yaşlarında bir kız çocuğu, annesini izleyerek yemek yapmayı deneyebilir. Küçük çocukların oyunlarında büyükleri taklit ettikleri görülür. Model alarak öğrenmede kişinin bir davranışı deneyip becermesi kendi için pekiştirmedir. Ayrıca pekiştirme verilmez. Sözel olarak çevresinin onayını almak da dolaylı bir pekiştirici sayılabilir.

İnsanlar çocukluktan başlayarak yaşam boyu bu öğrenme yollarından birini, birkaçını ya da tümünü kullanarak, bilerek ya da bilmeyerek günlük yaşantısını sürdürmek için gerekli olan davranış kalıplarını, şemalarını öğrenir. Toplumsal öğrenme kuramı, insanın toplumsal ilişkisine, iletişimine değer verir, öncelik tanır, klasik ve edimsel koşullanmayı toplumsal öğrenmenin temeli sayar. İnsanın değerlerinin, duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının, tutumlarının, eylemlerinin oluşmasında kültürün etkisini inceler. Özetle, toplumsal öğrenme kuramı, başkalarını örnek alarak değerleri, duyguları, kavramları içeren davranış kalıplarını, şemaları oluşturur (Köknel, 2013, 75-76).