• Sonuç bulunamadı

Filistin sorunu özelinde Türkiye'nin 1990'lı yıllar ve sonrasındaki Ortadoğu politikası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Filistin sorunu özelinde Türkiye'nin 1990'lı yıllar ve sonrasındaki Ortadoğu politikası"

Copied!
119
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

FİLİSTİN SORUNU ÖZELİNDE TÜRKİYE’NİN 1990’LI YILLAR VE

SONRASINDAKİ ORTADOĞU POLİTİKASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

DOÇ. DR. ÖNDER KUTLU

HAZIRLAYAN ZEKERİYA ÇAKMAK

044229001012

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER i

KISALTMALAR v

GİRİŞ 1

I. BÖLÜM

ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ

1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler 4

1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları 4

2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları 6

2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası 6

2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri 12

2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri 14

2.1.2.1. Truman Doktrini 14

2.1.2.2. Eisenhower Doktrini 16

2.1.2.3. Nixon Doktrini 18

2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası 19

(4)

II. BÖLÜM

DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN

1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri 27

1.1. Yahudilik 27

1.2. Türk-Yahudi İlişkiler 28

1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri 29

1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi 32

2. Osmanlı Sonrası Filistin 35

3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye 38

3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin 38

3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri 41

3.3. Arap-İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Denge Politikası 44

III. BÖLÜM

1980’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’YA BAKIŞI

1. Arap-İsrail Yakınlaşması ve 1980’li Yıllardaki Gelişmeler 48

(5)

1.2. 1980 Sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 51

1.3. İntifada ve Filistin Devleti’nin Kurulması 54

2.Ortadoğu Su Sorununda Türkiye’nin Tutumu 55

2.1. Türkiye-Suriye-Irak Tezleri 55

2.2. Türkiye’nin Önerileri ve Projeleri 59

IV. BÖLÜM

1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

1. 1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 62

1.1. Körfez Krizi ve Türkiye’nin Politikası 62

1.2. Körfez Krizi Sonrası Dönem 66

1.3. Barış Görüşmeleri ve Oslo Süreci 71

1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler 75

2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası 78

2.1. Irak’ın İşgali ve Türkiye-ABD İlişkileri 82

2.2. Yeni Yüzyılda Filistin Sorunu ve Türkiye 86

(6)

3.1. BOP’ de Türkiye’nin Yeri 95

SONUÇ 99

(7)

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

AK Parti : Adalet ve Kalkınma Partisi

ASALA : Armenian Secret Army for the Liberation of Armenian (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu)

BAE : Birleşik Arap Emirlikleri

BM : Birleşmiş Milletler

BOP : Büyük Ortadoğu Projesi

CIA : Central Intelligence Agency- Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı

FKÖ : Filistin Kurtuluş Örgütü

GAP : Güneydoğu Anadolu Projesi

HAMAS : Harakat al-Muqawama al- Islamiyya (İslami Direniş Hareketi)

İKÖ : İslam Konferansı Örgütü

KDP : Kürdistan Demokrat Partisi

KYB : Kürdistan Yurtseverler Birliği

(8)

MGK : Milli Güvenlik Kurulu

MÖ : Milattan Önce

MS : Milattan Sonra

NATO : North Atlantic Treaty Organization- Kuzey Atlantik Anlaşma Örgütü

NSC : National Security Council- Ulusal Güvenlik Konseyi

OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries- Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü

PKK : Partiya Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi)

SALT : Strategic Arms Limitation Talks- Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri ( veya Antlaşması )

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

(9)

GİRİŞ

Ortadoğu, birçok kavim ve millete beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Üç büyük kıtanın yani Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesişme noktasında olması Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden biridir. Ayrıca Ortadoğu’nun verimli topraklara sahip olması da kavimler ve milletler için yaşam kaynağı olmuştur. Fırat ve Dicle’nin suladığı Mezopotamya ve Nil’ in can verdiği Mısır Ortadoğu’nun yaşam merkezleri olmuştu.

Soğuk Savaş sonrası yaşanan ilk on yılı kapsayan 1990–2000 yılları arası dönem, uluslararası ilişkilerde eski alışkanlıkların bir kenara itildiği, ileriye dönük planların zorlaştığı bir zaman dilimi olmuştur. Yeni dönemde bölgesel sorunlar, küresel nitelikteki sorunlara göre belirgin olarak ön plana çıktı. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez Savaşı uluslararası ilişkiler alanında bu yılların ilk önemli olayları olurken, Ortadoğu öne çıkan bölgelerin başında geldi. Ayrıca bu dönem Filistin-İsrail Barış görüşmelerinin başladığı ve somut adımların atılmaya çalışıldığı bir dönem olmuştur.

Soğuk Savaşın sona ermesi ile Dünyada iki kutuplu bir yapı ortadan kalmış ve Yeni Dünya Düzeni oluşturulma çalışmaları başlamıştı. Tabiî ki bu ortamda her ülke artık bloklar olmadığı için kendi çıkarlarını daha fazla gözetir hale getirmiştir. Soğuk Savaş yılları boyunca SSCB’ye karşı bir cephe ülkesi konumunda olan, dış politika önceliklerini Soğuk Savaş koşullarına göre belirleyen Türkiye, güvenlik ve dış politika anlayışını yeni döneme uyarlamak zorunda kaldı. Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da statükonun bozulması, bu coğrafyanın merkezinde bulunan Türkiye’yi kaçınılmaz olarak daha aktif bir politika izlemeye itti. Öte yandan SSCB’nin dağılmasının ardından, Türkiye için tehdit algılamaları, giderek kuzeyden güneye kaymaya başladı. İran’ın rejim ihracına yönelik çabaları ve PKK’ya verdiği destek, Suriye ile su sorunu ve yine PKK’ya sağlanan

(10)

yardımlar, Irak’ta Kuzey Irak sorunu, Türkiye’nin güvenliği ile ilgili tehdit algılamalarının bu bölgede yoğunlaşmasına neden oldu. Türkiye’de ayrıca Kürt sorunlarının, içeride en büyük tehdit olarak öne çıkması, iç ve dış sorunları bağlantılı ve daha karmaşık hale getirdi. Diğer yandan Türkiye, Ortadoğu komşuları Suriye, Irak ve İran ile önceki on yıllara nazaran daha hareketli bir döneme girdi. Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinde işbirliği alanlarından çok, problemlerin öne çıktığı bir dönem oldu. Buna karşın Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerine ters orantılı olarak, İsrail ile işbirliği alanlarının genişlediği gözlendi. Özellikle Suriye ile gerginliğin tırmanışa geçtiği bir dönemde, İsrail ile askeri ve ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalanarak, ilişkiler geliştirildi. Türkiye bu dönemde İsrail ile geliştirdiği politikalar özellikle Filistin-İsrail sorunu çerçevesinde inişli çıkışlı bir yapıya dönüştü. Türkiye hem Araplarla hem de ABD’nin destek olduğu İsrail ile denge politikası izlemeye çalışmıştır. Türkiye bu politikasında zorlanmıştır. Özellikle Filistin-İsrail çatışmalarında Türkiye’nin sıkıntılar yaşadığı bilinmektedir.

Çalışmanın ilk bölümünde Ortadoğu’nun stratejik öneminden bahsedildikten sonra büyük güçlerin bu bölgedeki süregelen politikaları ele alınacaktır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerin gelişen sanayileri, enerji ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Ortadoğu’nun petrol kaynakları bakımından zengin olması büyük güçlerin dikkatini bu bölgeye çekmiştir. Bu, ciddi bir çekişme ortamını beraberinde getirmiştir. Özellikle ABD ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra kurulan Rusya Federasyon’u bu bölgeye özel ilgi göstermiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve ekonomik, siyasi bir birlik kuran Avrupa Birliği de bu bölgede söz sahibi olmayı amaçlamaktadır. Bu güçlerin çekişmesi ise hem bölge ülkelerinin hem de Türkiye’nin dış politikasını etkilemektedir.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra başlayan ve günümüzde de stratejik işbirliği seviyesinde gelişen Türk-İsrail ilişkilerinin tarihsel seyri çerçevesinde Türkiye’nin

(11)

dış Ortadoğu dış politikası ikinci bölümde ele alınacaktır. Ayrıca İsrail Devleti’nin kurulması çalışmaları ve kurulduktan sonra ki gelişmeler ışığında Türkiye’nin Ortadoğu politikasında nasıl bir yol izlendiği konusu ele alınarak bu sorunun Türk dış politikasındaki yeri anlatılacaktır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde Arap-İsrail yakınlaşması ve İran-Irak Savaşı dönemlerinde Ortadoğu’daki durum ele alınacaktır. Bu dönemde Turgut Özal’ın Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda Türk dış politikasının Ortadoğu’daki aktif konumu ele alınacaktır. Ayrıca bölgede bir Filistin Devleti kurulmasına giden süreçte Filistin İntifadası ile Ortadoğu su sorunu işlenecektir.

Çalışmanın son bölümünde ise; uluslararası politikayı derinden etkileyen olayların yaşandığı 1990’lı yıllardaki gelişmeler ele alınacaktır. Bu dönemde Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Savaşı sürecinde Türkiye’nin aktif politikası ve bu politika sonucunda Türkiye’nin 90’lı yıllardaki güvenlik endişelerine yer verilecektir. Bu dönemde Suriye ile ilişkiler ve Kuzey Irak’taki gelişmeler ele alınacaktır. Ayrıca bu dönemde Filistin-İsrail Barış Görüşmeleri’nin başladığı Oslo Süreci’nin Türk dış politikasında Ortadoğu’ya yönelik yansımaları ve bu sürece katkıları ele alınacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin İsrail’e yakınlaşması ile özellikle Araplardan gelen tepkiler neticesinde Türkiye’nin tutumu işlenecektir.11 Eylül 2001’den sonra geleceğin yeniden şekillendiği bu dönemde Irak’ın işgali ve Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin Türk dış politikasındaki etkileri gözlemlenecektir. 11 Eylül’den sonra ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikaları çerçevesinde bölgeye getirilmeye çalışılan demokrasi, insan hakları gibi kavramların Türkiye’nin Ortadoğu politikasında nasıl bir etki oluşturduğu incelenecektir. Ayrıca BOP çerçevesinde Türkiye’de yaşanan tartışmalar ve Türkiye’nin bu politikadaki yeri tartışılarak çalışma sonlandırılacaktır.

(12)

I. BÖLÜM

ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ

1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler

1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları

Ortadoğu kavramı yakın çağda ortaya çıkmasına pek çok farklı kapsamlarda kullanılmıştır. Bu yüzden Ortadoğu teriminin açıklanması güçtür. Farklı kaynaklarda ilk olarak 17. yüzyıl1 veya 20. yüzyılda İngilizler2 tarafından kullanılmaya başlandığı ifade edilse de yazılı olarak ilk kez Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından kullanılmıştır. Mahan, 1902 yılında yayınlanan National Review’de Basra Körfezi’ni anlatırken ele aldığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasında kalan bölgeyi açıklamak için Ortadoğu kavramını kullanmıştır.3 Daha sonra bu terimi yazılarında kullanan The Times yazarı Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin önemini vurgulamak için “Ortadoğu Problemleri” başlıklı yazılar ele almıştır. Bu yazılarında bölgeye Almanların demiryolları ile müdahale ederek İngilizlerin çıkarlarını kötü yönde etkileyebileceklerini anlatmıştır.4

Ortadoğu’nun neresi olduğu, sınırlarının nereden geçtiği ve hudutlarının tartışmalı olması bu kavramın tanımlanmasını güçleştirmektedir. Avrupa merkezciliğini anlayışının bir sonucudur bu. Ortadoğu teriminin bu şekilde kullanılmasında Avrupalı ve Amerikalı

1 Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tusiad, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21– 07–2006)

2 Çevik H. 2005; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s. 13. Turan Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans, s. 15.

3 Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”, Stradigma,

http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007). Davutoğlu A, 2004;Türkiye’nin Uluslararası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları, s. 130. 4 Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007)

(13)

yazar ve düşünürlerin etkisi de görülmektedir. İngilizler, bu kavramı “Ortadoğu” (Middle East) olarak kullanırken Amerikalılar daha çok “Yakındoğu” (Near East) şeklinde kullanmışlardır.5 Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da ve bu kuruluşların yayınlarında Amerikan etkisi görülmüş ve daha çok “Yakındoğu” veya “Batı Asya” terimleri kullanmışlardır.6

Ortadoğu terimi fiziki coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle farklı bakış açıları için geçerli bir kriterler bütününün içermemektedir.7 Bu yüzden Ortadoğu kavramının farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Örneğin ABD eski Dışişleri Bakanlarından J. Foster Dulles Ortadoğu’yu Libya, Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında kalan bölge olarak tanımlamıştır.8 Fransız siyasi görüşü ise Ortadoğu’yu Türkiye-Arap yarımadası ve İran ile sınırlı tutmuş, Kuzey Afrika’yı bu tanım içine almamıştır.9

Bölgenin sınırları bu kadar farklı yorumlar içermesine rağmen bazı ortak özellikleri barındırmaktadır Ortadoğu denince dinsel anlamda Müslümanların etnik anlamda Türk, Arap ve Farsların yer aldığı bir bölge akla gelmektedir. Bundan başka dini bazda Yahudilik ve Hıristiyanlığın, etnik olarak Kürtlerin ve Yahudilerin bölge içinde etkin rolleri bulunmaktadır.10

Ortadoğu, kara altın11, yani petrol bakımından dünya rezervlerinin yaklaşık %68’ini bulundurması ile dünya siyasetinde önemini artırmaktadır. Ayrıca doğal gaz olarak da

5 Çevik, Ortadoğu, s. 14.

6 Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html 7 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 129.

8 Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine Değerlendirmeler ”,

Avrasya Dosyası, V, s. 10.

9 Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev. Hamdi Türe, İstanbul: Alan Yayıncılık, s. 40.

10Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 25. 11 Turan, Ortadoğu, s. 17.

(14)

zengin olan bölge dünya rezervinin % 40’ını barındırmaktadır. 12 Petrolün günümüz ekonomisinde bir enerji kaynağı olması ve dünyanın birçok yerinde bulunmaması nedeniyle değerini bir kat daha artırmaktadır. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan birçok ülke enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu enerji ihtiyacı şu an için daha çok petrolden sağlanmasından dolayı hem petrol hem de Ortadoğu dünya siyasetinde önemli bir yer edinmektedir. Sanayileşmiş ülkelerden Japonya petrol tüketiminin 2/3’ünü Batı Avrupa 1/3’ünü ve Amerika ise 1/10’unu Ortadoğu’dan ithal ettiği düşünüldüğünde dünya ekonomisi için petrolün ne kadar değerli olduğu ortaya çıkmaktadır.13

Ortadoğu, coğrafi olarak üç kıtanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişme noktasını oluşturmaktadır. Tarihin başladığından ulus devletlerin oluşumuna kadar birçok kez el değiştirmiştir. Sümerler, Asurlular, Babil Krallığı ve daha sonra bu bölgeye dışarıdan gelen Büyük İskender, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlerin eline geçmiştir. Bu süreç ulus devletlerin kurulması ile bitse de; bu bölgede kurulan devletler arasındaki mücadelelerle savaşlar günümüze kadar gelmiştir.

2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları 2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası

1492 tarihinde Amerika’nın keşfine kadar o günün insanları yalnız Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarını bilmekte idiler. Dünya sahnesinde ise yalnız bu kıtalardaki insanlar yer almaktaydı. Milattan önce ve sonra Roma İmparatorluğu bu üç kıtada da hüküm sürmüştü. M.Ö. Asya’da Çin Hanedanlıkları ve Hun İmparatorluğu vardı. Daha sonra Moğollar ve Osmanlılar tarih sahnesine çıkmıştı.

12 Arı, Ortadoğu, s. 27.

(15)

ABD’nin dış siyaseti başlangıçta daha çok izolasyon felsefesine dayanmakta idi. Bu sayede dış güçlerle ittifak yapmaya gereksinim duymamaktaydılar. Bunun sebebi ise ona karadan yani Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarından uzakta olmasıydı. Ayrıca Amerika kıtasında da kendi gücüne denk devletlerin olmaması ve bu devletlerle derin ihtilafların bulunmamasında bu politikada etkili olmuştur.14 Bununla birlikte 1823 yılında yayınlanan Monroe Doktrini’nde 15 bu izolasyonun ve Avrupa iç işlerine karışmamanın devamı niteliğinde ortaya çıkmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası bir güç olarak dünya politikasında yer bulmasından sonra bazı temel stratejik ilkeler benimsemiştir. Bunlar; 16

- Savaşların mümkün olduğunca Amerika kıtasından uzak tutulması

- Afroavrasya politikasında etkin olmak ve bunun için stratejik ve diplomatik kaynakların kullanılması

- Amerika kıtasından uzak yerlerde çıkan ve ABD için risk unsuru taşıyan bölgelere ulaşım için iyi bir deniz gücünün sürekli devrede olması.

Bu ilkelerden de anlaşılacağı üzere ABD artık Monroe Doktrini’ni terk etmiş ve yeni bir vizyon ile küresel güç olmak için adımlar atmıştır. Tabii ki bunda ünlü jeostratejist ve deniz jeopolitikçisi olan Amiral Mahan’ın ABD Başkanı Roosevelt’e yaptığı telkinleri ve günün siyasi şartları da önemli birer etken olmuştur.17

14 Çelik, Ortadoğu, s. 93.

15 ABD Başkanı James Monroe’nun yalnızcılık anlayışına dayalı ABD dış politika stratejisi. Bkz. Sönmezoğlu, F. 2000; Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları, ss. 522–523. 16 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 341.

(16)

ABD’nin Ortadoğu ile ilgilenmesinde 1920’li yıllarda bölgede petrolün varlığının bulunması18 ve 1930’lu yıllarda ABD şirketlerinin bölge ülkeleri ile başta petrol olmak üzere ticari ilişkilere girmesi ile başladığını söylemek mümkündür.19 İki dünya savaşı arası dönemde Ortadoğu’da daha etkili olan ülkeler İngiltere ve Fransa idi. 20 Özellikle ABD’nin daha dışa açılımı tam olarak gerçekleştirmediği yıllarda bu iki ülke Ortadoğu’yu neredeyse parsel parsel paylaşmışlardı. 1920 yılında gerçekleşen San Remo Konferansı’nda İngiltere ve Fransa Ortadoğu’ya manda rejimini21 getirerek; bölgedeki yerli halkı kendi atadıkları üst yetkilerle yönetmeye başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Fransa’ya düşerken; Irak, Ürdün ve Filistin İngiltere’ye kalan toprak parçaları olmuştu.22

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasi konjonktürü değişmişti. Zayıflayarak çıkan ülkeler başta Almanya, Japonya olmak üzere İngiltere ve Fransa olmuştu. Savaşın akabinde dünya siyaset sahnesine iki güç çıkmıştı; ABD ve Sovyet Rusya. Amerika, İngiltere ve Fransa’dan devraldığı batı liderliğini sürdürürken; Sovyet Rusya, Rus Devrimini yaymayı amaçlamaktaydı. ABD, Ortadoğu’da İngiltere’den ve Fransa’dan boşalan bölgeye ilgisini artırmaya başlamıştır. Bölgede savaştan sonra daha rahat ticari bağlar kurmuştu. Özellikle petrol konusunda bölge ülkeleri ile sıkı ilişkiler geliştirilmişti. ABD, Suudi Arabistan ve Bahreyn’de petrol ayrıcalığı % 100’ü, Kuveyt’te % 50’si, Irak’ta % 23.75’i ve İran’da 1955’ten sonra% 40’a varan imtiyazlar elde etmişti.23

ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra soyunduğu dünya liderliğinde Ortadoğu ayağı önemli bir yere sahipti. Çünkü dünya petrollerinin 2/3 ü bu bölgede bulunmakta idi.

18 Arı T. 2004; Irak, İran ve ABD Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 182. 19 Arı T. 1999; 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 56.

20 Çevik, Ortadoğu, s. 93.

21 I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bu sistem, savaştan yenik çıkan devletlerin sömürgelerinin Müttefikler’in denetimine girmesi, onların sömürgeleri olması anlamı taşımıştır. Bkz. Sönmezoğlu,

Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, ss. 501–502.

22 Armaoğlu F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi, ss. 198–204. 23 Arı, Basra Körfezinde, s. 60.

(17)

Dünya ekonomisi hızla sanayileşmeye doğru kayarken petrol tüketimi de buna paralel olarak artmakta idi. Avrupa ve Asya’da petrol tüketimi ABD’ye nazaran daha fazlaydı. Petrol tüketimi Almanya’da %32’i, İngiltere’de %45, Fransa’da %86 ve Japonya’da %76 idi. ABD’de ise %20–30 oranında bir petrol tüketimi vardı.24 Çin’in de geleneksel politikasını terk ederek sanayileşmeye ve dünya piyasalarına açılması petrol tüketimini daha da artırmıştır. 1993 yılında Çin’in petrol ithalatı %20 idi. Bunun %65’ini Ortadoğu’daki ülkelerden sağlamaktaydı. Fakat günümüzde Çin’in petrol ihtiyacının %40’ını ithal ettiği tahmin edilmektedir.25 Çin’in petrol rezervlerinin 14 yıl içinde tükeneceği ve petrol ithalatının hızla artarak 2020’de %50, 2030’da ise %80’e ulaşacağı varsayılmaktadır.26 Sanayi devriminden sonra dünya ekonomisi sanayileşmeye doğru hızla kayarken tüketilen ana ham madde petrol ve petrol ürünleri olmuştur. Tabiî ki dünya devletlerinin çoğu bu ilerlemeyi şu anda bile tam olarak sağlayamamıştır. Fakat gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke sanayide kullanılan enerjinin kaynağı olarak petrol ve petrol ürünlerini kullanmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru bu tüketim hızla artmıştır. Bu tüketimde Batı Avrupa ülkeleri ile Çin ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkeleri başat konumdadır. ABD, 1989 yılında petrol ihtiyacını %58’ini iç üretimden karşılıyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde ise bu oran %48’e kadar düşmüştür. Avrupalı ve Uzak Doğulu ülkelere nazaran ABD, petrol ihtiyacının %25–30’luk kısmını Ortadoğu’dan karşılamaktadır. Kalan ihtiyacını ise Kanada, Venezüella ve Meksika’dan tedarik etmektedir.27

24 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189. 25 Otuzbiroğlu, Serim.

http://www.irarec.org/modules.php?op=modload&name=Sections&file=index&req=printpage&artid=50

(08–05–2007)

26 Özekmekçi, İnanç M. http://www.dispolitikaforumu.com/cin.pdf (08–05–2007) 27 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 190.

(18)

Petrolün dünya ekonomisindeki önemi özellikle 1973 yılındaki petrol krizinde28 anlaşılmıştır. 1973 yılındaki petrol ambargosunda ham petrolün bir varili 1,7 dolardan 11,6 dolara yükselmiştir. Daha sonra Irak-İran savaşında ve Körfez krizinde petrolün fiyatı 31 dolara çıkmıştır. 2003 yılında Irak’ın işgalinde ise petrol fiyatları 38 dolara kadar çıkmıştır.29 Bu gelişmeler ışığında Ortadoğu’daki herhangi bir savaş, çatışma veya dünya piyasalarını etkileyebilecek olumsuz bir gelişme ülke ekonomilerini de kötü yönde etkilemektedir. 1973’deki petrol krizinde Batı Avrupa’da ve Japonya’da bir paniğe sebep olmuştur.30

Petrol ihraç eden ülkeler petrolden kazandıkları paraların önemli bir kısmını da güvenlikleri için harcamaktadır. Çünkü Ortadoğu I. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar hep savaşların, çatışmaların merkezi olmuştur. Özellikle İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Arap-İsrail savaşları ve yer yer çatışmaları günümüzde de devam etmektedir. Bölge ülkelerinin 1963’ten sonra hızla artan askeri harcamaları (1985 değeri ile) 4 milyar dolardı. Bu rakam daha sonra 1983’te 68 milyar dolara, 1992 yılında ise 150 milyar dolara ulaşmıştır.31 Bu pastadan büyük payı ise ABD almaktadır. 1973–78 yılları arasında ABD, bölgeye satılan silahların %51’ini sağlamaktaydı.32 Günümüzde ise bu rakam %60’a ulaşmıştır. Ortadoğu, dünyada %38’lik payla silah alımında ilk sırada yer almaktadır. Bu oranın %23’ünü Suudi Arabistan harcamaktadır. Suudi Arabistan yılda yaklaşık 10 milyar dolar silah harcaması gerçekleştirmektedir.33

Petrolün düzenli sevkıyatının sağlanamaması demek başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin ekonomileri, silah satışlarını ve sevkıyatını olumsuz etkileyecektir. Böyle

28 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 715–716. 29 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189.

30 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 726.

31 Yıldız, Yavuz G. 1993; “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Der. Şen S. Su Sorunu, Türkiye ve

Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, s. 152.

32 Yıldız, “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, s. 155. 33 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 192.

(19)

muazzam miktarların döndüğü bir durumda ABD, Ortadoğu’dan petrolün düzenli bir şekilde sevkıyatının sağlanmasını isterken bölgedeki çatışmalara göz yummaktadır.

Dünya, yaşadığı ikinci büyük savaştan çıkarken politik olarak da yeni oluşumlarla karşı karşıya kalmıştı. Batıda ABD, liberal ve serbest piyasa ekonomisi ile dünya sahnesindeki yerini alırken; doğuda Sovyet Rusya komünizm yapılanması ile ortaya çıkmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan gücünü önemli oranda kaybederek çıkan İngiltere, dünya liderliğine soyunun ABD’yi uyararak SSCB’nin stratejik yayılma tehlikesi için önlem alması gerektiğini belirtmekteydi.34

II. Dünya Savaşı’nda güçlü bir devlet olarak çıkan Sovyetler Birliği için de Ortadoğu önemli bir bölgeydi. Hem petrolün varlığı hem de kendine yakın bir bölge olarak güvenlik endişeleri Sovyet Rusya’nın bu bölge ile ilgili stratejiler geliştirmesi gerektiğine itiyordu. Sovyetler Birliği bu doğrultuda II. Dünya Savaşından sonra bir güvenlik kuşağı oluşturmak amacıyla kendine komşu olan ülkelere doğrudan veya dolaylı olarak baskı uygulamıştır.35 Böylece hem kendi güvenliğini sağlarken hem de bölgede etkili ve nüfuzlu bir güç olduğunu göstermiştir. Sovyet Rusya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra İran üzerinden Ortadoğu petrollerine, Basra Körfezi’nden Hint Okyanusu’na, Karadeniz ve Boğazlar yoluyla Ege ve Akdeniz’e yayılma girişimlerine başlamıştır.36

Amerika, Ortadoğu’yu dış tehlikelerden korumanın yanında bölge içindeki güç odaklarından olumsuz etkilenmemesini istiyordu. Bölge dini olarak Müslümanların çoğunlukta olduğu bir bölgeydi. Fakat burada radikalizmi savunan gruplarda vardı. Bölgenin bunlardan etkilenmesi ise ABD ve Batı çıkarları için tehlikeli olabilirdi. Örneğin İran’da İslam Devrimi gerçekleştikten sonra İran rejim ihraç etmek için diğer bölge

34 Gerçeksever A. 2005; Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, s.24. 35 Arı, Irak, İran ve ABD.

(20)

ülkelerindeki Şiileri etkilemeye çalışıyordu. İran Devriminden ABD hem Rusya ile hem de İran ile bölgede sorunlar yaşamaya başlamıştı. Amerikan yönetimi bu tür girişimlere karşı askeri müdahale de olmak üzere bazı yaptırımlar uygulayabileceğini belirtmekteydi. 1991’de Başkan Bush, Suudi Arabistan’ın İran olmayacağını, bu ülkenin istikrarıyla yakından ilgilendiklerini dile getirmekteydi.37

2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri

İsrail’in kurulma süreci birçok sıkıntıyı da beraberinde getirmiştir. Daha önce Osmanlı toprağı olan Filistin’de az sayıda Yahudi yaşamaktaydı. Fakat Osmanlı’nın yıkılıp bölgenin İngilizler tarafından işgali ile bu topraklarda Yahudi nüfusu da artmıştır. Yahudiler daha önceleri dünyanın değişik coğrafyalarında yaşamaktaydılar. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Rusya ve ABD’de çok sayıda Yahudi bulunduğu bilinmektedir. Filistin bölgesinin İngilizlerin kontrolüne geçmesi ile bu bölgelerdeki Yahudiler planlı bir şekilde bölgeden toprak satın alınarak yerleştirilmeye başlanmıştır. Siyon Hareketi olarak da bilinen bu oluşum Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması çalışmalar yapmaktaydı. Yahudiler daha çok İngilizlerle ilişkide olsalar da ABD desteği 1920’li yıllara kadar uzanmaktadır. ABD 21 Eylül 1922 tarihinde aldığı bir kararla Balfour Deklarasyonu’na38 destek olmuştur. Hatta İngilizlerle yaptığı bir anlaşma gereği Balfour Deklarasyonu’nun uygulanmasına müdahale hakkına sahip olmuştur. Tabiî ki bu desteğin ardında ABD de yaşayan Yahudi lobisinin de ABD Kongresinde etkili olduğu söylenmektedir.39

ABD daha sonraki dönemlerde de desteğini Yahudilerden eksik etmemiştir. Özellikle Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını amaçlayan Taksim Planı’nda diğer

37 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 193.

38 Altınoğlu G. 2005; Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul: Pozitif Yayınları, ss. 303–304. 39 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 198–199.

(21)

ülkelerinde İsrail lehine oy kullanması için baskı yapmıştır. İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılında ABD bu devleti tanıyan ilk ülke olmuştur.40

Yahudi lobisinin, Amerikan Kongresi’nde etkili olduğu, ABD-İsrail yakınlaşmasını etkileyen başka sebepler de bulunmaktadır. Bunlara kısaca değinecek olursak;

- İlk olarak Amerikalılar ile Araplar arasındaki inanç farklılığı. Yahudilik de Amerikalılar ile farklı ama Yahudi inancı yüzyıllar boyunca Batı inanç sisteminde yer edinmişti.

- İkinci sebep ABD ile İsrail kültürlerinin Avrupa değer sistemini benimsemeleri. - Üçüncü neden İsrail’in ABD gibi demokrasiyle yönetilmesi, Arap devletlerinde

daha çok monarşinin hâkim olması.

- Dördüncü neden Arap ülkelerinde Amerikan karşıtlığını benimseyen aşırı uç insanların varlığı. İsrail ise ABD ile müttefiktir.

- Son neden ise Arapların hem petrol silahını kullanarak hem de terörist faaliyetlerde bulunarak ABD’yi tehdit etmesi ve Yahudilerin eskiden beri mağdur edilmesi olarak sıralayabiliriz41

ABD, İsrail Devletine desteğini II. Dünya Savaş’ından sonra bu devletin kurulması ile hem parasal hem de siyasal destek olarak sürdürmüştür. 1973 Ekim Savaşı’ndan sonra Amerika, diğer devletlere yaptığından çok daha fazlasını İsrail’e yardım yapmıştır. ABD, İsrail’e Ekim Savaşı’nda ayrıca 2,2 milyar dolar askeri yardım yapmıştır. Bunun üzerine OPEC ülkeleri petrol ambargosu kararı almış ve petrol fiyatları hızla artarak birçok ülke ekonomisine darbe vurmuştur.42 II. Dünya Savaşı’ndan sonra 140 milyar doları aşan bir yardımda bulunmuştur. ABD her yıl yaklaşık 3 milyar dolar, yani ABD dış yardımlar

40 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 199–200. 41 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 216–217.

(22)

bütçesinin 1/5’ini İsrail’e yardım olarak vermektedir. Ayrıca ABD her bir İsrailli için yıllık 500 dolar değerinde yardımda bulunmaktadır.43 ABD’nin İsrail’e sağladığı fonlar kişi başına 5500 doları bulurken, Filistin yönetimine sağlanan fonlar ise kişi başına 41 dolar gibi çok az bir miktardır.44

Amerikan Kongresi, dış yardımları İsrail’e peşin öderken, diğer devletlere dört taksit halinde veya belli bir şarta bağlamaktaydı.45 2003’te Irak’a müdahaleden sonra Amerikan Kongresi, Türkiye’ye yapacağı 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolarlık kredinin kullanılmasını Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmemesi ve insani yardımda tam işbirliği koşuluna bağlamaktaydı.46

ABD’nin Ortadoğu politikasını kısaca üç temel unsur şekillendirmektedir: Birincisi, bölgede petrol üretimini ve sanayileşmiş ülkelere sevkıyatının kesilmeden nakledilmesinin sağlanarak Amerikan çıkarlarının korunmasını sağlamak. İkinci unsur bölgede rakip güçlerin ortaya çıkmasını ve dışardan gelebilecek güç odaklarına karşı bölgenin korunması. Üçüncü faktör ise İsrail Devletinin korunması ve yaşamasının sağlanmasıdır. Böylece hem Araplar hem de dış güçlerin etkilerini kontrol altında tutabilmektir.47

2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri 2.1.2.1. Truman Doktrini

II. Dünya Savaşı, dünya siyasetinde birçok olguyu değiştirmişti. Dünya sahnesindeki güç odakları Avrupa’dan değildi artık: Biri Asya’da diğeri Amerika da idi.

43http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007) 44 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 206.

45http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007)

46http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=71942&tarih=13/04/2003 (11–05–2007)

47Sinkaya, B. http://www.riskcenter.com.tr/risknews/ic.asp?menu=1&sayi=277&kat=6 (22-07-2006). Arı,

(23)

Avrupa büyük bir yıkım yaşamış ve kendi sıkıntıları ile boğuşuyordu. Ortadoğu’da ise İngiltere ve Fransa’nın terk ettiği siyasi güç boşluğu vardı.

Dünya siyasetindeki yeni güç odaklarından olan Sovyet Rusya, tarihten gelen sıcak denizlere inme politikası çerçevesinde İran’da varlığını sürdürmeye çalışırken diğer taraftan Türkiye ve Yunanistan’da baskı kurmaya başlamıştı. Türkiye’den Doğu Anadolu’dan toprak isterken, Boğazlardan üs talep ediyordu. Yunanistan iç savaşında Komünistlere destek vermekteydi.48 Sovyetler Birliği böylece hem Ortadoğu’da hem de Doğu Avrupa’da yeniden söz sahibi olmak istiyordu.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Monroe’nin aldığı kararla Avrupa iç işlerine karışmama ve izolasyon politikası I. Dünya Savaşı’nda terk edilse de karar uygulamaya devam etmiştir. Fakat bu politikadan Başkan Franklin Roosevelt döneminde çıkılmaya başlanmıştır. Başkan Roosevelt, 5 Ocak 1937’de saldırgan milletlerin karantinaya alınmasını teklif etmiş ve “Uluslararası dengesizlik ve anarşiden kaçış yok, ABD bunları görmezlikten gelemez” diyerek dünya siyasetinde ABD’nin yavaş yavaş yer alması için adımlar atılmıştır.49 ABD’nin Monroe Doktrini çerçevesinde aldığı izolasyon kararını II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen terk ettiğini görmekteyiz. Özellikle Sovyet Rusya’nın Ortadoğu’ya ve sıcak denizlere inme çabaları karşısında ve İngiltere’nin bölgenin Batı çıkarları doğrultusunda korunması için ABD’ye verdiği notalar50 çerçevesinde izolasyon politikasının uygulanmayacağı ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu’da artan Sovyet Rusya baskısı karşısında Başkan Truman, 12 Mart 1947 tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada özgür insanların kendi ulusal bütünlüklerini saldırgan hareketlere karşı korumalarına yardım etmekte isteksiz davranıldığı takdirde

48 Arı Irak, İran ve ABD, s. 218. 49 Çevik, Ortadoğu, ss. 105–106. 50 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 218.

(24)

totaliter rejimlerin kendilerini zorla empoze edeceklerini belirtiyor ve ABD’nin politikasının özgür insanların iç ve dış baskılara karşı desteklenmesi doğrultusunda olması gerektiği ifade etmiş ve bu baskılarda karşı karşıya kalan ülkelere ekonomik ve mali yardım yapılmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.51 Başkan Truman, bu çerçevede Kongre’den Yunanistan ve Türkiye’nin Sovyet baskısından korumak için yardım programının onaylanmasını istemiştir. Kongre, sonradan 400 milyon dolarlık yardımı Yunanistan ve Türkiye için onaylamıştır.52 22 Mayıs 1947’de Kongre’nin onayladığı yardımların 300 milyon doları Yunanistan’a, 100 milyon doları ise Türkiye’ye yapılması kararlaştırılmıştı. Truman Doktrini, esas itibariyle mali yardım içerse de, özelde ABD’nin izolasyon politikasının terk edildiğini ve kendi kıtasının dışında başka yerlere yardım yapılması ile ABD dış politikasının köklü bir değişime uğradığını göstermektedir.53

ABD, Sovyetler Birliğini çevreleme politikası gereğince kuzey kuşak ülkelerine yani Yunanistan ve Türkiye’ye mali yardımlarda bulunurken Arap devletleriyle de anlaşmalar yapıyordu. Bu doğrultuda 1947’de Suudi Arabistan’da bir üs kurma ve 1949’da Bahreyn’de liman kolaylığını sağlayan anlaşmalar yapmıştır.54

2.1.2.2. Eisenhower Doktrini

1950’lerin ilk yarısında Arap milliyetçiliği gelişmeye başlamıştı. Mısır’da Arap milliyetçiliğini ve toplumsal reformculuğu savunan Nasır, yönetimi eline geçirmiştir. Bunun üzerine Batılı ülkeler Mısır’a ekonomik yardımı kesmişti: Nasır, bu olaylardan dolayı 26 Temmuz 1956 tarihinde Süveyş Kanalı Şirketi’ni millileştirdiğini açıklamıştır. Nasır’ın bu hareketine ilk sert tepkileri İngiltere, Fransa ve İsrail vermiştir. Çünkü

51 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219.

52 Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University Pres, s. 57. 53 Çevik, Ortadoğu, s. 106–107. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 442.

(25)

Avrupa’ya Ortadoğu’dan giden petrollerin %75’i bu bölgeden geçiyordu. 31 Ekim’de İngiltere ve Fransa kanal bölgesini işgal etmiştir.55

Süveyş Krizi’nde Ortadoğu’da Sovyet etkisi artmıştır. SSCB’nin kriz sırasında Mısır’a tam destek vermesi Araplar üzerindeki prestijini arttırmıştır. Batı ülkeler ve ABD, Ortadoğu’da krizden sonra biraz güç kaybetmiştir. Bu boşluğu ise Sovyetler doldurmaya çalışmıştır. Bu ters etkiyi gören Başkan Eisenhower, Kongre’den kendisine şu yetkilerin verilmesini istemiştir;56

- Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Ortadoğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.

- Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak

- Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, “milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bu ülkelerden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında” Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması

Eisenhower, bu doğrultuda Kongre’den üç yıl süre ile her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemiştir. Kongre, 9 Mart 1957’de bu kararı oy çokluğu ile Senato’da 19 ret oya karşılık 72 oyla, Temsilciler Meclisi’nde ise 60 oya karşılık 350 oyla kabul edilmiştir.57

Eisenhower Doktrini, iki hususta Ortadoğu için önemli idi. İlki Amerika, Ortadoğu’daki etki alanını biraz daha geliştirmiştir. İkinci olarak ABD bu doktrin ile İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki bıraktıkları boşluğu bizzat kendisi doldurmak üzere

55 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 222–223.

56 Arı, Irak, İran ve ABD, 224. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 501–503. 57 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 224–225.

(26)

harekete geçiyor ve Sovyetler Birliği’nin karşısına çıkıyordu. ABD ile Sovyet Rusya Ortadoğu’da ilk defa karşı karşıya gelmeye başlamıştır.58

Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu ikiye bölünmüştür. Başta Lübnan olmak üzere Pakistan, Irak, Türkiye, Yunanistan ve İsrail bu doktrini kabul etmişlerdir. Karşı çıkanlar ise Mısır ve Suriye oluştu. Daha sonra bu ikiliye Suudi Arabistan ve Ürdün’de eklenmiştir. Fakat birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, bu doktrini iyi ve müspet bulduğunu ifade etmiştir.59

2.1.2.3. Nixon Doktrini

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki 20 yılda Amerika, dağılmış dünyanın parçalarını bir araya getirip, yeni bir uluslararası düzen kurmak için dünya liderliğine soyunmuştu. Avrupa’da ve Ortadoğu’da işler iyi gidiyordu. Fakat Asya’da komünizm gelişiyordu. Çin, komünist rejimi seçmişti. Bu yüzden zaten Kore Savaşı baş göstermişti. Daha sonra ise Fransa egemenliğinde olan Hindi çini yani Vietnam’da da yerel halk ayaklanmıştı. Yerel halkı ise komünistler destekliyordu. Fransa’ya ise ABD, askeri teçhizat yardımı yapıyordu. ABD’de ise bu savaşa girip girmeme tartışmaları yapılırken daha sonra atılan “Domino Teorisi” neticesinde Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) bu belgeyi resmileştirmiştir. Teoriye göre “bir tek Güneydoğu Asya ülkesinin kaybının bile geri kalanların da kolayca komünizme teslim olmasına neden olacağını varsaymakta idi. Bunun üzerine ABD, Vietnam bataklığına girmişti.60

Nixon’ın politikası çerçevesinde Ortadoğu’da “İki Ayaklı” bir politika izlenmiştir. Buna göre ABD’ye yakın olan İran ile Suudi Arabistan’a silah transferleri arttırılmıştır.

58 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 503. 59 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih.

60Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ss. 599–618.

(27)

Ortadoğu, ABD’nin kontrolünde bu iki devlet tarafından korunacaktı.61 Bu bağlamda İran, Körfez’in deniz ulaşımının güvenliğini ve sorumluluğunu üstlenirken Suudi Arabistan da Körfez monarşilerinin koruyuculuğunu üstlenmiştir.62

2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası

Rusya’nın Çarlık olarak kurulmasından Soğuk Savaş yıllarına kadar ki dönemde her zaman sıcak denizlere inme politikası güncel kalmıştır. Bu politika çerçevesinde Rusya’nın güneyinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile birçok kez mücadelelere girişmiştir. Rusya, Çarlık Rusya döneminden Soğuk Savaş yılları da dâhil olmak üzere geçen bu sürede Boğazlardan ve Kafkasya üzerinden Anadolu’dan toprak parçaları istemiştir. Böylece Akdeniz’e ulaşarak bu bölgede etkin bir güç olmayı amaçlamıştır. Ayrıca Ortadoğu üzerinden Basra Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na ulaşmak Rusya’nın bu politikasının bir parçası olagelmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı Ortadoğu’ya ABD’nin hâkim olmak istemesi ve Rusya’nın çevrelenme endişesi Rusya’nın bu bölgeye dikkat çekmesine neden olmuştur. ABD’nin bu bölgeye hâkim olması demek Rusya açısından siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında endişe verici bir durum demekti.

Sovyetler Birliği’nin genel olarak bölgeye yönelik politikası ise; Batı’nın ve özellikle ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamak, bölgenin denetimini ele geçirmek, bir süper gücün ortaya çıkarak Sovyetler Birliği’nin güvenliğini tehdit etmemesini sağlamak,

61 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 228. 62 Çevik, Ortadoğu, s. 112.

(28)

bölgenin güç dengesinin bozulmasına izin vermemek, petrolün sevkinin sürekliliğini sağlamak.63

Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ne zaman bir kriz yaşansa hep Ortadoğulu ülkelerin yanında yer almıştır. Böylece SSCB, bölgede Batı’nın etkinliğini sınırlamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin bölgede etkinliğini artıran en büyük kriz ise1956 yılında yaşanan Süveyş Krizi olmuştur. Nasır’ın başında bulunduğu Mısır’a İngiltere, Fransa ve İsrail’in saldırması ile yaşanan krizde Sovyetler Birliği, Nasır’a tam destek vermiş ve savaşan devletlere ültimatom vermiştir. SSCB bu sayede Nasır yönetimindeki Mısır’ı yanına çekebilmiştir.64

Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da etkin olmaya çalışırken bölge ülkeleri arasında denge politikasını benimsemiştir. SSCB, bölgede güç dengesinin korunmasını ulusal çıkarları açısından önemli buluyordu. Hem Irak’la hem de İran’la olan ilişkilerinde tarafsızlığını korumaya çaba gösteriyordu. SSCB, Afganistan’ı işgal ettiğinde İran’ın Afgan mücahitleri desteklemesine karşı çıkarken İran-Irak Savaşı’nda Tahran yönetimine yardımda bulunuyordu. Irak ile 1972’de 15 yıllık Dostluk ve işbirliği anlaşması bulunmasına rağmen ilişkilerin soğuması üzerine bu kez Suriye ile 20 yıllık aynı türde bir anlaşma imzalamaktaydı.65

Ortadoğu’da İsrail Devleti’nin kurulması ile baş gösteren Arap İsrail savaşları’nda iki süper gücün karşılaşma alanları olmuştur. ABD’nin İsrail tarafını tutan politikaları uygulaması Arap devletlerini Sovyetler Birliği’ne yakınlaştırmıştır. SSCB’nin Arapları desteklemesinde hem petrol gibi doğal zenginliğin olması hem de Arapların nüfus çoğunluğu ve stratejik bir coğrafyada yer alması da etkili olmuştur. SSCB, Haziran

63 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 286. 64 Çevik, Ortadoğu, ss. 136–137. 65 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 286–287.

(29)

1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda uyguladığı politikalar neticesinde bölgede etkinliğini artırmaya devam etmiştir. Mısır, Suriye ve Cezayir’de deniz üstleri kuran Sovyetler Birliği, Akdeniz’de büyük bir donanma kurmuştur. SSCB, bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bulunmaya başlamıştır.66

Sovyetler Birliği’nin 1970’li yıllardaki Ortadoğu politikasında bir takım değişimler meydana gelmiştir. Sovyetler Birliği bu dönemde bölge ülkeleri siyasi ilişkiler daha çok ekonomik ve askeri ilişkilere ağırlık verilmişti. SSCB, İran ile 1967–78 yılları arasında 1 milyar dolarlık silah satımı anlaşması yapmıştır.67 Ayrıca bu dönemde petrol de ekonomik ilişkilerde etkili bir araç olmuştur. 1973’deki petrol krizinde SSCB, Arapların uyguladığı ambargoyu desteklemekle birlikte kendi ülkesindeki petrolün sevkinin sağlanması için Amerika ile anlaşma yapmaya çalışmıştır. Bu davranışı Arapların tepkisine neden olsa da SSCB’nin güçlü olması gerektiğini ileri sürerek bu tepkileri yatıştırmayı amaçlamıştır.68

Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkelerden İran ve Irak dışında Suudi Arabistan, Kuveyt ve özellikle Suriye gibi ülkelerle de ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Fakat Suudi Arabistan ve Kuveyt’in daha çok batılı ülkelere yakın olması ve onlarla ticari, askeri ilişkilerini geliştirmesi SSCB açısından pekiyi olmamıştır. SSCB’nin bu iki ülke ile ilişkileri sınırlı seviyede kalmıştır. Suriye ise SSCB’ye daha yakın durmuş ve hem askeri hem de ticari anlamda ilişkilerini geliştirmiştir. Özellikle SSCB’nin Irak ile 1980’li yıllarda başlayan ilişkilerdeki soğuma neticesinde Suriye ile SSCB 1980’de 20 yıllık Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamıştır.69

66 Çevik, Ortadoğu, s. 137.

67 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 293–294. 68 Çevik, Ortadoğu, s. 140.

(30)

Rusya, SSCB’nin dağılması ile oluşan kötü etkileri üzerinden atmaya çalışırken hem ekonomide hem de uluslararası siyasette etkin olmaya çalışıyordu. Vladimir Putin’in yeni Rusya Başkanı olmasından sonra bu amaçlarına ulaşmak için çalışmalara hız vermiştir. Putin’in Ortadoğu’da öncelik verdiği ülkeler Türkiye, İran ve Irak olmuştur. Bu iki ülke Orta Asya ve Transkafkasya ile sınır komşusudur. Ayrıca bu ülkeler adı geçen iki bölgede de Rusya ile rekabet edebilecek olması Moskova’yı endişelendirmektedir. Fakat Türkiye ve İran, Rus ekonomisi içinde gereklidir. Bu iki ülke Rusya’nın ticari ortaklarıdır. Putin’in ikinci derecede önem verdiği ülkeler ise Suudi Arabistan ve İsrail’dir. Suudi Arabistan ile petrolde ortak gibi gözükmelerine rağmen Çeçenistan konusunda ayrı düşmektedirler. İsrail ile Rusya’dan buraya göçen Rusça konuşan 1 milyon İsrailliden dolayı yakın kültürel işbirliği vardır.70

Putin’in başkanlığındaki Rusya tekrar eski günlerindeki süper güç olma yolunda girişimlerde bulunmaktadır. Putin orta vadede İsrail-Filistin sorununda bir çözüme ulaşmak için çalışan “Dörtlü” (ABD, Rusya, AB ve BM) gruba katılarak veya 2. Irak Savaşı öncesi BM’deki veto gücünü kullanma tehdidinde bulunarak ABD’ye Rusya’nın hala uluslararası politikada önemli bir aktör ve ABD’nin dikkate alması gereken bir faktör olduğunu göstermeye çalışmıştır.71

Putin, 2006 yılında Mısır, İsrail ve Filistin’e 2007 yılı başında da Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün’e düzenlediği gezilerle Ortadoğu’nun Rusya açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Putin’in Ortadoğu gezisinde başta petrol, doğalgaz ve silah satışı gibi konular gündemde olsa da bu ilişkiler Rusya’nın bölgede artan siyasi ağırlığının göstergeleri olmuştur. Ayrıca Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda dile getirdiği

70 Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras B. Irak Savaşı

Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları, s.61.

(31)

ABD’nin tek kutuplu dayatmaların karşı koyan bir söylem geliştirmesi, Rusya’yı Ortadoğu’da daha aktif bir siyaset izlemeye sevk etmektedir. Bu açıdan, İsrail-Filistin çatışması, Lübnan savaşı ve İran, Suriye, ABD arasındaki gerginlik Moskova açısından ekonomik ve siyasi olarak bölgede tekrar güçlenmesine neden olan başlıca etmenlerdir.72

2.3. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Politikası

Avrupa Birliği içinde farklı devlet politikaları izleyen, ekonomik ve askeri bakımdan bölgesel birer güç olan Fransa, İngiltere ve Almanya’nın ortak hareket etmesi, AB dış politikasının yönünü tayininde etkili olmaktadır. Fakat Avrupa Birliği kuruluşundan bu yana ekonomik ve siyasal bütünleşme sürecinde özellikle siyasal açıdan ortak bir dış politikayı tam olarak geliştirememiştir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası politikada ABD’nin daha etkin olması ve AB içindeki ülkelerin bazılarının Amerika’ya daha yakın durması AB’nin ortak bir dış politika oluşturamamasındaki diğer bir etkendir.

Avrupa Birliği’nin kurulduğu yıllarda dünya iki kutuplu bir siyasi arenaya doğru ilerliyordu. AB üyesi ülkelerin II. Dünya Savaşı’ndan büyük yaralar alarak çıkmasından sonra bölgeye ABD yardımları gelmişti. Böylece bölge ülkeleri kendilerini toparlamaya çalışırken ABD’nin de üstünlüğünü kabul etmek durumunda kalmışlardır. Fakat AB üyesi ülkeler başta İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu bölgesiyle tarihten gelen köklü ilişkilerinin bulunması ve bu ilişkileri devam ettirmek istemeleri kutup politikası ile bazen anlaşmazlığa düşmelerine neden olmaktaydı. Soğuk Savaş süresince bu tarihi bağların gerektirdiği ulusal politikalarla küresel çift kutuplu yapılanmanın gerektirdiği blok

72Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881. Ayrıca

(32)

politikaları arasında ciddi çelişkiler yaşandı. Bu çerçevede AB üyesi ülkeleri üç farklı politika arayışına yönelmek zorunda kalmışlardı. Bunlar;

- ABD’nin de içinde bulunduğu Batı Bloğu politikası

- Farklı AB üyesi ülkelerin çıkarlarını uyumlaştırmaya çalışan AB ortak dış politikası

- Her ülkenin kendi tarihi, coğrafi ve ekonomik tercihlerini yansıtan ulusal dış politika73

İngiltere’nin ABD ile yakınlaşması, Fransa’nın bu yakınlaşmaya tepkisi ve Almanya’nın kendi ekonomik gelişmesiyle meşgul olması savaş sonrası dönemin dengeleri olmuştur. Bu dönemde öne ABD çıkmıştır. Fakat Almanya’nın ekonomisini toparlaması ve Fransa’nın askeri yönden gelişmesi özellikle AB’nin daha aktif siyaset izlemesine yol açmıştır. Çünkü bu iki güç AB’nin lokomotifi konumundadır. 1990’lı yıllarda Avrupa Birliği’nin uluslararası politikadaki rakibi Fransa ve Almanya açısından ABD olmuştur. Fransa’nın NATO’da Amerikan üstünlüğünü kabul etmeyerek 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çekilmesi ve Almanya’nın güçlenen ekonomisi AB-ABD rekabetinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerinden çekilmesi ve daha sonra yerinin ABD tarafından doldurulmasından sonra ABD, Ortadoğu’da daha sert politikalar izlemiştir. Arap-İsrail gerginliğinde ABD çok sert bir politika izlerken, Avrupa ülkeleri Ortadoğu’da Arap toplumlarının hissiyatını gözeten bir tavra yönelmiştir. Avrupa ülkeleri özellikle petrol krizi ile eski sömürgeleri ile ilişkilerini yeniden tanımlama ve canlandırma çabası içerisine girerken, bölgede ABD egemenliğini esneten bir Ortadoğu politikası geliştirmeye başlamışlardır. Avrupa artan İsrail etkinliğine karşı Arap uluslarını desteklemeye

73 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.348.

(33)

başlamıştır. Özellikle Fransa-Suriye, Fransa-Lübnan, Fransa- Cezayir ve İtalya-Libya ilişkileri bu dönemde yararlı bir şekilde artmıştır.74

Körfez Savaşı’nda ABD’nin izinde giden AB ülkeleri karşı bir diplomatik atağa geçerek Ortadoğu Barış Süreci’nin Oslo-Madrid ekseninde başlatılmasını sağlamışlardır. Bu süreç AB’nin Ortadoğu’da tekrar daha etkin bir politika kurma çabalarının bir göstergesi olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren Soğuk Savaş neticesinde iki kutuplu yapı da son bulmuştur. Doğu-Batı Bloklarındaki ülkeler daha esnek bir yapıda karşıt bloktaki ülkelerle ilişkiler geliştirebilmişlerdir. Bu esnek yapı sayesinde AB Ortadoğu’da rahat hareket edebilmiştir. Özellikle AB ülkesi üyelerden Almanya ve Fransa, ABD karşıtı grupta yer alan İran ve Suriye gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmişlerdir. Ayrıca ABD-İsrail yakın ilişkisini stratejik bir eksen olarak gören Araplar Avrupa’yı bu ekseni dengeleyici bir faktör görmüşlerdir. ABD’nin İsrail yanlısı politikası devam ettiği sürece SSCB’nin boşalttığı bölgeyi dengeleyici olarak AB’nin özellikle ise Almanya ve Fransa’nın doldurması beklenmektedir.75

Avrupa Birliği, Ortadoğu’yu tam kapsamasa bile Akdeniz’e komşu olan ülkeler ile ilişkilerini geliştirmek için 1990’lı yıllarda bir dizi çalışma başlatmıştır. Böyle bir çalışma ile AB hem kendisi hem de kendine yakın olan bu bölgenin kontrolünü ve güvenliğini sağlamayı amaçlamıştır. 1992 yılında Lizbon Zirvesi’yle şekillenmeye başlayan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı 1995 tarihli Cannes Zirvesi’nde kabul edilmiş ve Kasım 1995’te Barselona Bildirgesi’yle uygulanmaya başlamıştır. AB ülkeleri ile Akdeniz ülkelerinin (Cezayir, Fas, Filistin Yönetimi, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Ürdün, Tunus

74 Davutoğlu, Stratejik Dernlik, s.349–350. 75 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.351.

(34)

ve Türkiye) taraf olduğu Ortaklığın amacı, Barselona Bildirgesi çerçevesinde uygulanacak çalışma programları aracılığıyla bölgede refah, barış, güvenlik ve istikrar sağlanmasıdır.76

Kasım 1995 tarihinde AB üyesi ülkeler ile 12 Akdeniz ülkesi arasında

gerçekleştirilen Barselona Konferansı’nda, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı açısından önemli bir dönüm noktası oluşturan Barselona Bildirgesi kabul edilmiştir. Akdeniz bölgesinin

güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen Bildirge’de, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı aşağıda sıralanan üç temel amaç çerçevesinde toplanmaktadır77:

— Siyasi diyalog ve güvenlik ortamının artırılması yoluyla ortak bir barış ve istikrar alanı oluşturmak;

— 2010 yılına dek bir Avrupa-Akdeniz serbest ticaret alanı kurmak;

— Sosyal ve kültürel alanlarda, karşılıklı dinsel ve kültürel hoşgörü temelinde dayanışmayı geliştirmek.

76http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=981 (18–05–2007) 77http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1026 (18–07–2007)

(35)

II. BÖLÜM

DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN

1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri

1.1. Yahudilik

Musevilik de denilen Yahudi dini Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadar olan peygamberlerin bildirmiş oldukları dini esasları temel alan tek Tanrılı bir dindir. Günümüzde tek Tanrı inancını benimseyen 3 büyük dinden biri olup sadece İsraillilerin benimsediği bir tür halk dini olmuştur. Yahudiliğin bir halk dini olmasındaki etken ise Yahudilerin Tanrı tarafından “seçilmiş kavim” olarak kendilerini diğer insanlardan üstün tutmaları olmuştur.78

Hz. İbrahim, Yahudilik Dininin kurucusu sayılmakta ve Tanrı’nın buyruklarını kabilesine aktaran ve onları Tanrı Yahve’ye inanmaya ve bağlanmaya çağırmıştır. Hz. İbrahim’den sonra oğlu İshak ve daha sonra İshak’ın oğlu Yakup bu dini inancı sürdürmüşlerdir. Daha sonra Hz. Musa ile din Tanrı’dan gelen 10 emirle79 biçimlenmiştir.80

Yahudilerin, kutsal kitabı Tevrat’ta, Kâinatın ve insanoğlunun yaratılışının anlatılması ile başlar. Daha sonra nasıl farklı kavim ve milletlere ve dillere ayrıldığı anlatılır. İnsan soyunun Hz. Âdem’den başladığını ve silsile halinde oğullarını sıralayarak

78 Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü-Bügünü-Yarını, 1997, İstanbul: Harp Akademileri Basım Evi, , s. 1. 79 Tanrı Yahova Hz. Musa’ ya şöyle buyurmuştur; Benden başka bir tanrıya tapmayacaksın, put

yapmayacaksın, kendini büyümseyip Yehova adını almayacaksın, 6 gün çalışıp cumartesi dinleneceksin, ananı ve babanı sayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina etmeyeceksin, komşunun varlığına göz dikmeyeceksin. Montet, E. Lods, A. Rappoport, A.S. Garaudy, R; 2006; Tarihte

ve Günümüzde Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi, s. 9.

(36)

Hz. Musa’ya kadar getirir. Tevrat’ta sırasıyla sayılan peygamberlerin yaptıkları ile İsrail oğulları’nın Mısır’dan çıkarılışı anlatılır.81

Yahudilik dininin diğer tek tanrılı dinlerden ayrılan iki farklı özelliği vardır. İlki, ulusçu bir din olması ve emirlerinin sadece İsrail oğullarına seslenmesidir. Diğer özelliği ise tek bir peygamber tarafından getirilmeyip birçok peygamberin bildirmiş olduğu emir ve yasaklardan oluşmasıdır.82

İsrail oğullarının tarihteki ilk devleti ise yaklaşık M.Ö. 1030 yılında Hz. Davut döneminde kurulmuştur. Hz. Süleyman’ın ölümünden 70 yıl sonra M.Ö 930’da devlet ikiye bölünmüştür. Kuzeydeki İsrail krallığı M.Ö. 722 yılında Asurlular tarafından, güneydeki Yahuda devleti ise M.Ö. 589 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır.83

İsrail oğulları’nın devletleri yıkılması ile birlikte sürgün hayatını yaşamaya başlamışlardır. Fakat Diaspora’da denilen Filistin’den dünyanın dört bir tarafına dağılma ise M.S. 70 yılında Roma İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır.84 Bu tarihten sonra Yahudiler, İsrail Devleti kuruluncaya kadar dünyanın değişik yerlerinde farklı devlet veya imparatorlukların altında yaşamlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

1.2. Türk-Yahudi İlişkiler

M.S. 70 yılındaki Diaspora’dan sonra İsrail oğulları yakın coğrafya olan Anadolu ile birlikte dünyanın değişik bölgelerine zorunlu göç etmek zorunda kalmışlardır. İsrail oğullarının yani Yahudilerin Türkler ile ilk karşılaşmaları Türk akınlarının Anadolu’ya doğru kayması ile gerçekleşmiştir. Selçuklular, ikinci yüzyılda Anadolu’ya girerek

81 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 8. 82 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 9. 83 Arı, Ortadoğu, s. 36.

(37)

Bizanslılarla savaşa başlamışlardır. Anadolu’nun yavaş yavaş Selçukluların eline geçmesi ile Selçukluların kurmuş olduğu düzene Yahudi toplumu da katılmıştır.85 Yahudilerin Türkler ile beraber hareket etmesinin nedeni ise Roma İmparatorluğu’nun ve daha sonra Bizans İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı bir din olarak kabul etmesi ve Yahudilere karşı uyguladıkları baskı gelmektedir.

Yahudiler, Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu Türk Beylikleri içinde yaşamlarını idame etmişlerdir. Çünkü Türklerin yumuşak ve serbest idaresi onlar için yaşamsal bir sebep olmuştur. Anadolu Türk Beylikleri’nden Karaman oğulları’nda Konya’da, Hamit oğulları’nda Antalya’da, Menteşe oğulları’nda Milas’da, Candar oğulları’nda Samsun ve Sinop’ta, Aydın oğulları’nda Tire yöresinde Yahudilere ait kanıtlar bulunmuştur.86

1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri

Yahudilerin Anadolu’da en yoğun olduğu bölge Bursa idi. Osmanlı Beyliği’nin batıya yaptığı akınlar neticesinde 1324 yılında Bursa alınmıştı. Orhan Gazi zamanında gerçekleşen bu fetih neticesinde birçok Yahudi Bursa’dan ayrıldı. Fakat sağlanan olanaklı yaşam şartları neticesinde tekrar geri dönmüşlerdir.87 Yahudi toplumuna ilk ayrıcalıkları veren de Orhan Gazi olmuştur.88 Bu ayrıcalıklar isteyenler bir Yahudi mahallesinde oturabilecek, istedikleri yerlerden mal-mülk sahibi olabileceklerdi.89

Osmanlı Beyliği, devlet olma yolunda fetihlerini batıya doğru ilerletmeye devam ederek 1363 yılında Edirne’yi hâkimiyeti altın almış ve başkent olarak ilan etmişti.

85 Besalel, Y. 1999; Osmanlı ve Türk Yahudileri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, s. 20 86 Besalel, Osmanlı ve Türk.

87 Besalel, Osmanlı ve Türk.

88 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 545. 89 Besalel, Osmanlı ve Türk, s. 20.

(38)

Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudiler ise Osmanlı’nın hoşgörüsünden memnun idiler. Avrupa’nın değişik yerlerindeki Yahudileri Osmanlı topraklarında yaşamaya davet ediyorlardı. Bu davetlerin sonucunda hemen olmasa bile belli aralıklarla Yahudi göçleri başta başkent Edirne olmak üzere Osmanlı’nın diğer topraklarına başlamıştır. 1415 yılında İspanya’daki Yahudiler bu daveti kabul etmiş ve Anadolu’ya gelerek I. Murat tarafından Bursa’ya yerleştirilmişlerdir.90

Fatih Sultan Mehmet’in Yahudilerin yaşamlarındaki yeri farklı idi. Fatih İstanbul’u fethetmeye karar verdiğinde, İstanbul’daki Yahudiler tarafsız kalacaklarını bildirmişler ve fetih sırasında sözlerini tutmuşlardı. Fatih de bu olayı Yahudileri ödüllendirerek karşılık vermişti.91

Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra burada yaşayan Müslüman olmayan halkların kendi ibadethanelerinde özgürce ibadet etmelerine ve cemaat yönetimlerini kendilerinin yönetmesine izin veriyordu. Rumlar ve Ermeniler kendi cemaatlerini yönetirken Yahudilerinde yönetimini İstanbul’daki Baş haham’a bırakmıştır. Fatih, Baş haham’a ilgi göstermiş ve hediyeleşecek kadar samimi olmuştur.92

Fatih Sultan Mehmet, Yahudilerin İstanbul’a göç etmelerini desteklemekte idi. Yahudiler, yaşamlarını tarım ve hayvancılık yerine ticaretle uğraşarak idame ettiriyorlardı. Fatih de Yahudilerin bu özelliklerinden faydalanarak İstanbul’un ticaret hayatını canlandırarak ülke ekonomisine katkı yapmasını hedeflemekteydi. Fatih zamanında

90 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 546. 91 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm. 92 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 547.

(39)

İstanbul’da kırk bine yakın Yahudi esnaf, tüccar, hekim, yazar ve tefeci bulunduğundan bahsedilmekteydi.93

Yahudilerin Filistin’den çıkışından itibaren başlayan Diaspora hayatı Avrupa’nın birçok ülkesinde sürmekte idi. Özellikle İspanya, Portekiz ve Fransa’da yaşayan Yahudiler için yaşam zorluklara katlanmaktan başka bir şey değildi. Daha sonra bu yaşadıkları yerlerden de dışlanmaları onları tekrar doğuya gitmelerine mecbur etmişti. İstanbul onların yaşamları için cazip gelen yerlerin başında gelmekte idi.

Yahudilerin, Avrupa’dan çıkartılmasındaki en büyük etken ise Hıristiyanlığı benimsememeleri ve Hıristiyanlık inancındaki Hz. İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilmesinden kaynaklanan nefret duyguları bulunmaktaydı. Bu yüzden 1492 yılında İspanya’dan, 1496 yılında da Portekiz’den sürülmüşlerdi. Bu sürgünlere kucak açan devlet ise Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Sultanı II. Beyazıt bu durumu şöyle değerlendirmekte idi. “Sizin akıllı diye söz ettiğiniz şu Ferdinand, Yahudileri sürmekle yönetimini fakirleştirirken, benim idarem ise onları kabulle zenginleşmiştir.94 Osmanlı Devleti bu tutumuyla hem bir millete yapmış olduğu yardımla insanlık âlemine ders veriyor hem de kendi ekonomisini güçlendirerek diğer krallıklara karşı üstünlüğünü pekiştirmiş oluyordu.

Osmanlı Devleti, 15. ve 16. yüzyıllarda en parlak dönemlerini yaşıyordu. Bu devirde hem batıda hem de doğuda fetihler devam etmekteydi. Osmanlı’nın bu fetihlerinden Yahudileri ilgilendiren gelişme 1516 ve 1517 yıllarında Osmanlı ile Memluklular arasında geçen Mercidabık ve Ridaniye Savaşları idi. Yavuz Sultan Selim önderliğindeki Osmanlı ordusu Mercidabık Savaşı ile Filistin ve yöresini, Ridaniye Savaşı ile Mısır ve çevresini Memlukluların elinden almıştır. Bu tarihlerde Filistin’de beş bin

93 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 548. 94 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 548- 550.

(40)

Yahudi yaşamakta idi.95 Osmanlılar batıdan gelen Yahudi göçlerini Filistin ve Mısır’a yerleştirmeye devam etmiştir. Bu göçler nedeniyle bu bölgede 16. yüzyılda Yahudi sayısı 10 bine ulaştığını görmekteyiz.96

1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi

Siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurma amacına yönelik bir harekettir. Bu hareket 19. yüzyıl gelişen milliyetçilik akımlarının olumlu veya olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkmıştır.97

“Siyonizm” kelimesinin temelini oluşturan “siyan” sözcüğü Yahudi tarihinin ilk zamanlarından itibaren Kudüs ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Siyan kelimesinin oluşmasında etkili olan olay ise Filistin’deki Yahudi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasıdır. Bu tapınağın bulunduğu yerin Zion olarak adlandırılmış olması ve Yahudilerin tekrar buraya kavuşma arzusunu ifade etmesi açısından Yahudiler için kutsallık ifade eder. Eski Ahit’de de Yahudilerin Siyon’ u hatırlamaları ve ağlamaları ifade edilmektedir.98

Siyon sözcüğü siyasal anlamda ilk kullanıldığı yer 1882 yılında hem Filistin’de hem de Rusya’da Yahudiler tarafından oluşturulan kolonilere ve hareketlere verilen isimlerdir. Filistin’deki koloniye Rishanle-Zian, Rusya’daki harekete ise Chibbath Zian (Siyon Sevgisi) denilmiştir. Bu hareket Filistin’e yerleşmeyi ve İbraniceyi diriltmeyi amaçlamıştır. Böylece siyasal Siyonizm’in ilk tohumları atılmış oluyordu.99 “Siyonizm”

95 Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları, s. 60. 96 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 563.

97 Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 621.

98 Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Yayınları, ss. 22- 23.

99 Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev. Mesut Karaşahan, İstanbul: Pınar Yayınları, s. 14

(41)

kavramı Filistin’de devlet kurmak amacıyla ilk kullanan kişi ise bir Rus Yahudi’si olan Nathan Bürnbaum’ dur.100

Siyonizm yani Filistin’e dönme ve devlet kurma fikri Yahudiler arasında yayılırken, Avrupa’da ise anti-semitizm dalgaları filizlenmeye başlamıştı. Özellikle Fransa gibi özgürlük hareketinin ilk başladığı yerde anti-semitizmin yani Yahudi düşmanlığının başlamış olması Yahudiler için sorunların başlangıcı idi.

Fransa’da anti-seminizmin alevlenmesi Fransa ordusunda subay olan bir Yahudi’nin devlet sırlarını Almanya’ya vermesi ve yargılama esnasında halkın sokaklarda gösteri yapması ile başlamıştır. Bu gösteriler esnasında Paris’te Viyana gazetesi olan Neve Freie Press’in muhabirliğini yapan Macar Yahudi’si Theodor Herzl’i derinden etkilemişti. Herzl, yıllardan beri var olan Avrupa’daki Yahudi Sorunu’nu çözmek için çareler aramaya başlamıştır. Bu amaçla da Der Sudenstant yani Yahudi Devleti isimli bir kitapçık hazırlamıştır.101 Herzl, bu kitabında Yahudilerin bu sorununa son aşamada çözmek için bir ulusal devletin kurulmasından bahsetmekte idi. Ayrıca devleti kurmak için İngiliz desteğinin gerektiğini ve yer olarak da Arjantin veya Filistin topraklarında kurulmasından bahsetmektedir. Herzl’ in Arjantin’i de düşünmesi salt Filistin topraklarında bir devletin kurulmasının amaçlanmadığı, sadece Yahudiler için bir devlet kurularak sorunun çözülmesi gerektiğinin amaçlandığını görmekteyiz.102

Theodor Herzl, kendinin bu fikirlerinin destek görmesi üzerine Basel’ de dünya Yahudilerini toplayarak 1897 yılında 1. Dünya Yahudi Kongresi’ni gerçekleştirmiştir. Kongre sonucunda Dünya Siyonist Teşkilatı kurulmuş ve başına Herzl geçmiştir.103

100 Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 23

101 Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 592- 593. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s. 148 102 Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 15- 16.

Referanslar

Benzer Belgeler

The comparison of molecular dynamics simulations belonging to unliganded (bare VP1) and liganded (complexed VP1) P domain structures reflect the nature of the interaction

For the enhancement of the physical and chemical properties of the films, PVA, CS and boric acid amounts used the film production was changed and the results were

Bu çalışmada müdahale analizi kullanılarak Türkiye ekonomisi özelin- de 1994, 2000 ve 2001 krizlerinin istihdam üzerindeki etkileri incelenmeye çalı- şılmıştır..

Anahtar Kelimeler: Tarımsal İhracat, Tarım Dışı İhracat, Ekonomik Büyüme, Hata Düzeltme Modeli, Toda-Yamamoto Modeli. A Causality Analysis of Relationship among

Şiddete yönelik tutum açısından parçalanmış aileye sahip çocukların/ ergenlerin şiddete yönelik tutumlarının ortalamaları tam aile- ye sahip çocuklara/ergenlere göre

5’- Fare ambara dadanmaz 4’ - Ambar kargaya bu¤day verir 3’ - Karga çal›ya konmaz 2’ - Çal›, Pire Bey’e çal› verir.. 1’ - Pire Bey, Bit Hatun’u

3-[(2-metil-1H-3-indolil)-metil]-4-aril-4,5-dihidro-1H-1,2,4-triazol-5-tiyon 67 ve 3(2- benzotiyozolilmetil)-4-sübstitüe-1,2,4-triazol-5-tiyon türevleri 68 bazik ortamda uygun

In the present study, the effects of the factors of cutting speed, feed rate, depth of cut and cooling method on the surface roughness were statistically evaluated for the