• Sonuç bulunamadı

1.2. Şiddet Kavramı

1.2.1. Şiddet Tarih

Şiddetin tarihi kuşkusuz iki insanın birbirleriyle karşılaştığı tarih kadar eskidir. Kutsal kitaplara göre Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın oğulları olan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle tarihte ilk cinayeti işlediğine ve Kabil’in tarihteki ilk katil olduğuna inanılır (Kuran-ı Kerim, Tevrat, İncil). Cinayetin gerekçesi olarak farklı yorumlar yapılsa da cinayetin nedeni olarak Kabil’in kıskançlığı olduğu düşüncesi ağır basmaktadır. Cinayet yöntemi çeşitli kaynaklarda farklılık göstermektedir. En yaygın olan inanış ve kabuller Kabil'in cinayeti taşla, sopayla veya boğarak işlediği şeklindedir.

Maide suresinde, “Ben, hem benim ve hem de senin günahınla dönüp ateşliklerden olasın, isterim. Bu, haksızların cezasıdır. Bunun üzerine bencilliği kendisini kardeşini öldürmeye götürdü de kardeşini öldürdü. Böylece kaybedenlerden oldu. Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini ona göstermek üzere, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O, bana yazıklar olsun! Kardeşimin ayıbını örtmek için bu kargadan da mı aciz oldum? dedi de, böylece yaptığına pişmanlık duyanlardan oldu." (Mâide Suresi, 27-32), denilerek olayın bencillik nedeniyle meydana geldiği ve Kabil’in işlediği eylemden ötürü pişmanlık duyduğu belirtilmektedir. Maide suresinde haksız yere bir

79

cana kıymanın bütün insanlığı öldürmekle eş tutulacağı bildirilerek, "Kim, - bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere)- bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, bütün insanlığı kurtarmış gibi olur." (Mâide Suresi, 32) denilmektedir. Hristiyan dininde İsa ve Habil'in ölümleri zaman zaman karşılaştırılmış ve kıyaslanmıştır. Matta İncili'ne göre (23: 35) İsa, Habil için sâlih (iyi, doğru) sıfatını kullanır. Bununla birlikte İsa'nın havarileri tarafından yazılan mektupta "(İsa'nın) akan kanının Habil'inkinden daha iyi şeyler söylediği" belirtilerek (İbraniler, 12: 24), İsa'nın kanının merhamet dilediği ve Habil'in kanının intikam dilediği bunun sonucunda Kabil'in lanetlenerek işaretlendiği belirtilmektedir. Tevrat’ta, Kabil'in kanı, onda zaten var olan kötülüğün bir yansıması olduğu ima edilir (Yuhanna I, 3, 12).

Kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi toplumsal yaşamda da, şiddet kavramı, küresel anlamda “kötü bir eylem” biçimi olduğu gibi bireyler ve toplumlar bazında da farklılaşabilen ve birçok biçimde kendini var eden karmaşık bir eylem biçimidir (Tekin, 2011, 1). Şiddet (violence) sözcüğü, bir gücün, hareketin derecesi, sertliği, yeğinliği anlamına gelir. Ayrıca aşırılık, hız anlamlarını karşılar. Özellikle son yıllarda çok kullanılan “ şiddet olayı” kavramı, çevreyi, insanları korkutmak, sindirmek için girişilen hareketleri, yaratılan olayları anlatır (Köknel, 2013, 33). Kasıtlı bir şekilde tehdit ya da fiili olarak bireyin kendisine, diğer bir kişiye, grup ya da topluluğa yönelik yaralama, ölüm, psikolojik zarar verme, gelişmeyi engelleme ya da yoksun bırakma ile sonuçlanan fiziksel güç kullanımı” dır (Dahlberg, 2002). İnsanlık tarihinden bu yana var olduğu bilinen şiddet hakkında Kâmûs-ı Türki’de: “Sertlik, tazir ve cezada mübalağa, müsaadesizlik, sıkı.” tanımı verilmektedir. Kutsal kitapların yanı sıra eski masallar, efsaneler, eski sözlüklerde tanımının bulunması şiddet olgusunun eskiden bu yana değerlendirildiğine bir gösterge sayılabilir (Sami, 2013, 771).

Sosyolojik yaklaşıma göre şiddet toplumlar tarafından kabul olağan edildiğinde devam etmektedir. Çeşitli disiplinler kendi disiplinleri açısından şiddet olgusunu incelemiş ve çeşitli tanımlarda bulunmuşlardır. Sosyolojik, psikolojik, biyolojik açıdan yapılan tanımlar doğal olarak farklılıklar göstermektedir. Psikolojik yaklaşımda şiddet, sosyal öğrenme ve ödül-ceza mekanizmaları yolu ile açıklanmaktadır (Polat, 2004, 57-60).

80

Biyolojik yaklaşımda şiddet, hormonlarla ilişkilendirilerek içgüdüsel olduğu savunulmaktadır (Polat, 2004, 60).

Şiddet bazen hastalıksız biçimlerde de kendini gösterebilir. Eyleyenler ve mağdurlar tarafından normal görülen şiddet genellikle oyunda ortaya çıkmaktadır. Amacı yıkıcılık olmayan ve nefret içermeyen, karşısındakini yıkım amacı gütmeyen şiddet, hüner gösterilerinde ortaya çıkar (Fromm, 2008, 19). Anadolu’da gerek yetişkinler gerekse çocuklar arasında oynanan kimi oyunlarda şiddet görülmektedir. “Hokka, yüzük, daktilo, tavuğu kim çaldı?” vb. gibi eğlence amaçlı oynansa da olsa da içinde şiddet barındırdığı görülmektedir. Harris’e göre şiddet, “kişi ya da kişilerin, davranışının zararla sonuçlanacağını bilen fail tarafından, zarar ya da eyleme maruz bırakılmasıdır (Harris, 1980, 19). Arblaster, “Fiziksel ya da fiziksel şiddete benzer şekilde bir kişiye zarar vermektir” (Arblaster, 1975, 27-232). Hamburg, “ Diğer insanların fiziksel olarak yaralanmalarına, zarar görmelerine ya da yapanları yıldırmaya sebep olan bir niyetle tehdit ya da güç kullanma” (Hamburg, 1998, 31-32) olarak tanımlanmaktadır.

Erten ve Adalı, “ insanlara şiddet kullanmak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, sükûnet ve huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek, onurunu kırmak, hırpalamak, kanuna uymamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak, yıkıcı davranışlarda bulunmak, aşırı derecede öfke ifade etmek şekillerinde kendini gösterebilir.” (Erten ve Adalı, 1996) derken, Michaud şiddeti, “Bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan birinin veya birkaçının doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğer kişilerin bedensel veya törel (ahlaki, manevi, moral) bütünlüğüne, mallarına; simgesel, sembolik ve kültürel değerlerine zarar verecek şekilde davranmasıdır.” (Michaud, 1991, 8-9) şeklinde tanımlamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise, “ Kasıtlı bir şekilde ya da fiili olarak bireyin kendisine, diğer bir kişiye, grup ya da topluluğa yönelik yaralama, ölüm, psikolojik zarar verme, gelişmeyi engelleme ya da yoksun bırakma ile sonuçlanan fiziksel güç kullanımı” dır (Dahlberg ve Krug, 2002).

Rocher, “Diğer bir kişiye fiziksel teması içermeyen bir davranış da şiddet olarak tanımlanabilir (Rocher, 1997, 1) diyerek şiddetin örtülü biçimine, mobbing (yıldırma) olarak adlandırılan şiddet türüne, sözel şiddet ve sanal olarak adlandırılabilecek şiddete dikkat çekmiştir. Şiddetin daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan insanlarda

81

görülmesi şiddetin sosyal yönüne dikkat çekmektedir. Tekin’e göre, şiddet veya yeğinlik; temel dürtü ve varoluş gereği savunma hususu hariç olmak üzere, daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan hayvanlarda grup içi otorite sağlamak için diğerinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu bu konuda denemek, daha doğrusu sindirmek için, karşı tarafa uygulanılan zarar vermeye yönelik bir davranış türüdür (Tekin, 2011, 13).” diyerek savunma gereği uygulanan şiddeti meşru görmektedir.

İlgili oldukları disiplinler ve kullanıldıkları bağlama göre şiddet; yasal - yasadışı şiddet, meşru - meşru olmayan şiddet, açık - dolaylı şiddet, fiziksel şiddet, örtük şiddet, psikolojik şiddet, kültürel şiddet, sözel şiddet, siyasal şiddet, ekonomik şiddet, hukuki şiddet, simgesel şiddet, duygusal şiddet, aile içi şiddet, cinsel şiddet, mobbing (yıldırma) vb. gibi sınıflamalara ayrılmaktadır. Benzer sınıflamalara dayanarak yapılan bir araştırmada, 1993-1994,1996-1997 ve 1998 yıllarında Mor Çatı ve Kadın Dayanışma Vakfı’nda yapılan araştırmada fiziksel şiddet % 32, cinsel şiddet % 15,7, ekonomik şiddet % 5,2, duygusal şiddet % 45,2 bulunmuştur (Mavili, 2014, 17).

Kuşkusuz yeni çalışma alanları belirlendikçe yeni sınıflamalar da yapılacaktır. Şiddet tanımının üzerinde uzlaşılamamasının en önemli nedenlerinden biri, şiddet olgusunun çok yönlü olması, farklı disiplinlerce ele alınması ve her disiplinin kendi bakış açısına göre olguyu değerlendirmesi olabilir. Bir başka neden de farklı kültürlerde normal karşılanan bir durumun bir başka kültürde şiddet olarak sınıflandırılmasıdır. Doğu toplumlarında şiddet olarak algılanmayan bir davranış Batı toplumlarında şiddet olarak algılanabilir, keza Batı toplumlarında şiddet sayılmayan bir davranış da Doğu toplumlarında şiddet sayılabilir. Bu çerçevede toplumların gelenek ve görenekleri, inançları, değerleri davranışlarını besleyen ana kaynaklarıdır. Bir boks maçında bir sporcunun diğerinin yumrukla yaralamasını şiddet sayılmıyorsa (Arendt, 2009, 62) şiddet tanımlaması karmaşık bir hâl almaktadır.

Mağdura güç ve baskı uygulayarak insanın bedensel ve ruhsal zararlar görmesine neden olan hareketlerin tümü (Mavili, 2014, 15; Acar, 2012, 13) olarak şiddet, bir kişiye güç veya baskı uygulayarak bir şeyi zorla yaptırma eylemi olup, özellikle bedensel bütünlüğü zedeler. Şiddet çok farklı biçimlerde, bireysel ve toplumsal boyutta ve günlük yaşamımızda karşılaşabilecek bir olgudur. Çok farklı biçimlerde ortaya çıkan şiddet

82

olgusu, bireysel veya toplumsal boyutta gerçekleştiği anda sık sık karşılaşabileceği gibi haberdar olabileceğimiz bir olgudur. Başlıca şiddet türleri olarak baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı gibi her toplumda derece derece fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda rastlanan şiddet türlerini sayılabilir (Kocacık, 2001, 1-17). Şiddeti ortaya çıkaran bu duygular insana yaratıcı tarafından insani vasıflar olarak verilmiştir (Acar, 2012, 13). İnsan sosyal bir varlıktır. İnsan sadece davranıştan ibaret değildir. Bireyin davranışının ardında psikolojik etkenler yatabileceği gibi toplumun, ailesinin, sosyal çevresinin olduğu unutulmamalıdır. Birey ancak belirli bir topluma veya belirli bir gruba ait olarak yaşamını sürdürebilir. Bu nedenle bu ait olduğu toplumun veya grubun değerlerini öğrenmek zorundadır. Buna sosyalleşme denir (Acar, 2012, 14).

19. yy.’a kadar tek başına ele alınan bir kavram olmayan şiddetin, sosyal bilimler tarafından çeşitli boyutlarıyla ele alınması yeni bir olaydır. Sorunun ele alınışında saldırganlık (agression) ve şiddet (violence) kavramlarının farklı anlamlar içerdiği noktasından hareketle tanımları yapılmıştır (Yıldırım, 1998, 25). Holmes, şiddeti, verimsiz bir sistemin harcanmış enerjisi olarak değerlendirmektedir (Holmes, 1981: 594-600). Bu görüşe göre, birbirine bağımlı sistemler verimli bir şekilde işlemezse şiddet ortaya çıkar. Steinmetz’e göre; bir bireyin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekildeki davranış ve eylem biçimi şiddettir (Steinmetz, 1986, 51-65). Yıkıcı, yok edici saldırganlığın bir biçimi olan şiddet; Arıkan’ın işaret ettiği gibi, kişilere ya da nesnelere çeşitli boyutlarda zarar vermeyi içeren, güçlü, kontrolsüz, aşırı, birdenbire, amaçsız olabilen toplu ya da bireysel görülebilen bir olgudur(Arıkan, 1987, 75-97). Şiddet BM tarafından “bir kişinin gücünü ya da konumunu, başka bir kişinin canını, bilerek ve isteyerek acıtmak için kullanması olarak tanımlamaktadır. Şiddetin tanımı içine, zarar veren eylemlerin yanı sıra şiddet tehditleri ve zarar verme ihtimali olan davranışlar da girmektedir (Tekin, 2011, 4). Şiddet, sözel, duygusal, fiziksel, ekonomik ve cinsellik boyutlar içeren çok boyutlu bir olgudur. Her insanın şiddet uygulama potansiyeli olduğu kabul edilse de sadece bazı insanlar bu potansiyeli eyleme dönüştürmektedirler (UNİCEF, 2006). Şiddet temel dürtü ve varoluş gereği savunma veya karşı savunma hususu hariç olmak üzere; daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan hayvanlarda

83

grup içi otorite sağlamak için diğerinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu bu konuda denemek, daha doğrusu sindirmek için, karşı tarafa uygulanan zarar vermeye yönelik bir davranış türüdür (Tekin, 2011, 13).

Şiddet bir kimsenin fiziksel olarak ya da bir nesne kullanarak bir başkasını ciddi sayılabilecek biçimde yaralaması ya da ona zarar veren, kötülüğe, suiistimale veya mülk zararına neden olan her eylem şiddettir (Yıldırım, 2003, 4). İnsanlar, planlanmış bir şiddet eylemini haklı görmeye çalışarak vicdanlarını rahatlatmak zorundadır(Moses, 1996, 24). Şiddet eyleminin öncesinde ya da sonrasında, kişiye eylemini haklı gösterecek bir meşru zemini sağlayacak metin oluşturma girişimleri kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bazen bu metnin oluşturulmasında çeşitli dinsel sosyo-ekonomik, tarihsel ya da kültürel gerekçelerle dinsel argümanlar devreye girer. Böylelikle şiddete meşruiyet kazandıran bu metin, şiddete başvuranın zihninde, yapılan eylemi şiddet olmaktan çıkarır, haklı ve gerekli bir eylem konumuna sokar (Gündüz; 2002, 26). Günümüzde Suriye ve Irak’ta bazı dini grupların gerçekleştirdikleri şiddet eylemlerini destekleyen metinler üretmeleri bu çerçevede değerlendirilebilir.

Diğer taraftan kendisine şiddet uygulanan kişi veya kişiler de dinsel, siyasal, ideolojik bakış açıları çerçevesinde, şiddete ilişkin yine dinsel, siyasal ya da ideolojik zeminlerden beslenen bir karşı metin oluştururlar. Bu bağlamda kendilerine yapılanın şiddet, zulüm ve haksızlık olduğunu, buna kendilerinin verecekleri/verdikleri karşılığın da haklı bir zemine oturduğu söylemini savunmaları (Gündüz, 2002, 27) gibi çabalar, şiddeti meşrulaştırma arayışları olarak değerlendirilebilir. Bir kişinin diğerini rıza ve arzusu dışında zor kullanarak kendi iradesine tabi kılması şiddetin bir diğer tanım biçimidir. Şiddet, fiziksel ya da fiziksel olmayan biçimlerde, fiziksel ve ruhsal acı ve zarar veren davranışlardır (Yıldırım, 1998, 25). Kimi şiddet türleri kabul edilebilir ve hoşgörüyle karşılanabilir niteliktedir. Belirli bir şiddetin kabul edilebilir ve hoş görülebilir olması, onu kullananın ve uygulayanın amacıyla, böyle bir şiddete maruz kalanın üzerindeki etkisiyle ilintilidir (Büker ve Kıran, 1999, 25). Bu noktada bireysel kabuller kadar toplumsal kabuller de önemli olduğu söylenebilir.

Eyleyici ile iktidar ilişkisini inceleyen Giddens, “Bir insanoğlu olmak, bir eyleyici (agent, fail) olmaktır - tüm vasıtalar insan değilse bile - ; bir eyleyici olmak ise iktidar

84

sahibi olmaktır (Giddens, 2008, 15)” demektedir. O halde şiddetin aktörleri arasında eyleyen, mağdur ve/veya izleyen vardır. Kuşkusuz, şiddet içinde güç barındırmaktadır ancak bu gücün, harekete geçmediği sürece potansiyel olarak kaldığı söylenebilir. Şiddetin barındırdığı bu potansiyel harekete geçtiğinde karşı tarafa zarar verme olasılığını taşımaktadır. Potansiyelin harekete geçmesi ile şiddet döngüsü tamamlanmaktadır. Şiddetin harekete geçen öğesi saldırganlık olarak adlandırılmakta olup, şiddet ve saldırganlık arasındaki farkı ayırt etmek oldukça zordur. Bir şeye şiddet diyebilmek için iki temel öğe bulunmaktadır:

1. Güç bulundurma, zor potansiyeli,

2. Zorlama, zorbalık (zarar verme, engelleme; yaptırma, yaptırmama). Yani birincisi potansiyel, ikincisi eyleme denk düşmektedir.

Gümüş’e göre, burada doğrudan “açık bir güç” (şiddet) kullanımı gözlemlenmemesi, bunların diğerine yönelik bir zorbalık (şiddet) olmadığını göstermez, aksine en yaygın şiddet örnekleridir (Gümüş, 2006).

Toplumsal bir anlaşma ve uzlaşma sonucunda, bir araç olarak kullanılan şiddetin amacı, onu meşru ya da gayrimeşru kılabilir. Şiddete meşruiyet kazandıran, aynı zamanda onu meşruiyet sınırları dışına iten önemli olgulardan biri içinde yaşanılan toplumun güvenlik duygusudur. Amacın çoğu kez örtük, bulanık, anlaşılmaz, kuşku verici olması, “meşru olmayan şiddeti” suçlamakta, ama yasal ya da “ meşru şiddet” adını verdikleri kavramın, mevcut düzeni ve böylece kendi durumlarını ve yerleşik çıkarlarını korumak üzere kullanılmasını ısrarla istemektedirler (Halloran, 1983, 64-65).

Şiddet, öncelikle açık ve fiziksel oluşuyla; bıraktığı izlerle, karşıdan tanılanmasıyla tespit edilir. Giderek daha gelişmiş araç ve teknolojilerden yararlanıldığı için, açık şiddet kullanımında bir azalma görüldüğü, bunun yerine tanılanması güç şiddet biçimleri kullanıldığı iddia edilmektedir. Bu şiddetin tümüyle yok olduğu anlamına değil, dalavere ve hilenin renksiz, kişiliksiz kılığına bürünmüş olduğu anlamına gelir (Michaud, 1991, 52). Şiddetin biçim değiştirmesi, uygulayanın tanılanmayacak şiddet biçimlerini tercihi bu çalışmanın konusu olmamakla birlikte şiddetin ortadan kalktığını söylemek için görünmezliği değil uygulanmazlığı ölçü alınmalıdır. Bu çalışmada şiddeti

85

açık ve örtülü şiddet olarak tanımlamak ve diğer şiddet türlerinin bu iki ana şiddet türünün altında değerlendirilmesi uygun bulunmaktadır. Şiddetin alabildiğince türlere ayrılması tespitini, hangi türe girdiğinin ayırdını güçleştirmektedir. Şiddetin kendi içinde türlere ayrılmasının yanında saldırganlık ve zorbalık kavramlarıyla ilişkisi bulunmaktadır. Ancak yapılan alan araştırmalarında, saptanan eylemin şiddet ya da zorbalık olup olmadığı konusunda eylemin olması, gerçekleşmesi kadar eylem sonucu mağdur olanın maruz kaldığı eylemi şiddet ya da zorbalık farkını bilerek tanımlaması gerekmektedir. Bu nedenle şiddeti ayrıntılandırarak tasnif etme çalışmalarında yapılan alan çalışmalarında, şiddete maruz kalanların da en az araştırmacılar kadar şiddet ve zorbalık konusunda bilgi sahibi olması ya da alan çalışmalarından önce uygulanacak kitleye bu konuda eğitim verilmesi gerekmektedir. Türkiye’de zorbalık konusunda yapılan birçok alan araştırmasında kullanılan veri toplama araçlarının bir kısmında zorbalık ve şiddet ayrımına ilişkin bilgi verilmediği, bir kısmında ise bir-iki cümlelik bilgi verildiği halde verilerin zorbalık kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Bu nedenle örneklemin tümüne şiddet, saldırganlık ve zorbalık arasındaki farklar hakkında bilgi verilmesinin güçlüğü göz önüne alınarak; bu çalışmada şiddet, saldırganlık ve zorbalık ayrımına gidilmemesi esas alınmıştır.