• Sonuç bulunamadı

Sosyal Sermaye Üretimine Devlet Müdahalesi: Faydalı ve Gerekli Bir

2.5. Sosyal Sermayenin Üretiminde Devlet ve Politik Kurumların Rolü ve Sosyal

2.5.2. Sosyal Sermaye Üretimine Devlet Müdahalesi: Faydalı ve Gerekli Bir

Bu süreçte devletin rolünü olumlayanlara göreyse, aslında sosyal sermaye gelişmek için formel devlet kurumlarına ihtiyaç duyar ve dikkatli bir planlamayla sosyal sermaye üretilebilir (Petro, 2001: 230; Krishna, 2007: 941). Sosyal sermayenin üretilmesi hususunda devlet müdahalesini gerekli ve faydalı görenlere göre, devletin sosyal sermayeyi üretebilmesi için bazı ön koşulların varlığı gereklidir ve ancak bu önkoşulların varlığı halinde devletin sosyal sermayeyi üretmek için yapacağı müdahaleler olumlu bir etki yaratacaktır. Sosyal sermayeyi belirleyen bu koşullardan devletle alakalı en önemli değişken, demokrasidir. Buna göre

ülkedeki sosyal sermaye miktarı ile o ülkedeki yurttaşlık hakları ve politik haklar arasında güçlü bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Demokrasiler öne çıkmaya başladığı zaman genelde genelleştirilmiş güven düzeyi yükselmekte, bu da sosyal sermayenin üretimini kolaylaştırmaktadır. Ancak bunu demokrasiyle yönetilen tüm ülkeler için söylemek de mümkün değildir. Demokratik bir yönetimin yanısıra, ülkenin yönetsel kapasitesi de sosyal sermayeyi etkileyecek ve sosyal sermaye güçlü refah devletlerinde daha kolay geliştirilecektir. Mesela, gelir ve cinsiyet eşitsizliklerinin düşük düzeyde olduğu İskandinav ülkelerde güven düzeyi, diğer ülkelerden önemli ölçüde daha yüksektir. Böyle toplumlarda insanlar birbirlerini eşit yurttaşlar olarak görmekte, bir diğerini kendinden biri olarak algıladıkları için birbirlerine daha kolay inanabilmekte, tanımasalar dahi bir başkasına daha kolay güvenebilmektedirler. Bir toplum içerisinde var olan eşitsizliklerin genelleştirilmiş güven üzerinde negatif bir etki yaratacağı düşünüldüğünde, refah devletlerinin vergi ve sosyal güvenlik politikaları aracılığıyla söz konusu eşitsizlikleri giderme, dolayısıyla da güveni ve sosyal sermayeyi üretme noktasında üstlenecekleri pozitif rol ortaya çıkacaktır (Stolle, 2003: 30-32; Godoy vd., 2007: 710; Kumlin ve Rothstein, 2005: 341). Ancak şu da bir gerçektir ki, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve düşük eğitim seviyesi daha az sosyal sermaye üretimine neden olmakla birlikte, bunun tersini de iddia etmek, yani düşük sosyal sermayeli toplumlarda gelir dağılımının daha adaletsiz ve eğitim seviyesinin de düşük düzeylerde seyredeceğini söylemek mümkündür. Yani bu noktada, her ne kadar bazı yazarlar katılmasa da sosyal sermayenin üretiminde devletin olumlu bir rol üstlenebilmesi için gereken bir diğer ön koşulun da, devletlerin belirli bir gönence sahip olmaları gerektiği ileri sürülebilir (Rupasingha, Goetz ve Freshwater: 2006: 93).

Bu önkoşulların varlığı durumunda devlet, çeşitli yollarla sosyal sermayenin üretimine müdahale edebilir ve bu müdahale olumlu sonuçlanabilir. Mesela devlet, doğrudan ya da dolaylı yollarla birlikteliklere katılımı artırabilir. Devletin bu konuda

doğrudan yapabileceği eylemlerden birisi, birlikteliklerin finansal açıdan

desteklenmesidir. Yine devlet gönüllü birliktelikleri bağışlar, vergi indirimleri ve kamu arazilerini kullandırma suretiyle de teşvik edebilir ve bu politikalar aracılığıyla devlet, gönüllü kuruluşlara katılımın maliyetini önemli ölçüde etkileyebilir. Bu ufak maliyetler özellikle özel çıkar birlikteliklerinde önemli olmakla birlikte aynı öneme

kamu çıkarına yönelen birlikteliklerde de sahiptir. Bir özel çıkar birlikteliğinde, mesela bir koroda, bir özel mala (bu örnekte güzel şarklıları diğer yetenekli insanlarla birlikte söyleme) yalnızca birlikteki üyeler tarafından erişilebilmektedir. Ama yine de devletin desteği ile birliktelikleri yaratmak daha kolaydır, çünkü birliğin üyeleri devamı sağlayacak yeterli kaynağa sahip olamayabilirler. Kamusal yararı hedefleyen birlikteliklerdeyse ortaya bir kolektif eylem problemi çıkacaktır. Bu kolektif eylem problemi eğer bir mahkumun ikilemi gibiyse hiç kimse kamusal iyiye katkıda bulunmayacaktır. Kolektif eylem probleminin çözümü, devlet tarafından uygulanacak yaptırımlarla mümkündür. Devletin bu konudaki yaptırımları pozitif veya negatif olabilir. Kısaca devlet, gönüllü kuruluşları önemli pek çok fon kaynağıyla destekleyebilir (Herreros, 2004: 84-85). Ancak bu noktada gönüllü kuruluşlara yapılan müdahaleleri hükümetlerin sosyal refah sağlamasına bir alternatif olarak görmektense, bu kuruluşları sivil toplumun bir parçası olarak nitelendirmenin ve devlet müdahalesini de bu yönde yapmanın gönüllü kuruluşların gelişimini sağlama adına daha yerinde olacağı da belirtilmelidir (Stolle, 2003: 30-33). Devletin gönüllü kuruluşların gelişimine bir başka olumlu katkısıysa, belirli tipteki birlikteliklerin kurumsallaşmasını desteklemesi noktasında ortaya çıkar. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa’da refah devleti uygulamalarına, devletle işçi ve işveren örgütleri arasındaki korporatist düzenlemeler eşlik etmiştir. Bu muhtemelen bu tip örgütlere katılımın genişlemesine katkıda bulunmuştur. İlaveten refah devletleri diğer çıkar gruplarının da gelişmesine ve genişlemesine katkıda bulunmuştur. Hükümetin eğitim, sağlık, emeklilik, işsizlik gibi politikaları bu politikaların genişlemesinde bir çıkar gören lehdarlar yaratır, böylece devlet birlikteliklere katılım için nedenler yaratır (Herreros, 2004: 86-87).

Nihayet devletler birlikteliklere katılımı, bireysel değişkenler üzerindeki etkisi aracılığıyla dolaylı bir biçimde de etkileyebilir. Çok sayıda ampirik çalışma göstermektedir ki belirli bireysel özellikler gönüllü kuruluşlara katılımla pozitif bir biçimde ilişkilidir. Bu özelliklerden en önemlileri eğitim ve gelirdir. Eğitim ve gelirdeki artış, bireylere katılımı kolaylaştıracak kaynaklar sağlar. İyi eğitimli bir birey daha bilinçli bir katılımcıdır. Onun bilişsel kapasitesi gönüllü kuruluşlara katılımın maliyetini azaltır. Katılım maliyeti genellikle gönüllü kuruluşların fonlarına

anlayacak ve karşılayabilecektir. Eğitsel ve ekonomik kaynaklar kadar beşeri kaynaklar da gönüllü kuruluşlara katılımı pozitif bir biçimde etkileyecektir. Bu konuda devletin rolü açıktır. Eğitimin sağlanması ve gelirin yeniden dağıtılması refah devletinin iki temel özelliğidir. Refah devletinin iyi örneklerinde gelir dağılımı daha eşitlikçi ve eğitsel düzey daha yüksektir. Özetle devlet doğrudan veya dolaylı yollarla gönüllü kuruluşlara katılımı teşvik edebilir. Bu özel çıkara yönelik birliktelikler de daha açıktır. Devlet bu birlikteliklerin kurulumunu destekler. Refah devleti sosyal politikaları bireylerin gönüllü kuruluşlara katılımını mümkün kılan kaynakları (maddi ve bilişsel) onlara sağlar ve sosyal politikalar (eğitim, emeklilik ve sağlık gibi) bu çıkarlar etrafında organize olan insanları yaratır. Bu faktörlerin hepsi kamu yararına yönelik birlikteliklerde de geçerli olmakla birlikte bu alandaki etkileri daha zayıftır (Herreros, 2004: 86-87).

Devletler gönüllü kuruluşlara katılımı artırmak amacıyla bu alana yaptıkları doğrudan ve dolaylı müdahalelerle sosyal sermayeyi yaratabilecekleri gibi, yine güvene ilişkin olarak girişecekleri bir takım eylemlerle de güveni dolayısıyla da sosyal sermayeyi üretebileceklerdir. Mesela, devlet güveni zedeleyecek hareketlerde bulunanları cezalandırmak suretiyle sosyal güvenin oluşumunu destekleyebilir. İnsanların herhangi bir sözleşmeye itaatsizliğin ya da hilekar bir tavrın devlet tarafından cezalandırılacağını bilmeleri, insanları diğer insanların itaati konusunda daha fazla beklentiye sokacak bu da beraberinde daha fazla güveni getirecektir (Herrores; 2004: 75). Yine güvene ilişkin olarak belirtilmelidir ki; devletler şayet yurttaşları devletin kendisini güvenilir bulurlarsa güveni yaratabileceklerdir. Sözleşmeleri tesis edebilen, bunun için gerekli bilgi ve yasal zemini hazırlayan, hak ve yükümlülükleri, azınlıkları gözeten ve vatandaşların katılımını ve entegrasyonunu aktif bir biçimde destekleyen devletler bunu başarabilir. Yine bu bakış açısına göre, kamu hizmetlerinin kalitesi ve kapsayıcılığıyla, kamu kurumlarının adaleti kurumsal güvende ve politikacılara yönelik tavırlarda farklılaşmalara neden olacaktır. Şayet vatandaşlar, kamu kurumlarının ve politikacıların dürüst ve adilane tavırlar içinde olduklarını düşünürlerse güven düzeyleri doğal olarak artacak, aksi durumda ise güven düzeyi düşecektir (Stolle, 2003: 34).

Sosyal sermayeyi üretmede devletin söz konusu müdahalelerinin gerekli ve faydalı olduğunu ileri sürenlere göre bu yöndeki iddialar en iyi İskandinav refah devletleri örneğinde doğrulanmaktadır. Batı dünyasındaki sosyal sermaye miktarından daha yüksek sosyal sermaye miktarına sahip olan bu ülkeler, yine yüksek düzeyde genelleştirilmiş güven düzeyine sahiptirler ve diğer ülkelerde yaşanan düşüşe rağmen, İskandinav ülkelerinde güven düzeyi artmaktadır. Bu, çeşitli alanlardaki gönüllü kuruluşlara üyelik konusunda da doğrudur. Yüksek düzeyde sosyo-ekonomik kaynaklar kadar göreceli olarak yüksek maddi ve kişisel güvenliğin garantisi, cinsiyet ve gelir eşitliği kurumsallaşmış refah devletlerinin belirgin yönleridir. Bireysel düzeydeki araştırmalar göstermektedir ki, bu kaynakların mevcudiyeti sosyal sermaye ile pozitif bir biçimde ilişkilidir, özellikle de sosyal katılım ve güvenle. Yani iddia özetle şudur: Devlet müdahalesinin belirli biçimleri sosyal sermayeyi aşındırmaktan ziyade, İskandinav ülkelerindeki gibi muktedir kılacaktır (Stolle, 2003: 30-33).