• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.6. Bir Siyasal Güven Göstergesi Olarak Siyasal Katılım

Siyasal katılım, modern dönemin siyasal meşruiyetine yönelik önemli bir politik aktivitedir. Siyasal sistemlerin meşruiyetinin insana dayandırılmasından sonra otoritelerin, hükümetlerin, yöneticilerin ve politikaların belirlenme yetkisi, halka tevdi edilmiştir. Demokrasinin hakim bir siyasal rejim olarak çağa damgasını vurması, toplumların kendi siyasal kaderini tayin etme hakkını da sunmaktadır. Bu tayin hakkı ise, seçmen davranışları veya diğer siyasal katılım araçlarıyla gerçekleşmektedir. Ancak demokratik rejimle yönetilen ülkelerde, özellikle Türkiye'de son dönemin önemli tartışmalarından biri olan, siyasal katılımın meşru sistem için tek ve yeterli bir refrans kaynağı olup olmadığı konusu, gündemleri meşgul etmektedir. Aynı zamanda siyasal sistemin meşruiyetine yönelik bir siyasal güven okuması da olan siyasal katılım, bazı teorisyenlere göre siyasal güvenin önemli göstergelerinden biriyken, bazılarına göre de sadece siyasal güven hakkında fikir veren bir göstergedir. Bu tartışmaya geçmeden evvel, siyasal katılım konusunun neliğine ilişkin kısa bir betimleme yapmaya ihtiyaç vardır.

Demokratik rejimlerin tarihiyle siyasal katlımın tarihi, eşzamanlı olarak yürümektedir. Siyasal katılımın tarihte ilk örneğine Eski Yunan’da rastlanılmaktadır. Eski Yunan site devletlerinde halk, sayıca az olması ve siyasete zaman ayırması bakımından yönetim sürecine doğrudan katılmaktaydı. Vatandaşların yönetim

sürecine temsiliyet olmadan etkin bir şekilde katılmaları, literatürde “doğrudan demokrasi” olarak adlandırılmaktadır. 19. yüzyıldan sonra ise halk, seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetime dahil olmaya başlamıştır. “Temsili demokrasi” adı verilen bu yöntem, ülkenin yasaları tarafından belirlenen zamanlarda yapılan seçimlerle, halkın temsilcilerini belirlemektedir. Temsili demokrasiler, halkın değerlerinin ve tercihlerinin seçimler aracılığıyla yönetime yansıması olup seçimler, milletin iradesini ortaya koyduğu ve demokrasinin sosyal pratiği olduğu için her zaman önemlidir (Akgün, 2002a: 1). Modern öncesi dönemde yönetenler siyasal iktidarı vatandaşın destekleriyle veya oylarıyla elde ettikleri bir güç olarak görmedikleri gibi, yönetilenler de mutlaka kendilerine geri dönüşü olan gerekli bir emanet olarak da görmemekteydiler. Bundan dolayı iktidarlar; oluşumu, kullanımı ve el değiştirmesi gibi konularda yönetilenlerin katkısı olmadan teşekkül etmekteydi. Modern dönemle birlikte, demokratik sistemlerin de etkisiyle, siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı değişmiş ve vatandaşların katkısıyla oluşmaya başlamıştır.69

Böylece siyasal sistemin her aşamasında yurttaşların etkisi ve müdahalesi, siyasal katılım yoluyla yönetime taşınır olmuştur (Aydın, 2011a: 172). Böylelikle siyasal yönetimin işleyişi, rejimlerin farklı demokrasi yorumlarına göre; radikal demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi gibi; değişkenlik göstermiştir. Bu farklı yorumların inşa ettiği siyasal rejimler ise, siyasal katılımın şeklini, imkanlarını ve sınırlılıklarını belirlemeye başlamıştır.

Siyasal katılımın gerçekleşme biçimi değişik yollarla mümkün olmaktadır. Genel olarak siyasal katılım, modern dönemle birlikte siyasetin doğasındaki köklü değişimlerin sonrasında yönetilenlerin, yönetim sürecine müdahil ve taraf olmaları anlamına gelmektedir (Aydın, 2011a: 172; Turan, 1986: 37-38; Akın, 2013: 85-86). Ayrıca toplumun üyesi olan vatandaşların siyasal sisteme yönelik durumlarını, tutumlarını ve davranışlarını belirleyen ve bu yönde etkinlikte bulunmayı gerektiren bir olgu (Kapani, 2011: 144) olarak da tanımlanan siyasal katılım, daha geniş anlamıyla bireylerin yerel ve ulusal düzeyde yöneticilerini seçme ve yöneticilerin

69 Aydın’a (2011a: 171) göre günümüz dünyasında siyaset kurumunun ve modern siyasal yapılanmanın en dikkat çeken problemi, bir meşrulaştırma tarzı olarak siyasal katılımın ve onu tesis etmenin sağlanmasıdır. Modern öncesi dönemde bu meşrulaştırma işlevini dinler yerine getirmekte iken son birkaç yüzyıldır bu görevi ideolojiler üstlenmiştir.

117

vatandaşın istekleri ve menfaatleri doğrultusunda karar almalarını temin etmek için gösterdikleri, her türlü davranış ve eylemler olarak tasvir edilmektedir. Siyasal katılım en çok oy verme şeklinde gerçekleşirken, bunun dışında seçim faaliyetleri, lobicilik, siyasal miting ve toplantılara katılmak, örgütsel çabalar da siyasal katılımın diğer uygulanma şekilleridir (Dursun, 2002: 230-232; Turan, 1986: 38-44).

Siyasal katılımın gerçekleştirilme biçimleri hakkında farklı yorumlar olsa da,70

literatürde genel olarak geleneksel ve geleneksel olmayan ayrımının yapıldığı görülmektedir. Meer ve Ingen, yaygın biçimde geleneksel (conventional) ve geleneksel olmayan (unconventional) olmak üzere ikiye ayrılan siyasal katılım süreçlerini açıklamaktadır. Geleneksel siyasal katılım, seçim süreçlerinde siyasal sistemi etkilemeye yönelik doğrudan katılımı ifade etmektedir. Geleneksel siyasal katılım davranışları; siyasetçilerle irtibatlı olma, bir siyasal parti için çalışma, bu siyasi partiyi temsil edecek davranışlarda bulunma ve siyasi partinin kampanyalarına katılma, siyasal organizasyon için para bağışında bulunma gibi dört şekilde gerçekleşir. Geleneksel olmayan katılım ise, siyasal sürece gösterilerle, boykotlarla ve benzer şekillerle etki etmeyi amaçlamaktadır. Geleneksel olmayan siyasal katılım davranışları; yasal gösterilere katılma, boykotlar tertip etme ve katılma, dilekçe imzalama, siyasal amaç için ürün satın alma ve illegal protestolar biçiminde gerçekleşmektedir (Bkz. Meer ve Ingen, 2009: 286). Hem geleneksel hem de geleneksel olmayan siyasal katılım biçimleri göz önüne alındığında, bu katılımların belirli özellikleri dikkat çekmektedir. Amerikalı siyaset bilimci Robert Dahl’a göre siyasal katılımın ilgi, önemseme, bilgi ve eylem olmak üzere dört boyutu bulunmaktadır: İlgi, siyasal olayları takip etmeyi; önemseme, bu siyasal gelişmelere önem vermeyi; bilgi, olaylar, sorunlar ve gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmayı; eylem ise bu sürece aktif olarak katılımı ifade eder (Aydın, 2011a: 172-173; Kapani, 2011: 144; Fedayi, 2011: 119). Her ne kadar çeşitli siyasal katılım biçimleri bulunsa

70

Siyasal katılımın biçimleri hakkında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Örneğin Kapani’ye (2011: 145-146) göre kurulu düzeni değiştirmek adına şiddete başvurma, terör eylemlerinde bulunma, silahlı ayaklanma, hükümete darbe yapma gibi teşebbüsler, siyasi bir amaca yönelik olsa da, siyasal katılım sürecinin dışında değerlendirilmektedir. Fakat Aydın’a (2011a: 173) göre siyasal katılım bazı durumlarda gayr-i meşru yollarla gerçekleşir. Aydın; terörizm, silahlı ayaklanmalar ve askeri darbeleri de siyasal katılımın bir çeşidi olarak vurgular.

118

da, dünya ülkeleri ve Türkiye'de en çok görülen siyasal katılım şekli, seçimlerde oy kullanma olarak gerçekleşmektedir.

Seçimler siyasal sistemin meşruluğunu tesis eden, vatandaşlara yönetenlerin kararlarını etkileme ve denetleme imkanı veren siyasal bir olaydır. Aynı zamanda seçimler, bir siyasal sistemin güvenilirliğini ve demokratikliğini sınayan önemli bir sınavdır (Akgün, 2002a: 15).71 Dolayısıyla siyasal güven ve oy verme davranışı

olarak siyasal katılımın ilişkisini konu edinmek, vatandaşların siyasal sisteme ve hükümetlere yönelik siyasal desteğinin de önemli bir göstergesidir (Bêlanger ve Nadeau, 2005: 127). Akgün, siyasal güven ve oy verme davranışının güven ekseninde dört boyutuna dikkat çekmektedir. Çünkü bir siyasal katılım biçimi olan seçimlerde oy kullanma davranışı, birey açısından siyasal güvenin de bazı boyutlarına gönderme yapmaktadır: İlk olarak birey, oy kullanarak demokrasinin en temel ilkelerinden biri olan “eşitlik” düşüncesinin hayata geçirilmesini sağlar. İkinci olarak oy kullanma, bireyin siyasal rejime bağlılığını, sadakatini ve bu rejimin ilkelerini benimsediğini göstermektedir.72 Üçüncüsü, oy kullanmanın sonrasında

71 Seçmen davranışı olarak oy verme, çeşitli teorilerde de ele alınmaktadır. Bu teoriler içerisinde bilinen iki yaklaşım, sosyo-psikolojik ve ekonomik yaklaşım teorileridir. Sosyo-psikolojik yaklaşıma göre birey, küçük yaşlarda ailesinin ve sosyal çevresinin de etkisiyle siyasal sosyalleşme sürecinden geçmektedir. Bu süreçte sağladığı kazanımlar olan siyasal tutumlar ve ideolojik yönelimler ise ilerleyen dönemde bireyin siyasi parti tercihini büyük oranda belirlemektedir (Akgün, 2002a: 26). Oy verme davranışlarına dair diğer bir teori de ekonomik yaklaşımdır. Bu teoriye göre vatandaşlar, kendi amaçlarını gerçekleştireceklerini düşündükleri parti lehine oy kullanmaktadırlar. Bu vatandaşları diğer seçmenlerden ayıran en temel fark ise, tek amaçlarının “maddi veya ekonomik çıkar” elde edeceğini düşündüğü partiyi, ideolojiye ya da siyasal düşünceye bakmaksızın desteklemeleridir (Akgün, 2002a: 27). Türkiye’nin seçim tarihinin son on beş yılına bakıldığında oy verme davranışlarının, ekonomik yaklaşımın savları lehine değiştiği görülmektedir. Özellikle AK Parti ve diğer uç bir örnek olan Genç Parti olayı, ekonomik yaklaşım temelli bir okumaya tabi tutulabilir. Katıldığı ilk seçim olan 2002 seçimlerinde, ülke tarihinin en büyük ekonomik krizinin yaşandığı dönemde, % 34 oy alan AK Parti 2011 genel seçimlerinde % 46 oy almayı başarabilmiştir. Yaklaşık on üç yıl gibi süreçte girdiği seçimlerde oyunu önemli ölçüde artırarak çıkan AK Parti’nin rasyonel ekonomi politikaları ve hükümetin ekonomik performansının vatandaşların beklentilerini karşılaması, genel kanaate göre, bu artışta etkili olmuştur. Genç Parti olayı ise, aslında siyasi tarih açısından incelenilmesi gereken bir durumdur. Bir işadamı olan Cem Uzan’ın kurduğu Genç Parti’nin söylemi, vaatleri ve mitinglerde halka ücretsiz dağıttığı kumanyalar, Türkiye’nin ve kendisinin geleceği için halkın bir bölümünün siyasi tercihinde etkili olmuştur. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Genç Parti, % 7 oranında oy almayı başarmıştır. Özellikle ekonomik yaklaşım bakımından Genç Parti’nin çalışılması, siyasi tarihe de önemli bir katkı sağlayacaktır.

72Ancak yapılan seçimlerin hangi ortam ve şartlarda yapıldığı da önem arz etmektedir. Tek partinin katıldığı seçimler, diktatörlüklerin sözde seçimleri ve şaibe bulaşmış seçimler; vatandaşların siyasi 119

bireyin beklentileri siyasal partiler tarafından karşılanmıyorsa ve üstelik rant kavgası, rüşvet, nepotizm ve siyasal yozlaşma gibi güvensizlikler bulunuyorsa, bireyin demokrasiye olan güveninde ciddi hasarlar oluşabilir. Dördüncüsü ise, birey oy kullanmayı vatandaşlığın bir ödev ahlakı kapsamında anlayarak ve bunu içselleştirerek adeta dini bir ritüeli yerine getiriyormuşçasına emsaline pek az rastlanan bir sadakat örneği gösterebilir (Akgün, 2002a: 13-14). Bu dört unsur, seçimlerin vatandaşlar ve siyasal sistem üzerinde gerçekleşebileceği etkileşimleri kısaca anlatmaktadır. Ancak bu parametrelerin dışında bugünün gelişmekte olan veya gelişmiş demokrasilerinde seçimler, yurttaşlarda heyecan oluşturamamaktadır. Çünkü seçim sistemlerinin sadece hangi siyasi partinin ne kadar oy aldığı bilgisinin edinilmesinden öteye gidemediği veya halkın beklentilerinin yönetim tarafından gerekli ilgiye mazhar olmadığı durumlarda seçimler, basit bir kamuoyu araştırmasına dönüşebilmektedir (Bkz. Baker, 2012: 36).

Vatandaşların seçimlere yönelik ilgisinin farklılaşması, siyasal güven ve siyasal katılım arasındaki bağın mahiyetinin de soruşturulmasını gerektirmektedir. Çağımızda, özellikle ileri endüstrileşmiş ülkelerde73

görülen seçmenin siyasal katılımının düşmesini, siyasal güven düzeyinin düşmesinden mi, yoksa insanların siyasal olana ilgisinin azalmasından mı kaynaklanıyor? sorusu, yanıtlanması gereken bir sorudur. Bu açıdan siyasal katılıma yönelik bir siyasal güven tasviri yapmak, aynı zamanda bu soruya yanıt aramak için de bir teşebbüstür.

rejime bağlılığını, rejimin ilkelerini kabul ettiğini ve siyasal sisteme güvendiğini ortaya koymaz. Bundan dolayı yapılan seçimlerin nitelikleri de çok önem arz etmektedir. Türkiye'de tek parti döneminde yapılan ve “açık oy, gizli tasnif” yöntemini benimseyen seçimler, meşruiyetini halktan almayan seçimlerdir. Bundan dolayı Akgün (2002a: 8), “gerçek seçim” ile “sahte seçim”i birbirinde ayırmak gerektiğini belirtir. Baskı ortamından dolayı aday sayısının tek olduğu veya sonucunun seçim öncesinden belli olduğu seçimlerin halkın iradesini yansıtmadığı bir gerçektir. Diktatörlükle yönetilen Saddam Hüseyin Irak’ında, Esed ailesinin hüküm sürdüğü Suriye’de vd. benzer ülkelerde tek adayın girdiği seçimler, adayın % 100’e yakın oy almasıyla sonuçlanmıştır. Bu seçimlerin sahte bir seçim olduğu kuşkusuz herkesin malumudur.

73Touraine birçok Batı ülkesinde uzun süreden beri bir siyasal temsilcilik bunalımının var olduğunu ileri sürmektedir. Bu siyasal bunalımın, siyasal katılımı da olumsuz yönde etkilediğini belirten Touraine’ye göre, temsil sorunuyla açığa çıkan siyasal katılım isteksizliğinin temel nedeni, işverenle ücretliler arasındaki karşıtlığın egemen olduğu sanayi toplumundan uzaklaşılmasıdır (Touraine, 2000: 83).

120

Siyasal güven ve siyasal katılım arasındaki ilişkinin, birbirini ne denli etkilediği ve bu ilişkinin seçmen davranışlarına ne ölçüde etki ettiği, birçok çalışmanın konusu olmasına karşın, bu konuyu tartışanlar arasında henüz bir konsensüs sağlanmış değildir. Örneğin siyasal güven teorisyenlerinden ve siyasal güveni sosyolojiye ve siyaset bilimine kazandıran en önemli isimlerden olan Gabriel Almond ve Sidney Verba, siyasal güven düzeyleri yüksek olan vatandaşların, oy vermeyi bir demokratik görev olarak veya hükümetin meşruluğunun kabul edilmesi gibi duyumsadıklarından dolayı siyasal katılımlarının yüksek olduğunu ileri sürerler. Buna karşın güven düzeyi düşük vatandaşlar ise, siyasete olan yabancılaşmalarından dolayı siyasal katılımı reddetmektedirler (Almon ve Verba, 1989: 202-207; Tao vd., 2011). Buna karşılık Muller (1982), Citrin ve Hetherington (1998, 2004) gibi siyasal güven teorisyenleri de, güven ile siyasal katılım arasında bu denli bir karşılaştırmanın yapılamayacağını, çünkü hem siyasal katılımın sadece oy kullanma davranışı olmadığını hem de güven veya güvensizliğin yansımasının vatandaşlarda daha karmaşık bir ilişki ağına tekabül ettiğini ileri sürmektedirler. Bu teoriye göre, siyasal güven düzeyi yüksek vatandaşların seçimlerde oy kullanmasının yanı sıra güvensizlik (distrust) duyan vatandaşların ise, farklı bir siyasal katılım yolu olan protesto ederek bunu gerçekleştirmesi gayet olasıdır. Ayrıca bir başka görüşe göre, olumlu düşünceye sahip ve güven duyan vatandaşlar, oy kullanmaya gitmeyebilir; bunun yanı sıra olumsuz düşünceye sahip ve güven duymayanlar ise hükümeti ya da seçilmişleri iktidardan veya yönetimden uzaklaştırmak için oy kullanmaya yoğun ilgi gösterebilirler (Muller, Jukam ve Seligson, 1982; Citrin ve Green, 1986; Bkz. Tao vd., 2011; Bkz. Hall, 2002: 52; Bowler ve Karp, 2004). Bu iki yaklaşımın savları incelendiğinde görülmektedir ki, siyasal güvenin siyasal katılımla ilişkisi pozitif veya negatif şekilde gerçekleşmektedir. İlk yaklaşım, yüksek güvenin yüksek siyasal katılıma veya düşük güvenin düşük katılıma yol açtığını iddia ederken ikinci yaklaşım ise, sadece yüksek güvenin değil yüksek güvensizliğin de siyasal katılımın farklı biçimlerine neden olduğunu iddia etmektedir. Bu tezin siyasal katılım anlayışı, sadece seçmenin oy kullanması anlamında siyasal katılım değil, Aydın’ın da (2011a: 173) ifade ettiği gibi, yasal olan ve olmayan tarzda gerçekleşen siyasal katılımları benimsemektedir. Dolayısıyla ilk ve ikinci yaklaşımın öne sürdüğü savların toplamından anlaşılmaktadır ki, siyasal güven veya güvensizlik her tür siyasal 121

katılımı yakından ilgilendirmektedir. Bundan dolayı, siyasal güven düzeyinin yükselmesi veya düşmesi, her tür siyasal katılma biçimlerine doğrudan etki etmektedir.

Siyasal katılım; demokrasiye, siyasi kurumlara ve hükümete duyulan siyasal güvenle yakından ilgilidir (Bkz. Fisher vd, 2010; Bkz. Martin, 2010: 711). Ayrıca siyasal güven ve hükümetten memnuniyet, toplumsal dinamikler için değerli kaynaklardır. Kaldı ki güven ve memnuniyet düzeyi yüksek olan vatandaşların, seçimle iş başına getirdikleri yöneticileri desteklemede ve onlarla işbirliği yapmada istekli oldukları (Maxwell, 2013: 116), bu desteğin de bir siyasal katılım davranışı olan oy kullanmayla gerçekleştirdikleri bilinmektedir.

Siyasal güvenin seçmen davranışları üzerinde güçlü bir etkisi olduğu gibi, siyasal güvensizliğin de seçmen davranışı üzerinde doğrudan etkisi olduğu, yapılan ampirik çalışmalarda ortaya konulmaktadır. Güvensizliğin oluşturduğu siyasal katılım tepkileri, birkaç şekilde cereyan etmektedir. Örneğin siyasal güven düzeyinin düşük olduğu ülkelerde vatandaşlar, kendi ülkelerinde işleyen siyasal sisteme karşı negatif bir algı beslemektedirler. Bu memnuniyetsizlik, onların siyasi etkinliklere yönelik tutumlarını da doğrudan belirlemektedir. İlkin bu belirti, vatandaşların siyasal katılımlarındaki olumsuz dönütlerle açığa çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, siyasal güven ile oy kullanmayı protesto etme arasında pozitif bir ilişkinin olduğu söylenebilir. İkinci olarak, bu memnun olmayan vatandaşlar seçim sandığına gittiklerinde, oylarını aşırı uçtaki veya popülist söyleme sahip siyasi partilere verebilmektedirler. Böylece siyasal güven eksikliğinin vatandaş tarafından ifadesi, aşırı veya popülist söyleme sahip partilere kaydırılan oylarla kendini göstermektedir. Üçüncü bir ihtimal olarak da, güvensizliğe rağmen vatandaşlar toplumun genel olarak destek verdiği siyasi partiye destek vererek bir şekilde sadakat gösterebilirler (Bkz. Hooghe vd., 2011: 245-246). Burada yer almayan, Hooghe ve arkadaşlarının değinmediği diğer bir husus, siyasal güvenin düşük olduğu toplumlarda siyasal katılımın; terör, izinsiz toplantı, gösteri ve protesto, darbe gibi yasal olmayan yollarla gerçekleşmesidir. Bu yasal olmayan tepkileri siyasal katılımın çeşitleri arasında saymayanlar olsa da bu ifade biçimlerini, siyasal güvensizliğin sonuçları olarak da yorumlamak mümkündür.

Bugünün donanımlı sosyal bilimcilerinden biri olan Furedi’ye göre siyasal katılımın düşük seyretmesi, halkın siyasal sisteme karşı hayal kırıklığı yaşadığını ve güven duygusunun ciddi oranda eridiğini göstermektedir. Örneğin Amerika’da 1958’de % 75 olan hükümete güven düzeyi, 1990’larda % 28,2’ye gerilemiştir. 11 Eylül saldırılarının da etkisiyle 2002’de bu oran % 40’a çıkmışsa da, günümüzde hükümete güven düzeyinin düşük olduğu bilinmektedir. İngiltere’de durum Amerika’dan pek de farklı değildir. 1994 yılında yapılan bir araştırmada halkın sadece % 24’ü İngiliz hükümetinin ulusal çıkarları, parti çıkarlarının üstünde tuttuğuna inanmaktadır. Ayrıca bir meslek olarak siyaset yapma, en çok güven duyulan meslekler arasında alt sıralarda yer almaktadır. Bunun yanı sıra BBC’nin yaptığı bir çalışmaya göre İngiltere’de 45 yaş ve altında olanların önemli bir kısmı siyasetçileri, “sahtekar” ve “yalancı” olarak nitelemektedir (Bkz. Furedi, 2010: 111). Türkiye örneğinde son on beş yılın oy verme davranışı olarak siyasal katılımına bakıldığında; siyasal sisteme, liderlere, partilere ve diğer siyasi otoritelere olan güvenin en düşük seviyede olduğu dönemlerin, siyasal katılım oranının da en düşük olduğu dönemler olduğu görülmektedir. Örneğin TÜİK verilerine göre son on beş yılda halkın genel seçimlere siyasal katılım oranları şu şekildedir: 2002 yılında yapılan genel seçimlere katılım % 79,1; 2007 seçimlerine katılım % 84,2 ve 2011 genel seçimlerine katılım ise % 83,2 oranında yaşanmıştır (TÜİK, 2012: 116). Akgün’e (2007: 181,186) göre 3 Kasım 2002 seçimleri, Türkiye'de son otuz yılın en düşük katılımlı seçimleridir. Bunun nedeni ise, yaşanan büyük ekonomik krizden dolayı vatandaşların sisteme güven duymamaları ve bir ölçüde sisteme yabancılaşmaları olarak değerlendirilebilir. TÜİK verilerine göre, son on beş yılda yapılan yerel seçimlere halkın siyasal katılımı da şu şekildedir: 1999 yerel seçimlerine kayıtlı seçmenlerin % 85,2’si, 2004 seçimlerine % 73,3’ü ve 2009 seçimlerine seçmenlerin % 84,2’si katılım sağlamıştır (TÜİK, 2012: 124). Bu verilere bakıldığında, 2002 yılındaki büyük güven kaybının artçılarının 2004 yılında da fark edilir bir şekilde devam ettiği görülmektedir.

Bir ülkenin siyasal güven göstergeleri, o ülkenin siyasal sisteminin sağlık durumunu gösteren bir termometre gibidir (Hooghe, 2011: 269). Bugünün dünyasında bu termometreye bakıldığında, siyasal sistemleri gelecekte pek de

sağlıklı günlerin beklediği söylenemez. Özellikle gelişmiş ülkelerde bireylerin siyasala yönelik kayıtsızlığı ve siyasetçilere, yönetime ve rejime dair güvensizlikleri, gelecek dönemlerin haberciliğini yapmaktadır. Bu kayıtsızlığın artış göstermesi, yeni birey tipinin siyasala yönelik algısının değişmesiyle alakalıdır. Değişen bu algı, aynı zamanda bireyin siyasal güvenine dair fikir beyan etmeyi de zorlaştırmaktadır. Touraine, siyasal kayıtsızlığın nedenlerine ilişkin bazı öngörülerde bulunmaktadır. Touraine bunun nedenleri arasında, kamu ruhunun zayıflamasını, tüketim toplumuna dönüşen toplumlarda bireyin kendi çıkarlarını öncelemesini, toplumsal bir özneye ve özne olmanın gereği olarak sosyal bir eyleyene dönüşememesini göstermektedir. Toplumun yapıtaşını oluşturan bu yeni birey tipi, önceleri iyi bir yurttaş veya daha iyi bir devrimci olmaya çalışan ve bunun uğruna kişisel çıkarlarını elinin tersiyle iten sorumlu bir vatandaş tipinden tamamen uzaklaşarak, davranışlarını tüketime endeksleyen ve kişisel çıkarlarını her şeyin üstünde tutan niteliklere bürünmüştür (Touraine, 2000: 215-216). Türkiye ölçeğinde bakıldığında, bu birey tipinin baskın olmadığı ve vatandaşların siyasal ilgisinin hala diri olduğu görülmektedir. Özellikle genel ve yerel seçimlere, referandumlara, protestolara ve diğer siyasal katılım modellerine iştirak etme, Türkiye toplumunun siyasal güveni veya güvensizliğini yorumlama şansı verebilmektedir. Siyasal katılım literatüründe genç seçmenler üzerine yapılan çalışmalar, her ne kadar gelişmiş ülkelerde gençlerin siyasete