• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.8. Siyasal Güvensizliğin Nedenleri

2.8.1. Siyasal Yozlaşma

Güvensizliğe neden olan dışsal etmenler içerisinde yozlaşma; toplumsal değerlerin çürümesi, sosyal düzenin bozulması ve kişisel çıkar odaklı ilişkilerin yürütülmesi anlamına gelir. Genel anlamda yozlaşma; toplumsal normların, dini ve ahlaki değerlerin, gelenek ve göreneklerle beslenen toplumsal kültürün değer ve anlam kaybetmesine neden olan sosyal bir olgudur. Bu değer ve anlam kaybının siyasal alanda ortaya çıkması ise, siyasal yozlaşmayı doğurmaktadır.

Siyasal yozlaşma (political corruption), ortak gücün ve iktidarın usulsüz bir şekilde belirli kişilerin veya grupların çıkarları için kullanılmasıdır. Siyasal yozlaşma, belirli kişi/lere veya grup/lara emanet edilen karar alma mekanizmalarının ve normların, bu kişi/ler ya da grup/lar tarafından ortak çıkar anlayışı güdülmeden kullanılmasıdır. Bu kişi/ler veya grup/lar toplum adına alınan kararlarda, inisiyatiflerini kullanarak kendi çıkarları doğrultusunda bu kararların alınmasını sağlamaktadırlar. Böylece toplumun ortak yararı için alınması gereken kararların ve normların, topluma ve sosyal yapılara fayda değil zarar verdiği görülmektedir (Warren, 2004: 332). Halkın gücünün yerine özel veya kişisel güçleri ikame etmek anlamına gelen yozlaşma, global ölçekte tüm toplumların az veya çok karşı karşıya kaldığı sosyal ve ekonomik bir fenomendir. Yozlaşmanın şu davranışları içerdiği söylenebilir: Devletin malvarlığını kötüye kullanma ve peşkeş çekme, rüşvet alma ya da verme, zimmetine para geçirmek, devlet kademelerinde akrabalara ayrıcalık tanıma (nepotism), kendi düşüncesinden, ideolojisinden veya dini inancından olanları himaye etme vb. (Bkz. Veal vd., 2011: 30). Yozlaşmayı bir başka siyaset bilimci

80 Uslaner’e göre yozlaşma, ekonomik eşitsizlik ve güven, birbirine yapışık üçüz kavramlardır (Uslaner, 2009). Bu kavramların herhangi birinde yaşanan değişim, diğerini direkt ve hızlı bir şekilde etkiler. Buradan hareketle, bu çalışmanın siyasal güvensizlik faktörleri belirlenirken Uslaner’in bu tespitinden faydalanılmıştır. Bu çalışmada yer alan siyasal güvensizlik faktörlerinden yozlaşma ve ekonomik eşitsizlik kavramları, Uslaner’de de bulunmaktadır. Skandal ve terör etkeni ise, Uslaner’in üçüncü kavramı olan “güven”in içerisinde ve güvenle ilişkilendirilerek ele alınacaktır.

135

olan Offe, biraz daha alanı genişleterek ele almaktadır. Offe, siyasal yozlaşma kavramının içerdiği anlamları Nye’den ödünç aldığı sınıflamayla şu şekilde ortaya koyar. Buna göre genel olarak siyasal yozlaşma, (1) yasal ve/veya sosyal normlar tarafından belirlenen görevlerde bulunanların sergiledikleri amacından sapmış davranışlar, (2) kendi özel çıkarları adına para veya statü elde etme davranışları, (3) rüşvet alma ya da rüşvet verme, (4) yasal ve/veya sosyal normlarla belirlenmiş görevlerde bulunanların akrabalarını kayırması ve onlara ayrıcalık sunması yani nepotizm, (5) genel ahlaka ve toplumun değerlerine aykırı davranışlarda bulunma, ayrıca kriminal suçları da içeren illegal davranışlar (Offe, 2004: 77) olarak sınıflandırılmaktadır.

Toplumun olduğu her yerde mutlaka siyasal yozlaşma vardır.81

Siyasal yozlaşmanın türleri ve boyutları ise, toplumun yapısına ve kültürüne göre farklılık arz eder (Aktan, 1992: 21). Siyaset bilimci Coşkun Can Aktan, siyasal yozlaşmanın siyaset bilimi literatüründe tamamen açıklığa kavuşturulmuş bir kavram olmadığını ileri sürmektedir. Literatürde bazı siyaset bilimciler siyasal yozlaşmayı, “rüşvet” ve “yolsuzluk” ile eş anlamlı düşünürken bir kısmı ise, “adam kayırmacılığı” da yozlaşma kavramı içerisinde değerlendirmektedir (Aktan, 1992: 22, 2001: 51). Bunun yanı sıra Aktan, Türkiye örneğindeki çalışmalarından hareketle, siyasal yozlaşmanın on farklı biçiminden bahsetmektedir. Aktan’a (1992: 25-48) göre siyasal yozlaşmanın biçimlerini şunlar oluşturmaktadır: 1. Kamu görevlilerinin rüşvet alması ya da vermesi, 2. Bir kamu görevlisinin kamunun parasını veya kaynaklarını zimmetine geçirmesi, 3. Kendi yandaşı olanlara yönelik uygulanan siyasal kayırmacılık ve patronaj82politikaları, 4. Akrabalık ilişkisine (nepotizm) veya

arkadaşlık-dostluk ilişkisine (kronizm) dayalı adam kayırmacılık, 5. Siyasi

81Yozlaşmayla ilgili son dönemlerde yapılan teorik ve ampirik çalışmalar göstermektedir ki, siyasi partileri liderleri seçim kampanyalarında yozlaşmayla mücadeleye büyük bir yer ayırmaktadır. Çünkü yozlaşma, önemli olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Ekonomik büyümeyi önemli ölçüde geriletmesi, insanların refahını ve toplumsal huzurunu bozması ve siyasal ve sosyal kurumlara olan güveni erozyona uğratması, yozlaşmış toplumların karşı karşıya kaldığı en büyük problemlerdir (Krastev ve Ganev, 2004: 158-160; Bkz. Morris ve Klesner, 2010: 1260).

82Patronaj, siyasal sistemi kendi yandaşlarının lehine olacak şekilde dizayn etmektir. Örneğin siyasal süreç içerisinde bulunan siyasi partilerin iktidara geldikten sonra kamu kurumlarında çalışan bürokratları görevden almaları ve bu görevlere siyasal yandaşlık, ideoloji, nepotizm-kronizm gibi esaslar dikkate alınarak yeni atamalar yapmaları, patronajın mantığını ortaya koymaktadır (Bkz. Aktan, 1992: 30).

136

menfaatler için her çeşit oy satın alma (logrolling) davranışları, 6. Siyasi karar alma sürecinde etkili olmak adına yapılan ve tarafların ortak menfaatlerini öncelediği “lobicilik” faaliyetleri, 7. Baskı ve çıkar gruplarının devlet tarafından “suni” olarak üretilmiş bir ekonomik belirsizlikten “rant sağlanması”, 8. Devletin yasama, yürütme ve yargı faaliyetlerinde gizli tutulması gereken bilgilerin ülke içinde ya da dışında bazı birimlere satılması olarak ifade edilen “kamu sırlarını sızdırma ve vurgunculuk”, 9. Seçim sürecinde bir adayı ya da partiyi destekleyen baskı ve çıkar gruplarına ya da başka bir politik oluşuma yönelik avantajlar sağlama anlamına gelen “gönül yapma” (suvasyon), 10. Siyasetçilerin seçimleri kazanmak için seçmene yapamayacağı sözleri verme ya da siyaseten ilgisiz ifadeler kullanma anlamına gelen “politik dalavere”. Bu yozlaşma biçimlerinin bir toplumda bulunma yoğunluğuyla, siyasal yozlaşmanın düzeyi birbiriyle doğru orantılıdır. Yoğunluk arttıkça, yozlaşmanın düzeyi de artış göstermektedir. Siyasal yozlaşmanın yoğun biçimde yaşandığı toplumlarda siyasal yönetimin ilkeleri de değişmektedir. Siyasal yozlaşmanın hakim olduğu toplumların yeni yönetimi ise, eski Yunancada “çalmak”, “hırsızlık etmek” anlamına gelen ve “klept”, “kleptein” kelimelerinden türeyen, “kleptokrasi”dir (Aktan, 1992: 23).

Siyasal yozlaşma (political corruption) üzerine son dönemlerde, özellikle Amerika’da ve Avrupa’da çok sayıda çalışma yapılmıştır (Uslaner, 2009; Offe, 2004; Hellman ve Kaufmann, 2004; Graeff, 2009; Hakhverdian ve Mayne, 2012; Krastev ve Ganev, 2004; Bourne, 2010; Anderson ve Tverdova, 2003). Bu çalışmaların bir kısmında siyasal güven/güvensizlik, yozlaşmanın nedeni olarak temellendirilirken, diğer çalışmalarda ise yozlaşmanın sonucu olarak sunulmaktadır. Daha açık ifadeyle ilk yaklaşım, toplumda siyasal güvensizliğin yozlaşmayı ürettiğini iddia ederken ikinci yaklaşım, yozlaşmanın siyasal güvensizliğin artmasına neden olduğunu öne sürmektedir. Bu tartışmaya kısaca değinmek gerekmektedir. İlk yaklaşımın savlarına göre güven seviyesinin düşük olması, yozlaşmayı beslemektedir. Çünkü toplumda insanların birbirlerine güveni ve/veya hükümete olan güvenin eksikliği, toplumun ortak değerlerinin erozyona uğramasına, birliktelik ve dayanışma ruhunun uzaklaşmasına ve kolektif birlikteliklerin imkansızlığına neden olmaktadır (Morris ve Klesner, 2010: 1260-1261). İkinci yaklaşım ise, yozlaşmanın kişilerarası veya

siyasal güven eksikliğinden kaynaklı olduğu önermesine rağbet göstermemektedir. Bu yaklaşım yozlaşmayı, demokratik kurumlara ve sivil örgütlere yönelik halk desteğinin yeterli düzeyde olmamasına bağlamaktadır (Morris ve Klesner, 2010: 1262). Bu tezin siyasal yozlaşma hakkındaki savı ise, ikinci yaklaşımın iddialarıyla benzeşmektedir. Çünkü ilk yaklaşım yozlaşmayı siyasal güvensizliğe bağlarken bir hususu gözden kaçırmaktadır. Vatandaşlarda siyasi otoritelere yönelik oluşan siyasal güvensizliğin nedenleriyle, siyasal yozlaşmanın oluşmasına kapı aralayan nedenler birbiriyle örtüşmektedir. Kaldı ki siyasal güvenin kurumsal teorilerine göre, vatandaşta oluşan siyasal güvensizliğin nedeni, siyasi kurumların performansının kötü olması ve yurttaşların beklentilerini karşılayamamasıdır. Dolayısıyla yozlaşmış olan kurumlar, bu iki şartı yerine getiremedikleri için siyasal güvensizlik baş göstermektedir. O halde siyasal güvensizliğin olması yozlaşmayı değil, yozlaşmanın kurumlara ve siyasi mekanizmalara hakim olmasından dolayı siyasal güvensizlik peydah olmaktadır.

Yozlaşma bir felakettir. Çünkü yozlaşma, adaletin kurallarını küçümsemekle birlikte bazı insanların çıkarlarını, geri kalan tüm insanların çıkarlarının üstünde tutar. Yozlaşmış toplumlarda insanlar, hükümetlere olan güvenlerini kaybetmektedirler (Uslaner ve Badescu, 2004: 31). Yozlaşmanın olduğu toplumlarda kurumlar özgürlüklerini ve inanılırlıklarını yitirmeye başlarlar. Bunun yerine yozlaşmaya neden olan liderlerin yozlaşmış enstrümanları iktidara gelir. Yozlaşmanın yaygınlık kazanması, güvenmeme duygusunun tohumlarını ekmeye başlayarak, kurumlara ve dolayısıyla siyasal sisteme olan pozitif algının yerle bir olmasını beraberinde getirir (Chang ve Chu, 2006: 260; Bkz. Anderson ve Tverdova, 2003). Yozlaşmanın yaşandığı toplumlarda, yolsuzluklar adeta atağa geçtiği, hukuk kurallarının çiğnendiği, sosyal işlemlerin maliyetinin arttığı ve insanların birbirlerine nadiren güvendiği gibi bir tabloyla karşılaşılmaktadır. Bu tür toplumların geneline güvensizlik hakim olmaktadır (Bkz. Cheema, 2010: 15). Böylece Uslaner’in de (2009: 139) ifade ettiği gibi yozlaşma, kötü bir sosyal sermayeye dönüşür.83

Çünkü

83Güven teorisyenlerinden Eric Uslaner, yozlaşmanın kaynakları konusunda çok daha kötümser bir söylem öne sürmektedir. Uslaner’e göre eğer ekonomik eşitsizlik toplumun geneline yayılmışsa ve toplumun kültürü insanlara güven konusunda “güvenmemeyi” yeğler hale gelmişse, yozlaşmanın kökünü kurutmak çok da kolay olmamaktadır (Uslaner, 2009: 128). Böylece yozlaşma, toplumun tüm 138

yozlaşma ve hesap verilebilirlikteki eksiklik, siyasal süreçler ve sonuçlar üzerinde olumsuz etki yapmakla birlikte siyasal güvensizliği de arttırmaktadır (Cheema, 2010: 14). Yozlaşmanın hiç olmadığı veya çok az olduğu ülkeler ise, siyasal güven düzeyinin yüksek olduğu ülkelerdir (Bkz. Uslaner ve Badescu, 2004).

Yozlaşma, siyasal güven ve meşru rejim üzerinde aşındırıcı bir etkiye sahiptir (Morris ve Klesner, 2010: 1262; Anderson ve Tverdova, 2003: 91; Catterberg ve Moreno, 2005). Meşruiyetini halktan alan ve halkın da desteğini ya da siyasal güvenini kazanan rejimler, bu meşruiyeti sürdürebilmek için vatandaşın beklentilerini gerçekleştirmek zorundadır. Yozlaşmışlık ise, bir ülkede uygulanabilir olan siyasi yürütmenin fonksiyonlarının yitirilmesiyle, halkın güvenine ihanet eder (Warren, 2004: 335). Güven seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde; daha az yozlaşma, daha iyi hukuk sistemi, daha az bürokratik engeller, daha çok hükümet harcamaları, daha çok yurt içi üretim, kaynakların zenginden fakire daha geniş tabanlı dağıtılması ve daha açık ekonomi gibi (Uslaner, 2002: 8; 2008b: 731), açık, şeffaf, verimli, eşitlikçi ve adil bir yönetim anlayışı hüküm sürer.

Günümüz demokrasilerinde yozlaşma, siyasi yürütmenin birçok alanında ortaya çıkabilmektedir. Demokratik toplumların siyasal yozlaşmayla imtihanı; siyasal yürütmenin fonksiyonlarının yozlaşması (corruption of executive functions); hukuki fonksiyonların yozlaşması (corruption of judicial functions) ve yasama fonksiyonlarının yozlaşması (corruption of legislative functions) gibi konularda karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca halk katmanlarının veya tabakaların yozlaşması (corruption of public sphere), sivil toplumun yozlaşması (corruption of civil society) ve ekonomi ve pazarlama biçimlerinin yozlaşması (corruption of markets) da, diğer sosyal kurumlarda karşılaşılan ve siyasal yozlaşmaya yol açan hususlardır (Warren, 2004: 335-341). Bu çerçevede bir soru akla gelebilir: Demokratik toplumlar meşruiyetini halktan almasına ve siyasal yönetimi halkın seçimle iş başına getirmesine karşın, neden bu toplumlarda siyasal yozlaşma problemleriyle karşılaşılmaktadır? Bu soruya muhtelif cevaplar verilebilir. Ancak Can Aktan’ın kurumlarına sirayet eden, kokuşmuşluğun ve çürümüşlüğün gözler önüne serildiği bir ortamı üretmiştir. Bu sosyal ortamda insanlar, sadece kendi çıkarlarını düşünmek ve buna göre davranmak adına ortak hareket etmektedir. Uslaner’in yozlaşma için kullandığı “kötü bir sosyal sermaye” nitelemesi, tam da bu eksende söylenmiş bir betimlemedir.

139

cevabının üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Aktan’ın yanıtı sadece bu soru bağlamında değil, esasında günümüzde demokrasinin yaşadığı krizi anlamak açısından da önemlidir. Aktan’a (1992: 14) göre siyasal yozlaşmanın ortaya çıkmasının temel nedeni, temsili demokrasidir. Çünkü çoğulcu (plüralist) ve çoğunlukçu (majoritarianist) ilkelere dayanan temsili demokrasi, halkın kendi temsilcilerini seçmesini ve seçilmiş bu temsilcilerin siyasi kararları almada kendi inisiyatifine veya liderinin ya da partisinin düşüncesine başvurması şeklinde tecelli etmektedir. Ancak bu temsilciler önemli ölçüde denetlenebilir olmadığı için, yetkileri kendi çıkarlarına göre keyfi ölçüde kullanabilmektedir. Bu durum ise siyasal yozlaşmayı beraberinde getirmektedir. Aktan’ın bu tespiti, Mustafa Aydın’ın “demokrasinin aristokratikleşmesi” olarak tasvir ettiği durumla da benzeşmektedir (Aydın, 2011b: 102-103). Aydın, meşruiyetini halktan alan temsili demokrasinin, halkın kararlarına aykırı kararlar alabildiğine dikkat çekmekte ve bunun demokrasinin epistemolojik krizlerinden biri olduğunu belirtmekteydi. Bunun yanı sıra Aktan, gerçek demokrasinin Eski Yunan’da kaldığını öne sürerek farklı bir tartışmaya zemin hazırlamaktadır. Aktan’a (1992: 13-14) göre gerçek demokrasi, Eski Yunan’da halkın Agora meydanlarında toplanıp politik karar alma sürecine doğrudan katıldığı “doğrudan demokrasi”dir. Halkın kendi adına politik karar almak için yetki verdiği bir sistem olan temsili demokrasi, gerçek demokrasi anlayışından oldukça uzaktır.

Günümüz demokratik rejimlerinin en önemli sorunlarından birisi olan siyasal yozlaşma; hükümetlerin düşmesine veya seçimle yönetimden uzaklaştırılmasına, siyasi liderlerin, siyasetçilerin ve kurumların güvenlerini kaybetmesine, yozlaşmanın yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi yöntemlerle yapıldıktan sonra bunun medyaya yansımasıyla siyasetçilerin teşhir edilmesine ve buna benzer birçok olumsuz örneklere müsaade etmektedir. Siyasal sistemin bölümlerinde görülen bu yozlaşmaların özellikle medya aracılığıyla kamuya duyurulması; skandalların patlak vermesine, siyasal güvensizliğe ve siyasetin yeniden dizayn edilmesine yol açabilmektedir.

2.8.2. Skandallar

Skandal; toplumun değerlerine, alışkanlıklarına, teamüllerine, kültürüne ve dini ve ahlaki yapılarına ters düşen ve insanların sıradan olarak nitelendiremeyeceği davranışların patlak vermesi halidir. Genellikle siyasetle ilgili olağandışı olayların konusu olan skandallar, esasen insanın sosyal hayatında da yer almaktadır. Güven duyulan bir kişinin insanları dolandırması, doğru sözlü olduğuna inandığınız birinin yalan söylemesi, mutlu bir ailesi olduğunu düşündüğünüz kişilerin boşanma kararı alması gibi hayret uyandıran olayların ve davranışların gerçekleşmesi, bir skandal olarak değerlendirilir. Skandal olarak lanse edilen davranışların, diğer sıradan ve normal davranışlara göre bazı farklılıkları vardır. Bunlar; aniden gelişmesi, beklenmedik olması, etkisinin uzun süre devam etmesi, genelde toplumun onay vermediği davranışlar olması ve çoğunlukla dini ve ahlaki değerlerle ilişkili olması gibi niteliklerdir.

Skandal; toplumların, ailelerin ve hatta bireylerin yaşamlarında şiddeti, zorbalığı kısacası yozlaşmayı görüntüleyen bir aynadır (Bkz. Rosanvallon, 2008; Bkz. Chanley, 2002). Skandalları sosyolojinin konusu hale getiren, Durkheim’in sosyolojide sosyal patolojileri konu alması gibi, siyasal ve sosyal alanda ortaya çıkan patolojik durumdur (Neckel, 2005: 102). Bu patolojik durumun neticesinde ortaya çıkan skandallar, günümüz toplumlarında daha çok siyasetle ilişkilendirilmektedir. Siyasetçilerin, kurumların, liderlerin ve hükümetlerin skandal davranışları ve uygulamaları, günlerce gündemi meşgul etmekte ve medya aracılığıyla da topluma bilgi servisi yapılmaktadır. Böylelikle skandallarda tarafların biri de halkın kendisi olmaktadır. Siyasi skandallar zaman zaman sadece ulusal boyutlarda gerçekleşse de, bazı skandalların boyutu ve etkisi uluslar arası düzeyde kendini hissettirmektedir. Örneğin Amerika’da uzun yıllar önce yaşanan Watergate skandalı halen akademik çalışmaların ve siyaset biliminin konusunu teşkil edebilmektedir. Buna ek olarak 2010 yılında Julian Assange’ın kuruculuğunu yaptığı Wikileaks adlı internet sitesinin 250 bin adet belgeyi sızdırmasıyla oluşan “Wikileaks Skandalı”nın yakın döneme damgasını vurması, bir başka örnektir.

Ulusal siyaseti derinden sarsan ve siyasetin yeniden şekillenmesine neden olan skandallar, toplumda siyasal güvensizliğe neden olmaktadır (Hetherington ve

Rudolph, 2008: 499-500; Neckel, 2005; Weatherford, 1984). Çünkü siyasi skandalların genelde seçilmişlerle ilgili olması, siyasetçileri oylarıyla yönetime getiren halkta ciddi bir tedirginlik ve korku oluşturmaktadır. Ayrıca bu skandalların çoğunluğunun; rüşvet almak veya vermek, yasak cinsel ilişki kurmak, zimmetine para geçirmek gibi toplumun normlarına ve genel ahlakına aykırı davranışlar olması da, siyasal güvensizliğin oluşmasında önemli bir faktördür.

Bireyler arası ilişkilerde “ihanet etme” güveni nasıl zedeliyorsa, skandallar da liderlere, siyasetçilere ve kamu kurumlarına duyulan güveni zamanla aşındırmaktadır. Çünkü insanlar güven verici davranışların suistimale uğradığını düşünürlerse, güvenme eğilimleri düşmektedir. Örneğin Amerika’da 1970’li yılların ortalarında yaşanan Watergate skandalı,84 İrangate ve Travelgate gibi skandallar ve

ismini devlet başkanı Bill Clinton’un yasak aşk yaşadığı kişiden alan Monica Lewinsky skandalı,85 siyasal güvenin erozyona uğramasına neden olan önemli

olaylardır (Hetherington ve Rudolph, 2008: 500; McAllister, 2000: 23; Bkz. Perrucci ve Perrucci, 2009: 53; Field, 2008: 137; McAllister, 2000: 23; Dalton, 2005: 133; Bkz. Lipset ve Schneider, 1983; Hall, 1994: 43-46; Chanley, 2002: 471; Putnam, 1995: 68; Miller, 1999). Bunun yanı sıra bu siyasi kurumların bağlı olduğu siyasal yönetimler ve dolayısıyla siyasi liderler ve siyasetçiler de bu güven kaybından nasibini almaktadırlar. Çünkü siyasetçilerin davranışları, vatandaşların siyasi tutumlarını belirleyebilmektedir. Böylelikle, siyasetçilerin veya siyasi liderlerin skandal içeren davranışları da, vatandaşların siyasal güvenini ya da siyasi desteklerini şekillendiren ve hatta erozyona uğratan önemli bir faktördür (Bowler ve Karp, 2004: 272; Dalton, 2005: 138; Chanley vd., 2000: 251). Amerika’da Bill Clinton döneminin sürekli skandallarla (Monika Lewinsky, rüşvet, adam kayırma vs.) anılması, Bush’un seçilmesinin şaibelerle dolu olduğuna yönelik inanç ve büyük şirketlerle ilgili skandallardan sonra enerji devi Enron’un iflas etmesi, Amerikan 84Bu skandalın patlak vermesiyle Devlet Başkanı Richard Nixon, başlarda ciddi biçimde direnmesine karşın kamuoyunun giderek artan tepkisi karşısında istifa etmek zorunda kalmıştır (Kapani, 2011: 172; Solomon ve Flores, 2001: 7-8).

85Amerika’da yasak aşk skandalları, sadece Clinton’un Lewinsky ile yaşadıklarından ibaret değildir. 1990’lı yılların başında George Bush’a karşı senato seçimlerinden galip gelen Gary Hart’ın ve yine Clinton’un Lewinsky öncesi karıştığı aşk skandalları, toplumda derin sarsıntılar oluşturmuş ve halkın siyasal güven düzeyini de hızlı bir şekilde düşürmüştür (Bkz. Hall, 1994; Bovens ve Wille, 2008).

142

halkının siyasete olan güvenine büyük darbe vurmuştur (Furedi, 2010: 112). Amerika özelinde özellikle Vietnam Savaşı ve Watergate Skandalı’ndan sonra hükümette açığa çıkan siyasal yozlaşmaya karşı, ahlak kuralları ve kodları bu yozlaşmanın önlenmesi için tekrar siyasetin gündemini bir hayli meşgul etti (Warren, 2006: 160; Chanley, 2002: 471; Hetherington, 2004).

Skandallar, insanların zihinlerinde şeffaflığa olan ihtiyaca vurgu yaparken, bu şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin acilen gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesinin de yerleşmesine katkı sağlamaktadır (Veal vd., 2011: 36; Bkz. Miller, 1999). Skandallar konusuna farklı bir pencereden bakan Mattei Dogan (2005), günümüzde demokrasi ve skandallar arasındaki ilişkinin yanıltıcı bir nitelik taşıdığını ileri sürer. Çünkü gerçekte skandal, kurtarıcı bir eylemdir. Eğer bir demokraside skandallar çok fazla değilse, bu durum demokratik işleyişin sağlıklı olduğunun da bir göstergesidir (Dogan, 2005: 30). Dogan’ın öne sürdüğü düşünce, bir nevi demokratik rejimin kendini arındırmasıyla alakalıdır. Bu görüşe göre, bir siyasal yönetimde çok fazla skandalın patlak vermesi, sistemin çürümüşlüğüne işaret ederken, var olan skandalların hiçbir biçimde açığa çıkmaması da toplumun açık, şeffaf ve hesap verilebilir niteliklere sahip olmadığının göstergeleridir. Bu yorum elbette tartışmaya elverişli bir yaklaşımdır. Ancak bu konuda tartışmaya girmeden Dogan’ın şu hususa değinmediğini belirtmek gerekmektedir. Öyleyse Dogan, hiçbir siyasal sistemin sorunsuz işleyebileceğini kabul etmemekle birlikte rejimlerin doğasının skandallara açık olduğunu baştan benimsemektedir. Bu tartışmayı burada bırakarak, bir toplumda var olan skandalların açığa çıkarılması ve sorumluların hesap verilebilirliğini sağlamak için neler yapılması gerektiği üzerinde durmak gerekmektedir. Bu konuda yeniden Dogan’a dönüldüğünde, onun iki maddelik çözüm önerisiyle karşılaşılmaktadır. Dogan’a (2008: 30) göre skandalları ortadan kaldırabilmek veya mücadele edebilmek için iki koşulun yürürlükte olması gerekmektedir: Basının özgür olması ve mahkemelerin bağımsız olması. Fakat bu iki koşul içerisinde, mahkemelerin bağımsız olması bir kenara bırakılırsa, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan demokrasilerde çoğunlukla özgür basına olan ihtiyaç gün gibi ortadadır. Çünkü görülmektedir ki basın, siyasi mekanizmaların kontrol edilmesi gereken ve hatta yozlaşmanın da bir parçası haline gelen bir yapıya bürünmüştür.