• Sonuç bulunamadı

1. SİVİL TOPLUMDAN KÜRESEL SİVİL TOPLUMA

1.3. Gramsci ve Sivil Toplum

1.4.1. Sivil Toplum ve Hegemonya

Gramsci, Marx ve Engels’in “Alman İdeolojisi”nde98 geçen sivil toplumdaki

burjuva hegemonyası kavramını almış kapitalist sistemin işleyişine ilişkin kendi yaklaşımının temel kavramı olarak kullanmıştır. Gramsci’ye göre hegemonya burjuva değer ve normlarının bağımlı sınıflar üzerindeki ideolojik hakimiyeti anlamındadır. Hegemonya egemen bir yaşam ve düşünce biçiminin tüm toplum kurumlarına yayılan

94 Peter D. Thomas, a.g.e., s. 208.

95 A.g.e., s. 209.

96 Aynı yerde.

97 A.g.e., s. 200.

bütün sosyal, siyasal, dinsel ve toplumsal ilişkileri kendi değerleri içinde bilgilendirdiği bir düzendir. Hegemonya egemen sınıfın sivil toplumda bağımlı sınıflar üzerindeki ideolojik üstünlüğü anlamındadır. Buradaki özgünlük egemen/yönetici sınıfın şiddetinde ya da devlet aygıtının baskı gücünde değil, yöneticilerin dünya görüşünün yönetilenler tarafından rıza ile kabul edilmesidir. Egemen sınıfın felsefesinin bütün toplumun felsefesi gibi herkes tarafından benimsenmesidir.99 Gramsci’nin sorunu, bağımlı sınıflarda

böylesine bir rızanın nasıl oluşturulduğudur, böylelikle de bağımlı sınıflar bu düzeni devirip nasıl bir yeni evrensel özgürlük düzeni getirebilirlerdir.

Gramsci kategorik olarak hegemonyayı rıza aracıyla alt sınıfların egemen sınıfın kurduğu toplumsal düzeni kabul etmesi olarak açıklayacaktır. Ancak hegemonya, rıza ve zor arasında diyalektik ilişki ile anlaşılabilecek bir kavramdır.100 Gramsci hegemonya

terimini ilk kez kullandığında önderliğin bir tahakküm uğrağı olarak belirtmiştir. Liderlik, hegemonya ve tahakküm ilişkisinin bölünmez bir siyasi iktidarın stratejik açıdan farklılaşmış biçimleridir; hegemonya öncü gruba yakın sınıflara uygulanan siyasal iktidar biçimiyken tahakküm bu gruba muhalif olanlara uygulanmaktadır. Rıza bir sınıf ittifakının bileşik gövde oluşturma araçlarından bir tanesiyken; zor, dışlanan diğer gruplara karşı kullanılır. Burada hegemonya ile tahakkümün, rıza ile zorun diyalektik açıdan bütünleştirilmesi, Gramsci’nin başlangıç noktasıdır.101 İktidarın varlığını sürdürebilmesi

için bir bütün olarak birbirine bağlı olan zor ile rıza arasında bir denge vardır. Örneğin parlamenter rejimlerde zor, rızanın nihai teminatıdır ve yeri geldiğinde rıza ile zor birlikte kullanılabilir; müttefik toplumsal grupların kamuoyu görüşü olarak sunulan rızalarıyla muhalif sınıflara zor uygulanmasını meşrulaştırır.102

Gramsci’ye göre hegemonya eğitim, kilise, politik partiler, sendikalar vb. gibi rızanın kaynağını oluşturan özel kurumlara özerklik alanı tanıyan dayanıklı ve bağımsız

99 Martin Carnoy, a.g.m., s. 252-278.

100 Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, 1. Cilt…, s. 170-173.

101 Antonio Gramsci, a.g.e., s. 170-173.

bir sivil topluma dayanmaktadır.103 Sivil toplum ise ekonomi temelinde tanımladığı sosyal sınıflar arasında ideolojik, kültürel ve siyasal mücadelelerin, yani hegemonya mücadelesinin yaşandığı alandır. Bu mücadeleyi kazanan egemen sınıf kendi çıkarlarını toplumun tümünün çıkarları gibi sunabilmeyi ve böylelikle toplumun farklı kesimlerinin rızasını kazanabilmeyi başarmış olan sınıftır. Egemen sınıf böylece sivil toplumu yönlendirerek kendi ideolojik tutumlarını toplumun bütününe benimsetebilmektedir.

Hegemonyanın rıza temelli olduğunu belirtmesinin yanında egemen sınıfın içinde bulunduğu krizlere göre zoru kullanarak da iktidarını sürdürmeye devam edeceğini belirtir. Gramsci’ye göre devlet, siyasal toplum ve sivil toplumun birleşimi olarak egemen sınıfın kendi egemenliğini sürdürmesinin aracıdır. Bu noktada Gramsci bağımlı sınıfların (en geniş bağımlı sınıf işçi sınıfıdır) nasıl bu hegemonyaya karşı gelebileceğinin yollarını arar. Özellikle gelişmiş sivil topluma sahip Avrupa devletlerinde işçi sınıfının sadece zora dayanarak devleti ele geçirmenin yetmeyeceğini, karşı hegemonya geliştirmesi gerektiğini belirtir.104 Bu ise kanlı bir devrimle olabilecek bir şey değil, süreç içerisinde işçi sınıfın kendi bilincine varması ve aktif örgütlenmelerle hegemonyadaki tutarsızlıkları açığa çıkartarak yapılabilecek bir süreçtir. Hegemonyadaki çelişkileri, yanılsamaları ortaya çıkartmaya çalışan, ifşa eden ve hegemonya ile mücadele eden her bir hareket, örgütlenme, aktivizm gibi örneklerde somutlaşan çabalar karşı hegemonik özelliğe sahip olacaktır. Gramsci’nin hegemonyayı Hapishane Defterleri’nde analiz ettiği burjuva dönemi kavramlaştırmasından bir kopuş uğrağı olarak gördüğü söylenebilir. Çünkü hegemonya kavramı aynı zaman da alternatif yanıtları da içerir. Kapitalizme karşı bir sistem oluşturabilme olanağını içinde barındırır.

Bu açıklamalar izinde kapitalizmin sivil toplum içinde tamamlayıcı bir analizi ile devlet, ekonomi ve sivil toplum arası karşılıklı ilişkileri açıklamaya çalışan yaklaşımın David Morton’un105 saptamasıyla şu özellikleri betimlenebilir:

103 Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, s. 245.

104 Martin Carnoy, a.g.m., s. 256.

1. Sivil toplum zamansal olarak belirsiz bir kavram değil, 19. yüzyıl Avrupa

kapitalizmin özgül tarihsel bir ürünüdür.

2. Sivil toplum akışkan, kendiliğinden olan bir değer uzlaşmasına bağlı, otonom

bir alan değildir.

3. Sivil toplum hem kapitalizmi istikrarlı hale getirmede rol oynar, hem de

kapitalizmi aşmak için bir alan sağlar.

Yukarıda genel çerçevesi çizilmeye çalışılan Gramsci’nin teorisinden hareket ederek 21. yüzyılda sivil toplumu anlamak ve küresel sivil toplumdaki örgütlenmeleri yorumlamak için eleştirel yaklaşımla çözümlemeler yapmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Kapitalist ilişkilerin neoliberalizm adı altında devam ettiği ve dünyanın her yerine ulaştığı bu hegemonik ilişkiler bütününde ortaya çıkan küresel düzeni açımlamanın ve ortaya çıkardığı sorunları aşabilme yollarının Gramsci’nin kavramsallaştırmasının izinde yapılacak bir çözümleme ile olacağı savunulmaktadır.

Gramsci’nin sivil toplum anlayışı tez konusunun temel kavramı olan küresel sivil toplumu açıklamak için kullanılabileceği savlanırken sorulabilecek ilk sorunun ulus devlet için yapılmış bu çözümlemenin uluslararası alana nasıl genişletebileceği olduğu tahmin edilmektedir. Hatırlatılmalıdır ki Gramsci’nin bahsettiği kapitalist sistemdeki egemen sınıfın ideolojisi bütün egemen sınıflar için geçerlidir; iktidarını sürdürüp kendi çıkarlarına göre devlet ve sosyal yapılanmayı oluşturmaktır. Dolayısıyla burada farklı olabilecekler bu amaçları gerçekleştirmek için kullanılan araçlardır. Hegemonya bütün devletlerde aynı mantığa sahiptir; egemen sınıfın iktidarını sürdürecek ideolojik söylem ve pratikler ile rıza oluşturmaktır; ülkelerin toplumsal özelliklerine göre bu söylem ve pratiklerin değişebilmesi bu mantığın işlemesinin sonucudur. Belirtilmelidir ki Gramsci için önemli olan devlet değildir, önemli olan egemen ekonomik sistemin yani sermaye ve piyasa ilişkilerine dayanan kapitalist üretim biçiminin devam etmesini sağlayacak üstyapısal, inançları, değerleri ve pratikleri içeren ideolojik bir olgu olan hegemonyadır. Gramsci’ye göre devlet bu hegemonik sistemin bir parçasıdır hatta en önemli iktidar öğesi olmak zorunda değildir. Bu nedenlerle Gramsci’nin sivil toplum teorisinin tek bir ulus

devleti temel alarak değil de kapitalist sistem açısından küresel boyutta uygulanabileceği savunulmaktadır.

Uluslararası sistem, neoliberal değerlerin hakim olduğu hegemonik bir dünya sistemidir. Çeşitli sivil toplum kuruluşları bu ideolojiyi toplumlara yaymaya çalışmaktadır ki hegemonya yani rıza bu şekilde sağlanır. Rıza ile hegemonyanın sağlanması diyalektik olarak karşıtını antitez olarak ortaya çıkartacaktır. Başka bir deyişle her hegemonik sistem karşı hegemonya oluşturma potansiyelini de kendi içinde taşıdığından kapitalist sistemin ekonomik, politik krizleri karşı hegemonyanın oluşmasına zemin hazırlar; uluslararası sistemin yarattığı eşitsizliklere karşı mücadele eden karşı hegemonik hareket ve örgütlenmeleri ortaya çıkartacak sosyal koşullar oluşur. Bu yaklaşım ile küresel sivil toplum kavramını hem liberal çerçevenin küreselleşmenin yararları olarak sunması (hegemonya-tez) hem de sistem karşıtı hareketleri içermesi (karşı hegemonya-antitez) olarak okunması mümkün olmaktadır.

1990’lar ile başlayan neoliberal politikalar adıyla kapitalizmin uluslararasılaşmasıyla ortaya çıkan dünya sisteminde gerek ulusal gerekse uluslararası örgütlenmelerin, akışkanlığın ve hareketlerin öneminin artması küresel sivil toplum kavramının tartışılmasına yol açmıştır. Neoliberal politikalar hegemonya ile varlığını sürdürürken bu politikalara karşı gelen hareketleri ve örgütlenmeleri de doğurmaktadır. Bu süreç küresel sivil toplumu açıklamak için irdelenecektir. Ancak ilk olarak küresel sivil toplumun olgusal olarak gözlenebilirliği sorgulanmalıdır.