• Sonuç bulunamadı

1.3. S OYLULAŞTIRMA B ASAMAKLARI VE Ö RNEK İ NCELEMELER

1.3.4. Sistemsel Bir Dönüşüm: Sosyalizmin Ardından Soylulaşma

Soylulaştırma, kapitalist kent mekânına ait bir olgu olarak üretim sistemindeki değişimle birlikte karşımıza çıkan bir yeniden yapılanma süreciyken bu sürecin kimi boyutları ile uzunca yıllar dışında kalmayı başarmış kentlerde nasıl gerçekleştiği önemli bir merak konusudur. Kimi yönlerini Çin’deki uygulamalarda da gördüğümüz, devlete ait, sınıfsal eşitliğe dayalı olarak kurgulanan mekânların özel mülkiyet ve ayrıcalık, sınıfsal farklılık gibi kapitalizme özgü örgütlenme biçimleri ile yeniden şekillendirme çalışmaları, soylulaştırma tartışmasını da farklı bir boyuta taşımaktadır. Burada

soylulaştırmanın hedefi sadece bir sınıfın tecriti değil, sınıfın tecritine neden olacak bir örgütlenme ve yaşam anlayışının hayat geçirilmesidir. Berlin, kapitalizmin doğuşunda etkin rol oynayan bir ülkenin sosyalizme geçen parçası olarak, bölünmüş yapısı ve yoğun göçmen nüfusu ile bu bağlamda incelenmesi gereken ilk örneklerden biridir.

Sandra Huning ve Nina Schuster tarafından Berlin’deki soylulaştırmayı Neukölln özelinden incelemiştir. 2008’e kadar genellikle 160’dan fazla ülkeden gelen göçmenlerin ve öğrencilerin yaşadığı, düşük kiralı evlerin bulunduğu bir semt olarak görülmektedir.

İşsizliğin yüksek olduğu semtte, okul bırakma, aile içi şiddet, çeşitli sapkın davranışlara rastlama, uyuşturucu kullanma oranı oldukça yüksektir. Wilhelminian tarzı evlerin yer aldığı mahallede savaş sonrası konutlar yer almaktadır. 135.000’in kişinin yaşadığı alanda sakinlerin %98’i göçmendir. Endüstriyel üretim, bira ve tekstil üretimin ön plana çıktığı alanda, savaş sonrası dönemde fabrikalarda çalışmak için gelen işçiler alana yerleşmiştir.

Zamanla Alman işçiler daha iyi yerlere taşınırken bu alan “misafir işçilere” kalmıştır. Ve mahalleye onların kahveleri, dernekleri ve benzerleri açılmıştır.

Berlin Duvarı yıkılana kadar yüksek sanayi geliriyle en saygın ticari bölgelerden biri olan NeuKölln 1990’lardan itibaren düşüşe geçmiş iş yerleri kapanmış ve işlerini ilk kaybedenler misafir olarak görülen göçmen işçiler olmuştur. 1990’lar boyunca politik dikkatin ve kentsel yenilenmenin dikkati Doğu Berlin’e yoğunlaşmıştır. 1990-2000 yılları arasında geliştirilen konut politikaları alandaki soylulaştırmanın da başlangıcını oluşturmaktadır. 1990’lar boyunca yoksul bir mahalle olarak görülen Neukölln’de son 15 yılda kentsel planlama çalışmaları ile birlikte önemli değişiklikler meydana gelmiştir.

Yeni moda mağazaların, sanat galerilerinin, şık kafe ve restoranların açılması ile birlikte eski, âtıl durumdaki yer ve ucuz mekânlar el değiştirmeye başlamıştır. Gençler, öğrenciler ve sanatçılara yönelik kamu yatırımlarının arttığı mahalle yeni bir yüze kavuşmuştur.

Huning ve Schuster’ın tartışmalarındaki temel nokta ise bu bir sosyal bütünleşme mi yoksa soylulaştırma yoluyla ortaya çıkan bir ayrım mıdır? Sosyal bütünleşme yaklaşımı

ile birlikte müdahale yasal bir zemin oluşturulurken soylulaştırmama yoksul halkın uzaklaştırılarak mahrum bırakılması tartışmalarını ortaya koymaktadır.

Dört farklı kaynaktan elde edilen verilerle biçimlendirilen çalışmada, verilerden bir kısmı 15 yıl boyunca yayınlanmış olan gazete ve dergilerde yer alan 40 adet makalenin değerlendirilmesinden edinilmiştir. Çalışmanın bulgularında üç anlatı ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki yoksulluktan dolayı kentsel müdahalenin zorunluluğuna vurgu yapanlar, ikincisi yapılan yeni değişiklikleri hoş karşılayıp kabul edenler, üçüncüsü ise bu dönüşüme tamamıyla karşı çıkanlar. Medya ve yerel yönetim; alandaki sorunlara, işsizliğe, suça, uyuşturucu kullanımına, düşük toplumsal refaha dikkat çekerken ve dönüşüm yanlısı bir profil çizerek bu durumun sosyal bir çeşitlilik yaratacağını vurgulamışlardır. İlerleyen zamanlarda haberler alanın nasıl iyi bir dönüşüm geçirdiğine otantikliğine, cooluğuna öncüler ve sanatçılar tarafından gerçekleştirilen dönüşümle birlikte turistler için bir gezi merkezine dönüşmesine değinmiştir. Medya, bu dönüşüm esnasında sembolik düzeyde referansları oluşturma görevi üstlenirken soylulaştırmanın mağduru da yoksul aileler ve göçmenlerin taşıdığı etnik kimlikler olmuştur. Mahallerin içerisinde yer alan kendi kültürlerine özgü sosyal yardımlaşma, dayanışma mekânları, kendi yeme içme kültürünü yansıtan cafe ve restoranlar yerlerini batı kültürüne özgü mekânlara bırakmıştır. Berlin örneği bu çalışma ışığında basının da önemli ve tamamlayıcı bir rol üstlendiği sınıfsal ve etnik kimliğe dayalı bir soylulaştırma biçimi olarak değerlendirilebilmektedir.

Eski sosyalist kentlerde soylulaştırmayı karşılaştırmalı inceleyen önemli çalışmalardan biri Lud k Sykora’ya aittir. Sykora (2005), Gentrification In Post-Communist Cities adlı çalışmasında üç farklı ülkedeki üç farklı kenti; Prag, Budapeşte, Talinn’i incelemektedir. Sykora’ya göre sosyalist ülkelerde konut aidiyeti ile ilgili önemli sorunlardan biri, daha önce mülkiyet sahibi olan kişilerin kimi mülklerinin el değiştirerek devlete devredilmiş olması ve rejim değişikliği ile birlikte bu mülkiyetin haklarının eski

sahiplerine ve mirasçılarına iade etmesidir. Prag’ın merkezi ve merkeze yakın mahallerinin ¾’ünde bu iadeler gerçekleştirilirken, Tallin’de ise bu oran daha azdır.

Aidiyetteki bu değişim beraberinde geniş bir kiralık evi havuzu oluşturmuştur. Eskiden kamunun ev sahipliğinde oturan kiracıların sözleşmeleri fes edilmiş ve bu durum kiraların hızla yükselmesine neden olmuştur. Bu durumun sonucunda da her üç kentte soylulaştırma gerçekleşmiştir.

Sykora’nın asıl odaklandığı konu ise soylulaştırma sonucunda ortaya çıkan sınıfsal durumun analizidir. Sykora, Prag’da kent merkezinde artan talebin nedenini batıdan gelen göçmenler ve işverenlerden kaynaklandığını belirtmektedir ve küresel ekonomi için gelişme fırsatı olan Çek Cumhuriyeti’nde talep yoğunluğun üst gelir grubuna hitap eden Kuzey’deki villalara olduğunu belirtmektedir. Tabi her ne kadar dışardan bir talep olsa da kentin kendi eski zenginlerinin Vinohrady’deki gibi yuppilerin de bu sürece katkıları bulunmaktadır. Tallin’de ise dışardan gelenler yerine soylulaştırma kendi içinden, kentli, iyi eğitimli ve başarılı, çocuksuz ailelerden ya da bekârlar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Budapeşte’de ise kent merkezi yeni zenginlerle ve onlara ait alışkanlıklarla ve evlerden ziyade tüketim mekânları ile doludur. Bu kentlerde ekonomide ve siyasette ortaya çıkan hareketlilik profesyonel soylulaştırıcı grupların büyümesine neden olmuştur. Bu kişilerin alım gücü karşısında pek çok kişinin nerede yaşayacağını seçme hakkı sınırlıdır. Yerel ekonominin dönüşümü ve küresel bağlantıları daha geniş boyuta ulaştığı post-komünist dönemde kentte yaşayanların gelir farklılıkları artmış ve kent merkezi zenginlerin eline geçmiştir.

Bu tip kentlerin soylulaştırmasında sadece yerel yönetim değil küresel aktörlerin de etkili olduğu, konut piyasasındaki el değişiminin sınıf boyutundan önce kamu özel sektör ayrımına dayandığı, küresel aktörlerin iç piyasaya müdahalesi ile birlikte soylulaştırmanın merkezine sınıfsal farklılıkların geçtiği ve sadece konutları değil kültürel öğeleri ve tüketim kültüründe değişimi de hedef aldığı görülmektedir. Berlin’de

göçmen işçi kenti olmasından dolayı hem etnik kimlikler hem de işçiler zarar görürken Prag’da zengin göçmen batılılar kentin eski halkına zarar vermektedir.