• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.8. Siyasal Güvensizliğin Nedenleri

2.8.4. Terör

Terör siyasal bir amaca ulaşmak için devlete, kurumlara ve vatandaşlara yönelik sistemli bir şekilde şiddet eylemlerine başvurmaktır. Terörün sistematik bir biçimde uygulanmasına terörizm, bu şiddeti gerçekleştirene ise terörist adı verilmektedir. Terörün sermayesini şiddet oluşturmakla beraber şiddet aracılığıyla ve 146

gayri meşru bir biçimde siyasal hedeflerini gerçekleştirme düşüncesine de tarihsel süreçte karşılaşılmaktadır. Yol kesen haramiler, eşkıyalar, korsanlar ve vurguncular gibi yasadışı veya toplumun normlarına aykırı hareket edenler, geçmiş dönemlerdeki terörist tiplerini oluşturmaktadır. Ancak terörizmin modern dönemle birlikte yeniden üretilmiş olması, adeta onu kurumsallaştırmıştır. 19. yüzyılda radikal bir siyaset felsefesi olarak ortaya çıkan anarşizmin, terörizmi gerektiğinde başvurulması gereken bir metot olarak göstermesi de terörizmi bir ölçüde meşrulaştırmıştır (Aydın, 2011b: 452). Böylelikle günümüzde ismi geçen birçok terör örgütü siyasi amaçlarına ulaşmak için, kendilerini meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. El-Kaide, PKK, IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti), DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) gibi örgütler kendilerini, gerek zulüm gören bir etnisitenin özgürlük savaşçıları, gerek kafirlere karşı verilen savaş ve gerekse de kapitalizmin sömürdüğü ezilmişlerin haklarını savunmak gibi mantıksal nedenlere bürümüşlerdir. Her ne kadar bu tür meşrulaştırma söylemleri geliştirilse de, bu terör grupları insanların desteğini tümüyle arkalarına alamamaktadırlar.

Egemenlik ilişkisine karşı çıkmasından dolayı terörizmin arkasında tutarlı bir ideolojinin veya felsefi bir düşüncenin olduğu kabul edilir.86

Ancak ideolojik ve felsefi düşüncenin kullandığı şiddet araçları, toplumun bu ideolojileri veya felsefeleri görmelerini engellemektedir (Kongar, 2002: 74). Gerçek hayatta türlü türlü silahları ve bombaları kullanan terör örgütleri, bu eylemlere gerekçe olan felsefi veya sosyolojik nedenleri insanlara anlatmak konusunda pek de maharetli görünmemektedir. Halbuki terörizm, insanlarda sürekli korku üretmektedir (Bkz. Cirhinlioğlu, 2004: 32). Terör eylemlerinin amaçlarından bir tanesi de korkuyu yaymaktadır. İnsanlarda korkunun oluşması; hedef alınan devlete, hükümete veya lidere yönelik bir güven kaybına neden olmaktadır. Çünkü vatandaş, üyesi olduğu devletin kendini korumasını ve kollamasını ister. Kendilerini güvende hissetmeyen

86 İnsanlık tarihinde savaşların ve bir grubun veya topluluğun sermayesini oluşturduğu terör faaliyetlerinin önemli olmasının yanı sıra bireysel terör faaliyetleri de önemlidir. Tarihte bireysel teröre örnek gösterilen ve oldukça bilinen terör eylemi, Marcus Iunuis Brutus ve arkadaşlarının Roma İmparatoru Julius Sezar’ı öldürmeleridir. “Sende mi Brütüs?” repliğiyle kullanılan ve hayal kırıklığını ifade eden bu olay, doğrudan siyasal bir nitelik taşımaktadır. Cumhuriyetçi olan Brutus, diktatörlük rejimini yıkıp yerine cumhuriyeti kurmak için Sezar’ı öldürmüştür (Bkz. Kongar, 2002: 77). İlginç olan ise, modern zamanların devlet modeli olan ve yönetimde halkın üstünlüğünü temele alan cumhuriyetin gerçekleşmesi için, bir terör eylemine başvurulmuş olmasıdır.

147

vatandaşların, sürekli bir korku hali taşıdığı ve bu korkuyla karşı karşıya gelmekten sakındıkları görülür. Sürecin bu şekilde devam etmesi durumunda yurttaş, kendini daha iyi koruyacağını düşündüğü liderleri veya siyasetçileri iktidara getirir. Ayrıca güvenliğini sağladığına inandığı hükümetlerin de, iktidarda olmasını arzu eder. Örneğin 1998 yılında PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi sırasında başbakan olan merhum Bülent Ecevit, 1999 genel seçimlerinde oyunu büyük oranda arttırarak % 14,6’lardan % 22,1’lere taşımıştır. Yıllardır bu terör örgütünden acı çekmiş Türkiye toplumu, liderinin yakalanmasıyla bu örgütün sonlanacağını ve artık güvende olacaklarını düşünerek siyasi tercihlerini DSP’den (Demokratik Sol Parti) yana kullanmıştır.

Terörizm ve güven ilişkisi, güven literatüründe birçok yönüyle işlenmektedir. Hardin’e (2006: 118) göre terörizmin güvenle ilişkisi bağlamında iki önemli durum ortaya çıkmaktadır. İlki, teröristlerin kendisiyle ilgili yaşadığı güven problemidir. Çünkü sıra dışı eylemlere girişen teröristlerin, bu eylemleri gerçekleştirmede üzerine aldıkları büyük risk, kendi örgütüne ve inancına olan bağlılık, güvenle yakından ilgili konulardır. İkincisi ise, toplumun problemleridir. Toplumun terör nedeniyle yaşadığı huzursuzluk, emniyetsizlik, güvensizlik ve teröre kaynaklık ettiği düşünülen alt- grupların toplumda yer alması, insanların birbirlerine olan güveninin ciddi derecede zedelenmesine neden olabilmektedir (Bkz. Hardin, 2006: 118). Hardin’in belirttiği ikinci boyut, bugünün dünyasında sosyal ve siyasal güveni, sosyal sermayeyi ve sosyal ağları önemli ölçüde eritmektedir. Bu konuyla ilgili iki farklı örnek verilebilir. İlki, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da İkiz Kulelere ve Pentagon’a karşı yapılan terör saldırılarından sonra, özellikle Amerika ve Avrupa’da müslümanlara yönelik bir ötekileştirme eğiliminin başlamasıdır. İslamafobia olarak adlandırılan ve müslümanları potansiyel terörist olarak gösteren bu algı, aynı zamanda İslam’ın öğretilerini ve Hz. Muhammed’in hayatını da kasıtlı olarak bir “cihad” eksenli okumaya tabi tutmuştur. Bu cihadist okumanın temelinde ise, İslam dini ve müslümanlar üzerinden bir korku üretme siyaseti yer almaktadır. 11 Eylül saldırılarından sonra Batı ülkelerinde yaşayan müslümanların, toplumun hakim etnik yapısına veya dinine mensup insanlar ya da diğer etnik ve dini yapının üyeleri tarafından dışlanması, güvenin ciddi bir şekilde zarar görmesine neden olmuştur.

Bunun yanı sıra günümüzden bir örnek vermek gerekirse, bugün IŞİD adlı terör örgütünün yaptığı infazlar ve eylem şekilleri, İslam dinini çağdışı göstererek dünya toplumlarına yine İslamafobiayı pompalamanın bir vesilesi olmaktadır. İkinci örnek ise, yaklaşık otuz beş yıldır terör eylemlerine devam etmiş ve şimdilerde çözüm üretilmeye çalışılan PKK terör örgütüdür. Türkiye'deki ve diğer komşu ülkelerdeki Kürtlerin haklarını savunduğunu öne süren bu örgütün eylemleri ve toplumda oluşturduğu korku, Türk ve Kürt halkının zaman zaman karşı karşıya gelmesine ve yıllardır bir arada kardeşçe yaşamış bu yapıları, birbirini düşman görmesine neden olmuştur. Ancak son birkaç yılda başlayan barış süreci, halkların birbirlerine olan güvenlerinin ve sosyal sermayelerinin restorasyonuna zemin hazırlamıştır.

Terörizm yeni bir durum olmamakla birlikte aynı zamanda amaçları gerçekleştirmenin de illegal yöntemidir (Nye, 2007: 247). Günümüzde bir terör örgütünün, dünyanın birçok ülkesinde veya bölgesinde şiddet eylemlerini gerçekleştirmesi, terörün “küresel” boyutunu gözler önüne sermektedir (Aydın, 2011b: 454). Böylelikle terör, sadece ulusal sınırlara takılıp kalmayan, uluslararası zeminde varlığını ortaya koyan bir örgütlenmeye dönüşmüştür. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren El-Kaide terör örgütü, bu anlamda küresel bir terör örgütü olarak tanımlanabilir (Nye, 2007: 248; Bkz. Cirhinlioğlu, 2004: 7-9). Küresel bir terör eylemi olan 11 Eylül’e ilişkin siyasal güven literatüründe birçok çalışma yapıldığı görülmektedir (Hetherington, 2004; Davis ve Silver, 2004; Nye, 2007). Bu çalışmalarda Amerikan halkının siyasal güveninin kısa süreliğine de olsa yükseldiği bulgusuna ulaşılmıştır. Yukarıda ifade edilen, vatandaşın kendini güvende hissetmesi için hükümete verdiği siyasal destek veya güven, Amerika’da 11 Eylül saldırılarından sonra hızla yükselişe geçmiştir. Bu saldırılar öncesinde George W. Bush’a duyulan siyasal güven % 51 dolaylarındayken, saldırıdan sonra siyasal güven oranı hızlı bir ivme göstererek % 90’lara ulaşmıştır (Hetherington, 2004: 32). Bu duruma ilişkin siyasal güven araştırmacısı Hetherington, ilginç bir soru sormaktadır: “Ne oldu da 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra hem siyasi lidere hem de hükümete güven bir anda müthiş bir artış gösterdi?” Bu soruyu Hetherington, iki nedenle açıklamaya çalışmaktadır. İlki, bir ülkeye yabancılar veya diğer devletler tarafından yapılan saldırılar, insanların hem başkana hem de kurumlara ya da hükümete olan

güvenlerini arttırmaktadır. Çünkü bu saldırılara cevap verilmesi ve ülkenin savunulması için, ülke içinde birlik sağlanarak tek bir vücut olunmalıdır. İkincisi ise, tüm ülkelerde olduğu gibi Amerika’da da ordu, ülkeden ülkeye iç ve dış konjonktüre bağlı olarak sıralaması değişse de, saygıdeğer ve güvenilir olan kurumların ilk sıralarında yer almaktadır. Aynı zamanda ordu, bir devletin gücünü temsil eder. O halde ordunun tüm yetkilerini elinde tutan ve bu saldırılar karşısında orduyu harekete geçirecek güç olan hükümet, vatandaşlar tarafından güven duyulan ve desteklenilen bir kurum haline gelivermektedir (Hetherington, 2004: 33-34). Hetherington’un bu tespitleri gösteriyor ki, insanları bir araya getiren, ortak kararlar almasını ve birlikte hareket etmesini sağlayan, açık düşmana karşı dayanışmayı gerçekleştiren terörizm, bir tür sosyal sermayeye dönüşmüştür. Öyle ki korkuyla birlikte üretilen bu sosyal sermaye, Davis ve Silver’a (2004) göre güvenliği (security) sağlamak adına Amerikalıların bazı özgürlüklerinden kendi rızalarıyla feragat etmesine dahi neden olmuştur.87

Terörizm; kural ve sınır tanımaması, korku üretmesi ve şiddete başvurmasıyla toplumun yaşam memnuniyetini ve geleceğe yönelik iyimserliklerini ortadan kaldırmaktadır. İnsanların terör riskiyle karşı karşıya kaldığı, siyasi otoritelerin ve güvenlik güçlerinin bu tehlikeyi ortadan kaldırabilecek kabiliyette ve yeterlilikte olmadığı toplumlar, vatandaşın siyasal güveninin ciddi yaralar aldığı ortamlardır. Siyasal güvensizliğin nedenlerinden biri olan terörizm, tarafların birbirlerini öldürerek üstünlük sağlayacağı bir çözümü değil, siyasal mekanizmaların devreye girdiği, konuşularak sorunların çözülmeye çalışıldığı ve silahların yerine diplomasinin hakim olduğu bir yöntemi benimsemelidir. Çünkü siyasi tarihte amaçlarına eksiksiz ulaşan terör grupları olmadığı gibi, terör tehdidini silahla çözüme kavuşturan devlet de olmamıştır.

Siyasal güven konusuna ilişkin tanımlamaların, literatürün, teorilerin, onto- epistemik temellendirmelerin ve siyasal güvensizlikle ilgili konuların yer aldığı bu

87Terör eylemleri ve terör ortamı, insanlarda yaşamsal öncelikleri değiştirebilmektedir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk basamakta yer alan güvenlik ihtiyacı, insanın birincil ihtiyaçları içerisinde yer almaktadır. Dolayısıyla kişisel ve demokratik özgürlükler için birer tehdit oluşturan terörizm, güvenliği önceleyen insanların sivil özgürlüklere olan desteklerini de azaltmaktadır (Bkz. Davis ve Silver, 2004; Bkz. Nye, 2007).

150

bölümde, siyasal güvenin geniş bir haritası çıkartılmaya çalışılmıştır. Bundan sonraki bölümde, siyasal güven literatürü perspektifinde Türkiye toplumunun analizine ve bu tezin üç sacayağı olan siyasi liderlerin, siyasi kurumların ve siyasal, sosyal ve ekonomik süreçlerin siyasal güven kodlarına dair temellendirmelere yer verilecektir.

III. BÖLÜM

TÜRKİYE’DE SİYASAL GÜVEN

Siyasal güven, hem son dönem güncel siyasi tartışmalarda hem de sosyoloji ve siyaset bilimi alanında yapılan çalışmalarda önemi gün geçtikçe artan bir konu haline gelmiştir. Amerika’da ve Avrupa’da hükümetlerin, siyasal rejimlerin, liderlerin ve siyasetçilerin önemli ölçüde güven kaybına maruz kalmaları, siyasal güvene yönelik ilginin yoğunlaşmasında temel bir etken olmuştur. Bunun yanı sıra devletlerin karşı karşıya kaldığı önemli siyasal süreçler de, siyasal güven imtihanına yeni bir boyut kazandırmıştır (Bkz. Schoon ve Cheng, 2011: 619; Bkz. Kakizaki, 2012: 67). Bu süreçler içerisinde yer alan demokratikleşme süreci; siyasal güveni belirleyen başat süreçlerden biri olmuştur.88 Ayrıca ekonomik gelişim süreci de, vatandaşın güvenini

ölçen temel parametrelerden biri haline gelmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalar göstermektedir ki, hükümete, siyasi aktörlere ve siyasal sisteme duyulan siyasal güven, ülkenin ekonomi politikasını derinden etkilerken, ekonomi politikasına duyulan güven de, yine siyasal güvenin önemli belirleyicileri arasında sayılmaktadır (Bkz. Nunkoo ve Smith, 2013; Back ve Kestila, 2009: 176; Catterberg ve Moreno, 2005: 45; Parker ve Parker, 1993).

Siyasal güven konusunda Türkiye ölçeğinde bir literatür oluşturacak kadar çalışmanın olmadığına, önceki bölümlerde değinilmişti. Türkiye’nin siyasal sisteminin demokratikleşmesi ve sivil toplumun gelişmesine dair çok sayıda çalışma olmasına karşın, siyasal güven konusunda ciddi çalışmaların olmaması (Bkz. Kakizaki, 2012: 68), hem siyasal güven konusuyla ilgili yeni bir çalışma alanının oluşmasına, hem de siyasal rejime ve siyasal otoritelere ilişkin yeni bir okumanın ve analizin yapılmasına imkan verecektir. Çünkü Türkiye’nin modern siyasal sistemi,

88 Siyasal rejimlerin demokratik işleyişinin sağlıklı olması, karşılaşılan birçok problemin sistem sorununa dönüşmeden çözüm üretilmesini sağlamaktadır. Bu duruma dikkat çeken Durkheim, sağlıklı toplumların siyasal sorunlarla hiçbir zaman meşgul olmadıklarını öne sürmüş, bunun nedenini sorunların toplum tarafından çözüme kavuşturulmuş olmasına bağlamıştır. Çünkü gelişmekte olan demokrasiyle yönetilen ülkelerde, hükümetin biçimine ve yetkilerine yönelik tartışmalar, toplumu yatıştırmak veya kutuplara ayırmak için hukuk kitaplarından medyaya taşınıyorsa, siyasal kaygılar insanların tasavvurları ve tahayyüllerini ipotek altına almışsa, bu göstergeler mevcut toplumun sorunlarla mücadele eden bir toplum olduğunun semptomlarına işarettir (Bkz. Duverger, 1995: 108).

152

siyasal konjöntüre ve rejim tartışmalarına bağlı olarak dinamik bir görünüm arz etmekte, sürekli değişen sosyo-ekonomik yapısıyla sosyolojik bir laboratuar özelliği taşımakta, mecrasını bulamamış ve dışarıdan alınan durağan anayasa modelleriyle rejim bunalımlarına hedef olmakta (Karpat, 2013: 7) ve terör, ekonomik krizler, insan hak ve hürriyet ihlalleri, yozlaşma, yolsuzluk, kültürel farklılıklar ve kimlik sorunları gibi ülke gündemini çokça meşgul eden problemlerle boğuşmaktadır.89

Çalışmanın bu bölümünde genel olarak, Türkiye’ye uyarlanmış siyasal güven faktörleri olan siyasi lider, siyasi kurumlar ve süreçlerin, Türkiye’nin siyasal kültüründeki karşılığı, Cumhuriyetten bu yana şekillenen siyasal güven kodlarının analizi, bugünün lider, kurum ve süreçlerine yönelik siyasal güvenin düzeyi ve son dönemde yaşanan önemli siyasi olayların siyasal güven perspektifinden çözümlemesine yer verilecektir. Ayrıca bölümün sonuna gelindiğinde ise, Türkiye'de siyasal güvenin geniş ölçekli bir haritasının çıkarılmış olacağı umulmaktadır.

3.1. Türkiye'de Siyasal Güvenin Üç Arkhesi: Liderler, Kurumlar ve