• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. Siyasal Güven Teorileri

Siyasal güvenin kökenine ve oluşumuna ilişkin, literatürde yoğun biçimde öne çıkan iki teori bulunmaktadır.38

Bunlar; kültürel teoriler ve kurumsal teoriler olarak adlandırılmaktadır (Mishler ve Rose, 2001: 33; Newton ve Norris, 2000; Norris, 1999c; Berg ve Hjerm, 2010; Arancibia, 2008; Lühiste, 2006; Torcal, 2014; Yang ve Tang, 2010). Ayrıca bu iki teorinin sınırları içerisinde olan ve fakat ele aldığı konuların çapı bakımından birbiriyle ayrışan, “makro” ve “mikro” düzeyde iki yaklaşım da, siyasal güven teorilerinin farklı boyutunu teşkil etmektedir. O halde öncelikle kültürel ve kurumsal teorilerin genel olarak temel savlarına değinip daha sonra makro ve mikro yaklaşımların argümanlarını analiz etmek yerinde olacaktır.

Siyasal güven çalışmalarının kültür teorilerine öncülük eden Almond ve Verba (1989),39 Easton (1965, 1975), Inglehart (1988, 1997, 1999a, 1999b), Uslaner (2008b), Sztompka, Fukuyama ve Putnam (1995) gibi teorisyenler, her ülkedeki siyasi rejimlerin, siyasal kültürden ve derin sosyal ve siyasal değerlerin köklerinden

38Çalışmanın bu bölümünde yer alan teoriler, siyasal güvenin oluşumuna etki eden faktörleri konu alan teorilerdir. Ancak bu bölümde yer verilemeyen ve siyasal güvensizliğin nedenlerini açıklamaya çalışan teoriler de mevcuttur. Fakat çalışmanın sınırlarını aşacağından dolayı burada bu teorilere değinilmeyecektir. Buna rağmen bu teorileri iki başlıkta toplayan “aşırı talep” ve “hayal kırıklığının yönteme dönüşmesi” teorilerine kısaca değinmek yararlı olacaktır. Akgün’e (2001: 5-6) göre halkın siyasal sistemden memnuniyetsizliklerini ve güvensizliklerini açıklamaya çalışan, ekonomik performans yaklaşımından post-modern değerlerin yükselişi teorisine ve medyanın etkisi teorilerine kadar toplam on iki ayrı model-teori bulunmaktadır. Ancak konusunu sisteme yönelik güvensizliğin oluşturduğu bu teorileri iki ana başlık altında toplamak mümkündür: ilki, siyasal sisteme dair aşırı talep ve beklentilerin karşılanamamasından dolayı güven erozyonunun oluştuğunu ileri süren “aşırı talep teorisi” (demand overload theory), diğeri ise siyasal sistemin işleyiş sürecinde ortaya çıkan haksızlığa ve adaletsizliğe yol açan uygulamalar nedeniyle oluşan güvensizliği açıklamaya çalışan “hayal kırıklığının yönteme dönüşmesi” (procedural frustration) teorisidir. Aşırı talep artışı yaklaşımı, ikinci dünya savaşından itibaren vatandaşların hükümetlerden istek ve taleplerinin hızla arttığını ve bu beklentilerin hükümetlerce yeterince karşılanamamasından dolayı ise güvensizliklerin yaşandığını öne sürmektedir. İkinci yaklaşımın temel aldığı düşünceye göre güven erozyonunun oluşmasında önemli olan kriter, hükümetlerin planladığı ve tedavüle koyduğu icraatların sonuçları değil de, bu politikaların uygulanma sürecinin işlerliğinin sağlıklı bir şekilde yürütülmemesi ve vatandaşa yönelik haksız, hukuksuz ve adaletsiz uygulamaların bulunmasıdır.

39

Almond ve Verba “The Civic Culture”da, siyasal güvenin köklerini sosyal güvene dayandırmaktadır (Parry, 1976: 134). Almond ve Verba’nın da temsilcisi olduğu siyasal kültür yaklaşımlarına göre siyasal güven, sosyal güvenden neşet eden bir semptomdur. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre bir toplumda siyasal güvenin niteliği, sosyal güvenin kaderine göre belirlenmektedir (Parry, 1976: 134).

70

beslendiğini varsaymaktadırlar (Norris, 1999c: 217; Bkz. Cook ve Gronke, 2005; Bkz. Gökçe, 2010). Kültürel teoriler varsayımına öncelikle güvenin sosyal ilişkilerin temel formlarından biri olduğunu ileri sürerek başlar. Doğumdan itibaren kişi, edindiği deneyimlerle diğer insanlara güvenmeyi (trust) veya güvenmemeyi (distrust) öğrenmeye başlamaktadır.40 Yaşamının ilk yıllarında ailesi, akraba çevresi ve yakın

sosyal çerçevesiyle kurduğu iletişim ve etkileşimle bu deneyimleri edinmeye başlayan birey, daha sonra okul arkadaşları, iş arkadaşları ve komşularıyla (Bkz. Stolle, 2008; Bkz. Secor ve O’Loughlin, 2005; Marschall ve Stolle, 2004) bu sosyal çevreyi genişletmektedir.41 İlk zamanlarda kendi ailesi dışındakileri diğer insanlar

olarak nitelendiren birey, zamanla etkileşimde bulunduğu iletişim ağını genişleterek geniş bir ağa sahip olur. Bunun sonucunda ise kişi, genel bir güven ya da güvensizlik algısı oluşturur ve diğer insanlara ne derecede güveneceği veya güvenemeyeceği ayırımına bu şekilde varır (Mishler ve Rose, 2001: 34). Böylelikle kültürel değerler, diğerlerinin güvenini veya güvensizliğini ayrıştırmaya başlamaktadır (Mishler ve Rose, 2001: 34). Dolayısıyla kültürel yaklaşım, erken yaşlarda başlayan sosyalizasyon sürecinin öz-değerleri (core values) şekillendirdiğini ve bu oluşumda ailenin, arkadaş çevresinin ve deneyimlerin önemli faktörler olduğunu öne sürer (Norris, 1999c: 217; Shi, 2001). Kaldı ki bu yaklaşımda güven, tecrübe ve kültürel 40 Gelişim psikolojisi ve psikanaliz alanlarında önemli çalışmalara imza atan ünlü kuramcı Erik Erikson, güvenin bebekliğin ilk dönemlerinden itibaren edinilen tecrübelerle kazanıldığını, bu tecrübe kazanımında çocuk-anne ilişkisinin büyük önem taşıdığını belirtir (Bkz. Crepaz, 2008: 98; Bkz. Abramson, 1972: 1250). Çünkü insanoğlu hayata güven duyarak başlar. İnsan, doğumundan itibaren güvenmeyi öğrenmeye başlar ve hayatının devamında da, bu güveni öğrenmeyi sürdürür. Erik Erikson’un “temel güven” (basic trust) olarak ifade ettiği bu süreç, insan doğasının kurucu erdemidir. Erikson’da temel güven, erken çocukluk döneminde gelişmeye ve şekillenmeye başlamakla beraber temel güven kazanımında doğuştan kazanılan mizaç, kalıtım ve fıtratın dahi etkisi olabilmektedir (Bkz. Solomon ve Flores, 2001). Erikson’un bulguları, kültürel yaklaşımın tezlerini desteklemektedir. 41

Siyasal güvenin oluşumunda aile ve sosyal çevrenin önemi üzerine inşa edilen kültürel teorilerin sayıltılarını Alkan ve Ergil’in tespitleri desteklemektedir. Alkan ve Ergil’e (1980: 20-21) göre sosyal sınıf, toplumsallaşma, kişilik kontrolü ve siyasal sisteme duyulan güvenin değişkenleri arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Örneğin, orta sınıftan gelen anne-babalar çocuklarını yetiştirirken mutluluk, merak ve özdenetim öğelerine önem vermektedir. Bu şekilde yetişen çocuklar, genel olarak kendi kendini yönetebilen ve kendi gereksinimlerini karşılayabilen bir potansiyele sahiplerdir. İşçi sınıfından gelen anne-babalar ise, söz dinleme, temizlik ve kurallara riayet etme gibi öğelere önem vermektedirler. İlkinde özdenetimi güçlü çocuklar, diğerinde ise dış-denetimi baskın olan çocuklar yetişmektedir. Araştırmalar da göstermektedir ki, özdenetimi fazla olan çocukların siyasal güvenleri de fazla olmaktadır. Dolayısıyla çocukların nasıl yetiştirildikleri de, siyasal güveni doğrudan etkilemektedir.

71

olmak üzere iki ana kaynağa sahiptir (Uslaner, 2008b: 725). Siyasal kültür, yaş, eğitim ve sosyal çevre gibi sosyo-demografik özelliklerin, böylece siyasal güvenin şekillenmesinde rol oynadığı görülür (Shi, 2001: 415; Wong vd., 2011).42

Kültürel teoriler, siyasal güveni çoğunlukla sosyal güvenin bir uzantısı olarak değerlendirirken, bireyin yaşamının ilk dönemlerinde öğrendiği davranış kalıplarını da ilerleyen dönemlerde politik tutumlara dönüştürdüğü ve bunu siyasal kurumlara yansıttığı temel tezine dayanmaktadır.43Bu teoriler, siyasal kurumsallaşmanın temel

motivasyonunu, toplumun kültürel özellikleriyle uyumluluk göstermesi beklenen siyasal güvenin inşasına bağlamaktadır (Mishler ve Rose, 2001: 32-34; Gökırmak, 2003: 129; Suh vd., 2012; Wong vd., 2011). Bundan dolayı bu teoriyi savunanlara göre kültürel değerler, siyasal güveni oluşturan temel dinamiklerdir (Yang ve Tang, 2010: 427; Shi, 2001). Kısaca kültürel teorilerin hipotezi, siyasal güvenin dış kaynaklı olduğu üzerine bina edilmiştir. Bu teoride siyasal güven, bireyin hayatında uzun dönemlerden beri var olagelen, adeta bireyi çepeçevre saran yetiştiği kültürün tohumlarına dayanan, böylece köklerini kültürünün kodlarında bulan ve erken yaşlardan itibaren sosyalizasyonuna referans teşkil eden sosyal ilişkilere göre tayin edilmektedir. Kültürel teori açısından bakıldığında siyasal güven, bireylerarası güvene (interpersonal trust) kadar uzanmaktadır. Çünkü kişinin erken dönemdeki ve sonraki dönemlerde edindiği tecrübeler, siyasal kurumlara yönelik algısı ve kurumların kapasitelerine göre gösterdiği performanslar, kültürel teori açısından

42 Solomon ve Flores’e (2001: 9) göre aslında güven, öğrenilmesi gereken bir şeydir. Çünkü bireyin sosyalleşmesiyle eşzamanlı olarak gelişen güven kültürü, siyaset alanını da şekillendirmektedir. Bu bağlamda siyasal güven teorilerinden kültürel teoriler, bireyin siyasal toplumsallaşmasıyla da yakından ilgilidir. Toplumsal-siyasal çevre ile birey arasında yaşamı boyunca devam eden doğrudan veya dolaylı bir etkileşim neticesinde, bireyin siyasal sisteme yönelik inşa ettiği düşünce, davranış, tutum ve değerlerinin gelişmesi olarak ifade edilen (Alkan ve Ergil, 1980: 7; Bkz. Akın, 2013) siyasal toplumsallaşma, birçok kurumun katkısıyla bireyde tesis edilmektedir. Almond ve Verba’ya (1989: 275) göre bu kurumlar içerisinde yer alan aile ve eğitim (okul), bireyin siyasal sosyalizasyonuna katkı sağlayan çok önemli iki kurumdur.

43Çünkü birbirine güven duyan bireylerin yaşadığı toplumlarda işbirliğinin mümkün olması, resmi ve sivil kurumların ise bu kolektif davranışların bir ürünü olduğunun göstergesidir. Kültüre endeksli güven ilişkisi, öncelikle yerel sivil işbirliği oluşumlarını ve daha sonra ise temsili bir hükümetin ihtiyaç duyacağı ulusal bir kurumsal ağı oluşturma motivasyonunu yüklenir. Böylelikle bireylerarası güvenin, politik kurumlara ve demokratik kurumlara doğru kanalize olacağı öngörülmektedir (Bkz. Gökırmak, 2003: 131).

72

siyasal güveni belirleyen unsurlardır (Mishler ve Rose, 2001: 31; Bkz. Almond ve Verba, 1989: 266; Newton ve Norris, 2000; Bkz. Letki, 2006; Bkz. Shi, 2001).

Siyasal güven teorilerinin diğeri ise; Hardin, Newton, Mishler, Rose, Nye, Norris ve Hetherington gibi teorisyenlerin öncülüğünü yaptığı kurumsal teorilerdir. Kurumsal teoriler, kültürel teorilerin savlarına karşı çıkarak siyasal güvenin tesisinde kültürel öğeleri bir neden olarak değil, kurumların aktif işlerliğinin sonrasında oluşan bir sonuç olarak görmektedir. Bireyin yaşamının erken dönemlerinde edindiği kültürel tecrübelerin tamamen yadsınmayacağını kabul eden kurumsal teoriler, kurumların işlerliğinin etkin olduğu bir toplumda güvenin üretilebileceğini, aksi halde güvensizliğin, kuşkuculuğun ve bunalımların sıradanlaşacağını öne sürer (Mishler ve Rose, 2001: 32-34; Gökırmak, 2003: 129; Suh vd., 2012; Wong vd., 2011; Bkz. Cook ve Gronke, 2005).44 Kurumsal teoriler, kültürel teorilerin aksine, siyasal güvenin oluşumunu, siyasal olarak iç dinamiklere bağlamaktadır. Bu teoriye göre siyasal güven, kurumların yerine getirdiği faydaya bağlı olarak vatandaşta oluşturduğu memnuniyet esas alınarak ölçülmektedir. Kaldı ki kurumsal teoride siyasal güven, kurumların performanslarının bir sebebi değil, bir sonucudur (Mishler ve Rose, 2001: 31; Newton ve Norris, 2000: 56-58; Torcal, 2014: 4-6). Çünkü siyasal güven veya güvensizlik düzeyi, bireylerin kurumların performanslarıyla ilgili verdiği rasyonel cevaplardan elde edilir (Bkz. Mishler ve Rose, 2001). Hatta bu yönüyle kurumsal teoriler, rasyonel seçim teorisi perspektifinden temellendirilmektedir (Wong vd., 2011).45 Bu yaklaşıma göre vatandaşa fayda sağlayan, beklentileri karşılayabilen ve performanslarından razı olunan kurumlar, güvenilirdir.

44 Güven konusunda öne sürülen teorilerin farklılıklarına rağmen, hem kültürel hem de kuramsal teoriler, güvenin belirli bir oranda deneyime bağlı olduğu ve öğrenilmiş bir değer olarak karşımıza çıktığı konusunda görüş birliği taşımaktadırlar. Bu konuda iki teorinin ayrışdığı noktalar da bulunmaktadır. Buna göre kültürel teoriler, bireyin siyasal bilinç kazanmadan önce bu öğrenmeyi gerçekleştirdiklerini öne sürerken, kurumsal teoriler bu deneyimi, bireyin yetişkinlik döneminde ve siyasal kurumların etkinliğini tecrübe ettikten sonra gerçekleştiğini iddia etmektedir (Bkz. Gökırmak, 2003).

45Sosyal ve siyasal güven üzerine çalışan güven teorisyenlerinden bazıları, “rasyonel seçim teorisi” üzerinde durmaktadırlar. Genel olarak vatandaşın demokratik rejimden memnuniyetini (Norris, 2011: 116; Shi, 2001; Farrell, 2009: 9-12), konu alan bu teoriye, bu çalışmada kapsamı aşacağı için yer verilmeyecektir. Kısacası bireyin hiçbir baskı altında kalmadan seçenekler arasında kendisi için değerli olduğunu düşündüğü konuda tercihte bulunması temeline dayanan rasyonel seçim teorisi, siyasal güven çalışmalarında özellikle siyasal kurumların ve hükümetin performansının 73

Kurumsal yaklaşımcı çalışmalar temelde kurumsal performansa göre siyasal güven fotoğrafı çekerler. Kurumsal güven çalışmalarında, genel anlamda hükümetin politikalarının sonuçları, daha özelde ise ekonomik kalkınma ve gelişme verileri temel alınmaktadır (McAllister, 1999: 189; Norris, 1999c). Böylelikle kurumsal performans betimlemelerinde hükümetin ekonomik performansı, siyasal güvenin ana damarlarından birini oluşturmaktadır (Miller ve Listhaug, 1990, 1999; Norris, 1999c; Wong vd., 2011). Dolayısıyla bu çalışmada olduğu gibi, literatürde yer alan kurumsal perspektifli çalışmalarda ekonomik kalkınma ve gelişmişlik düzeyi, siyasal güvenin belirlenmesinde önemli bir parametredir.

Tablo 1. Siyasal Güvenin Kökeni Hakkında Rakip Teoriler ve Temel Kavramları

Kültürel ve/veya Dışsal Teoriler

Kurumsal ve/veya İçsel Teoriler

Makro Teoriler Ulusal Kültür Siyasal Yönetimin Performansı

Mikro Teoriler Bireysel Sosyalleşme Performansın Bireysel Değerlendirilmesi Kaynak. Mishler ve Rose, 2001: 34

Siyasal güvene ilişkin teoriler, bireyde “siyasal güvenin oluşumu” üzerine öne sürülen tezlerden oluşmaktadır. Kültürel ve kurumsal teoriler, yukarıda genel hatlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu iki teorinin kapsamı alanında yer alan, ancak hem kültürel hem de kurumsal teorilerin savlarının tümüne olmasa dahi bir kısmına yaslanan bu yaklaşımlar, siyasal güven çalışmalarına yeni ufuklar kazandırmaktadır. Bu yaklaşımlardan ilki, siyasal güveni tıpkı sosyal güven gibi ele alan, bireyde güvenin oluşumunu kültür ve kurumlar gibi tümüyle toplumun nitelikleri tarafından tayin edildiğini iddia eden ve bireyin siyasal güven gelişimini sosyal ve siyasal sistemlerin etkisine bağlayan “makro teori” yaklaşımıdır. İkinci yaklaşım ise, siyasal güven oluşumunda bireyin psikolojik ve sosyal karakterlerinin ve kişisel tecrübelerinin belirleyici olduğunu öne süren ve böylelikle bireyin kişisel karakterini

değerlendirilmesini temel alan kurumsal güven yaklaşımlarında kullanılan bir yöntemdir. Siyasal güvenin kültürel yaklaşımına göre ise rasyonel tercih yaklaşımı eksenli ölçülen güven algıları, hikâyenin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır (Bkz. Shi, 2001: 401). Ayrıca Norris’e (2011:116) göre siyasal sisteme olan desteğin birçok yönünü açıklama gayreti taşıyan çalışmalarda rasyonel seçim teorisi, sıklıkla başvurulan bir yöntem haline gelmiştir.

74

temel alan “mikro teori” yaklaşımıdır (Newton, 2008: 248). Bu yaklaşımların varsayımları, kültürel ve kurumsal teorilerin önermeleri üzerinden daha kolay anlaşılabilir. Kültürel teorilerin temelde iki önermesi bulunmaktadır: (1) Siyasal kurumlara güven ve tarihsel kültürel köklerden ve ulusal deneyimlerden beslenen kişilerarası güvenden hareketle, bireylerden ziyade ülkelere göre değişiklik göstermesi (Ulusal Kültür). (2) Kurumlara güven, ülkelerden ziyade yaşanılan sosyal çevrenin şekillendirdiği bireylerin diğerlerine güvenine göre değişiklik göstermektedir (Bireysel Sosyalizasyon) (Mishler ve Rose, 2001: 37). Kurumsal teorilerin de temelde iki önermesi bulunmaktadır: (3) Kurumlara güven, ülkelerden ziyade hükümetin politikalarının başarısına ve siyasal kurumların karakterine göre değişiklik gösterir (Hükümetin Performansı). (4) Kurumlara güven, hem bireysel tutumlar ve değerler hem de bireyin sosyal ve ekonomik durumuna göre değişiklik göstermektedir (Bireysel Değerlendirme) (Mishler ve Rose, 2001: 37). Bu önermelerden 1. ve 3. önermeler makro yaklaşımların, 2. ve 4. önermeler ise mikro yaklaşımların sayıltılarını oluşturmaktadır.

Tablo 1’de görüldüğü üzere, bu yaklaşımların kültürel ve kurumsal teorilerle etkileşime girmesiyle; makro-kültürel, makro-kurumsal, mikro-kültürel ve mikro- kurumsal olmak üzere dört farklı versiyon oluşmaktadır. Kültürel ve kurumsal teorilerin her ikisinde de yer alan bu yaklaşımlardan makro yaklaşımlara göre güven, genel olarak grubun ya da kolektif yapıların tüm üyelerine yayılmıştır. Makro yaklaşımlarda güven algısı, toplumun kültürel arka planına ve yönetimin performansına bağlı olarak yön bulmaktadır. Makro kültürel yaklaşımlar, ulusal geleneklerin homojenleştirici eğilimlerine ve toplumu oluşturan bireylerin birbirine karşı olan güvenlerine pek az önem vermelerine dikkat çekmektedir. Mikro yaklaşımlarda ise bunun aksine güven, toplumsal arka plana, ekonomiye ve politikaya bağlı olmaksızın bireyin sosyalleşmesine, bireyin algılarına ve değerlendirmelerine bağlı olarak şekillenmektedir. Mikro kültürel yaklaşımlar, siyasal güven konusunda toplumlar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi, bireysel sosyalleşme tecrübelerine odaklanmaktadır (Mishler ve Rose, 2001: 32-33). Makro- kültürel yaklaşımlar, ulusal kültürün homojenleştirici yönünü benimserken, toplumda bireylerarası güvenin çeşitlenmesine çok az izin vermektedir. Mikro-kültürel

yaklaşımlar ise, bireyin farklı sosyalizasyon deneyimlerine odaklanarak bu değişkeni siyasal güvenin önemli bir kaynağı olarak görmektedir (Mishler ve Rose, 2001: 32). Nasıl ki makro-kültürel ve mikro-kültürel yaklaşımlar arasında küçümsenemeyecek düzeyde farklılıklar bulunuyorsa, makro-kurumsal yaklaşımlar ve mikro-kurumsal yaklaşımlar arasında da bu denli farklılıklara rastlanılmaktadır. Makro-kurumsal yaklaşımlar; ekonomik büyümenin sağlanması, yönetimin etkinliği, yozlaşmanın engellenmesi gibi konularda kurumların toplam performansını merkeze alır. Bireysel tepkilerin belirlenmesi ise, kurumların randımanına göre değerlendirilmektedir. Buna karşın mikro-kurumsal yaklaşımlar da, kurumların performansının değerlendirilmesini, bireyin siyasal entegrasyon, ekonomik büyüme, yozlaşma karşısında alınan önlem gibi deneyimlerinin sonrasında ortaya çıktığını vurgulamaktadır (Mishler ve Rose, 2001: 32; Gökırmak, 2003; Uğuz, 2010a: 178- 180).

Kültürel ve kurumsal teorilerin makro ve mikro yaklaşımları; araştırılan olgu, toplum, ülke, kurum, sosyal çevre ve kişiliğin oluşum evreleri gibi birçok konu nezdinde uygulama alanı bulabilmektedir. Araştırılan bu konularda çalışmacı, yönteminin ya da teorisinin makro veya mikro olduğunu ispata çalışmaz. Araştırmanın makro-mikro veya kurumsal-kültürel olarak nitelendirilmesi, yukarıda kategorize edilen sınıflamalara başka bir araştırmacı tarafından sonradan ilave edilir. Ancak gariptir ki, literatürde siyasal güvenin temel teorilerini (kültürel ve kurumsal) konu alan az sayıda çalışmalar (Bkz. Mishler ve Rose, 2001; Bkz. Newton, 2008) yapılmış, bu teorilerin makro ve mikro boyutlarına da, yine bu çalışmalar içerisinde kısmen değinilmiştir.

Her çalışmanın temelinde genel olarak kuşkusuz belirli bir düşünce veya teori bulunmaktadır. Bu çalışmanın dayandığı siyasal güven teorisi ise, ne salt kültürel ne de salt kurumsal teorilerden oluşmaktadır. Ayrıca bu teorilerin makro ve mikro boyutlarından her biri de, bu çalışmanın tek bir referansını oluşturmamaktadır. Bu çalışmanın dayandığı siyasal güven teorisi anlayışı Schoon ve Cheng’in siyasal güven teorisi anlayışıyla benzerlik göstermektedir. Schoon ve Cheng’e (2011: 622) göre siyasal güven, sadece toplumun siyasal kültür kökleri tarafından belirlenen, sadece bireyin siyasi kurumlarla olan tecrübesinden oluşan ve sadece bireyin

yaşamının belli bir zaman diliminde oluşan bir duygusal veri değildir. Buna karşılık siyasal güven, bireyin erken ve geç yaşlarda edindiği tecrübesi, ailesi, okul hayatı, ekonomik sistem, işsizlik deneyimi, hükümetin politikaları, kurumların performansı ve vatandaşın bu kurumlardan beklentileri gibi “güvenin” gerçekleştiği veya gerçekleşmediği tüm yaşamsal dinamiklerle ilgilidir. Ayrıca siyasal güven, bireyin yaşamında belirli bir dönemde değil, hayatının erken veya geç tüm evresinde edindiği tecrübelerle şekillenen, dolayısıyla hayat boyu öğrenilerek yeniden üretilen bir mekanizmadır. Bundan dolayı Türkiye'de siyasal güvenin temel belirleyicilerinin saptanmasını, bu belirleyicilerin vatandaş nezdinde karşılığının ne şekilde anlam bulduğunu, hükümetin ve kurumlarının performansının vatandaşın beklentilerinin ne ölçüde karşıladığını ve siyasal sisteme dönük rejimi yakından ilgilendiren süreçlerin güvene etkisinin araştırıldığı bu çalışmada, siyasi liderlere güven konusunda hem kültürel hem de kurumsal teorilerden, kurumlara güven konusunda kurumsal teorilerden ve süreçler konusunda ise yine hem kültürel hem de kurumsal teorilerden yararlanılmaktadır. Her ülkenin ve toplumun kendine has özelliklerinin olması, siyasal kültürün, siyasal mekanizmaların işleyişinin ve siyasal sistemin, önemli bir belirleyici olması düşüncesinden hareket eden bu çalışmanın iddiası, her toplumun veya ülkenin siyasal güveninin, kendine has niteliklerinden bağımsız bir biçimde ele alınamayacağıdır. Daha açık ifade edilirse, Amerika toplumunun siyasal güven referanslarıyla, Çin veya Japonya’nın siyasal kültür referansları ve hatta Türkiye’nin referansları bire bir aynı değildir. Çünkü dünyanın doğusundaki toplumlar ile batısındaki toplumları birbirinden ayıran en önemli husus, bu toplumların kültürel yapısıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin siyasal güveni, Amerika’da yapılan çalışmalarda ağırlıklı olarak kullanılan hükümete veya kurumlara güveni ölçüt alarak belirlenemez. Yüzlerce yıllık siyasal kültür havzasına sahip Türkiye’nin siyasal güveni, hem siyasal kültür geleneğinde şekillenen siyasi lider, devlet, yönetici, siyasi korkular gibi bugünü belirleyen kadim siyasal faktörlerle, hem de demokrasi, ekonomik kalınma ve gelişme, lider, siyasi kurumlar, hükümet gibi bugünün siyasetinde başat rol oynayan bugünün faktörleriyle saptanabilir. O halde bu çalışma, hem kültürel hem kurumsal ve hem de makro ve mikro yaklaşımların Türkiye’ye uyarlanması neticesinde, temel iddiasını söylemeyi amaçlamaktadır.