• Sonuç bulunamadı

DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN 1 İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerler

1.3. Siyonizm ve Örgütlenmes

Siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurma amacına yönelik bir harekettir. Bu hareket 19. yüzyıl gelişen milliyetçilik akımlarının olumlu veya olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkmıştır.97

“Siyonizm” kelimesinin temelini oluşturan “siyan” sözcüğü Yahudi tarihinin ilk zamanlarından itibaren Kudüs ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Siyan kelimesinin oluşmasında etkili olan olay ise Filistin’deki Yahudi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasıdır. Bu tapınağın bulunduğu yerin Zion olarak adlandırılmış olması ve Yahudilerin tekrar buraya kavuşma arzusunu ifade etmesi açısından Yahudiler için kutsallık ifade eder. Eski Ahit’de de Yahudilerin Siyon’ u hatırlamaları ve ağlamaları ifade edilmektedir.98

Siyon sözcüğü siyasal anlamda ilk kullanıldığı yer 1882 yılında hem Filistin’de hem de Rusya’da Yahudiler tarafından oluşturulan kolonilere ve hareketlere verilen isimlerdir. Filistin’deki koloniye Rishanle-Zian, Rusya’daki harekete ise Chibbath Zian (Siyon Sevgisi) denilmiştir. Bu hareket Filistin’e yerleşmeyi ve İbraniceyi diriltmeyi amaçlamıştır. Böylece siyasal Siyonizm’in ilk tohumları atılmış oluyordu.99 “Siyonizm”

95 Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları, s. 60. 96 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 563.

97 Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 621.

98 Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Yayınları, ss. 22- 23.

99 Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev. Mesut Karaşahan, İstanbul: Pınar Yayınları, s. 14

kavramı Filistin’de devlet kurmak amacıyla ilk kullanan kişi ise bir Rus Yahudi’si olan Nathan Bürnbaum’ dur.100

Siyonizm yani Filistin’e dönme ve devlet kurma fikri Yahudiler arasında yayılırken, Avrupa’da ise anti-semitizm dalgaları filizlenmeye başlamıştı. Özellikle Fransa gibi özgürlük hareketinin ilk başladığı yerde anti-semitizmin yani Yahudi düşmanlığının başlamış olması Yahudiler için sorunların başlangıcı idi.

Fransa’da anti-seminizmin alevlenmesi Fransa ordusunda subay olan bir Yahudi’nin devlet sırlarını Almanya’ya vermesi ve yargılama esnasında halkın sokaklarda gösteri yapması ile başlamıştır. Bu gösteriler esnasında Paris’te Viyana gazetesi olan Neve Freie Press’in muhabirliğini yapan Macar Yahudi’si Theodor Herzl’i derinden etkilemişti. Herzl, yıllardan beri var olan Avrupa’daki Yahudi Sorunu’nu çözmek için çareler aramaya başlamıştır. Bu amaçla da Der Sudenstant yani Yahudi Devleti isimli bir kitapçık hazırlamıştır.101 Herzl, bu kitabında Yahudilerin bu sorununa son aşamada çözmek için bir ulusal devletin kurulmasından bahsetmekte idi. Ayrıca devleti kurmak için İngiliz desteğinin gerektiğini ve yer olarak da Arjantin veya Filistin topraklarında kurulmasından bahsetmektedir. Herzl’ in Arjantin’i de düşünmesi salt Filistin topraklarında bir devletin kurulmasının amaçlanmadığı, sadece Yahudiler için bir devlet kurularak sorunun çözülmesi gerektiğinin amaçlandığını görmekteyiz.102

Theodor Herzl, kendinin bu fikirlerinin destek görmesi üzerine Basel’ de dünya Yahudilerini toplayarak 1897 yılında 1. Dünya Yahudi Kongresi’ni gerçekleştirmiştir. Kongre sonucunda Dünya Siyonist Teşkilatı kurulmuş ve başına Herzl geçmiştir.103

100 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 23

101 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 592- 593. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s. 148 102 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 15- 16.

Kongre sonucunda nihai hedef; “Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir devlet oluşturmaktır”. Bu amaçla yapılması gerekenler ise,104

1. Filistin’deki Yahudi nüfusunun arttırılması ve kolonilerin oluşturulması 2. Dünyadaki Yahudileri bir çatı altında birleştirecek bir örgütün kurulması 3. Yahudi ulusal fikrinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi

4. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için yönetimin onayının sağlanması.

Theodor Herzl, hiç vakit kaybetmeden Avrupa’da çalışmalara başlamış ve bu amaçla ilk olarak Alman Kayzeri II. Wilhelm’ le görüşmüştü. Görüşmesinde Almanya himayesinde bir Yahudi arazi kalkınma şirketi kurulması yönünde teklifte bulunmuştur. Daha sonra Herzl, Kayzer’den Filistin’in kendilerine yurt olarak verilmesini Osmanlı hükümdarından talep etmesini istemiştir. Fakat bu teklifi Alman hükümdarı Osmanlı’nın içişlerine müdahale olacağını düşünerek reddetmiştir.105

Theodor Herzl, daha sonra Filistin’e Yahudi yerleşim merkezi kurmak için Osmanlı Devleti’nden talepte bulunmuştu. Fakat bu talebine Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ret cevabı vermişti. Osmanlı hükümdarı adına Herzl’le görüşen Başkâtip İzzet Bey, Yahudilerin Filistin hariç herhangi bir Osmanlı toprağına yerleşebileceğini, fakat yerleştiklerinde Osmanlı vatandaşlığına geçmesi gerektiğini ve Osmanlı ordusuna hizmet etmesi gerektiklerini iletmiştir. Ayrıca Yahudilerin bütün Osmanlı madenlerini işletebileceklerini de eklemiştir. Herzl ise bu teklifi geri çevirmiştir.106

Theodor Herzl, bu girişimlerinden sonuç alamayınca ilgi ve alakasını İngiltere üzerine yoğunlaştırmıştır. İngiliz hükümetinden Sina yarımadasının bir kısmını kendilerine

104 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 17. 105 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19.

hibe edilmesini istemişti. Fakat Arapların karşı çıkması üzerine konu kapanmıştır. 1903 yılında İngiliz hükümeti Uganda’nın Yahudilere verilerek kolonileştirilmesini öneren bir teklif sunmuştu. 6. Siyonist Kongresinde öneri düşünülmüş ve bir komisyon Uganda’ya gönderilmişti. Herzl’in 1904 yılındaki ani ölümü ile Siyonistler biraz sarsılmıştı. Fakat amaçları için çalışmaya devam ettiler. 7. Siyonist Kongresi’nde Filistin fikri ağır basmış ve Uganda’dan vazgeçilmişti.107

2. Osmanlı Sonrası Filistin

Birinci Dünya Savaşı’nın 1914 yılında başlaması ile birlikte Osmanlı Almanya’nın yanında yer alarak savaşa katılmıştı. Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alarak İngiltere, Fransa ve Rusya’ya savaş açmış oluyordu.

Osmanlı’nın Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da savaşması gücünü azaltmış ve topraklarını bir bir kaybetmeye başlamıştı. Savaş sırasında yapılan İngiltere-Fransa ve Rusya arasında yapılan gizli anlaşmalar neticesinde Osmanlı toprakları paylaştırılmıştı. Fakat Bolşevik İhtilali ile Rusya savaştan çekilmiş ve gizli anlaşmaları yeni yönetim tüm dünyaya açıklayarak diğer devletleri zor durumda bırakmıştı. Savaş sonucunda Almanya yenildiğinden Osmanlı’da yenik sayılmıştı. İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında yapılan Sevr Antlaşması ile Osmanlı toprakları İtilaf Devletleri arasında paylaştırılmıştı. Filistin ve Irak İngilizlere bırakılmıştı.

Herzl’den sonra Siyonist Teşkilatı’nın başına Rusyalı bir Yahudi olan Chaim Weizmann geçmişti. Weizmann 1904’te geldiği İngiltere’de Siyonizm için çalışmalara başlamıştı. Weizmann, 1906 yılında İngiliz politikacılar ile görüşmeye başlamıştı bile. İlk olarak Arthur Balfour ile temas geçmişti. Fakat bu ilişki Balfour’un kabine üyesi olmadığı

107 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19- 20. Farklı anlatımlar için bkz Khouri, F.J. 1985; The Arab İsraeli

için pek işe yaramıyordu. Daha sonraki yıllarda kabine üyeleri ile temasa geçilerek Siyonizm’in amaçları doğrultusunda İngiliz Kabine’sinden kararlar çıkarılması sağlanmaya çalışılıyordu. Kabine üyesi Lloyd George ve Herberl Samuel, Siyonistlere yakın olan kişiler arasında idi.108

Siyonistler bu girişimlerin faydalarını savaş sırasında ve sonrasında görmeye başlamışlardı. 1916 yılındaki İngiliz Kabine değişikliğinde Lloyd George Başbakan, Arthur Balfour Dışişleri Bakanı olmuştur.109 Siyonist hareket, artık isteklerini İngiliz Hükümeti’ne rahatça ve açık bir şekilde iletmeye başlamıştı. 18 Temmuz 1917 tarihinde Siyonist hareketin önemli isimlerinde olan Lord Rotschild, Dışişleri Bakanı Balfour’a bir memorandum göndermişti. Memorandumda, bir koruma yönetimi altında Filistin’de Yahudiler için yerel özerklik ve Yahudilere göç serbestîsi isteniyordu. Ayrıca Filistin’in iskân ve ekonomik gelişimi için Yahudi Ulusal Kolonizasyon Örgütü’nün kurulması talep ediliyordu. Bu memoranduma verilen cevap daha sonra Balfour Deklarasyonu diye adlandırılacaktı. Dışişleri Bakanı Balfour, deklarasyonda, Majestelerinin hükümeti, Filistin de bir Yahudi Ulusal Yurdu’nun kurulmasını kabul etmekte ve orada bulunan diğer din ve milletlerden olan insanların medeni ve dini haklarına ve başka ülkelerdeki Yahudilerin haklarına zarar gelmeyecek şekilde, bu amaca ulaşılması için çaba gösterileceğini bildirmiş.110

Birinci Dünya Savaşı sonucunda bir daha böyle bir yıkımın yaşanmaması için Milletler Cemiyeti kurulmuştu. M.C.’nin savaştan sonra almış olduğu kararlardan birinde kazanan devletlerin almış oldukları toprakları Manda Yönetimi adı altında

108 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 23- 25. 109 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 245.

yönetebileceklerini ifade ediyordu. Bu amaçla toplanan Müttefikler Yüksek Konseyi 26 Nisan 1920 de San Remo’ da toplanmış ve Filistin mandasını İngiltere’ye vermişti.111

İngiltere, Filistin’de manda yönetiminin başına Siyonistlere yakınlığı ile bilinen Herbert Samuel’ i getirmişti. Temmuz 1920 de Samuel, Filistin’e gelerek görevine başlamıştı.112 Fakat bu seçim Arapları pek memnun etmemişti. Çünkü Herbert Samuel, Musevi hatta Siyonist’ti. Araplara göre bu bir provokasyondu.113

İngiltere, mandater devlet olarak 3 Haziran 1922 tarihinde Filistin politikasını açıklayan bir bildiriyi Dünya Siyonist Teşkilatı’na göndermiştir. Bu açıklamada Yahudilere, bir Yahudi Filistini kurma yetkisi verilmediğini, Yahudiler için Filistin’in sadece bir yurt tesisinin söz konusu olduğunu ve Yahudilerin Araplarla beraber yaşayacağını bildirmiştir. Ayrıca Filistin de yaşayan herkesin Filistin vatandaşı olduğu, Yahudilerin Filistin’e göçlerinin bu ülkenin ekonomik kapasitesine bağlı olarak gerçekleştirilebileceği açıklanıyordu.114

Milletler Cemiyeti Konseyi, Filistin’de İngiliz Manda Yönetimi’nin esaslarını 24 Temmuz 1922’de belirlemiştir. Konseyin aldığı kararda Balfour Deklarasyonu destekleniyor ve İngiliz hükümetinin 3 Haziran 1922 tarihli açıklamaya benzer kararlar kabul ediliyordu. Filistin’in sınırları ise İngiliz Hükümeti tarafından 16 Eylül 1992 tarihinde Millet Cemiyeti’ne sonulmuş ve konsey tarafından kabul edilmiştir. Akabe Körfezi’nde Akabe şehrinin 2 mil batısından başlayıp, Araba Vadisi ve Ölü Deniz’den

111 Arı, Ortadoğu, ss. 202- 203.

112 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 649. 113 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 341.

114 Armaoğlu, F. 1994; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948- 1988), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 36.

geçerek, Şeria nehrinin Yarmuk nehri ile birleştiği noktaya uzanan ve oradan Suriye sınırına varan çizgi sınır olarak kabul edilmişti.115

İngilizler, Filistin’de manda yönetimini oluşturmaya 1920 yazında başlamıştı. Fakat bu oluşuma Araplar hiçbir şekilde katılmamıştı. Yahudiler ise Filistin Yönetimine danışmanlık etmek için Yahudi Bürosu kurmuşlardı. Yönetimde Yahudilerin ağırlığı daha fazla hissediliyordu.116

İngilizler, İkinci Dünya Savaşından sonra Filistin’de manda yönetimini sürdürürken bölge politikasında önemli bir ikilem oluşmuştur. İngiltere, bir yandan Birinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere bir yurt kurmaları için söz vermişti, diğer taraftan petrol çıkarları ve bölgeye verdiği stratejik ilgi nedeniyle Araplara karşı bir politika izlemesini de engelliyordu. İkilemi çözmek için bir yol buldu ve Filistin’i ablukaya aldı ve her sene Filistin’e gelecek Yahudilere kota koydu. Fakat Yahudiler yasal olmayan yollardan bu bölgeye yerleşmeye devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere, Filistin’de manda yönetimine son vererek sorunu Birleşmiş Milletlere bırakmıştır.

3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye 3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin

İngiltere, Filistin’de yönetimini kurmaya çalışırken Yahudiler Araplar arasında çatılmalar sürmekte idi. Bu çatışmalarda Yahudiler Araplara göre daha derli toplu bir vaziyette çarpışıyorlardı. Yahudiler tek bir elden idare edilirken, Araplarda böyle bir lider

115 Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 37. 116 Arı, Ortadoğu, s. 203.

yoktu.117 Ayrıca Araplar kendi aralarında anlaşamadıkları için de İngiliz Manda Yönetimi’nde fazla etkiye sahip olamıyorlardı.

İngiliz Hükümeti, Filistin için çalışmalarını sürdürürken 1939 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanı Malcolm MacDonald tarafından bir kitap hazırlandı. “Beyaz Kitap” denilen bu çalışmada Filistin’e 10 yıl içinde bağımsızlık verilmesi, beş yıl içinde bölgeye 75 bin Yahudi’nin göç etmesine izin verilmesini ve Filistin topraklarını üçe bölen bir yapı öngörülmekte idi. A bölgesi Araplara ayrılmış ve Yahudilere toprak satışı yasaktı. B bölgesinde Araplara toprak satışı serbest iken Yahudilere belli şartlar getiriliyordu. C bölgesi ise Yahudilere toprak satısının serbest olduğu yerlerdi.118

Yahudiler ve Araplar, Mac Donald Beyaz Kitabını kabul edilebilir olmadığını belirtmişler ve sert tepki göstermişlerdi. Özellikle Yahudilerin sert muhalefetiyle karşılaşan İngiliz Hükümeti, Beyaz Kitabın hukuki bir niteliğin olmadığını açıklamak zorunda kalmıştır. Fakat daha sonra II. Dünya Savaşı’nın çıkması ve bölgedeki kargaşanın artması üzerine Şubat 1940 yılında İngiltere Yahudilerin tepkisine rağmen Mac Donald Beyaz Kitabı’nı yürürlüğe koymuştur.119

II. Dünya Savaşı’nın 1945 yılında son bulmasıyla Avrupa’da büyük bir yıkım yaşanmış, ABD ise nüfuzunu daha da artırma kararı alarak dünyada söz sahibi olmaya başlamıştı. Barışın tekrar tesisi için Birleşmiş Millerler kuruluyordu.

Filistin, II. Dünya Savaşı sonucunda hala İngiliz yönetimi altında idi. İngiltere, Filistin’de tam olarak barışı sağlayamamıştı. Savaştan yara alarak çıkan İngiltere, Filistin

117 Arı, Ortadoğu, s. 205.

118 Arı, Ortadoğu, s. 210- 211. 119 Arı, Ortadoğu, s. 212.

meselesini Şubat 1947 tarihinde Birleşmiş Milletlere getirmiştir. Bu konudaki ilk çalışma ise 2 Nisan 1947 BM Genel Kurulu’ndaki I. Özel oturumdur.120

BM, daha sonra 28 Nisan 1947’de 11 üyeden oluşan BM Filistin Özel Komitesi’nin kurulmasına karar vermiştir. BM, Komite’den Eylül 1947 tarihine kadar bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Komite hazırladığı raporda iki görüş ortaya çıkmıştır. Birinci görüş Çoğunluk Planı diye adlandırılan Filistin’in 3 bölgeye taksimini kararlaştırıyordu. Çoğunluk Planı, bir Filistin Arap Devleti, Yahudi Devleti ve Kudüs Bölgesi diye Filistin’i üçe ayırıyordu. Azınlık Planı ise Arap ve Yahudi devletlerinden oluşan bir Filistin Federal Devleti öngörüyordu.121

Filistin için asıl önemli karar BM’ in 29 Kasım 1947 tarihinde almış olduğu “Taksim Kararı” idi. Genel Kuruldaki oylamada Taksim Kararı 33 oya karşılık 13 ret, 10 çekimser oyla kabul edilmişti. BM üyesi olan Türkiye, oylamada Arap Devletleri’nin yanında yer olarak ret oyu vermiştir.122 Bu kararda Arap ülkeleriyle İslami bir dayanışmadan çok, Ankara’nın bölgeye yönelik endişeleriyle açıklanmıştır. Türkiye’nin İsrail’in kurulmasındaki endişesi ise bu devletin kurulmasına SSCB’nin destek olması ve SSCB’den bu bölgeye bir göçmen kitlesinin gelmesiydi.123

İngiltere, BM kararı üzerine 14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin’den çekilirken, aynı gün İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edilmekte idi. ABD, İsrail’i ilk tanıyan ülke olurken

120 Karaman, M.L. 1991; Uluslararası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık, , s. 40 121 Arı, Ortadoğu, ss. 218- 219.

122 Karaman, Filistin Sorunu, s.41

123 Özcan, G. 2001; “Türkiye-İsrail İlişkilerinin 50. Yılına Girerken”, Der. Sönmezoğlu, F. Türk Dış

daha sonra SSCB tanımıştır. Bir ay içinde de beşi doğu, dördü batı bloğu içinde dokuz devlet İsrail’i tanımıştır.124

İsrail Devleti’nin kurulmasında yalnız 8 saat gibi kısa bir süre sonra Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak, Filistin topraklarına girerek İsrail’e savaş açmışlardı. İlk Arap- İsrail savaşı böylece başlarken, günümüze kadar gelen Filistin Sorunu doğuyordu.125

3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri

BM’nin aldığı karar üzerine İsrail bağımsızlığını ilan etmiş ve kendini bir savaşın içinde bulmuştu. Türkiye, Taksim Planı’nda olduğu gibi tanıma hususunda Arap ülkelerinden de çekindiği için İsrail’i tanımamıştı. Fakat Türkiye, BM’ in Arap-İsrail Savaşı için Uzlaşma Komisyonu kurma kararını desteklemişti. Komisyon üyeleri ise ABD, Fransa ve Türkiye olmuştu. Ancak Türkiye komisyonda tarafsız bir politika sergilemiş ve soruna görüşmeler yoluyla bir çözüm bulunması gerektiğini savunmuştur.126

Türkiye tarafsızlık politikasını sürdürmeye devam ediyordu. Fakat Türkiye 1949 başlarında tutumunu değiştirmeye başlamıştı. O günün şartlarında Filistin’de kurulan İsrail’in tanımamanın imkânsız olacağı gazetelerde çıkmaya başlamıştı. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, 8 Şubat 1949’da yaptığı bir açıklamada “İsrail Devleti bir vakıadır. 30’dan fazla devlet tanımıştır. Arap temsilcileri de İsrail temsilcileriyle konuşmaktadır.

124 Bektaş, A. 1993; “Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri ve Filistin Sorununa Tarihsel Bir Bakış”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 274.

125 Bektaş, Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri.

126 Özcan, M. 2003; “Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye”, Haz. Turhan, H.İ. Filistin Çıkmazdan

Türkiye’ye gelince Uzlaşma Komisyonunda vazifemizi daha iyi görebilmek için bugünkü durumumuzu değiştirmemeyi daha faydalı buluyoruz” demekteydi.127

Türkiye’nin bu komisyonda yer alması Türkiye ile Araplar arasında ilk ayrılık noktası olmuştur. Komisyondaki görevleri nedeniyle Türkiye, İsrailli yetkililerle temasa geçmişti. Türkiye İsrail ilişkileri bu zeminde 28 Mart 1949 tarihinde başlıyordu. Türkiye böylece İsrail’i de facto olarak bu tarihte tanımış oluyordu.128

Türkiye İsrail ilişkileri resmi olarak iki ülke arasında maslahatgüzar seviyesinde temsilci göndererek 9 Mart 1950 tarihinde gerçekleşmiştir. Resmi tanımadan iki ay sonra ilişkiler elçilik düzeyine çıkmış ve ilk İsrail elçisi Seyfullah Ersin Tel Aviv’e atanmıştır.129 Türkiye’de bu tarihte tek parti hükümeti olan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda idi. Daha sonra Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş ve iktidara Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti geçmişti. Bu dönemde Türkiye, batıya açılmaya, ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu. Bunda doğudaki SSCB’nin toprak talepleri de etkili olmuştu. Bu amaçla Türkiye, batıya ve özellikle ABD’ye iyi görünmek için 1950’deki Kore Savaşı’na asker göndermişti. Bunun sonucunda ise Türkiye NATO ya 1952 yılında üye olmuştu.130 Türkiye, ABD ile ilişkilerini geliştirme noktasında İsrail’i tanımış ve Türkiye-İsrail arasında 4 Temmuz 1950 yılında ilk anlaşma imzalanmıştır. “Ticaret ve Ödeme Anlaşması” olarak bilinen bu anlaşma ile ekonomik ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır.131

Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde hep Arapları da düşünmüş ve her iki tarafı da olumsuz etkilemeyecek kararlar almaya çalışmıştır. Bir taraftan İsrail ile anlaşmalar

127 Duman, S. 1995; Filistin Sorunu ve Türkiye’nin İsrail Politikası (1947–1967), Ankara, Doktora Tezi, , s.164.

128 Dursunoğlu, A. 2000; Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, İstanbul: Anka Yayınları, s.31.

129 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 32.

130 Öztürk, R. 2004; Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye- İsrail İlişkilerinin Politikası, Ankara, Doktora Tezi, s. 108.

imzalanırken diğer taraftan Irak, İran ve Pakistan’ın yer aldığı Bağdat Paktı (1955) imzalanıyordu. Fakat bu anlaşmalar hem Arapları, hem de İsrail’i memnun etmemişti. Araplar, Türkiye’nin Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmini yaydığını düşünüyordu. İsrail ise Türkiye’nin Irak ve Pakistan ile yakınlaşmasına pekiyi bir gözle bakmıyordu. Türkiye İsrail ilişkileri bu dönemde düşük bir profilde seyrediyordu.132

1956 yılında Mısır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması ile İngiltere, Fransa ve İsrail bu ülkeye savaş açmıştır. 133 Bu güçlerin kanal bölgesini işgal etmeleri hem Ortadoğu’da hem de dünyada tansiyonu yükseltmiştir. Türkiye, batı yanlısı bir politika izlerken bu olayın gerçekleşmesi ile çok zor durumda kalmıştır. Türkiye krizin başında işgalci kuvvetlere tepki göstermiş ve yapılan işgali daha sonra kınamıştır. Bağdat Paktı’ndaki ülkelerin baskıları neticesinde Türkiye, İsrail Büyükelçisini geri çekmek durumunda kalmıştır.134

Ortadoğu’da bu dönemde Mısır SSCB’ye yaklaşmış, Irak’ta Batı yanlısı rejim bir darbeyle yıkılmıştı. Ürdün ve Lübnan da ise Batı yanlısı Arap rejimleri, Mısır ve Suriye gibi Nasırcı ve Sovyet yanlısı unsurları barındıran rejimlerin yoğun baskısı altında kalmıştır. Türkiye ise bu dönemde hem Araplardan hem de SSCB’den tehdit algılaması altında kaldığını hissederek İsrail ile yakınlaşmaya başlamıştı. 1958 yazında Türkiye İsrail ile bir ittifak girişiminde bulunmuştur. Bu girişim diplomatik, askeri ve istihbarat alanlarında işbirliğini içerdiği gibi ticari ve bilimsel bilgi değişimini de içine almaktaydı. Bu ittifak İsrail’in isteği üzerine İran’ı ve Etiyopya’yı da içine almaya çalışmıştır. İttifak