• Sonuç bulunamadı

1.3. S OYLULAŞTIRMA B ASAMAKLARI VE Ö RNEK İ NCELEMELER

1.3.1. Amerika’da Soylulaştırma Deneyimi

Soylulaştırma denildiğinde hem uygulama hem de akademik inceleme anlamında akla gelen ilk ülke Amerika’dır. Bunun temel sebebi ise alanda da öncül çalışmaların bu ülkeden çıkmış olması ve olgunun ortaya çıkışının post-endüstriyalizmle ilişkilendirilmiş olmasıdır. Amerika’da olguya ilişkin birçok çalışma bulunmasına rağmen burada yer verilen çalışmaların temel özelliği konuyla ilgili öncül çalışmalar olması ya da olguyla ilgili yeni bir bakış açısı sunmasıdır. Soylulaştırma üzerine hazırlanan akademik çalışmaların önemli bir çoğunluğu çalışmanın merkezine bir mahalle ve mahalleye bağlı birkaç sokaktaki değişimi koymuş ve kavramı buradaki gelişmeler üzerinden açıklamaya çalışmıştır. 1964’te Ruth Glass tarafından ortaya konan ilk örnekte benzer bir yaklaşımın ürünüdür. Londra’nın merkezinde yer alan Hampstead, Chelsea Islington, Paddigton, Nort Kensington gibi çoğunlukla işçi sınıfının yaşadığı alanlardan yolara çıkarak değişimi gözlemlemeye çalışmıştır. Glass, 1963’ün haziran ayında İngiltere’de Kensington’daki Kings Road’da var olan gündelik hayattan ve sokakta yer alan mekânlardan bir kesit sunarak başladığı çalışmasında Georgiyan ve Viktoryen konakların arka sokaklara doğru ilerledikçe yerlerini bıraktığı pis ve izibe sokakların süreçten nasıl etkilendiğini ortaya koymaktadır. Yenilenme adı altında konakların eski kullanıcıları olan işçilerden, orta sınıfa geçiş sürecini aktaran Glass, laissez-faire mantığıyla yürütülen soylulaştırmayı, sosyal adalet bağlamında tartışmakta ve işçi sınıfının yerlerinden edilmesini sosyal adaletsizlik olarak değerlendirmektedir. Soylulaştırma çalışmaları için oldukça önemli bir yere sahip bu çalışma hem soylulaştırmanın ilk tanımını geleceğe miras bırakırken daha sonra sürecin işleyiş biçimini daha net görülmesini sağlayacak araştırmalara öncülük yapmıştır. Bu çalışmaların başında Amerika’da Sharon Zukin’ e ait Loft Living adlı çalışma gelmektedir.

Zukin, Loft Living adlı çalışmasında soylulaştırmanın istemsiz olarak ya da farkında olmadan farklı gruplar tarafından da gerçekleştirilebileceğini gözler önüne sermiştir.

1960’lardan itibaren loftlar özellikle sanatçılar tarafından artan bir biçimde tercih edilmeye başlamış önce loftların ilk sahipleri olan küçük ölçekli işletmeler yerlerini sanatçılara bırakmıştır. Zeminden oldukça yukarıda bulunan çatıları, taşımacılığa uygun yük asansörlerinin bulunması gibi özellikleri bulunan loftlar sanatçıların eserlerini sergilemeleri için oldukça ideal bir mekân tasarımına sahipken, 1970’lerde belediye ve siyasal erk aracılığıyla, orta sınıf için alternatif bir kentsel yaşam tarzı olarak sunulmuştur.

Soylulaştırma genel hatları ile üst gelir grubundan kimselerin alt gelir grubundan kişileri artan ev fiyatı vergi oranı gibi nedenlerle yerlerinden etmesi anlamı taşısa da burada loftların eski sahipleri (sanatçıların), yerlerini (sanatçı olmayan) yeni sahiplerine bırakması anlamına gelmektedir. Ve sadece sanatçılar değil bütün loft sakinleri, pek çok nedenle Manatthan’da loftlarda çeşitli alanlarda üretim yapanlar da bu durumdan etkilenmiştir. Asıl göz ardı edilmemesi gereken nokta ise sanatçılarda buranın ilk sahibi değildir. Bu nedenle soylulaştırmanın ilk kurbanları üretimde yerleri kaybolmaya başlayan, Manatthan’da atölyeleri bulunan marangozlar gibi küçük ölçekli üreticiler olmuştur. 1960’lardan sayıları 3000-5000 arasında değişen sanatçılar loftlara yerleşmiş 1970’lerde bu sayı 50.000’i bulmuştur. Aynı dönem emlak piyasasına hâkim olan kişiler tarafından “sanatçılar için loft” reklamları yapılmaya başlanmıştır (1982: 2-6). Zukin’in ilerleyen dönemlerde hazırlamış olduğu Naked City (2000) adlı çalışmasında Brooklyn’i incelediği bölümde 1920’lerden günümüze doğru ilerlerken izbe göçmen yaşam alanlarından 1940’lara yazarların alana gösterdiği ilgi ile birlikte Brooklyn’deki dönüşüm anlatılmakta, yazarların ardından diğer sanatçılarında buraya yönelmesi ile birlikte alanın dönüşümüne değinilmektedir. Bu çalışmada Zukin yine genel hatlarıyla sanatçılar tarafından tercih edilen bir yaşam biçiminin ve alanının nasıl soylulaştırıldığına değinmiştir. Sanatçıların yerleştikleri yaşam alanlarında öncelikli olarak loft tipi evleri

tercih etmeleri sonucunda ev piyasasını etkilediğini, ardından sanatçıların beraberinde mahallere getirmiş oldukları sanat galerileri, gurme yiyecek mağazaları ve restoranların buralarda soylulaştırmanın ilk adımı olduğu Zukin tarafından gözlemlenmiştir. Zukin’in çalışması daha önce değinilen Clay’in dörtlü modeline uymakta ve soylulaştırmayı arz merkezli olarak inceleyen ve görece daha iktisadi bir bakış açısına sahip olan Neil Smith’in çalışmasında yer alan konutların el değiştirmesi ve kira artışı gibi ögeler ön plana çıkmaktadır.

Smith, 1980 sonrası literatürde sıkça karşılaştığımız Yuppie ve soylulaştırma kavramlarını; soylulaştırmanın yeni orta sınıfın yükselişi ile ilişkilendirmekte, soylulaştırmanın sadece mahalle ölçekli sosyal bir değişiklik olamadığını aynı zamanda mevcut konut stokunu ve konut piyasasını da etkilediğini belirtmektedir. Bu sosyal kombinasyonun fiziksel ve ekonomik ayırt edici boyutları olduğunun altını çizmektedir (Smith, 1987: 154). Bu yönüyle soylulaştırma piyasaya yön verenler ve yönetimin ortak bir çabası sonucunda ortaya çıktığını düşündürtmektedir ve ilk tanımlama ile paralellik gösteren bir biçimde sınıf temellidir. Smith 1996’da yayınlanan ve Amerika’da farklı mahalleleri incelediği çalışmasında ise sadece teorik temellerle yetinmemiş ve alanda gerçekleşen karşıt harekete de yer vermiştir. Smith, 6 Ağustos 1988 yılında New York’un aşağı doğu tarafında bulunan, içerisinde evsizlerin de kaldığı küçük bir yeşil alan olan Tompkins Square Park’ta uyuşturucu alışverişi yapıldığı, serserilerin yaşadığı ve arttığı gibi iddialar ile gece parkta “temizlik” yapılmaya karar verildiğini söylemektedir. Fakat bu çabalara o mahallede yaşayanlar ve parkı kullananlar tarafından farklı değerlendirildiğine yer verilmekte alanda yaşayan halkın süreci durdurmaya yönelik bir harekete imza attığı görülmektedir. Mahalleliler yapılan temizliğin asıl gerekçesinin soylulaştırma olduğunu fark ettiği eylemler esnasında açılan “Soylulaştırma Sınıf Savaşıdır” afişleri ile dile getirdikleri görülmektedir. Gerçekleştirilen eylemde “yeni yetme gayrimenkul patronları yuppieler savaş ilan ettiler, Tompkins Square Halkına

Savaş İlan Etti” “parkın sahibi kim” anonslarını yapılması soylulaştırmanın sınıf temeline yapılan diğer bulgular olarak yer almaktadır. Bu eylemden dört gün sonra çıkan New York Times’ın başlığında yer alan “Avenue’da Sınıf Savaşı Patlak Verdi” sözü eylemin ulusal gündeme yerleştiğini de göstermektedir. Eylemin sonucunda halk mücadeleyi kazanmıştır ama park lağım çukuruna benzetilirken, eylemciler yetkililer tarafından sosyal parazit, hapçı vb. ifadelerle aşağılanmış eylemler esnasında görüntü kayıtlarıyla ispatlı şekilde polis şiddetine maruz kalmasına rağmen polisler hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır. Kısa bir süre burada kurtarılmış bir bölge oluşturulmuş ve parka çadır vb yerleştirilerek evsizlere ve mahallede evleri tahliye edilen insanlara kalacak yer sağlanmış diğer yerlerden gelen insanlarla bir hareket oluşturulmuştur. Takip eden üç yıl boyunca yerel yönetimle sürekli bir mücadele yaşanmış ve parktaki kulübe sayısı artmış ve sürekli olarak yerel yönetim tarafından farklı önlemler alınmıştır (Smith, 1996: 3). Bu eylemler silsilesi anti soylulaştırma hareketinin sembolü olarak özel bir yere sahiptir ve soylulaştırmanın içindeki sınıf mücadelesinin halkın farkındalığı ile nasıl bir boyut kazanabileceğini gösteren önemli bir örnektir. Çalışmanın ikinci önemi ise her ne kadar Smith çalışmayı bu amaçla hazırlamış olmasa da basının süreci nasıl manipüle ettiğini görmemizi sağlamaktadır.

Farklı bir soylulaştırma çabası için incelenmesi gereken çalışmalardan biri de Judith DeSena’ya aittir. Çalışmanın önemi oldukça ayrıntılı bir bilgi sunarken bazen basamaklar arasında değişiklik olabileceğini ya da kimi basamakların olmayabileceğini göstermesidir ve burada sadece sınıf değil aynı zamanda etnik kimliklerin de soylulaştırmanın hedefi olabileceğini göstermektedir. DeSena (2009), The Gentrification and Equality in Brooklyn adlı çalışmasında Brooklyn’de Greenpoint’teki soylulaştırma çalışmalarını incelemektedir. Farklı etnik kimliklerin, sokak sokak ayrışarak yaşadığı mahallede, 2000 yılındaki verilere göre mahalle sakinlerinin %81’i kiracıdır. Çalışmada soylulaştırmanın öncül hareketlerinin oldukça erken bir dönemde başladığı 1970’lerde Manatthan’a yakın

olan mahallenin soylulaştırılacağı spekülasyonları konuşulduğu ve bu dönem öncüler tarafından ilk adımları atıldığı görülmektedir. -Loftlar daha önce Zukin’in de bahsettiği gibi bu durumun ortaya çıkmasında önemli bir rol üstlenmiştir.- Buradaki soylulaştırmada ırka dayalı bir gelişim çizgisi izlendiği ve ırkçı bir karakteristiğinin bulunduğu tespit edilmektedir. Soylulaştırmaya başlanan bir mahallenin eski sakinleri yeni sakinleri ve soylulaştırmanın gündelik hayata etkisini incelediği çalışmasında DeSena etkiyi farklı bir boyutuyla inceleme fırsatı bulmuştur. Çalışmada sıradan gibi gözüken ve sağlıklı bir ulaşım aracı olarak tasvir edebileceğimiz bisikletlerin nasıl bir soylulaştırma aracı haline dönüştüğüne değinilmektedir. Greenpoitte yaşamaya başlayan soylulaştırıcılar gündelik hayatlarında ulaşım aracı olarak bisiklet kullanmakta ve mahalledeki bisikletlilerin sayıları giderek artmaktadır. Birçok araca göre oldukça masum görünen bisikletler birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Mahallenin yol yapısının ve park sisteminin bisiklet kullanımına uygun olmaması ve bisiklet kullanıcılarının bisikletlerini kimi zaman aylar boyunca, mahallede uzun süredir yaşayan sakinlerin evlerinin önüne zincirleyip gitmesiyle başlayan sorunlar eski ve yeni sakinler arasında bir çatışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çatışmalar yeni ve eski olmak üzere iki grubun ortaya çıkmasına neden olurken mahallenin eski sakinlerin gündelik hayatın bir gereği olarak gördüğü kimi seslerin-geceleri bebek ağlaması gibi- yeni sakinler tarafından sert bir tepki ile karşılanması yeni bir sorunu doğurmuştur. Sorunlar burada da kalmamış soylulaştırmanın mahalleyi çok tercih edilen bir film setine dönüştürmesi ile birlikte kurulan film setleri, mahallelilerin gündelik hayatını ve mahalle yaşamını sekteye uğratmıştır. Örneğin annesini ziyarete gelen bir mahalle sakini komşusu ile konuşurken film çekimleri devam etmektedir ve sessiz olmaları konusunda sette çalışanlar tarafından uyarıldıktan sonra, sahnenin çekilmesi ile birlikte normal hayatlarına dönebilecekleri söylenmiştir. Örnekler çoğaltılabilmekle birlikte dönüşümün gerçekleştiği alanlarda eski sakinlerde yeni sakinlerde adaptasyon sorunu yaşamakta ve var olan koşullar iki tarafı da

rahatsız etmektedir. Bu çalışmada öncüler sanatçılar değilken, sanatsal olan sürecin üçüncü basamağında kendini farklı bir şekilde mahallenin film setine dönüşmesi ile göstermektedir. Tıpkı Harlem’de olduğu gibi.

David Maurasse’nin (2006) Manatthan’ın bir parçası olan ve slum olarak nitelendirilen Harlem’deki soylulaştırma çalışmalarını incelemiştir. Maurasse’nin aktarımıyla, 1920’lerde kapıları Afro-Amerikanlara açılan Harlem’in ilk siyahi sakinleri genellikle sanatın farklı türlerinde özellikle müzik ve edebiyat alanlarında eserler veren ve günümüzde halen isimleri bilinen ünlü kişilerdir. Harlem Rönesansı olarak adlandırılan bu dönemde Harlem aynı zamanda politik bir hareketin doğmasına ev sahipliği yapmıştır. Bu durum mahallede çok sayıda kabare, gece kulüpleri, tiyatro vb.

açılmasına neden olmuş ve siyahiler tarafından üretilen ürünler beyazlar tarafından da tüketilmeye başlanmıştır. Kendine özgü bir ritmi olan mahalle bir süre sonra uyuşturucu satışlarına ve suça ev sahipliği yapmaya başlamış ve dönemin ırkçı yaklaşımları ve ekonomik eşitsizliklerin etkisiyle 1960’larda mahallenin sakinleri varoşlara yönelmiştir.

Mahallede kalan eski sakinler ise örgütlü bir direniş hareketinin parçası olmuşlardır.

Harlem’de yaşayanlar; bütün ırkçı, eşitsiz gelir dağılımı, işsizlik, fahiş kira artışı gibi olumsuz durumlar karşısında hem mahalle sakinleri hem de çevresinde yaşayan kişilerce oluşturulan örgütlü hareketlere de ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Harlem Kiracılar Konseyi ya da Harlem Çoçukları’nın Bölgesi, oluşumları bu durumun göstergelerindendir. Konsey sadece hukuki bazda çalışmalar yürütmemiş örgütlediği gösterilerde “Harlem Aç Gözlülerin Değil İhtiyaç Sahiplerinindir”, “Harlem Bizim Evimiz Satılık Değil” ya da “Ev Yok Barış Yok, Kira Yok Barış Yok” sloganlarıyla buradaki mücadeleye ön ayak olmuştur. Fakat mahalleye yeni sakinlerin yerleşmesi ile birlikte ortaya çıkan gelişmeler örneğin yolların asfaltlanması ve musluklardan sıcak su akması, uyuşturucu ve satıcıları ile girişilen mücadeleler gibi halkın hayatını olumlu yönde etkileyen çeşitli değişimler eski sakinler tarafından hoş karşılanmıştır. New York,

Chicago, San Fransisco ve Londra gibi kentlerde 70’ler ve 80’ler boyunca kapitalist yaklaşımın uçuşa geçmiş olması çeşitli mahallerde düşük gelirli ailelerin yerlerinden edilerek soylulaştırılması durumuyla Harlem’ de karşı karşıya kalmış ama soylulaştırma sayesinde mahallerde ortaya çıkan olumlu değişikliklerden ne yazık ki pek çok eski sakin faydalanamamıştır. Kentler pek çok kamu binası, okulu, hastanesi ve benzeri ile çevriliyken buralarda verilen hizmetler oldukça sınırlı ve kötüdür. Yeni gelenlerle birlikte çöpler düzenli toplanmaya başlanmıştır ama onların çocukları olmadığı ya da özel okula gittiği için eğitimde değişikliğin onlara etkisi olmamıştır. 1995 yılından artan rezidansların ve rezidansların beyaz sahipleri Harlem’ deki burjuvalaşmanın önemli göstergelerindendir. William Jeforson Clinton’ın Harlem’ in merkezinde değerinden oldukça yüksek bir fiyatta bir çalışma ofisine sahip olması da bu süreci hızlandıran etmenlerden biriyken, ofisin bulunduğu alanın Harlem’ in en pahalı yeri olması ve 2001 yılında Adam Clayton Powell’ ın ofisinin bulunduğu plazanın seremoni ile açılması da bu durumun göstergeleri olarak değerlendirilmektedir. Harlem’ in Holywood tarafından sıklıkla bir film seti gibi kullanılması ve toplumun sorunlu, fakir, gayri meşru işlerle iştigal eden “Harlemli Zenci” imgesi aynı zamanda Harlem’ i turistik bir alana çevirmiş ve turistlerin gezdiği turistik bir mekâna dönüştürmüştür.