• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.4. Güven ile Sosyal Sermayenin Ayrılmaz Birlikteliği

Güvenin toplumsal düzlemde ne şekilde tesis edildiğine yönelik çalışmalarda, sosyal sermaye kavramına çok sık atıfta bulunulduğu bilinmektedir. Bu açıdan güven ve sosyal sermaye literatürünün, bazı konularda kesiştiği görülmektedir. Özellikle yabancı literatürde, güven ve sosyal sermaye ilişkisine veya araştırılan konu ekseninde güvenin ve sosyal sermayenin boyutlarına değinen düzinelerce çalışma vardır. Çünkü sosyal sermaye teorileri içerisinde güven kavramı, önemli bir yer tutmaktadır (Hardin, 2006; Coleman, 1988; Bkz. Lin, 2001; Putnam, 1995; Field, 2008; Herreros, 2004; Paxton, 2002; Cox, 2003; Aydemir, 2011; Bkz. Uğuz, 2010b: 63-66; Bkz. Ulutaş, 2013). Kaldı ki sosyal sermaye konusunu çalışan birçok araştırmacı, insanların amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için işbirliği yapmaları ve birbirleri hakkında bilgi sahibi olmalarının yanı sıra birbirlerine güven duymalarının da vazgeçilmez bir unsur olduğunu öne sürmektedirler. Öyle ki insanlar, işbirliği yaptıklarında aldatılıp aldatılmayacaklarını ve bir süre sonra bu işbirliğinin onlara kâr getirip getirmeyeceğini bilmek istemektedirler (Field, 2008: 88; Paxton, 1999). Bu durumda güven meselesi, birçok örgütlenmenin köşe taşlarını oluşturmaya başlamaktadır. Bundan dolayı Erdem (2003: 155), birey ve örgüt için güveni ve güvenilirliği yaşadığımız çağın imajı olarak nitelendirmektedir.

Ekonomik bir terim olan sermayeyi ele alan ekonomistler, öteden beri sermayenin üç farklı biçiminin olduğunu ileri sürmekteydiler. Bunlar; ekonomik sermaye (financial capital), taşınabilir ve tamir edilebilir olan maddi veya fiziksel sermaye (physical capital) ve bilgi ve teknik becerileri ihtiva eden insan sermayesi (human capital)24 biçimindedir. Bu sermaye biçimlerine son dönemlerde özellikle Putnam’ın (1995) çalışmalarının da sağladığı katkılarla gündeme gelen ve toplumun birlikteliğini ve dayanışmasını içeren sosyal sermaye (social capital) konusu dahil edilmiştir (Hardin, 2006: 85-86; Coleman, 1988: 100, 1990: 304; Sunderland, 2007: 1; Bkz. Aydemir, 2011). Sosyal sermaye kavramına ilişkin kuşkusuz çeşitli tanımlar ve betimlemeler yapılmıştır. Ancak bu tanımlara geçmeden önce Field’ın sosyal sermayeyi tanımlamak için kullandığı iki kelimelik cümlenin, birçok tanımlamayı özetlediğine dikkat çekmek gerekir: İlişkiler, önemlidir. Çünkü insanların birbirleriyle iletişim kurmaları ve bu iletişim ağlarına süreklilik kazandırmaları ve bireysel olarak kendi başlarına başaramayacakları işleri gerçekleştirebilmek için birlikte çalışmaları, sosyal sermayenin ilk adımını oluşturmaktadır (Field, 2008: 1). Bu bağlamda Putnam sosyal sermayeyi, sosyal kurumların örgütlenmiş eylemlerini kolaylaştırmada toplumun etkinliğini arttıran güven, normlar ve iletişim ağlarının önemli etkileri (Putnam, 1993: 169) olarak tanımlarken, bir başka güven teorisyeni Fukuyama (2009: 34) sosyal sermayeyi, “bir grubun üyelerinin paylaştıkları ve bu kişilerin işbirliği yapmalarına imkan tanıyan gayr-i resmi değerler ve normlar kümesi olarak” tanımlamaktadır. Ayrıca sosyal sermaye, bir toplumda güven duygusunun hakim olmasından neşet eden bir yetidir. Millet gibi geniş gruplarla aile gibi toplumun en küçük ve temel sosyal grupları arasındaki tüm grupların içselleştirdikleri bir haslettir. Dolayısıyla sosyal sermaye; tarihsel alışkanlıklar, adet, gelenek, görenek ve din gibi kültürel kodlarla üretildiği ve iletildiği için beşeri sermayenin diğer türlerinden net bir biçimde ayrılmaktadır (Fukuyama, 2005: 42).

24Beşeri sermaye olarak da bilinen insani sermaye, insanın üretime katkı sağlamasını sağlayan eğitim, beceri, tecrübe ve düzenli çalışabilme yetisini ifade etmektedir. Bireyler üretimde bulunmak için, bilgi, beceri, tecrübe, çalışma arzusu ile belirli düzeyde kas ve beyin gücüne ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla birey üretmek için, bilgi ve tecrübe bakımından donanımlı, beden ve ruhen ise sağlıklı olması gerekmektedir (Demir, 2013: 150; Lin, 2001).

33

Sosyal sermaye kavramı daha önce bazı sosyal bilimci tarafından kullanılmışsa da, Bourdieu ve Coleman (1988, 1990) bu kavramı sosyalbilimlerle tanıştıran iki önemli bilim adamı olmuştur (Bkz. Paxton, 1999: 92). Daha sonra Putnam yaptığı çalışmalarda, özellikle “Bowling Alone” kitabı ve makalesiyle, sosyal sermaye literatürüne yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu teorisyenlerin sosyal sermaye ve güven ilişkisi konusundaki çözümlemeleri de farklılık gösterebilmektedir. Coleman ve Putnam, güveni sosyal sermayenin anahtar öğesi olarak görürken Bourdieu, güven konusunda belirli bir vurguda bulunmamış olsa da, toplumsal yeniden üretim tartışmasında üstü örtülü bir şekilde güvenden bahsetmektedir (Field, 2008: 88). Güven ve sosyal sermaye ilişkisinde, güveni sosyal sermayenin tamamlayıcı bir unsuru olarak değerlendirenler olduğu gibi, sosyal sermayenin bir sonucu ya da bağımsız bir faktör olarak ele alanlar da bulunmaktadır. Güven teorisyenlerinden Field’a (2008: 90-91) göre bu konuda genel kanaat, güvenin kendi başına karmaşık ve çeşitli bir olgu olduğu ve ayrı bir değişken olarak anlaşılması gerektiği yönündedir. Çünkü güvenin kavramsal ve ampirik olarak sosyal sermayeyle kesinlikle yakından bir ilişkisi bulunmaktadır. Ancak bu girift ilişki, güvenin sosyal sermayenin tamamlayıcı bir parçası olarak değil bir sonuç veya bağımsız bir etken olarak okunduğunda anlam kazanır. Aydın ise, güven ve sosyal sermaye ilişkisini birlikte yaşama çerçevesinde yorumlamaktadır. Aydın’a göre insani bir olgu olarak güven, genel olarak diğer insanlardan hesap dışı bir tehdidin veya kötülüğün gelmeyeceğine yönelik bir inançtır. Öyle ki birlikte yaşama olgusu, insanların birbirlerine güvenmeleri esası üzerine kurulmuştur. O halde güven, özellikle günümüz toplumlarında önemli bir sosyal sermaye unsuru olarak değerlendirilebilir (Aydın, 2011b: 175). Bazı güven çalışmacıları ise güveni, sosyal sermaye için bazen en iyi, bazen de sadece tek önemli gösterge (Bkz. Delhey ve Newton, 2003: 97; Bkz. Tilly, 2005; Paxton, 1999; Bkz. Rothstein, 2009) olarak kabul etmektedir.

Sosyal sermayenin ana düşüncesini, sosyal iletişim ağlarının bir servet gibi değerli olduğu ve bu iletişim ağlarının sosyal bağlılık için bir temel oluşturduğu kanısı temellendirmektedir (Field, 2008: 16).25Çünkü iki insan işbirliği için bir araya

25Sosyal sermaye, iletişim ağlarının güçlü olması ve bu iletişim bağlarının sosyal bağlılığa dönüşmesi sonucunda güçlenmektedir. Güven teorisinde iletişim, sosyal bağlılık gibi anahtar kavramları temel 34

gelmişlerse ve ortak bir amaç uğruna çalışıyorlarsa, birbiriyle iletişime geçmek ve birbirlerine güvenmek durumundadırlar (O’Hara, 2004: 12). Kaldı ki güven, insanların dürüstlük, karşılıklı hak ve hukuk normlarını gözettikleri ve birbiriyle işbirliği yapabildikleri durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra bireylerdeki aşırı bencillik ve fırsatçılık duyguları, güven duygusunu ise önemli ölçüde erozyona uğratmaktadır (Fukuyama, 2009: 77-78). Dolayısıyla sosyal sermayenin anahtar kelimesi olarak sunulan “işbirliği” önemli bir referans olmakla birlikte işbirliğinin sağlanması için “güven”e ve her şeyden önce de insanların “iletişim”e ihtiyaçları bulunmaktadır.

Sosyal sermaye, demokratikleşme ve sivil toplum gibi kurumsal ve örgütsel yapılara doğrudan etki eder. Sosyal sermayeyi inşa etmek kolay değildir, ancak sosyal sermaye demokratik süreçleri inşa etmenin anahtarıdır (Putnam, 1993: 185; Paxton, 2002: 258; Bkz. Cox, 2003). Öyle ki 1990’lı yıllardan bu yana gelişen sosyal sermaye literatürü, yurttaşlık yaklaşımları bağlamında güven ve demokrasi arasındaki ilişkinin varlığından beslenmektedir (Maloy, 2009: 493; Bkz. Uslaner ve Badescu, 2003; Rothstein, 2009; Bkz. Newton, 1999; Bkz. Paxton, 2002). Çünkü sosyal sermaye teorileri, sürdürülebilir ve etkili bir demokrasi için güvenin büyük oranda rolü olduğunu öne sürmektedirler (Bkz. Zmerli ve Newton, 2008; Bkz. Lin, 2001; Jasinski, 2011; Rothstein ve Stolle, 2008; Cox, 2003). Güven; işbirliği ve dayanışmanın yaygın olduğu toplumlarda, insanların diğerlerinden zarar gelmeyeceğine ve herkesin aynı hedef için çaba göstereceğine dair beslenen inancın yansımasıdır. Bundan dolayı bir toplumun sosyal sermaye birikiminin yüksek olması, demokratik politikaların serpilmesine ve sivil yapıların bir sosyal güç haline gelmesine aracılık etmektedir (Fukuyama, 2005: 372; Paxton, 2002: 255).

alan Fukuyama’ya göre, sosyal sermaye ve güven ilişkisi, birbirine sıkı sıkıya bağlı değişkenlerle ifade edilebilir. Fukuyama, toplumları yüksek güvenli ve düşük güvenli toplumlar olarak kategorize etmektedir. Yüksek güvenli toplumlar, organizasyonda aşağı kademedeki üyelerine daha çok sorumluluk vererek işbirliğine dayalı ve esnek çalışmayı ilke edinmişlerdir. Dolayısıyla bu toplumlarda yüksek güven olduğu için sosyal sermaye değeri de yüksektir. Düşük güvenli toplumlarda ise üyeler, bürokratik kuralların çalışma hayatının merkezine konulduğu, inisiyatifin ve denetim mekanizmasının paylaşılmadığı bir ortamda güven duygusunu kaybetmektedirler (Fukuyama, 2005: 47; Bkz. Nooteboom ve Six, 2003). Dolayısıyla düşük güvenli toplumların, sosyal sermaye açısından oldukça yoksul oldukları düşünülmektedir (Sargut, 2013: 107). Bu durum ise sosyal sermayenin erozyonuna kapı aralamaktadır.

35

Sosyal sermayenin bazı teorisyenleri, güven teorilerinde de olduğu gibi, günümüz dünya toplumlarında sosyal sermayenin düşüş yaşadığını ileri sürmektedirler. Bu tezin savunucularının başında, ünlü teorisyen Robert Putnam gelmektedir. Paxton ise, Putnam’ın sosyal sermayenin düşüş yaşadığı genel tezinin aksine sosyal sermayede sadece bazı dönemlerde düşüşler görüldüğünü öne sürerek Putnam’ın bu yöndeki düşüncelerine katılmamaktadır (Bkz. Paxton, 1999). Sosyal sermayenin güven ve işbirliği olmak üzere temelde iki bileşeni olduğunu belirten Paxton, toplumdaki güven seviyesinin bazı dönemlerde erozyona uğradığını ancak işbirliğine olan ilginin azalmadığına vurgu yapmaktadır. Paxton’a (1999) göre esasında düşüş yaşayan sosyal sermaye değil, sosyal sermayenin bileşenlerinden biri olan görülen güvendir. Kaldı ki güvendeki düşüş bile, sürekli olmayıp sadece belli zamanlarda yaşanmaktadır.

Sosyal sermaye değerleri, belirli dönemlerde veya sürekli de olsa, erozyona uğramaya devam etmektedir. Bu tespit, sosyal sermayenin erimesine engel olabilmek için bazı sosyal bilimcileri bu konuda strateji geliştirmeye motive etmektedir. Güven konusunda ortaya attığı teorilerle ve güven erozyonuna ilişkin ürettiği çıkış yollarıyla bilinen Fukuyama, sosyal sermaye için alınması gereken önlemleri, güven konusunda olduğu gibi, sosyal değerler ve ahlaki alışkanlarla açıklamaya çalışmaktadır. Fukuyama’ya (2005: 42) göre sosyal sermaye, bireyin potansiyel davranışları ve değerleri ekseninde değil, sosyal değerlerin hakim olmasıyla mümkündür. Kaldı ki sosyalleşebilme eğilimini kazanmak, ahlaki alışkanlıklara dayanan ve kazanıldığı sürece kaybedilmesi veya değiştirilmesi oldukça zor bir etkileşimdir (Fukuyama, 2005: 42). Çünkü sosyal sermayenin üretilmesi, bir topluluğun ahlaki kuralları alışkanlık haline getirmesine, sadakat, doğruluk, dürüstlük gibi erdemlerin kazanılmasına ve bireylerin dayanışmasına bağlıdır (Fukuyama, 2005: 42; Demir, 2013: 162). Böylece kültür, ahlaki alışkanlıkların belirlediği bir ortamı, bu ortam ise işbirliği mekanizmalarındaki motivasyonu tetiklemektedir (Chen, Chen ve Meindl, 1998: 291). Dolayısıyla sosyal sermaye tüketiminin önlenmesi, demokratik toplumlarda yer alan sivil örgütlenmelerin, insanları bir arada tutan kurum ve kuruluşların ve ekonomik organizasyonların varlığının nicel bir göstergesi

olmasından ziyade bu oluşumlarda bulunan ya da görev alan kişilerin inançlarına, sosyal değerlerine ve işbirliğine istekli motivasyonlarına bağlıdır.