• Sonuç bulunamadı

1.11. Sosyal Sermayenin Ölçümü

1.11.2. Sosyal Sermayeyi Ölçmeye Yönelik Çalışmalar

1.11.2.6. Marmara Sosyal Sermaye Ölçeği

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Halk Sağlığı Anabilim Dalları tarafından 1999-2000 yılları arasında psikiyatrik nedenlerle takip edilen hastaların aileleri için düzenlenen Marmara Sosyal Sermaye Aile Görüşmesi içeriğinden ve sonuçlarından yararlanılarak oluşturulan anket formu 13 sorudan oluşmaktadır. Bu çalışmada, genelde geleneksel sosyal sermaye alanları yanında daha kültüre duyarlı bazı başlıklar (hakkaniyet ve umut) değerlendirme içerisine katılmıştır. Söz konusu çalışmada yer alan bu soruları Kuşçu (2007: 22, 52), Likert formunda bir cevap yönergesiyle yeniden yapılandırmıştır. Yeniden yapılanan haliyle Marmara Sosyal Sermaye Ölçeğinde yer alan sorulara Ek 3’te yer verilmiştir.

İKİNCİ BÖLÜM

ÜRETİLEBİLİR BİR KAVRAM OLARAK SOSYAL SERMAYE VE SOSYAL SERMAYEYİ ÜRETEN ŞEYLER YA DA KURUMLAR HUSUSU

Sosyal sermayenin ekonomik, politik ve sosyal pek çok sorunu çözme vaadi taşıyor olması sosyal sermayeye nasıl yatırım yapılacağı, yani sosyal sermayenin nasıl üretilebileceği sorusunun kaçınılmaz bir biçimde akıllara gelmesine neden olmaktadır. Ancak ne var ki, bu sorunun ortaya çıkması kaçınılmaz olmakla birlikte, sosyal sermayenin nasıl yaratılabileceği hususu da oldukça karmaşık bir konu olarak karşımıza çıkar. Sosyal sermayenin üretimi hususunu belki de bu kadar zorlaştıran şey, onun kamu malı niteliğinden kaynaklanmaktadır. Mesela Coleman ve Putnam’a göre bir kamusal mal olan sosyal sermaye, “aktörlerin hesapçı bir tercih yapıp buna yatırım yapmaları sonucu değil, faaliyetlerin diğer hedefleriyle uğraşırken beklenmeyen bir sonuç olarak ortaya çıkmakta”dır. Bu şekilde bilinçli bir çabanın ürünü olmayan, daha ziyade kamusal bir nitelik taşıyan sosyal sermayenin pozitif sonuçlarıysa sadece onu yaratmaya yönelenler tarafından kullanılmamakta, bu yüzden de insanlar sosyal sermayeye yatırım yapmakla fazla ilgilenmemektedirler. Mesela gönüllü kuruluşlara katılımın demokrasinin kalitesini artırdığı, daha hesap verebilir ve yurttaş taleplerine duyarlı bir yönetimi beraberinde getirdiği bilinen bir gerçektir. Ancak ne var ki, söz konusu faydalardan kişi gönüllü kuruluşlara katılsın ya da katılmasın faydalanacaktır. Yani söz konusu faydalar toplumun tümü içindir ve bu da gönüllü kuruluşlara katılımı azaltacaktır. Aynı şeyi sosyal sermaye ile bağlantılı bir başka kavram olan güven için de söylemek mümkündür (Herrores, 2004: 19).

Ancak bu noktada şöyle bir sıkıntı ortaya çıkmaktadır, şayet sosyal sermaye gerçekten de sıkı ya da gevşek arkadaşlık ağlarına katılımdan gönüllü kuruluşlara üyelik gibi farklı aktivitelerin bir yan ürünü ise niçin bazı toplumlar diğerlerinden daha fazla sosyal sermayeye sahiptirler? Yani neden her toplumda var olan bu ilişkiler her toplumda aynı şeyle sonuçlanmamaktadır ve neden bazı ülkelerde sosyal sermayenin kamusal mal olma niteliği onun üretimini engellememektedir? Yine sosyal sermayenin kamusal bir niteliğe sahip olması insanların sosyal sermayelerine yatırım yapmayacakları anlamına da gelmemektedir. İnsanlar aynı ekonomik ve

beşeri sermayelerine yaptıkları gibi sosyal sermayelerine de yatırım yapacaklardır, çünkü sosyal sermayelerine yapacakları yatırımın ya piyasada (ücret, gelir gibi) ya da piyasa dışında (sosyal statü ve sağlık gibi) kendilerine bir geri dönüşünün olacağını düşünücekler ve bu düşünce de sosyal sermayeye yatırımı beraberinde getirecektir (Godoy vd., 2007: 709-710).

Sosyal sermayeye yatırım yapılabileceğinin ve onun kamusal bir nitelik taşıyor olmasının da bu yatırıma engel olmayacağının kabul edilmesi, söz konusu yatırımın nasıl yapılacağı, yani sosyal sermayenin hangi araçlar vasıtasıyla üretilebileceği sorusunun yanıtlanmasını gerekli kılmaktadır. Yine eğer sosyal sermaye üretilebilen bir şeyse hangi koşullar bunu destekleyecek bir ortam yaratacaktır? Bu bağlamda aşağıda öncelikle sosyal sermayeyi üreten ve gelişimini destekleyen faktörlerin neler olduğu açıklanacak, sonrasındaysa sosyal sermayeyi üreten şeyler ya da kurumlar analiz edilecektir.

2.1. Sosyal Sermayeyi Üreten ve Gelişimini Desteleyen Faktörler

Coleman (1990’dan aktaran Kombarakaran, 2002: 15)’a göre, sosyal sermayenin üretiminde şu dört faktör rol oynamaktadır:

(i) Ağların kapalılığı, (ii) Sosyal yapıların istikrarı, (iii) İdeoloji ve

(iv) Refah.

Bu faktörlerden ağların kapalılığı, bir gurup içerisinde üyeler birbirlerini tanıdıkları ve çoklu düzlemlerde etkileşime geçtikleri zaman söz konusu olmaktadır. Bütünleşme tarafından karakterize edilen kapalılık, grubun üyeleri arasında ortak norm ve yaptırımların kabulüne yol açacak, söz konusu normlar negatif dışsal etkileri sınırlarken, pozitif dışsallıkları da özendirecektir. Yine ağların kapalılığı, güvenin hüküm sürdüğü bir çevre yaratacak, bilgi paylaşımıysa kolaylaşacaktır (Esther, 1997: 63; Kombarakaran, 2002: 15; Strawn, 2001: 20-21). Yani Coleman’a göre, bir sosyal

kapalılığın-yakınlığın derecesi ne kadar fazla ise, paylaşılan normlar, değerler ve yükümlülükler de daha fazla düzeyde olacağı için, sosyal sermayenin miktarı da o kadar fazla olacaktır (McMurty, 1996: 8). Coleman bu durumu aşağıdaki şekilden hareketle açıklamaktadır. Buna göre Şekil 12 (a)da, yani açık bir ağ yapısında, A’nın, B ve C ile ilişkisi vardır. A, B veya C’ye veya her ikisine de olumsuz bir takım davranışlar sergilediğinde, B ve C’nin birbirleri ile ilişkisi olmadığından, B ve C, A’nın davranışlarını sınırlandırıcı yaptırımları uygulamak için güçlerini birleştiremeyeceklerdir. B ve C, tek başlarına çok zarar görmemiş ve A’ya yaptırım uygulamak için tek başlarına yeteri kadar güçlü olsalar bile, A, eylemlerini azaltmadan sürdürebilecektir. Kapalı bir ağ yapısının söz konusu olduğu (b)’de ise, B ve C güçlerini birleştirebilme imkanına sahiptirler. Yani aktörlerin ilişkilerinin birbirlerine bağlı olduğu bu kapalı ağ yapısı içerisinde, etkili normların varlığı A’nın davranışlarını sınırlayıcı bir etki yaratacaktır. Oysa ki, yakın bağların dolayısıyla kapalılığın daha az olduğu bir yapıda, normların ihlali büyük olasılıkla farkedilemeyecek ve bu ihlallerin sonucunda bir yaptırım da söz konusu olmayacaktır (Özdemir, 2007: 75).

Şekil 12: Kapalı Olan ve Olmayan Ağlar E D B C (a) A B C (b) A

Kaynak: (Coleman, 1990’dan aktaran Özdemir, 2007: 75).

Sosyal sermayenin sürdürülmesi noktasındaysa sosyal yapının istikrarı önem kazanmaktadır. Sosyal sermaye, bir ağdaki bireyler arasındaki ilişkilerde yer aldığı için, yapıdaki herhangi bir kararsızlık-değişkenlik, yani ilişkilerdeki bir çatlaklık,

mevcut sosyal sermayenin tahrip olmasına neden olacaktır (Kombarakaran, 2002: 16). Mesela demektedir Coleman (aktaran Kombarakaran, 2002: 16), bir aile bir yerden ayrılıp başka bir yere taşındığı zaman sosyal sermayesi azalacaktır, çünkü ilişkileri daralacak yani yapıdaki değişiklik sosyal sermayenin tahrip olmasına neden olacaktır. Dolayısıyla istikrarlı bir sosyal yapının varlığı da, sosyal sermayenin üretimi hususunda önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.

Coleman (aktaran Kombarakaran, 2002: 16; Özdemir, 2007: 76)’ın sosyal sermayenin üretiminde belirleyici bir faktör olarak ortaya koyduğu ideolojilerse, hem sosyal sermayeyi üreten, hem de yok edebilen bir faktör olarak karşımıza çıkar. Bireylerin benimsemiş oldukları ideolojileri, onların sosyal sermaye oluşturma ve kaynaklarını başkaları ile paylaşma adına gösterecekleri davranışları etkileyecektir. Başkalarına yardım etme veya yükümlülükleri yerine getirme gibi mesajları içeren ideolojilerin sosyal sermaye üretme kapasiteleri daha yüksek olurken, tersi mesajlar içeren ideolojilerse sosyal sermayenin zarar görmesine yol açacaktır. Mesela diğergamcı motifler taşıyan dini ideolojiler, kişinin toplumsal çıkarları kendi çıkarlarına öncellemesini gerekli kıldığından, sosyal sermayenin üretimi noktasında olumlu bir rol oynayacaktır. Sosyal ilişkileri dikkate almayan bireyci ideolojilerse, sosyal sermayenin üretimini engelleyecektir.

Coleman’ın sosyal sermayenin üretiminde ele aldığı son faktörse refahtır. Ona göre, refah çoğunlukla toplulukta diğerlerine bağlılığı azalmakta, bu yüzden sosyal sermayenin oluşumunu önlemektedir. Refah düzeyi yüksek topluluklarda bireyler, çok az ağ ilişkisi geliştirecekler ve böyle topluluklarda üyeler arasındaki kapalılık zayıflayacak, bu da sosyal sermayenin üretimini olumsuz bir biçimde etkileyecektir. Coleman’ın sosyal sermayenin üretimi noktasında en önem verdiği hususun, bir sosyal ağ içerisinde coğrafi, kuşaklar arası, eğitsel ya da bunların hepsinden kaynaklanan kapalılık olduğunu düşündüğümüzde, Coleman’ın refah ve sosyal sermaye arasında kurduğu ilişki daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır (Kombarakaran, 2002: 16-17).

Coleman sosyal sermayenin üretiminde belirleyici olan faktörlere ilaveten, sosyal sermayenin gelişimini destekleyen faktörlerden de söz etmektedir. Coleman’a

göre şu dört faktör, sosyal sermayenin gelişiminde destekleyici bir etkiye sahip olacaktır (Wimberly, 2000: 14-21):

(i) Değerlerin içselleştirilmesi, (ii) Hareketlerin karşılılıklığı, (iii) Uygulanabilir güven ve (iv) Sınırlı dayanışma.

Değerlerin içselleştirilmesi denilen şey, bireylerin değerler kümesi içerisinde

sosyalleşmesi gerçeğini ifade etmektedir. Durkheim’ın fonksiyonalist teorik zemininden gelen bu anlayış, sosyal sermayenin genel uygulamalar tarafından üretildiğini ifade etmektedir. Hareketlerin karşılılıklığı ise, yüz yüze etkileşimin sosyal normlarına dayanmaktadır. Simmel’in “mübadele teorisi”nden izler taşıyan ve onun mikro düzeyde uygulamasını içeren hareketlerin karşılıklılığıyla kastedilen şeyse, insanların gelecekte kendilerine yardım edileceği düşüncesiyle başkalarına yardım edecekleri anlayışını ifade etmektedir.

Uygulanabilir güvense, grup üyeleri ile bağlantılı yükümlülük ve ödülleri

içermektedir. Buna göre, sosyal sermaye grup üyelerinin her birinin grubun beklentileri ile uyum içerisinde olmasıyla üretilecektir. Yani grup üyelerinin her biri, uzun dönemdeki getirilerini düşünerek, kolektif çıkarları kendi beklentilerine öncelleyeceklerdir. Bu şekilde oluşan ve grup üyeliğinin temelini teşkil eden güven, sosyal sermayenin anahtar bir özelliğidir. Güven aracılığıyla bireyler ve gruplar biçimsel ve kurumsal engeller olmaksızın işlerini yürütebilirler. Güven, grup üyelerini birbirlerine bağlayan hak ve sorumlulukları içerir ki, bu aynı sosyal bağlamda işgören ve aynı sosyal ağda birbirleriyle bağlantılı olan bireyler arasında kaynak mübadelesine imkan tanır. Güvenin mevcut olmadığı bir ortamda sosyal sermaye de gelişemeyecektir.

Marx’ın “sınıf bilinci” kavramına dayanan sınırlı dayanışma ise, sosyal sermayeyi oluşturan şeyin ortak bir sorunla ya da durumla karşılaşan bir grup insanın durumsal tepkisinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Sınırlı dayanışma, insanlar

herhangi bir topluluğa diğergam ya da hayırsever katkılarda bulundukları zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Bu durumlarda insanlar, bağışlarından doğrudan bir fayda beklememekte, söz konusu fedakarlıkları grubun koşullarını iyileştirmek amacıyla yapmaktadırlar. Pek çok durumda üyelerin gruba destek olmak için bilgi ve kaynaklarını serbestçe paylaşmaları ve bu şekilde oluşturdukları kişilerarası ve kurumsal ilişkileri sosyal sermayenin gelişimini destekleyecektir.