• Sonuç bulunamadı

Vergi demokrasisine etki eden sosyal ve beşeri faktörler; okuryazarlık, beklenen yaşam süresi, okullaşma oranı, fakirlik, suç oranı, yaşam kalitesi ve hastane yatak oranı olarak belirlenebilir. Bu faktörlerin rakamsal olarak değerleri mevcut olduğundan ölçülebilir faktörlerden sayılmaktadır.

288 Oğuzhan ARDIÇ, Makro İktisat, Ankara, Agon Yayıncılık, 2011, s.186,187.

289 Selim BAŞAR / Şaduman YILDIZ, “İktisadi Büyümenin Demokratikleşme Üzerindeki Etkileri”, BAÜSBED, C.12, Sa.21, Haziran 2009, s.70.

97

Sosyal ve beşeri faktörler esasında doğrudan doğruya demokrasi kavramı ile ilişki içerisinde bulunmamaktadır. Bunlar genel olarak ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmişliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın “birey olma” olgusunu desteklediği kabul edildiğinde ise demokrasi ile ilişkisi ortaya çıkmakta ve dolayısıyla vergi demokrasisinin işler kılınmasında önemli bir etmen haline gelmektedirler.

1. Okuryazarlık

Okuryazarlık, en geniş anlamıyla, bir dilin yazılarını okuyabilme, okunan ögeleri algılama ve kavrama yetisine sahip olmaktır.290 Ancak bu tanım 1960’lı yıllardan itibaren, okuryazarlığın fonksiyonel bir olgu olması dolayısıyla, kapsamının genişletilmesi gerektiği düşüncesiyle yenilenmiştir. Bu kapsamda UNESCO'nun geliştirdiği fonksiyonel okuryazarlık tanımına göre; değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve hesap yapma yeteneğidir. Okuryazarlık, toplumun geniş bir kitlesine hitap edebilmek, bilgisini ve gücünü geliştirerek hedeflerine ulaşabilmesi için bireye olanak verir ve ülkenin sosyal gelişmişliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.291

Okuryazarlık kavramının genişlemesiyle birlikte “21.yüzyıl okuryazarlık modelleri” olarak adlandırılan; görsel okuryazarlık, medya okuryazarlığı, bilgi okuryazarlığı ve e-okuryazarlık kavramları ortaya çıkmıştır. Görsel okuryazarlık, bir bireyin, diğer bireyler ile olan iletişiminde görselleri kullanmasını ve kullanılanları anlamasını sağlayan beceriler bütünüdür. Medya okuryazarlığı; medya araçlarından gelen iletileri anlamlandırmak ve medya ürünleri oluşturabilmektir. Bilgi okuryazarlığı;

gerek yazılı gerek de görsel medya ürünlerini tanıyabilme, istenilen bilgiyi bulabilme, değerlendirebilme ve seçebilme becerisidir. Son olarak e-okuryazarlık ise; geleneksel okuryazarlığın bir tamamlayıcısı olarak, elektronik ortamda yer alan iletileri anlamlandırma ve elektronik ortama yönelik ileti oluşturma süreci olarak tanımlanmaktadır.292

290 Firdevs GÜNEŞ, “Okur-Yazarlık Kavramı ve Düzeyleri”, AÜEBFD, C.27, Sa.2, 1994, s.499.

291 UNESCO, Literacy for All, http://en.unesco.org/themes/literacy-all, (erişim: 02.07.2016).

292 Mehmet KURUDAYIOĞLU / Sait TÜZEL, “21. Yüzyıl Okuryazarlık Türleri, Değişen Metin Algısı ve Türkçe Eğitimi”, TÜBAR, Yıl.15, Sa.28, Güz 2010, s.287-294.

98

Günümüzde okuryazar kavramı ile ifade edilen olgu, en genel haliyle, fonksiyonel okuryazarlıktır. UNESCO tarafından tanımı yapılan fonksiyonel okuryazarlık; okuma-yazma ve aritmetikle ilgili temel bilgi ve becerilerin öğrenilmesi ve bunların bireysel, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda, başka bir deyişle günlük yaşamda kullanılmasına ağırlık vermektedir.293 Okuryazarlık, en temel insan haklarından biri olarak eğitim hakkı çerçevesinde ve bu hakkın ilk basamağı olarak değerlendirilmektedir.

2. Beklenen Yaşam Süresi

Beklenen yaşam süresi veya diğer bir deyişle doğuşta beklenen yaşam süresi;

yeni doğmuş bir bireyin yaşamı boyunca belirli bir dönemdeki yaşa özel ölümlülük hızlarına maruz kalması durumunda yaşaması beklenen ortalama yıl sayısını ortaya koyan istatistiki bir göstergedir.294 Bu süre genel olarak kadın-erkek ve farklı demografik alanlar için ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Bununla beraber, teknik olarak her yaş için hesaplanabilir ve insanın kalan yaşam süresini tahmini olarak verebilir.

Yaşam beklentisini esas alan araştırmalarda, ülkelerin refah düzeyleri ile sosyal ve ekonomik durumlarının yaşam beklentisi üzerinde doğrudan belirleyici etkisi olduğu ortaya konmuştur.295 Başka bir deyişle beklenen yaşam süresi, bir ülkenin hem ekonomik hem de sosyal gelişmişliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmiş ve sosyal açıdan belirli bir düzeyin üzerinde kabul edilen toplumlarda beklenen yaşam süresi uzamaktadır. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi” kapsamında yaşam beklentisini önemli bir etken olarak kabul etmektedir.

WHO’nun belirlediği, beklenen yaşam süresine etki eden faktörler; anne ölüm oranları, yeni doğan ölüm oranları, fiziksel ve ruhsal hastalıklar, üreme sağlığı, madde bağımlılığı, trafik kazaları, çevre kirliliği, sağlık finansmanı ve iş güvenliği ile şiddet

293 GÜNEŞ, s.506.

294 TÜİK Metaveri, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18618, (erişim: 03.07.2016).

295 Songül ÇINAROĞLU / Keziban AVCI, “Dünya Sağlık Örgütü'ne Üye Ülkelerin Doğumda Beklenen Yaşam Süresi Bakımından Veri Madenciliği Yöntemleri Kullanılarak Sınıflandırılması”, Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sa.20, 2014, s.91.

99

olayları olarak sayılmıştır.296 Bu etkenlerdeki olumlu gelişmeler, ülkedeki beklenen yaşam süresini de olumlu etkilemektedir.

WHO’nun belirlediği faktörlerden de anlaşılacağı üzere beklenen yaşam süresi, bir sağlık girdisidir. Dolayısıyla birey ve toplum sağlığını geliştiren her türlü önlem, beklenen yaşam süresinin de artmasını sağlamaktadır. Sağlık alanındaki gelişmelerin devlet tarafından desteklenmesi ve bireylerin bu gelişmelere ulaşım imkânının kolaylaştırılması, beşeri sermaye gücünün artması anlamına gelmektedir. Bu durum hem kısa vadede hem de uzun vadede ekonomik büyüme ve gelir düzeyinin artması yönünde olumlu etkiler ortaya çıkarmaktadır.297

3. Okullaşma Oranı

Okullaşma, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından bir eğitim programına kayıtlı olma durumu olarak tanımlanmaktadır.298 Bu bakımdan, okullaşma oranı ilgili eğitim düzeyine (ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim) kayıtlı tüm öğrencilerin, ait olduğu eğitim düzeyindeki nüfusa bölümü olarak tanımlanabilir. Bu oran ülkeler açısından en önemli eğitim göstergesidir.

Hangi yaş aralığında olursa olsun, belli bir öğretim yılında, belirli bir eğitim düzeyine kayıtlı toplam öğrenci sayısının, o eğitim düzeyine ait teorik yaş grubu nüfusuna oranı “brüt okullaşma oranı”nı vermektedir. Brüt okullaşma oranının yüksek olması genellikle ilgili eğitim düzeyinde yüksek katılıma işaret eder. Ülkelerde, brüt okullaşma oranının %100’e yakın olması veya %100’den büyük olması, temel olarak ilgili eğitim düzeyine dâhil teorik yaş grubundaki tüm çocuklara ilgili eğitim düzeyinde eğitim vermenin mümkün olabileceğini gösterirken, teorik yaştaki kayıtlı öğrencilerin oranını belirtmez. Bu nedenle %100’e ulaşılması, uygun yaştaki tüm çocukların/gençlerin okula kayıt olması için gerekli fakat yeterli bir koşul değildir. Belli bir eğitim düzeyinde brüt okullaşma oranının %90’ı geçmesi durumu, ilgili eğitim

296 WHO Global Health Observatory Data Reporsitory, http://apps.who.int/gho/data/node.home, (erişim:

03.07.2016).

297 Yapılan bir çalışmaya göre “doğuşta yaşam beklentisinde sağlanacak %1’lik gelişme, GSMH değişkeninde %0.43’lük bir artış yaratacaktır”. Seyfettin ERDOĞAN / Hilal BOZKURT, “Türkiye’de Yaşam Beklentisi – Ekonomik Büyüme İlişkisi: ARDL Modeli ile Bir Analiz”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, C.3, Sa.1, 2008, s.32, 36.

298 Education at a Glance 2016: OECD Indicators, http://www.oecd-ilibrary.org/education/education-at-a-glance_19991487, (erişim: 01.11.2016).

100

düzeyindeki mevcut kapasitenin o yaş grubundaki herkese yeterli olacağı şeklinde yorumlanabilir.299 Başka bir deyişle brüt okullaşma oranı, ülkenin o eğitim düzeyini karşılayabilecek kapasitesi olup olmadığını göstermektedir.

Net okullaşma oranı ise eğitim düzeyine ait teorik yaş grubundaki nüfusun o eğitim düzeyine olan katılımının oranıdır. Yani brüt kapasitenin ne kadarının kullanıldığını vermektedir. Bu oran teorik olarak en yüksek %100 olabilir. Bu halde, ülkedeki ilgili eğitim düzeyine ait teorik yaş grubundaki bütün nüfusun o eğitim düzeyine katıldığı anlaşılmaktadır.

Okullaşma olgusu, okuryazarlık ile birlikte değerlendirildiğinde, eğitimin düzeyi ve kalitesinin tespit edilebilmesi açısından daha önemli bir konuma sahiptir. Beşeri sermaye olarak işgücünün daha nitelikli ve eğitimli olması, okullaşma oranının yüksek olduğu ülkelerde görülmektedir. Bu da eğitim yatırımlarının ekonomik kalkınma ile sıkı ilişki içerisinde olduğunu göstermekte ve dolayısıyla eğitim, ekonomik büyüme ve kalkınmanın tetikleyicisi kabul edilmektedir.300

4. Fakirlik Oranı

Fakirlik veya yoksulluk; bireylerin asgari yaşam düzeylerini sürdürebilmeleri için gerekli olan günlük temel ihtiyaçlarının tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli bir gelire sahip olmama durumudur.301 Özellikle, beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlara erişmenin zor olması veya bunlara hiç erişememek genel olarak fakirlik veya yoksulluk olarak tanımlanabilmektedir.

Doktrinde fakirlik bazı çeşitli ayrımlar çerçevesinde ele alınmaktadır. Bireyin asgari yaşam düzeyini sürdürebilmesi için gerekli olan günlük temel ihtiyaçlarını karşılayamaması durumu “mutlak yoksulluk” olarak adlandırılmaktadır. Günlük temel ihtiyaçların karşılanması ancak toplumun genel refah düzeyinin altında kalınması haline ise “göreli yoksulluk” denmektedir. Gelişen insan ihtiyaçları karşısında fakirlik

299 Durmuş GÜNAY / Aslı GÜNAY, “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim Okullaşma Oranları ve Gelişmeler”, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, C.6, Sa.1, Nisan 2016, s.15.

300 Ergül HAN / Eyten Ayşen KAYA, İktisadi Kalkınma ve Büyüme, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayını No.1575, 2012, s.300.

301 Mona MOWAFI, “The Meaning and Measurement of Poverty: A Look into the Global Debate”, http://www.sas.upenn.edu/~dludden/Mowafi_Poverty_Measurement_Debate.pdf, (erişim: 06.07.2016), s.2.

101

tanımının kapsamının da genişletilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak, temel insan yeteneklerini sürdürebilecek olan mal, hizmet ve altyapıya erişimin yokluğu ya da kısıtlanması da “insani yoksulluk” olarak adlandırılmıştır.302 Türlerine bakılmaksızın yoksulluk kavramı, bir sağlık girdisi olarak kabul edilmektedir.303

Yoksulluğun nedeni olarak, fazla üretememek ve aynı zamanda üretilen değerler karşılığında elde edilen değerlerin bireyler arasında, bölgeler arasında, sektörler arasında vs. adil bir şekilde paylaşılamaması gösterilebilir. Yoksulluğun kaynağı olarak ise; adaletsiz vergi sistemi, yüksek faiz ve rant ekonomisi, doğal afetler, çalışamayacak durumda olan özürlü sayısının fazla olması, bireyler arasındaki yetenek farklılıkları, miras yoluyla elde edilen gelirler, piyasada tekelleşmenin olması, devlet teşvikleri, enflasyon ve işsizlik gibi durumlar gösterilebilir.304

Fakirlik oranı hesaplanırken öncelikle yoksulluk sınırı belirlenmektedir. Bu sınır yeterli hayat standardında yaşayabilmek için gerekli olan minimum gelir miktarıdır.

Belirlenen miktarın altında geliri olanların nüfusa oranı, fakirlik oranını vermektedir.

Bu oranın düşük olması, ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan kalkınmışlığının bir göstergesi kabul edilmektedir.

5. Suç Oranı

Bir ülkede işlenen suçların sayısının bilinmesi, bunların sınıflandırılması ve suç nedenlerinin araştırılması, suçla mücadele stratejilerinin belirlenmesi ve sağlıklı bir toplum düzeni kurulması açısından büyük önem taşır. Suç oranı belirlenirken bir ülkede yıl içerisinde yargı organlarınca sübuta erdirilmiş olan tüm suçlar aynı değerde kabul edilir. Başka bir ifadeyle, suçun niteliğine bakılmaksızın işlendiği kesin olan her suç için tutulan istatistiğin ülke nüfusuna oranı suç oranını vermektedir.

Ancak bu oran her zaman, ülkedeki gerçek suç oranı olmayabilir. Çünkü işlenmiş olmakla birlikte, kovuşturma organlarına tevdi edilmeyen ve bunların haberi olmadığı için istatistiklere girmeyen çok sayıda işlenmiş suç vardır.

302 Özge ARPACIOĞLU / Metin YILDIRIM, “Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluğun Analizi”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, C.4, Sa.2, 2011, s.62,63.

303 WHO Poverty Reduction Strategy Papers: Their Significance For Health, Second Synthesis Report, http://www.who.int/hdp/en/prsp.pdf?ua=1, (erişim: 06.07.2016).

304 Coşkun Can AKTAN, “Yoksulluk Sorununun Nedenleri ve Yoksullukla Mücadele Stratejileri”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara, Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

102

Kişiyi suça iten nedenler eski zamanlardan beri araştırma konusu yapılmaktadır.

Günümüzde suçluluk teorileri genel olarak biyolojik (fiziki coğrafya, beden yapılarındaki farklılıklar ve genetik faktörler), psikolojik (psikoz, nevroz, psikopatlık, zekâ geriliği, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı) ve sosyolojik (yapısal teoriler, öğrenme teorileri, tamamlayıcı teoriler) açıdan ele alınmaktadır.305

Konumuz açısından ele alındığında, 1968’de ortaya konan ekonomik modellemeye göre suç, bir fayda ve maliyet analizine dayanmaktadır. Burada fayda, suç sonucu elde edilen geliri; maliyet ise yakalandığında alınacak cezayı oluşturmaktadır.

Bu model; kişilerin yasal yollarla elde edecekleri gelir/fayda, yasal olmayan yollarla elde edecekleri gelir/faydadan az olması nedeniyle suç işlemeye itildikleri ve fayda ile maliyet arasında bir seçim yapmak zorunda hissettikleri düşüncesiyle açıklanmaktadır.306 Günümüzde kabul edilen yaklaşıma göre suç oranı, ülkelerin sosyal refah seviyesi ve işsizlik oranları ile doğrudan ilişki içerisindedir. Yapılan çalışmalarda, ekonomik eşitsizliğin (gelir adaletsizliği, fakirlik) ve işsizlik oranlarının az olduğu toplumlarda suça eğilimin de az olduğu ortaya konmuştur.307 Tabi bunun yanında eğitim düzeyi, göç olgusu, şehirleşme oranı gibi beşeri ve demografik etkenler de suç oranına etki etmektedir.308 Bu durum suç oranının hem ekonomik hem de sosyal/beşeri gelişmişliğin bir göstergesi olarak kabul edilmesi sonucunu doğurmuştur.

6. Yaşam Kalitesi

Yaşam kalitesi, bireylerin veya toplumların genel refah ve erişim düzeyini ifade eden, yaşadıkları kültür ve değer sistemleri dâhilinde değerlendirilen hedefleri, beklentileri, endişeleri ve standartlarına ilişkin kişisel algı seviyesini gösteren terimdir.309

Yaşam kalitesi verileri; ekonomik kalkınma, istihdam, sağlık ve politika alanları da dâhil olmak üzere çok çeşitli alanlarda kullanım olanağı bulmaktadır. Yaşam

305 Timur DEMİRBAŞ, Kriminoloji, Ankara, Seçkin, 2001, s.93 vd.

306 Necmiye CÖMERTLER / Muhsin KAR, “Türkiye’de Suç Oranının Sosyo-Ekonomik Belirleyicileri:

Yatay Kesit Analizi”, AÜSBFD, C.62, Sa.2, 2007, s.39,40.

307 G. MESTERS / V. van der GEEST / C. BIJLEVELD, “Crime, Employment and Social Welfare: An Individual-Level Study on Disadvantaged Males”, Journal of Quantitative Criminology, Vol.32, Issue.2, 2016, s.163,164.

308 CÖMERTLER / KAR, s.43-45.

309 WHO Measuring Quality of Life Instruments, www.who.int/mental_health/media/68.pdf, (erişim:

06.07.2016), s.1.

103

kalitesinin standart göstergeleri; sadece gelir ve istihdam koşullarından öte aynı zamanda çevresel faktörler, fiziksel ve ruhsal sağlık, eğitim kalitesi, hukuki düzen tarafından tanınan özgürlükler, sosyal çevre ve toplumsal aidiyet dâhil olmak üzere birçok etmenden oluşmaktadır.310

Yaşam kalitesi oransal olarak ölçülürken Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından düzenlenen İnsani Gelişime Raporu311 ve Dünya Mutluluk Raporu312 esas alınmaktadır. Bu raporlar GSYİH verileri, sağlıklı yaşam ve çevre beklentisi, felsefi ve dini yaşam tercihleri yapmakta özgürlük, ekolojik özgürlük, hukuki ve fiili eşitliğin sağlanması, temiz ve şeffaf yönetim, yoksulluk gibi ölçütlere göre hazırlanmaktadır.

Bahsedilen ölçütler çerçevesinde hazırlanan yöntembilim ile ülkelerin yaşam kaliteleri indekslenmekte ve çeşitli kuruluşlarca bu puanlar yayınlanmaktadır. Yaşam kalitesi de belirlenen diğer sosyal/beşeri faktörler gibi doğrudan ekonomik ve sosyal kalkınmanın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

7. Hastane Yatak Oranı

Hastane yatak oranı da beklenen yaşam süresi ve yoksulluk kavramları gibi bir sağlık girdisi niteliğindedir. Dolayısıyla ülkenin sağlık hizmetleri açısından gelişmişliğini gösterdiği kabul edilmektedir.

Bu istatistik ile ülke genelinde özel veya devlet hastanesi olup olmadığı fark etmeksizin bin kişiye düşen hastane yatak sayısı ölçülmektedir. Bu oran, hastane doluluk oranı anlamına gelmemekte, rakamsal olarak yatan hasta hizmetlerinden faydalanma imkânının tespitine ilişkin bir değerlendirme olanağı vermektedir.

Hastane yatak oranı istatistiklerinin kapsamına tüm hasta ve hamile yatakları dâhil edilmektedir. Bu kapsamda kuvözler, yoğun bakım yatakları ve yaşam destek

310 Derek GREGORY ve diğerleri, The Dictionary of Human Geograpghy, Wiley-Blackwell, 2009, s.606.

311 İnsani Gelişme Raporu ilk olarak 1990 yılında yayınlanmıştır. Gelişmeden kasıt sadece ekonomik zenginlik değil; insanların yaşamlarının da zenginliği olarak belirtilmiştir. Raporda her sene bu gelişme tanımı kapsamında bir konu ele alınmaktadır. Örneğin 2013 yılındaki raporda ekonomik büyüme, 2014’te politik kırılganlıklar, 2015’te ise çalışma konuları üzerinde durulmuştur.

312 Dünya Mutluluk Raporu ilk kez 2012’de yayınlanmıştır. 2013’te ikincisi ve 2015’te de üçüncüsü yayınlanan rapor 2016’da güncellenmeyle yetinilmiştir. Rapor genel olarak sürdürülebilir kalkınma kavramı içerisinde ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin dengeli dağılımının sağlanıp sağlanmadığı üzerinde durmaktadır.

104

ünitesi yatakları da sayılmaktadır. Ancak günlük bakım yatakları, anestezi yatakları, hasta yakınları için tahsis edilen yataklar, komplike olmayan doğumlar için kullanılan yataklar ve hastane çalışanları için tahsis edilen yataklar bu istatistiğe alınmamaktadır.313

Diğer sağlık girdilerinde de bahsedildiği üzere, birey ve toplum sağlığının gelişmesine katkı sağlayan önlemlerin alınması hem kısa vadede hem de uzun vadede ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesi bakımından olumlu bir etki yaratmaktadır. Bir ülkedeki hastalar bakımından, yatarak tedavi görebilme potansiyelini yansıtan hastane yatak oranı da bu açıdan önemli bir faktör olarak kabul edilmektedir.

Makro düzeydeki ekonomik ve sosyal ihtiyaçların devlet eliyle karşılanması, bireysel olarak elde edilemeyecek ölçüde büyük bir faydanın finansmanı için toplanacak vergilere karşı tepkileri azaltacaktır. Bu da vergi demokrasisinin işler kılınmasına katkı sağlayacaktır.

313 WHO, Urban Audit – Metodological Handbook 2006.

105

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

VERGİ YÜKÜNÜN DEMOKRASİYE ETKİSİ İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMA

I. AMPİRİK ÇALIŞMANIN AMACI

Bu bölümde vergi yükünün kendi başına ve diğer ekonomik ve/veya sosyal faktörlerle beraber demokrasiye etkisinin olup olmadığının, varsa bu etkinin hangi boyutta olduğunun ve vergi yükünün artmasıyla demokrasi seviyesinin belli bir eşikten sonra azalacağına ilişkin Montesquieu Paradoksu’nun geçerli olup olmadığının 36 ülke verisi kullanılarak regresyon yöntemiyle tespit edilmesi hedeflenmektedir.

II. ÇALIŞMADA KULLANILAN TANIMLAR