• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.6. Güveni Ölçebilmenin Bir Başka Yolu

Güven çalışmaları içerisinde “güvenin ölçülmesi” konusu, literatürde önemli bir yer tutmaktadır. Küresel ölçekte yapılan güven araştırmaları, sadece güven çalışmacılarının değil, devlet adamlarının, siyasetçilerin, yöneticilerin, medyanın ve toplumların da ilgisine önemli ölçüde mazhar olmaktadır. Araştırma sonuçları; adeta ülkelerin demokrasi, refah, birlikte yaşama başarısı, sivil örgütlenmelerin yaygınlığı, ekonomik refahın düzeyi, işbirliği ve dayanışmayı temel alan sosyal sermaye değerlerinin durumu, yaşamdan memnuniyeti, kısacası bir ülkenin demokratiklik derecesinin birer karneleri gibi değerlendirilmektedir. Güven düzeyi düşük olan ülkeler; demokratikleşme yolunda daha fazla çabalar harcanması, açık topluma geçişlerini hızlandırması, yurttaş memnuniyetinin sağlanması, sivil örgütlenmelerin

teşvik edilmesi, suç oranlarının azaltılması, ekonomik refahın yükseltilmesi gibi konularda, tavsiyeler almaya aday ülkeler olarak yorumlanmaktadır.

Güven araştırmalarında Dünya Değerler Araştırması (World Values Survey- WVS), bu araştırmaların en çok bilineni ve kapsamlı olanıdır. Dünya Değerler Araştırması’nın ve diğer araştırma şirketlerinin güveni ölçmek için temel aldığı soru şu şekildedir: “Genel olarak insanların çoğunun güvenilir olduğunu söyleyebilir misiniz? Yoksa insanlarla ilişkilerinizde daima temkinli mi hareket edersiniz?” (Newton, 2001; Fukuyama, 2009; Field, 2008; Uslaner, 2008a; Bkz. Miller ve Mitamura, 200). Bu araştırmalarda Türkiye, dünya ülkeleri içerisinde güven seviyesi bakımından alt sıralarda yer alan ülkeler arasında gösterilmekte ve Brezilya, Filipinler gibi ülkelerle aynı kategoride değerlendirilmektedir (Bkz. Rothstein ve Uslaner, 2005).

Dünya Değerler Araştırması’nın 2011 verilerine göre Türkiye'de “çoğu insanı güvenilir” görenlerin oranı % 11,6 iken “dikkatli olunması gerekir” diyenlerin oranı ise % 82,9’dur. Bu verilere göre “çoğu insana güvenilir” şeklinde soruyu yanıtlayan ve değerler araştırmasında güven düzeyi en yüksek olan ülkeler; % 76 Danimarka, % 75 Norveç ve % 71 İsveç’tir. Bu araştırmada yer alan diğer bazı ülkelerin güven düzeyi ise şu şekildedir: Amerika % 34,8, Çin % 60,3, Almanya % 44,6, Rusya % 27,8, Hollanda % 66,1 (http://www.worldvaluessurvey.org, erş. tar. 05.09.2014). Field’tan (2008: 182) alınan verilere göre, 1995-96 yıllarında OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasında yapılan güven araştırmasında, % 65,3 ile bir İskandinav ülkesi olan Norveç güven düzeyinin en yüksek olduğu ülke konumundayken, Türkiye % 6,5 ile güven seviyesi en düşük olan ülkeler arasında yerini almıştır. Bu veriler göstermektedir ki, hem Dünya Değerler Araştırması hem de diğer araştırma şirketlerinin gerçekleştirdiği çalışmalar, birbirlerine yakın sonuçlar vermektedir. Ancak güven araştırmalarının yöntemleri ve kullanılan temel soruya yönelik ciddi eleştiriler bulunmaktadır (Yamagishi, 2011; Newton, 2001; Miller ve Mitamura, 2003, Fukuyama, 2009). Bu eleştirilere geçmeden önce, zihinleri karıştıran bir soru üzerinde durmak sanırım yerinde olacaktır: “Temel değerlerin önemli ölçüde erozyona uğradığı ülkelerde güven seviyesinin yüksek çıkması nasıl açıklanmalıdır?” Örneğin bireyin erken yaşlarda ve dolayısıyla temel kurum olan

ailede kazanabileceği güvenin, aile değerlerine yönelik ciddi problemlerin yaşandığı Danimarka, Norveç ve İsveç gibi ülkelerde yüksek çıkması nasıl yorumlanmalıdır? Ailelerin parçalanması, evlilik dışı ilişkilerin ve sonrasında dünyaya gelen çocukların sayısının, tüm dünya ülkeleri içerisinde ilk sırada yer alacak kadar fazla olması ve toplumda dağılan ailelerin görünümünün sıradanlaşması acaba güvenin yüksek çıkmasıyla nasıl açıklanabilir? Örneğin Giddens’a (2000b: 103) göre evlilik dışı doğum oranları Danimarka’da % 47, İsveç’te ise % 50’dir. Bu oranların günümüz şartlarında daha da yükseldiği düşünülmektedir.

Güven sorusunun zihinlerde oluşturduğu algı ve ölçülmeye çalışılan olgunun dosdoğru bir şekilde işaret edilip edilmediği konularında yine bazı eleştiriler bulunmaktadır. Bu eleştirilerden birinin sahibi Newton’a göre güven sorusu, iki nedenden dolayı eleştirilebilir. İlki, soruda geçen “güven” kavramı ele alındığında sanki güvenin tek biçimi varmış gibi düşünülmektedir (Newton, 2001: 203). Oysa güven farklı formlarda ve bağlamlarda çeşitlenebilir. Newton’un eleştirilerinden ilki olan güvenin çeşitli formlarının bulunduğu savunması, toplumun güven düzeyinin sadece genel güven veya sosyal güven üzerinden ölçülmeye çalışıldığını göstermesi açısından önemlidir. Çünkü bir toplumda ya da ülkede güven; kültür, din, alışkanlıklar vb. faktörler tarafından şekillenmektedir. Bu anlamda Türkiye, güven araştırmalarında son sıralarda yer alsa da, aslında güven düzeyi açısından zannedildiği kadar kötü bir durumda değildir. Ancak güven sorusu, güvenin belirleyici faktörlerini göz ardı etmektedir. Türkiye’nin toplumsal yapısı, Batı toplumlarının yapısından oldukça farklı bir düzeydedir. Örneğin güven sorusu düşünüldüğünde, kültürün kazandırdığı değerler ışığında, bir bayanın tanımadığı bir erkeğe güvenmesi neredeyse imkansızdır. Yaşadığı toplum ve kültür, inandığı değerler ve dinsel inançlar, toplumun kültürel bir kodu olan “mahrem” duygusunu belirlemekte ve kolektif bir davranışa dönüştürmektedir. O halde güvenme, Batı toplumlarında olduğunun aksine, mahrem çizgilerini aşan kişilere dair büyük oranda gerçekleşmez.

Yukarıda güvenin çeşitleri içerisinde ele alınan kısmi güvenin, Türkiye toplumunda güçlü olduğu düşünülmektedir. Çünkü Türkiye; çeşitli etnik yapıyı, dini, ideolojiyi, mezhebi ve fraksiyonları bünyesinde barındıran bir topluma sahiptir. Bu

“özelleştirilmiş” yapıların kendi içerisinde güven seviyeleri oldukça yüksektir. Kentlerde yapılanan hemşehri dernekleri, dinsel cemaatler ve etnik temelli örgütlenmelerin varlığı, bu yargıyı güçlendirmektedir. Oysa güven sorusunun, kısmi güveni dikkate almayarak sadece genel sosyal güven üzerinden sorulması, çıkan sonuçlar dikkate alındığında yanıltıcı olacaktır. Newton ikinci olarak da, insanların güven değerlendirilmesinin alındığı bu soru düşünüldüğünde varsayılır ki “güven”, değişmesi oldukça zaman alan ve ölçülmesi ve betimlenmesi zor almayan bir durumdur. Halbuki güven seviyesi bir toplumda, hızla artan ya da azalan bir doğaya sahiptir (Newton, 2001: 203). Çünkü güvenin ölçümü, anlık bir fotoğraf çekiminde ortaya konan bir fotoğraftan daha geniş ve daha derin bir anlama sahiptir. Toplumun genelini etkileyen önemli bir olayın yaşanması ve insanların geniş çapta hayal kırıklıklarına maruz kalması, güven seviyesinin çabucak değişmesine neden olabilir. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde yer alacak olan “siyasal güven”in, bu özelliklere sahip bir güven çeşidi olduğu görülecektir.

Güven sorusuna ilişkin Newton’un eleştirileri dışında başka eleştiriler de bulunmaktadır. Güven sorusuna gelen bir diğer eleştiri de, “güven” kavramının farklı dillerdeki anlamı ya da etimolojisine yöneliktir. Örneğin dünya toplumlarına uygulanan bu sorunun Almanca versiyonunda “güven” kavramını karşılamak için kullanılan “vertrauen” kelimesi hem güven hem de inanç ve emanet etmek gibi anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla sorunun kastettiği güven ile Alman yurttaşlarının anladığı güven aynı şeyler olmamaktadır. Bu araştırmanın İngilizce versiyonunda ise, bu iki kavramın (güven ve inanç) ayrı ayrı sorulduğu görülmüştür. Bir başka eleştiri de soruda geçen “insanların çoğu” ile kastedilen sınırların net bir şekilde çizilmediğine yöneliktir. Bu “insanların çoğu” ibaresi içerisine; ailenin, etnik ve dini grupların veya tamamen yabancı kişilerin girip girmediği konusu belirsizliğini taşımaktadır (Fukuyama, 2009: 42; Field, 2008: 182; Uslaner, 2008a; Bkz. Miller ve Mitamura, 2003).30 Kaldı ki kısmi güvenin temel belirleyicisi olan bu yapılar,

30 Önemli güven teorisyenlerinden biri olan Japon sosyal bilimci Toshio Yamagishi, güven araştırmalarında sorulan sorunun belirsizliği konusunda önemli tespitlerde bulunmuş ve sadece bu yanıltıcı durumu “güven paradoksları” altında belirlediği üç paradokstan biri olarak değerlendirmiştir. Kendisinin yaptığı karşılaştırmalı Amerika ve Japonya araştırmaları, bu paradoksa ortaya çıkaran çalışmalardır. Yamagishi’nin bu araştırması ve güvenin üç paradoksu için bkz. Yamagishi, 2011. 53

Türkiye şartlarında kişinin güven düzeyinin de temel belirleyicisidir. Öyle ki Norveç ve Danimarka gibi ülkelerde güven seviyesinin yüksek çıkmasında, bu ülkelerin demografisinin, dini ve kültürel yapılarının homojen nitelikte olması belirleyici olmaktadır. Çünkü ortalama nüfusları yaklaşık beş milyon olan bu ülkeler, farklı kültürel değerlere, ideolojilere, etnik yapılara, dinsel ve mezhepsel çeşitliliğe sahip değillerdir. Bundan dolayı bu ülkelerin vatandaşları, Türkiye’nin heterojenliğiyle kıyaslandığında, nicelik ve nitelik bakımından bir topluluk görünümünü andırmaktadır. O halde bu ülkelerde genel sosyal güveni ölçmekle kısmi güveni ölçmek arasında, önemli bir fark bulunmayacaktır. Oysa Türkiye, çok dilli ve kültürlü bir toplum yapısına sahip olmakla birlikte birçok etnik, dini, ideolojik ve mezhepsel farklılıkları barındırmaktadır. Bu topluluklar kendi içerisinde bir dayanışma, işbirliği ve güven tesis etmektedirler (Bkz. Balkanlıoğlu ve Irmak, 2014). Dolayısıyla bu topluluklarda grup içi güven veya kısmi güven düzeyi, genel sosyal güvene oranla oldukça yüksek çıkacaktır. Sonuç olarak yöneltilen bu eleştiriler ışığında güven sorusunun yeniden tasarlanması ve ülkelerin sosyal ve kültürel özellikleri dikkate alınarak hazırlanması gerekmektedir.

Ayrıca Miller ve Mitamura’nın, güven sorusunu parçalara ayırarak bir yapıbozuma uğrattığı ve analiz ettiği nitelikli bir çalışma için bkz. Miller ve Mitamura, 2003.

54

II. BÖLÜM SİYASAL GÜVEN

Toplumların işleyişini düzenleyen birçok kurum bulunmaktadır. Bu kurumların, bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak, sorunlarına çözüm üretmek ve hayatını düzenli bir şekilde sürdürmesine yardımcı olmak gibi birçok işlevi vardır. Bu kurumlar arasında yer alan temel kurumlardan birisi de siyasettir. Siyaset, Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kelime olmakla birlikte yönetmek, yetiştirmek ve eğitmek anlamlarına gelmektedir.31 Siyaset kavramı etimolojik olarak

incelendiğinde; tımar etmek (özellikle atları tımar etmek anlamında), terbiye etmek, idare etmek, düzene uymak ve tedbir almak gibi manaları taşıdığı görülmektedir (Dursun, 2002: 25; Aydın, 2000: 144; Çetin, 2012: 182). Genel anlamda siyaset, insanların bir yönetim altında yaşamalarına imkan tanıyan, genel kuralları belirledikleri, muhafaza ettikleri ve düzenledikleri bir etkinliktir. Siyasetin kişilerde, toplumlarda ve kurumlarda dört farklı kategorik kavrayış biçiminin olduğu ileri sürülmektedir. Bu farklı kavrayışlar aynı zamanda, “siyaset nedir?” sorusunun çeşitli algılanma biçimlerini de ortaya koymaktadır. Buna göre siyaset, (1) yönetim ve devlet işleriyle, (2) toplumun kanaatlerinin işleyişi ve idaresiyle, (3) siyasi problemlerin çözümünde uzlaşma ve müzakere yöntemiyle ve (4) toplumsal varoluş hususunda kaynakların üretimi, dağıtımı ve kullanımına ilişkin söylemlerle ilişkilendirilip tanımlanmaktadır (Heywood, 2012: 62-63). Ünlü Arap düşünür Cabiri ise siyaseti; belirleyicileri ve görüntüleri olan, birinin ötekine bir çeşit özel bir otoriteyi, yönetim otoritesini uyguladığı, iki taraf arasındaki güçlü ilişkiyi anlatan sosyal bir eylem olarak tanımlamaktadır (Cabiri, 1997: 13). Özet olarak siyaset, insanları yönetmenin ve idare etmenin örgütlü bir biçimidir. Bu örgütün yukarısında yöneticiler yer alırken aşağısında ise halk (yönetilenler) bulunmaktadır.

31Siyaset sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı, Türkçede de siyasetin eş anlamlısı olarak kullanılan, politika (politique) olup Grekçe şehir yönetimi veya kamu düzeni anlamlarına gelen “police”den türemiştir. Siyaset ve politikayı farklı anlamlarda kullanmak isteyenler olsa dahi, bu iki kavram aynı olguyu ifade etmektedir (Aydın, 2011a: 20). Bu çalışmada ise kurumsal olana daha kararlı vurgu yaptığı, halkın günlük dilinde çokça tercih edildiği ve güven kavramıyla ilişkisinin araştırıldığı Türkçe çalışmalarda literatüre genel olarak bu şekilde girdiği için “siyaset” kavramının kullanılması uygun görülmüştür.

55

Siyasal sistemler, yöneticilerle halkın ilişkileri ekseninde tanımlanmaktadır. Monarşi, teokrasi, oligarşi, demokrasi gibi yönetim biçimleri, halkın yönetime dahil olma şekline göre belirlenir. Aynı zamanda bu yönetim biçimleri, yöneticilerle yönetilenler arasındaki etkileşimi de tayin etmektedir. Monarşi, teokrasi ve oligarşi gibi yönetim biçimlerinde, halkın sistem hakkındaki düşüncesini ifade etmeye ve yöneticinin belirlenmesinde katkı sağlamaya hakkı yoktur. Bu tür siyasi haklara sahip olmayan tebaanın, siyasal sisteme yönelik herhangi bir tutum beslemesine de ihtiyaç bulunmamaktadır. Siyasal sistemi beğenmeme veya güvenmeme gibi bir tutum geliştirmek, yönetilenlerin haddini aşması olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu durum demokrasiyle birlikte yönetilenler lehine değişmiştir. Yönetilenler, tebaa olmaktan çıkarak vatandaş, yurttaş konumuna yükselmiştir. Ayrıca seçimle işbaşına getirdiği yöneticilere ve işleyen siyasal sisteme ilişkin düşüncelerini, tutumlarını ve duygularını dile getirme şansına erişmiştir. Çünkü his ve duygular, siyasal davranış üzerinde etkili olmaktadır (Cottam vd., 2004: 49). Bu perspektiften ele alındığında siyasal güven konusu; yönetilenlerin düşünceleri, tutumları ve duygularıyla yakından ilgilidir. Birey; siyasal sistemin işleyişi, siyasal liderler ve mevcut siyasal sorunlar üzerine bir takım düşüncelere sahiptir. Siyasal sisteme dair bu düşünceler, bireyin sistemle ilgili tutumlarının oluşmasına neden olmaktadır (Sarıbay, 2000: 66). Öyle ki vatandaş, kendini yöneten siyasetçilere, yöneticilere, liderlere, kurumlara, sistemlere vs. güvenmek ister. Güven duyması için de, siyasi mekanizmaların vatandaşların beklentilerini karşılaması gerekmektedir. Dolayısıyla siyasal güven; siyasal mekanizmalara ve yürürlükteki politikalara yönelik vatandaşın güvenini tanımlamaktadır.

Siyasal güven üzerine özellikle Amerika ve Avrupa’da çok sayıda çalışmalar yapılmış ve bu konuda ciddi ve ağırlığı olan bir literatür oluşmuştur. 1960’lı yıllarda başlayan bu çalışmaların önemli bir kısmı, siyasal güven düzeyinin keskin düşüşler yaşadığı 1990’lı yıllardan itibaren yapılmıştır. Araştırmalarda siyasal güven düzeyinin düşüş yaşadığına dair güçlü veriler elde edilmiştir (Bkz. Dalton, 2005; Norris, 1999b, 1999c; Blendon, 1997).32 2000’li yıllarda hükümetlere ve siyasal

32 Yang ve Tang’ın (2010) yaptığı araştırmalar, siyasal güvenin düştüğüne yönelik genel kanaatin aksine farklı bir perspektif sunmaktadır. Yang ve Tang, Batılı ülkelerde siyasal güven düzeyinin

56

kurumlara yönelik siyasal güven düzeyi, düşük seviyelerde seyretmeye devam etmiştir (Cheema, 2010). Siyaset bilimcilerin ve sosyologların, siyasal güvenin erozyona uğramasının nedenleriyle ilgili yaptıkları araştırmalara da ilham veren bu düşüş; araştırmacıların siyasal sistemlere, siyasetçilere, liderlere, kurumlara ve hükümet politikalarına yönelik çalışmalarına da hız vermiştir (Bkz. Cheema, 2010). Kuşkusuz bu çalışmalarda, siyasal güvenin erimesine dair çeşitli bulgular ve tespitler saptanmıştır. Bu varsayımlardan birisine göre güven erozyonunun sebebi, 1980’li yılların sonunda ve 1990’lı yıllarda, dünyada yaşanan önemli değişimler ve insanları tedirgin eden küresel ölçekte gelişen önemli olaylardır (Bkz. Nye, 2007). Bu dönemlerde hükümetlere yönelik siyasal güvensizliğin adeta dünya genelinde yaygınlık kazandığı görülmektedir. Bundan dolayı Hardin (2002b: 168-170) bu yılları, “güvenmeme salgını”nın (endemic distrust) baş gösterdiği yıllar olarak metaforlaştırmaktadır. Bir diğer tespit, vatandaşların zamanla değişen ve artan beklentilerinin yeni bir “vatandaş tipi” üretmesi tezine dayanmaktadır. Çünkü Modern dönemlerle birlikte vatandaşlar; hükümet kurumlarına, siyasi mekanizmalara ve siyasal ve sosyal işleyişlere daha eleştirel bir tutum takınmaya başladılar. Önemli siyasal güven teorisyenlerinden biri olan Pippa Norris’in edisyon kitabına da isim olan bu “eleştirel vatandaşlık” (critical citizens) tipi, temel demokratik prensiplerin yanı sıra ülkelerindeki demokratik yönetim idealinin güçlü bir destekleyicisi olan “vatandaşlığı” tarif etmektedir (Norris, 1999a; Bkz. Kumlin, 2004: 72). Eleştirel vatandaşlık tipi, esasen bugünün demokrasi anlayışıyla da yakından ilgilidir. Dalton’un da ifade ettiği gibi, günümüz gelişmiş demokrasileri, gelişen sosyal ve siyasal durumlara bağlı olarak siyasal yönetime eleştirel gözle bakabilen vatandaşlar üretmektedir (Dalton, 2005: 144). Dolayısıyla yaşadığımız çağ, herhangi bir hükümetin veya siyasi mekanizmanın, tüm vatandaşların güvenini ve bağlılığını kazanmasının, olağan bir durum olmadığı bir çağdır (Aberbach ve Walker, 1970: 1199). Norris, siyasal güven düzeyinin düşmesine ilişkin birçok Batı ülkesine yönelik yaptığı çalışmalarda, güven düzeyinin azalmasına ilişkin dört temel neden

büyük çaplı düşüşler yaşamasına karşın Çin’de halkın güven seviyesinin yükseldiğini ortaya koymuştur. Yang ve Tang bunun nedenlerinin daha çok siyasal kültürde aranması gerektiğini belirtirken özellikle bu arayışın siyasal kültürü şekillendiren dini, geleneksel ve bu topluma özgü değerler sisteminde yapılması gerektiğini öne sürer.

57

saptamıştır. Bu dört neden; (1) sosyal güvenin ciddi anlamda erozyona uğramasıyla insanlarda sorumluluk duygusunun giderek değer kaybetmesi, (2) hükümetlerin ekonomik ve siyasal performanslarında görülen başarısızlıkların, vatandaş üzerinde neden olduğu memnuniyetsizlik, (3) kurumların politikalarının seçmenin beklentilerini karşılayamaması, (4) modern dönemle birlikte yaşanan hızlı sosyal değişimler ve toplumun ortak mirası olan kültürde siyasal güvensizliğin yer etmesi (Norris, 1999b; Bkz. Kaina, 2008: 408-410) şeklinde sıralanabilir.

Siyasal güvenle ilgili verilen bu kısa giriş, siyasal güvene dair bir girizgah niteliği taşımaktadır. Türkiye'de sosyoloji literatüründe bulunmayan, siyaset bilimi literatüründe ise hükümete ve kurumlara güven şeklinde kısmen ele alınan siyasal güven konusu, yabancı literatürde geniş kapsamlı bir çalışma alanına sahiptir.