• Sonuç bulunamadı

20’li ve 30’lu yıllarda Ankara’nın kentleşmesi ile ilgili olan temel çalışmalarda sıklıkla karşılaşılan cümleler; savaştan çıkmış ve yeni kurulan bir devletin çektiği ekonomik bulanım ve bu bulanımdan kaynaklı olarak kamu yatırımlarında karşılaşılan güçlüklerle ilgilidir. 1940’lara gelindiğinde ise İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmış olmasının durumu biraz daha güçleştirdiği görülmektedir.

1920’ler de nüfus 20-30 bin arası olarak tahmin edilirken 1940’da nüfus 90 bini geçmiş 1950’de ise 175 bine yaklaşmıştır. Her ne kadar Jansen Planı 270 bine kadar genişleyebilecek bir nüfus için planlanmışsa da ön görülen hızda konut üretilememesi ve artan konut fiyatlarının göçerler için yeni bir çözüm arayışını doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır ve aranan çözüm ara ara serpinti halinde olduğu söylenebilecek barakaların artması ve daha düzenli bir yapı arz ettiği iddia edilebilecek gecekondulaşmada bulunmuş gibi gözükmektedir. Tansı Şenyapılı’nın aktarımı ile 1920’lerde münferit olarak değerlendirilebilecek barakalaşma ve 30’lardaki kaçak yapılaşma 1940’lara gelindiğinde yerini gecekondu mahallelerine bırakmaya başlamıştır (2004: 94).

Özetle Ankara’nın Millî Mücadele’ye ev sahipliği yapmaya başlaması ile birlikte kente başlayan göç dalgası beraberinde soylulaştırma ve bundan kaynaklı sorunları da beraberinde getirmiş planlama yoluyla azda olsa olumlu karşılanabilecek kimi çözümler ise uygulama fırsatı olmadan ortaya çıkan yüksek rantın kurbanı olmuş gibi

gözükmektedir. 30’ların sonlarından itibaren bir yandan milli mimari tartışmaları başlamış enternasyonel mi yoksa nasyonel bir mimari ile mi hareket edilmeli tartışmaları ortaya çıkmıştır. Sedat Hakkı Eldem (1939: 221) bir yandan ulusların temasının artması ile birlikte ulusal bir mimarinin oluşmasının herkes için zor olduğunu söylerken bir yandan da yeni inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti içim ulusal bir mimari tarzının benimsenmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Dönem zarfı içerisinde yükselen nasyonalizm artık mimaride de görünür hale gelmiştir.

“Ankara’nn ilk imar devirlerinde, ecnebilere müracaat edilmesine başlandığında, her şey onlardan beklendi. Bundan başka o devirlerdeki müstacel ihtiyaçları bir an evvel karşılamak lâzım geliyordu.

Bu itibarla, stil meseleleriyle meşgul olmak için vakit bulunamadığını kabul etmek lâzımdır. Lâzım olan barınılacak çatılar idi. İşte ancak bugün bunların en fazla lâzım olanları temin edilmiştir. Ve bugün de münakaşamızın mevzuu olan sual ile karşılaşıyor ve sureti hallini aramağa başlıyoruz. Zira bugünkü vaziyetimiz bundan beş sene evvelkinden farklıdır. Bugün ise bir bina yaptırmadan evvel, eskisine nisbeten etüd için daha fazla vakit sarfetmek imkânını haiziz. Yapı hususunda tecrübemiz vardır. Artık o tecrübeye istinat edebiliriz” demektedir.

Yavaş yavaş ulusal mimariye doğru bir geçiş söz konusu iken yine de daha önce yapılmamış konut tiplerinin yapımında yabancı mimarlar yer almaktadır.

Mimari konusunda dönemin önemli isimlerinden biri olan ve çıkardığı dergi ile Türkiye’de mimaride önemli bir etkisi olan Zeki Sayar (1946a: 49-50) tarafından 1930-39 arası ucuz mesken bunalımının çok daha düşük maliyetlerle çözülebileceği bir dönemken devlet adamlarının ve meslek taşlarının mesken problemi yaratamadığından ve dünyada olup bitenleri inceleyememiş olmalarından dem vurmaktadır. Yine aynı yazıda mesken bunalımı çözmek için kredi koşullarının ağır olduğu, yapı malzemelerini içeride üretecek bir sanayinin bulunmadığı, proje prensiplerinin ucuz mesken üretmekten uzak olduğunu vurgulamaktadır. Dönemin Saraçoğlu, Bahçelievler ya da Tasarruf Evleri’nin maliyetinin yüksek olduğunu söylemektedir. Yine de 40’lı yıllarda planlı

dönemden kalan en büyük başarısı olarak Saraçoğlu Mahallesi gösterilebilir. Mimaride İkinci Ulusal Mimari Dönemi olarak adlandırılan dönemde yapıların Sibel Bozdoğan (2002: 260): “Türk inşa gelenekleri ile modern mimarinin rasyonalist ilkelerinin bağdaştığını” söylemektedir. Batıda yükselen nasyolanizm dalgasından Türkiye’de etkilenirken Saraçoğluevleri’nin tıpkı planlar gibi Alman bir mimara: Paul Bonatz’a yaptırtılması ise göz ardı edilememesi gereken bir noktadır.

Bulundukları konum ve yapılaşma biçimiyle hem ticari hem sosyal hem de barınmaya ilişkin önemli bir yerleşim örneği olan Saraçoğlu Mahallesi günümüzde soylulaştırmanın mağduruyken o dönem zarfında planlı kentleşmenin “gurur”

kaynaklarından biridir. Fakat Zeki Sayar tarafından kaleme alınan bir yazıda Emlak Ltd.

Şirketi’nin %7 nisbetinde bir komisyon alarak emanet usulü ile Bonatz’a yaptırdığı, Ulus Gazetesi’nde birçok açıdan övülen çalışmanın, kusurları sıralanmakta mahallenin tertibi beğenilirken maliyeti yüksek bulunmakta, özellikle içerideki kullanım alanlarının sorunlarına dikkat çekilmektedir (1946b: 56-89).

Saraçoğluevleri, Tasarruf evleri ya da Bahçeli evler bir yandan mesken bunalımını çözmekten uzakken bir yandan da sadece bürokratlar için çözüm sunmakta ve kuruldukları alanlardaki arsa değerinin artmasına sebep olarak görece kent merkezine uzak noktaların bile değerlenmesini sağlayarak yoksulları kentten daha da uzaklaştırmaktadır. 1951’e gelindiğinde artık mesken ithalatı gündeme gelmiş ve gümrük vergisinden muhaf tutularak dışarıdan gelecek evlere bel bağlanmaya başlanmıştır. Sayar, bu durumun mesken bunalımını çözmeyeceği gibi dünyadaki örneklere kıyasla en ucuz iş güçlerinden birine sahip ülkede inşaatlarda çalışanların işsiz kalacaklarını söylemektedir (Sayar: 1951: 3-4). Bir yandan ithal hazır ev tartışmaları sürerken bir yandan da Emlak Kredi Bankası’nın kredileri artırılmaktadır. 1955’te ise mesken bunalımından kaynaklı gecekondulaşmanın daha da arttığı görülmektedir ve belediyelerin ürettiği politikalar oldukça problemli bir hal almıştır. Sayar tarafından bu tarihte kaleme

alınmış bir çalışmada İstanbul Belediyesi’nin şehir içinde yapılan kimi gecekonduları yıkarak yeniden gecekondu yapılması için başka alanlarda arsa temin ettiğine yer verilmektedir (Sayar: 1955: 49).

“Şehrmizde toplanan Bizans Tetkikleri Kongresi münasebetile, Sultanahmet camiinin arkasındaki

«Arasta» sokağında eski kemerler içine yerleşmiş olanların gecekonduları, işte, bu kanuna istinaden yıktırılmıştır. Bu işi yaparken, Belediyemizin garip hareket tarzına bakınız! Gecekondusu yıktırılan her aileye, Mecidiyeköyle-Kâhıthane deresi arasında yeniden Gecekondu yapmaları için, 100- 200 metre kare yer vermiştir!”

Burada kamunun stratejisi ucuz meskenler aracılığıyla yoksul halkı asgari düzeyde de olsa ihtiyaçlarını karşılayabilecek evlere yerleştirmek amacıyla yeni yerler inşa etmek yerine onları kent merkezlerinden uzak tutarak görünmez hale getirmektir. 1956 yılında bir Amerikalı mimarın Bernard Wagner’in gözünden Türkiye’deki mesken bunalımı: köy ve kentlerdeki bunalım olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kentlere 1950’den itibaren göç olmuş ve kentler bu göçü karşılayacak konut stoğuna sahip değildir. Yılda en az 50.000 konut inşa edilmelidir. İnşaatta çalışacak kalifiye eleman sayısı oldukça azdır, inşaat malzemelerinde yerli üretim sınırlı kalmakta fayans ve benzeri malzemelerin yerli üretimi hiç bulunmamaktadır. Döviz darlığı bulunan ülkenin birçok şeyi ithal etmesi gerekmektedir. Çıkarılan kanunlar belediyelere verilen yetkiler, dağıtılan krediler mevcutsa da bunların derli toplu bir program olmadığı dile getirilmektedir. Kurumlar arasında koordinasyon yoktur. Kira artırımı kontrata tabi tutulmuşsa da dondurulan rakam 1939’un %’de 200 katıdır (Sayar: 1956: 78-80).

Aykut Namık Çoban’ın (2012: 84) Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar konut sorununu ele aldığı makalesinde 1923-1950 arası dönem devlet memurlarının konut sorunu olarak isimlendirilirken 1950-1980 arası dönem emekçinin barınma sorunu olarak isimlendirilmiştir. Dönemin gecekondulaşma sorununu iktisadi durumu da göz önünde bulundurarak dört maddede özetleyen Çoban:

“…kırdan göçen emeğin sanayi proletaryasına dahil olamamasının barınma bakımından önemli sonuçlarına dikkati çekmekle yetinelim. İlkin, marjinal işlerde ya da hizmet sektöründe çalışan yeni kentli emekçi kesimin gelir düzeyi, sendikalı sanayi işçisinin reel gelirinin gerisinde kalacağı için, barınma sorunu en çok kıt kanaat geçinen bu kesimi etkileyecektir. İkincisi, önceki dönemde olduğu gibi, aşağıda göreceğimiz üzere bu dönemde de, devlet, barınma gereksinmesinin karşılanmasını bireylerin kendi girişimlerine bıraktığı için, kırdan kente göçenler çözümü gecekonduda bulacaklardır. Üçüncüsü, gecekondulaşma, barınma için gereken bir karşılığı da içeren emeğin yeniden üretilmesi maliyetini düşürerek genel ücretler düzeyinin de düşük olmasına yol açan bir unsur olduğu ölçüde, sermaye sınıflarınınçıkarları ile de uyumludur. Dördüncüsü de, iş güvencesi olmayan yeni kentliler, kırsal bağlarını toplumsal bir güvence olarak korumayı yeğleyecek, barınma hakkı talebini yükseltmek ve barınma konusunu siyasallaştırmak yoluna gitmeyeceklerdir. Tüm bunları, uygulanan konut politikalarının çözüm üretmekten uzak olduğu gerçeği ile birlikte düşünürsek, barınma sorununun bu dönem boyunca ağırlaştığını görmek hiç de şaşırtıcı olmasa gerektir” demektedir.

Gecekondu hangi boyutu ile ele alınırsa alınsın 1961’de Anayasaya giren barınma hakkının ve kamu hizmetinin halkın kendisi tarafından sağlanmasıdır ve buralarda yaşayan aileler kendilerine temin edilemeyen haklarını yine kendi emekleri ile çözmektedirler. 1963’teki I. V. Yıllık Kalkınma Planı’nda yer alan şu ifadeler:

“Konut yatırımlarına yapılan harcamaları toplam yatırımın yüzde 20 sinden daha çok artırmadan, tedbirler alarak, aynı yatırımla daha çok konutun yapımını sağlamak. Lüks konut yapımının kısılması ve sağlık bakımından sakıncası olmayan en ucuz halk konutu tipinin seçilmesiyle daha çok sayıda konutun yapımını ve daha geniş bir kütlenin barındırılmasını sağlamak. Sahiplerinin oturacakları evlerle birlikte, düşük kiralı halk konutları yaparak kiranın özellikle dar gelirli ailelerin imkânlarını zorlayıcı etkisini azaltmak. Her türlü arsa alım- satım oyunlarım önleyici tedbirlerle, ev yaptırmak isteyenlerin uygun fiyatlarla arsa edinmesini sağlamak. Gecekonduları, içinde oturanlara konut bulmadan yıkmamak. Her şeyden önce bu gecekonduların arsa mülkiyeti problemini çözmek, kamu hizmetlerini tamamlayarak durumlarını düzeltmek, ancak çok kötü olanlarını içinde yaşayanların konut ihtiyacını karşılamak suretiyle ortadan kaldırma” (429).

başka bir soruna daha işaret etmektedir; Emlak Konut bir yandan bürokrasi için konutlar inşa ederken bir yandan da Ataköy’de ve Levent’te lüks konutlar inşa etmektedir. Bireysel kredilerle yoksul halkın hem kira ödeyip hem de kredi ödemesi mümkün gözükmemektedir. Bu şartlar altında gecekonduları yıkılacak halkın gidecek yeri bulunmamaktadır. Özetle onlar için uygun barınakları inşa etmeden gecekonduları yıkmak yıkılan bölgenin dışındaki gecekondu sayılarını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Kamusal açıdan bir açmaz söz konusudur açmazı çözmenin yolu kamunun ucuz konuta yönelmesi gibi gözükmektedir. Fakat bu konuda önemli bir başarının halen elde edilememiş olduğu da aşikârdır.

80 sonrasında barınma hakkı devlet eliyle sağlanmayan halkın bir yandan gecekondularını yasallaştıracak aflar ve tapu/tapu tahsisi yoluyla gecekonduları meşrulaştırılırken bir yandan da soylulaştırmanın bir kolu olarak hareket eden kentsel dönüşüm yoluyla barınakları yıkılmaya başlamıştır. Kamunun konut politikaları giderek özel sektöre devredilirken yeni bir soylulaştırma dalgası doğmaktadır. 1980 sonrası ortaya çıkan konut politikaları bir sonraki bölümde dönemin konut reklamlarının incelenmesi yoluyla çözümlenmeye çalışılacaktır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SOYLULAŞTIRMANIN MEŞRULAŞTIRMA ARACI OLARAK İLETİŞİM ARAÇLARI

3.1. SOYLULAŞTIRMA ANLATISI

Soylulaştırma süreci, farklı ülke örneklerinde daha önce de değinildiği üzere temelde Philip Clay’in (1979) çalışmasındaki dörtlü basamaklandırma merkeze alınarak incelenmektedir. Türkiye’de üretilen akademik çalışmalarda da benzer bir sürecin varlığının saptandığı ve incelenen mahallelerde de benzer bir işleyiş sisteminin takip edildiği görülmektedir. Çalışmanın basamakları oldukça net bir şekilde belirlenmiş ve takip edilebilir bir aleniliğe sahipken, basamakların içerisinde çok da ayrıntılandırılmadan geçiştirilen unsur halkla ilişkiler ve reklam faaliyetidir. İkinci basamakta yer alan ve üçüncü basamakta altı çizilerek değinilen halkla ilişkiler ve reklam faaliyetlerinin önemi bugüne kadar ayrıntılı biçimde tartışılmaya açılmamış ve fonksiyonu netleştirilmemiştir.

Çalışmanın temel meselesini bu sorun oluşturmaktadır.

Çalışmanın temel hipotezleri Türkiye’de:

1. Soylulaştırma sürecinin temel taşıyıcı kolonlarından biri iletişim araçlarıdır.

2.Soylulaştırma sürecinde iletişim araçları sadece pazarlama ya da reklam amaçlı olarak kullanılmamakta metinlerde yer alan anlatı sürecin meşrulaştırılmasına da hizmet etmektedir.

3. Soylulaştırma sürecinde önemli bir rol oynayan basın ilanları izlenerek soylulaştırılan mahallenin gelişim süreci incelenebilir.

4. Sürece yön veren ve sürecin aracılarından biri olan belediyeler tarafından üretilen materyaller, belediye yetkililerince verilen demeçler aracılığıyla sürecin işleyiş biçimi ve temel aksaklıkları ortaya konabilir.

5. İletişim araçları soylulaştırmayı meşrulaştırmamakta, anti-soylulaştırma adı verilebilecek karşıt soylulaştırma hareketleri ile sürecin meşruluğunun sorgulanmasına da yardım etmektedir.

Çalışmanın bu bölümünde soylulaştırmanın izlerini ve işlevini açıklamak, hipotezlerin doğrulığunu sınamak amacıyla gerekli yol haritasını çizebilmek için niteliksel metin analizi yönteminden hareket edilmektedir. Lawrence Neumann’dan hareketle (2014), niteliksel metodolojiden faydalanan bir çalışmada bulunması gereken veriler, temalar, kavramlar veya benzer özellikler temelinde kategoriler aracılığıyla metin çözümlemesi yapılmaktadır. Çalışmada, incelenen farklı iletişim araçlarının olması ve araçların kendi içerisinde ortak ve ayrışan yönlerinin ortaya konabilmesi için temel veri kaynağını oluşturan 1980-2015 arasında Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yer alan konut ilanlarını incelemek için kavram setleri, temalar ve kategoriler oluşturulmuştur. Her dönemin kendine özgü yapılaşma ve konut formu örnekleri kendi içerisinde sınıflandırılmıştır. Sınıflandırılan ilan metinleri soylulaştırma ilişkisi olacak biçimde temalara ve kategorilere ayrılmıştır. Milli Kütüphane’de gün, ay, yıl, ek ayrımı yapmaksızın incelenen gazetelerde, yüzlerce ilana ulaşılmıştır. İlanların içerik olarak farklılaşmaması, benzer metinler ve görsellere sahip olması nedeniyle çalışmayı niceliksel çokluğun yol açtığı hantallıktan kurtarmak ve tekrarı önlemek için niteliksel özelliklerin temel alındığı doksan adet ilan çözümlemeye alınmıştır. Çözümlemelerde ilgili dönemlerin yasal mevzuatları, imar ve iskân politikaları, ekonomik konjektürü ve konut ilanlarının yer aldığı mahallelerin tarihi ardalan bilgisi olarak sunulmakta ve ilanların çözümlenmesinde ilk kez oluşturulan kodlardan faydalanılmaktadır. Kodlar:

Kahramanlık: İlan metinlerinde, belediyelerin faaliyet raporlarında, kitapçıklarında ve sürecin yürütülmesinde yetkili olarak nitelendirilen kişilerin demeçlerinde yer alan “biz yaptık, biz olmasaydık yapılamazdı, sayemizde oldu, ilk biz yaptık, biz keşfettik, armağan ediyoruz” ve “kurtardık, yıktık, suçu önlüyoruz,

temizledik” minvalindeki kelimelerin anlatı içerisinde kullanılması ile ortaya çıkmaktadır. Varlığı önceden beri bilinen mahalleler ve köyler ilk kez keşfediliyormuş gibi sunulurken, yasal bir zorunluluk olan afete dayalı konut üretme, yönetsel erkin yine zorunlu bir görevi olan suçu önleme, mal ve can güvenliğini sağlama ve mahallede yaşayanlarla uzlaşının sağlanması bir kahramanlık anlatısının içine yerleştirilmektedir ve bu anlatı lütufta bulunuyormuş gibi sunulmaktadır.

Lütufta Bulunma: Konut üretenlerin ya da yönetsel erkin zorunlu olarak yapması gereken hizmetler anlatı içerisine yerleştirilirken sanki görevleri değilmiş de cabasına yapılıyormuş gibi sunulmaktadır. Ve yoksullara yönelik mahallelerde bu bahşetme halini almaktadır. Yine konutlar sanki bedel ödenerek alınan bir mal değilmiş, firmalar bu faaliyetlerden para kazanmıyormuş da tüketicinin ve toplumun mutluluğu için üretiliyormuş gibi sunulmaktadır.

Yakın Geçmişi Yok Sayıp Uzak Geçmişi Referans Alma: Soylulaştırılan mahallerde Clay’a göre ikinci basamakta görülen isim değişikliği unsuru aslında bir üst kavramsallaştırmanın taşıyıcısıdır. Burada amaç yeni bir mahalle yaratılıyormuş izleniminden fazlasıdır. Özellikle yoksul ya da yaftalanan mahallelerde isim değişikliği mahallenin geçmişini silmek için gerçekleştirilmektedir. Aynı zamanda isimlendirmelerde seçilen, mahallenin tarihteki “şanlı” geçmişini vurgulayan adlara yönelinmesi, eski isimlerinden birinin ya da mahallenin yakınlarında bulunan bir semtin adının, yeniden mahalleye verilmesi, eski ile yeni arasında kalan yakın geçmişi silmek için belleğe yapılan bir müdahaledir. Yine ilan metinlerinde “Osmanlı’nın… alanı, bir paşanın çiftliği, bir şeyin doğduğu alan, eski bir uygarlıkta …, ismiyle bilinen mahalle/semt vurguları bu amaca hizmet etmektedir. Gerçekleştirilen müdahale ile mahallenin eski sahiplerinin mahalle ile aidiyet bağları da ortadan kaldırılmakta ve yok sayılmaktadır.

Anahtar Kavramlar: 1980, 1990 ve 2000’ler adı altında tarihsel olarak bölümlenen ilanlarda her dönem aynı kalan ve farklılaşan kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramlar konut tipi ile yakından ilgilidir ve her dönem modernliğin taşıyıcısıdır.

Konut Tipi: Orta ve üstü sınıfın neden yeni bir ev alması gerektiği değişen konut tiplerinden geçerek açıklanmaktadır. Müstakil evden, residancelara doğru değişen en nihayetinde korunaklı siteler içerisinde yer alan evler ilan metinlerinin anahtar kavramlarını biçimlendirmektedir.

Soylulaştırma Türü: Yine dönemsel olarak orta sınıfın kent içerisinde nereden nereye doğru hareket edeceği ilanlarda yer alan konutlar için uygun görülen mahallelerle ilişkilidir. Dönemsel olarak değişen soylulaştırma türü ilan metinleri aracılığıyla Türkiye’de soylulaştırmanın tarihsel bir haritasını oluşturmaktadır.

Dışlama: İlan metinleri sadece konutu alacak ya da alması muhtemel olan kişileri değil aynı zamanda kimlerin orada oturamayacağını da içermektedir. Ve dışlanan genellikle mahallenin eski sahipleri olmaktadır. Yaftalamalar, yok sayma ve hikayeleştirme ile dışlanan aynı zamanda eski mahalle sakinleriyle benzer kimliğe ve sosyo-ekonomik duruma sahip kişilerdir.

Metinlerde yer alan bu kodlar kentleşmeye ilişkin yaygın bir mitten beslenmektedir.

Claude Levi-Strauss (2011: 70-71) mitlerin tarihsel bağlam içerisinde üstlendiği görevini

“bizi çevreleyen dünyanın düzenini ve doğduğumuz toplumun yapısını izah etmek, bunların temelsiz olmadığını göstermek, bir bütün olarak dünyanın ve mensubu olunan özgül toplumun, ezelden beri nasılsa hep öyle kalacağına güven telkin etmektir”

biçiminde özetlemektedir. Levi-Strauss’a göre, bilimsel gelişme ile birlikte bu görev ona geçmiş ve düzenin devamı ve meşruluğu için tarihin referans gösterilmesi ortaya çıkmıştır. Bu açıdan tarih ile ortaya çıkan imge büyük bir ölçüde mit özelliği taşımaktadır.

İlkel toplumların ve mitlerin günümüz toplumlarında rağbet görmemesinin ve “aşağı”

görülmesinin sebebi sahip oldukları kültür ve yaşam biçiminin günümüz toplumlarının temelinde yer alan bilim, sanayi ve bunların hizmet ettiği tüketim kültürüne entegre ol-a-mamış olmalarında aranabilir. Günümüz toplumları bir taraftan mitleri ve işlevlerini küçümserken yeni mitlerin doğuşuna da kaynaklık etmektedir. Soylulaştırmayı kentleşme pratiğinin sıradanlığı içine hapsetmek, yeni oluşturulan konut tiplerini ve kentsel dönüşümü modernleşme, kentleşmenin gereği gibi göstermek, soylulaştırmanın varlığını gizlemek için bir araç haline dönüşmektedir

Söylenler, dil dolayımıyla kentli insanın hayatını inşa ederken dilin bütün imkânları reklamlar için seferber edilmekte ve gündelik hayat soylulaştırma çerçevesinde yeniden biçimlendirilmektedir. Peter L. Berger ve Thomas Luckmann’ın “Gerçekliğin Sosyal İnşası” adlı çalışmasında gündelik hayat içerisinde dil ve sembollerin rolü üzerine yaptıkları değerlendirmede: İnsanların nesnelleşmiş bir gündelik hayat gerçekliği içerisinde doğduğunu, gündelik hayatta kullanılan dilinde sürekli olarak zorunlu nesnelleşmeler sağladığı ve onun içinde anlam kazandığı, gündelik hayatı anlamlı kılan bir düzen tesis ettiğini belirtirler.

“Coğrafî olarak adlandırılmış bir yerde yaşarım; toplumumun teknik vokabüleri içinde adlandırılmış, konserve açacağından spor arabaya kadar çeşitlenen araçlar kullanırım; yine bu vokabüler aracılığıyla düzenlenmiş, satranç kulübümden tutun da Amerika Birleşik Devletleri’ne dek uzanan bir insanı ilişkiler ağının içinde yaşarım. Bu anlamıyla dil, hayatımın toplumdaki koordinatlarını gösterir ve bu hayatı, anlamlı nesnelerle doldurur. Gündelik hayat gerçekliği, bedenimin ’buradalığı’ ve mevcudiyetimin 'şimdiliği' etrafında düzenlenmiştir. Bu 'burada ve şimdi' ('hereand now') gündelik hayatın gerçekliğine dönük dikkatimin odağıdır. 'Burada ve şimdi'yi bana gündelik hayatta sunan şey, bilincimin realissimum’udur (gerçekliğidir-ç.n.). Ne var ki gündelik hayatın gerçekliği, sadece bu buradalıklardan ibaret değildir; o aynı zamanda, 'burada ve şimdi'

olmayan fenomenleri de kapsar” (2008: 35).

Onlara göre gündelik hayatın gerçekliği nesnelleşmelerle kalmaz varlığı bu nesnelleşmeler sayesinde söz konusu olur. Aynı zamanda gündelik hayatın gerçekliği,

gerçeklik olarak kabul edilir ve doğrulama gereksinimi duyulmaz. Gündelik hayata rutinler hâkimdir ve rutinler gerçeklikte herhangi bir değişim olana kadar devam eder. Ve

gerçeklik olarak kabul edilir ve doğrulama gereksinimi duyulmaz. Gündelik hayata rutinler hâkimdir ve rutinler gerçeklikte herhangi bir değişim olana kadar devam eder. Ve