• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.5. Siyasal Güvenin Onto epistemik İnşası

2.5.3. Süreçler

2.5.3.2. Ekonomik Gelişim Süreci

Siyasal güvenin onto-epistemik referansları içerisinde yer alan ekonomik gelişmişlik düzeyi, siyasal güveni belirleyen bir diğer siyasal süreçtir.68

Güç ve piyasa ilişkisine dayanan ekonomik örgütlenmeler, üretim ilişkileri, kamu politikaları, ekonominin toplumsal kurumlara etkisi, ekonominin sosyal ilişkiler ve sosyal normlarla etkileşimi gibi konular, siyasal güvenle yakından ilgili olan ekonominin parametreleridir (Bkz. Korczynski, 2003; Bkz. Torcal, 2014). Ekonomik 68 Ekonomik süreçler, sadece siyasal güveni etkilemekle kalmamakta, demokratik süreçlerden diğer kurumsal süreçlere kadar birçok alanda belirleyici olabilmektedir. Örneğin Huntington’ın üçüncü dalga demokrasisinin en önemli lokomotiflerinden birini ekonomik gelişim oluşturmaktadır. Çünkü eğitimde, sivil toplumda, sosyal sınıfların refahının artışında ve ifade özgürlüklerinde, kısaca bütünüyle sosyal değişmelerde ekonomik gelişimin etkileri azımsanmayacak kadar fazladır (Diamond, 2003: 13).

113

gelişme, dünyadaki tüm toplumların arzu ettiği ve amaçlanan yaşam standartlarının yükselmesini ifade eder. Fukuyama’nın ifadesiyle vatandaşların “kendi ayaklarıyla oy kullanmaya gidiyor” olmaları, ekonomik gelişmeye duyulan isteğin siyaset kanalıyla gerçekleştirilmesine yönelik bir teşebbüs olarak okunmalıdır (Bkz. Fukuyama, 2011: 428).

Siyasal güven ve ekonomi ilişkisi, bu konuyla ilgilenenlerin zihninde bir soruyu gündeme taşımaktadır: Ekonomik refahın yüksek olması mı siyasal güveni oluşturur ya da siyasal güven düzeyinin yüksek olması mı ekonomik gelişmeyi arttırır? Literatürde bu soruya iki tür yanıt verilmektedir. İlk yaklaşımı savunanlar, siyasal güven düzeyinin yüksek olması halinde ekonomik refahın artacağını iddia ederken, ikinci yaklaşımı savunanlar bunun aksini iddia ederek ekonomik süreçlerin siyasal güven düzeyini şekillendirdiğini öne sürmektedirler. İlk yaklaşımı savunanlar arasında ünlü güven ve sosyal sermaye teorisyeni Putnam bulunmaktadır. Putnam, güvenin ekonomik büyümeyi ve refahı ürettiğini, dolayısıyla güven olmaksızın ekonominin gelişemeyeceğini iddia eder (Bkz. Uslaner, 2003). Sosyal sermaye perspektifinden bu ilişkiyi değerlendiren Putnam, belirli bir hedefi gerçekleştirmek için yapılan işbirliklerinin ve örgütlenmelerin temelinde güvenin olduğunu ve toplumda güvenin tesis edilmesiyle de ekonomik refahın ve gelişmenin pozitif anlamda ivme kazanacağını belirtir. Siyasal güven-ekonomi ilişkisini tersinden bir okumayla yorumlayan Joseph Nye’ye göre ise eğer bir hükümet, politikalarında yetersiz kalmakta, halkın güvenini kazanamamakta ve dolayısıyla siyasal güveni tedavüle koyamamışsa, ekonomik kaynak sağlamada ve ekonomik süreçleri yönetmede başarı gösteremez (Nye, 1997: 4). Siyasal güven ve ekonomi ilişkisini sosyal sermaye üzerinden okuyan diğer bir teorisyen Fukuyama’dır. Fukuyama’ya göre ekonomik hayatı etkileyen sadece bir ulusun rekabet yeteneği değil, aynı zamanda bir o kadar da önemli olan, tek ve bir kültürel karakteristiğin varlığıdır. Bu kültürel kaynak ise, toplumda doğuştan gelen güven düzeyidir. Güven duygusunun varlığını kaybetmediği ve hala önemli bir sosyal sermaye olarak görülen toplumlarda ve işletmelerde; dayanışmanın, işbölümünün, riskleri üstlenmenin ve kriz yönetiminin sağlıklı bir biçimde yürütüldüğü görülmektedir. Fukuyama, güvenin zayıf olduğu durumlarda korkunun, risk alamamanın ve böylece ekonomik

bunalımların boy gösterdiğini belirtir (Fukuyama, 2005: 23-26). Gelişmiş ve karmaşık bir örgüt yapısına sahip olan siyasetin ve mekanizmalarının güven üretememesi, ekonomik süreçlerin gidişatını sekteye uğratmaktadır. Çünkü özetle bu görüşün düşüncesinde siyasal güven, bir devletin veya siyasal sistemin ekonomik gelişim potansiyeli üzerinde doğrudan etkili olan önemli bir faktördür (Marien ve Hooghe, 2011: 283).

Ekonomik gelişmenin veya süreçlerin, siyasal güven üzerinde belirleyici rol oynadığı görüşünü benimseyen ikinci yaklaşıma ise, Inglehart’ı örnek verebiliriz. Inglehart (1999a: 89), zengin ülkelerdeki vatandaşların daha çok güven duyduğunu, fakir ülkelerin vatandaşlarının ise daha az güven duyduğunu veya güvensiz olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca Inglehart’a göre fakirlik, siyasal güvensizliği tetikleyen önemli bir etkendir (Inglehart, 1999a: 89; Bkz. Uslaner, 2003). İnsanların yaşam standartlarının yükselmesi, geçim sıkıntılarının olmaması, işsizlik ve enflasyon gibi olumsuz ekonomik göstergelerin bulunmaması ve toplumun refah seviyesinin artması, vatandaşlarda mevcut siyasi düzenin korunması ve devam ettirilmesi düşüncesini oluşturmaktadır. Ekonomik süreçlerin beklentileri karşıladığı siyasi yönetimlerde yurttaşlar; yönetimdeki hükümete, siyasi partiye veya lidere destek vermektedirler. Aksi durumda vatandaşın siyasi tercihleri değişmekte ve tedirginlikle birlikte güvensizliğe doğru yönelen seçmen davranışları görülmeye başlanmaktadır. Çünkü ekonominin kötü durumda olduğu zamanlar, toplumun genel siyasal güveninin adeta yere çakıldığı zamanlardır. Öyle ki ekonomik verilerdeki dalgalanmalar bile, siyasal güven üzerinde etkili bir hareketlenmeyi beraberinde getirmektedir (Hetherington ve Rudolph, 2008: 499-510). O halde siyasal güven, hükümetin ekonomik performansının bir fonksiyonudur (Weatherford, 1984: 190; Arancibia, 2008: 32-33; Norris, 1999b; Bkz. McAllister, 1999; Letki, 2006). Hatta bir diğer ünlü güven teorisyeni Citrin’e (1974) göre siyasal güven, halkın siyasal kurumlar içerisinde özellikle hükümetin ekonomik performansının değerlendirilmesine göre şekillenmektedir. Çünkü Lawrence’ın da (1997: 111) belirttiği üzere, hükümetin ekonomik performansının düşük olması ya da halkın beklentilerini karşılayamaması durumunda, hükümete duyulan güven yaygın biçimde düşüş yaşamaktadır.

Siyasal güven-ekonomik gelişim etkileşimine yönelik yukarıda geçen iki iddianın da kendine has temellendirmeleri bulunmaktadır. Bu çalışma, iki iddia içerisinde ikincisinin savlarını kabul etmektedir. Bu savların kabul edilmesi, Marksist terminolojideki altyapı-üstyapı kavramsallaştırmalarının da kabul edileceği anlamına gelmemektedir. Kuşkusuz bu kavramsallaştırma, başka bağlamların ve tartışmaların konusunu teşkil etmektedir. Ancak burada dikkat çekilmek istenen husus, günümüz toplumlarında ekonomik göstergelerin; vatandaşların siyasal tercihlerini, siyasal katılımlarını ve oy verme davranışlarını doğrudan etkilediğine yönelik düşüncenin benimsenmesidir. Çünkü yaşadığımız bu çağ, ekonomi-politiğin reel-politikaya büyük oranda yön verdiği bir çağdır.