• Sonuç bulunamadı

1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKAS

1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler

Türkiye’de Haziran 1996 tarihinde yeni bir hükümet başa gelmişti. Fakat başa gelen bu hükümetin siyasi vizyonu ile İsrail ile olan ilişkilerin sekteye uğrayacağı hâkimdi.

234 Arı, Ortadoğu, ss. 631- 632.

235 Yılmaz, T. 2001; Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara: İmaj Yayınevi, s. 67. 236 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 57.

Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin oluşturduğu Refahyol hükümeti beklentilerin aksine hareket etmişlerdi. Refahyol hükümetinden önceki hükümetler, İsrail ile F–4 uçaklarının modernizasyonunu amaçlayan anlaşmayı gerçekleştiremezken bu anlaşmayı Refahyol hükümeti imzalamıştır.237 Fakat bu anlaşmalar daha çok askeri kanatlar arasında yapılmaktaydı. İkili ilişkilerde hükümetler nazında ise soğuk hava hâkimdi. Her iki hükümet yetkililerinin verdikleri demeçlerde görülmekteydi. 238 Bu dönemde ilişkiler daha çok askeri anlaşmalar, ziyaretler şeklinde geçmiş, Türk hükümeti de bu doğrultuda zoraki ilişkiler içine girmiştir.

Şubat 1997 tarihinde askeri alanda en üst düzey görüşmeler için Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, İsrail’i ziyaret ediyordu. Bu ziyaret askeri alandaki ilk üst düzey görüşme idi. Bu görüşmenin arkasından daha sonra taraflar karşılıklı olarak ziyaretlerde bulunmuşlardır. Bu görüşmeler neticesinde birçok askeri işbirliği anlaşmaları gerçekleştirilmiştir. Ayrıca İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını kullanabilecekti. Türkiye ile İsrail hava kuvvetleri arasında 1999 Mayıs’ında Türk hava sahası içinde bir tatbikat düzenlenmişti. Daha sonra ABD’nin de katıldığı 2001 Haziran’ındaki “Anadolu Kartalı” tatbikatı düzenlenmiştir. 1997 Aralığında 48 tane Türk F–5 uçağı bakım ve onarım için İsrail’e gönderilmişti. Ayrıca iki ülke arasında ortak füze projesi üzerinde çalışmalar yapılması konusunda anlaşmaya varılmıştı.239

Refahyol hükümeti döneminde Türk-İsrail ilişkileri daha çok askeri boyutta kalmıştı. Anasol-D hükümeti ile bu ilişkiler ekonomik alana kayıyordu. 23 Temmuz 1997 tarihinde Türk-İsrail Ticaret Anlaşması yürürlüğe girmiştir. Daha sonra Ağustos’un

237 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 75.

238 Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 104–106. 239 Arı, Ortadoğu, ss. 634- 635.

13’ünde Türkiye’nin İsrail’le gümrüklerini sıfırladığı haberleri basında yer alıyordu.240 Türkiye ile İsrail arasında ilk deniz tatbikatı 5 Ocak 1998 tarihinde gerçekleşmişti.241 Daha önce Refahyol hükümeti zamanında bu tatbikat iptal edildi ve daha sonra ertelenmişti. 1998 yılındaki bir diğer gelişmede Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, İsrail’in satmaya çalıştığı Merkava III tanklarını incelemek için İsrail’e 3 günlük bir ziyaret gerçekleştirmişti242

Öte yandan İsrail’deki Mayıs 1999 seçimlerini kazanan Ehud Barak’ın başbakanlığı döneminde barış süreci yeniden ivme kazanmıştı. Barış süreci, Suriye ile imzalanacak bir barış anlaşmasının İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorularının gündeme gelmesine neden olmuştur. Temmuz 1999’da Başbakan Barak’ın bu türden bir soruya verdiği yanıt İsrail’in de Türkiye ile yakınlaşmasını Arap ülkeleriyle ilişkilerinden bağımsız bir perspektiften algıladığını ortaya koymaktadır: “Bizim Türkiye ile olan dostluğumuz, bölge ülkelerine yapacağımız açılımlardan hiç bir şekilde etkilenmeyecektir; aynı şekilde Türkiye ile dostluğumuz bu ülkelerle ilişkilerimizi de etkilememelidir.” Cumhurbaşkanı Demirel Temmuz 1999’da yaptığı İsrail gezisi sırasında aynı soruya benzeri bir cevap vermiştir: “Biz bölgeye barışın gelmesinden yalnızca memnunluk duyarız. Bu, Türkiye-İsrail ilişkilerini olsa olsa güçlendirir. Suriye bizim düşmanımız değil komşumuzdur. İsrail bu ülkeyle sorununu çözerse, mutlu oluruz. Türk-İsrail ilişkileri üçüncü bir tarafa karşı değil, bölgenin barış ve istikrarına katkıda bulunan bir amaç taşır”.243

İsrail’in Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan tek taraflı olarak çekilmesiyle birlikte bölgeye barış geleceğine ilişkin ümitler artmıştı. 11–24 Temmuz 2000 tarihinde İsrail ile

240 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, ss. 125- 127. 241 Altunışık, “Türkiye’ nin İsrail Politikası”, s. 90. 242 Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 134- 135.

Filistin Camp David’de tekrar araya gelerek Oslo sürecinin öngördüğü statü konularında bir anlaşmaya çalışmışlardı. Fakat Arafat’ın Kudüs konusunda ve Barak’ın da tazminatlar konusundaki uzlaşmaz tavrı görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasına neden olmuştu.244

2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası

Soğuk Savaş’ın bitmesi ile uluslararası politikadaki aktörler bu yeni düzeni anlamaya, stratejiler üretmeye ve şekillendirmeye çalışıyorlardı. İki kutuplu yapı yerini yenidünya düzenine bırakıyordu. Ama düzenin nasıl olacağı tam manasıyla belli değildi. Soğuk Savaş’tan galip çıkan Batı, yani ABD bu düzeni şekillendirmeyi amaçlıyordu. Tabiî ki bu şekil verme ABD ve onun yanında yer alan ülkelerin çıkarlarına göre olmaktaydı. ABD’nin uluslararası politikada bu kadar söz sahibi olmasında; SSCB’nin yıkılması ile dünyadaki süper güç olması, askeri alanda ve küresel ekonomide en büyük, en geniş ve en gelişmiş ekonomiye sahip olması ve küreselleşmeyi desteklemesi, kendi popüler kültürünü ve bilgi ekonomisini yayma ve derinleştirme yeteneğine sahip olmasında etkilidir. 245

ABD’nin yenidünya düzenini şekillendirmeye çalışması beraberinde eleştirileri de getirmiştir. Özellikle SSCB’den sonra onun mirasını devralan Rusya Federasyonu’nun Başkanı Vladimir Putin, ABD’nin uluşlararası politikada tek olmadığını, başka aktörlerin olduğunu ve yeni düzeni bu aktörlerle birlikte şekillendirmesini, yön vermesi gerektiği belirtiyordu.

ABD’de 2000 yılında yönetim değişikliği olmuş ve Demokrat246 Clinton yerine Cumhuriyetçi George W. Bush başa geçmişti. Cumhuriyetçi Bush, Clinton’a göre dış politikada daha aktif ve çatışmacı bir yol izliyordu. Bush’un politikasında yeni

244 Arı, Ortadoğu, ss. 725–730.

245 Keyman, F. 2006; “Türkiye, Dış Politika ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”, Avrasya Dosyası, Ankara: Asam Yayınları, Cilt 12, Sayı 2, s. 8.

muhafazakârlar (neo conservatis, neo con) daha etkili oldukları için Ortadoğu’da İsrail’in politikaları ile iç içe bir görüntü çizmekteydiler. İsrail çıkarlarını gözeten bir politika izliyorlardı.247 Tabiî ki bu durum özellikle Ortadoğu’da hiç hoş karşılanmamaktaydı.

ABD’ni uluslararası politikada kendisine karşı rakip çıkmadığı bir dönemde ABD ile tüm dünyayı şok eden, travmaya sokan bir olay meydana geldi. 11 Eylül saldırıları doğrudan ABD’nin kalbine yapılmış bir saldırıdır. ABD halkını sarsan neden ise böyle bir saldırının ABD’nin kendi toprakları üzerinde olacağını tahayyül edememeleri olmuştur.248 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York şehrindeki Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu ikiz kuleler ile ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a yolcu uçakları ile düzenlenen intihar saldırısı düzenlenmişti. Simgesel olarak ABD’nin liberal ve kapitalist ekonomisi ile emperyalist gücünün ve askeri olarak dünyayı yönettiği karargâhı hedef alınmıştı.249 ABD Başkanı Bush’un ilk açıklaması ise “Bu sınavı geçeriz” olmuştu.250

ABD Başkanı Bush, daha sonra 26 Eylül’de Kongre’de tüm ülkelere şu mesajı vermekteydi; “ya bizimle berabersiniz ya da bizim karşımızda teröristlerle”. Bush tüm dünya devletlerine ya ABD’nin yanında yer alın ya da terörist olarak anılırsınız diyordu. Yeni Amerikan politikasında Soğuk Savaş yıllarındaki “Sovyet tehdidi” söyleminin yerini şimdi “terör tehdidi” söylemi alıyordu.251

11 Eylül olayının ardında daha önceden ABD büyükelçiliklerini bombalamaları yardım ettiği veya finansal kaynak sağladığı düşünülen Usame Bin Ladin olduğu ifade ediliyordu. ABD, 11 Eylül’ün ardından Ladin’i barındırdığı ve sakladığı düşünülen

247 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 497–498.

248 Çalış, Ş.H. http://arsiv.zaman.com.tr/2003/09/12/yorumlar/default.htm (29–04–2007) 249 Gerger, H. 2006; ABD Ortadoğu Türkiye, İstanbul: Ceylan Yayınları, s. 481.

250http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/dishaberler/dishaberlerdevam.htm#1 (29–04–2007) 251 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 495.

Afganistan’ı iki ay boyunca bombalamıştı. Fakat elde Ladin yoktu, sadece Afganistan yönetimi değişmişti.252

ABD, Afganistan ile yetinmeyerek ABD’nin çıkarlarına ters hareket eden ülkelerle tek tek hesaplaşmanın stratejilerini geliştiriyordu. Bu amaçlara yönelik olarak başta ABD Başkanı ve diğer üst düzey yetkililer sert açıklamalarda bulunuyorlardı. Başkan Bush, Ocak 2002’deki Kongre’deki konuşmasında kitle imha silahlarına sahip ülkeleri şer ekseni olarak nitelendiriyordu. Bunların İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore olduklarını belirterek Amerikan yönetiminin terör örgütlerinden ziyade bunlarla bağlantılı olan hükümetleri hedef alacağını ilan ediyordu.253 ABD Başkanı Bush, 2002 Haziran’ında West Point’te Amerikan Askeri akademisinde yaptığı açıklamada önleyici savaş ve önceden savaş kavramları doğrultusunda artık çok taraflı işbirliği yerine tek taraflı ve Amerikan çıkarlarını ve güvenliğini savunmaya dönük bir strateji izleyeceğini ifade etmekteydi. Bu stratejinin özü ise bu konuda kullanılacak araçların belirlenmesinin ABD inisiyatifinde olmasıydı.254

ABD yönetimi, 11 Eylül’den bir yıl sonra ABD’nin yeni güvenlik stratejilerini 17 Eylül 2002 tarihinde tüm dünyaya ilan etmekteydi. Güvenlik stratejisinin en göze batan cümlesi ise “ABD, haydut devletleri ve onların terörist dostlarını, bizi ve müttefiklerimizi kitle imha silahlarıyla tehdit eder hale gelmeden önce durdurmaya hazır olmalıdır”. ABD, bununla artık savaşın ABD topraklarının dışında dünyanın diğer bölgelerinde olabileceğini ima etmekteydi. Yeni Güvenlik Stratejisi 9 bölümden oluşmaktaydı. Kısaca birinci bölümde, ABD’nin Uluslararası stratejisi gözden geçirilmekte ABD’nin dünyada bir eşinin ve örneğinin olmadığı belirtilmektedir. İkinci bölümde insan onuru ve hakları üzerinde

252 Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, ss. 484–485. 253 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 499.

254 Arı, Irak, İran ve ABD, s 496. Ayrıca

durulmakta, özgürlüğü ve adaleti savunma gereği vurgulanmaktadır. Üçüncü bölümde ABD’ye ve onun dostlarına karşı saldırıları önlemeye çalışmak ve küresel terörizmi yenmek için uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Teröristlerin izole edilmesi için bölgesel müttefikler ile gayretlerin birleştirilmesi askeri, mali ve politik destek sağlanması öngörülmektedir. Dördüncü bölümde, bölgesel sorunların üstesinden gelinebilmesi için işbirliğinin gerektiği ve müttefikler arasında dayanışmanın gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Büyük güçler arasındaki rekabet bölgesel sorunlar ile birleşince insan haklarına saygıyı azaltacaktır. Beşinci bölümde, kitle imha silahları üzerinden gelen tehdidin önlenmesi üzerinde durulmaktadır. Radikalizm ve teknoloji bileşimi en ciddi sorunlar arasında gösterilmektedir.. Asi olarak tanımlanan devletlerin terörizme destek verdikleri ulusal kaynakları şahsi menfaatlerinde kullandıkları hassas askeri teknolojileri ve kitle imha silahları edinmeye çalıştıkları belirtilmekte bundan dolayı bu devletlerin büyük bir tehdit kaynağı olduğunun altı çizilmektedir. Altıncı bölümde, serbest pazar ve ticaret üzerinde küresel ekonominin canlandırılması öngörülmektedir. Bu bölümde gelir artışının sağlanmasının olumlu etkilerine dikkat çekilmekte ABD’nin ekonomik büyümeyi ve hürriyetleri destekleyeceği ifade edilmektedir. Belgenin yedinci bölümünde, demokrasinin yeniden yapılandırılması ve gelişmenin yaygınlaştırılması üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda terörle savaşa devam edileceği ve bütün insanlar için daha iyi bir dünyanın oluşturulacağı ifade edilmektedir. Sekizinci bölümde, küresel güç merkezleri ile işbirliğinin gerektirecek gündemler oluşturulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Belgenin son bölümünü ise ABD’nin ulusal güvenlik yapısının değişen zamana ve 21. yüzyılın gereklerine göre fırsatları karşılayacak şekilde yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır. 255

255 Çevik, Ortadoğu, ss. 215–2167.