• Sonuç bulunamadı

2.2.3. Ankara’nın Başkent Olarak İmarı ve Soylulaştırması

2.2.3.1. Planlı Dönem Öncesi Soylulaştırma

Ankara Millî Mücadele dönemine ev sahipliği yapmadan önce de Ankara’da birtakım değişikliklerin söz konusu olduğu dönemin “pioner”ları olarak değerlendirilebilecek, İstanbul’da yaşayan ya da Avrupa kentlerinde kalma fırsatı bulmuş olan kimi memur ve askerlerin Ankara’ya geldiği bilinmektedir. Anı ve romanlardan hareketle Ankara’ya gelen, bahsedilen nitelikteki kişilerin Ankara’daki soylulaştırma dalgasının ilk failleri olduğu söylenebilir. Kasaba olarak nitelenen kent merkezindeki yapıların sınırlı olması ve tarihi kaynaktan kaynağa değişmekle birlikte 1915 olayları sonrasına denk düştüğü kesin olan büyük Ankara yangınından sonra kentin sağlam ve kullanılabilir yapılarının bulunduğu Yahudi ve Ermeni tüccarlar ve ailelerinin yoğunlukta

yaşadığı geniş bir alanın kül olması ile önemli bir konut alanın yok olması göç edenlerin işini kimi açılardan daha da zorlaştırmış gözükmektedir. 15

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun (2004) Ankara adlı romanı bu durumu oldukça net bir şekilde ifade etmektedir. İstanbul’dan zorunlu nedenlerle Ankara’ya gelen Selma hanımın yaşantısındaki dönüşümü Ankara merkezli olarak anlatan romanda Cumhuriyet döneminden önce zengin ve fakirlerin kent merkezindeki aynı mahallerde benzer koşullarda yaşadığı zenginlerin diğerlerinden farklı olarak aynı zamanda bağ evlerine sahip olduğu, ciddi bir konut sıkıntısının var olduğu gözler önüne serilmektedir. Konut sıkıntısı ve Ankara’ya farklı gerekçelerle göç eden dönemin aydın ve memurlarının kalacak yer problemine ilişkin kısa bir özeti romanın sayfalarında bulmak mümkündür.

“İlk günler Taşhan diye bir otelde yatıp kalkmıştı. Bu otelin her odasında birbirine yabancı en az dört beş müşteri vardı. Kimi somyası hamak gibi sarkmış, demiri pas tutmuş ve parçası ayrı bir gıcırtı ile ses çıkaran karyolalarda, kimi yalın kat yer yataklarında... Bazı zamanlar, koridorlarda da yatanlar görülürmüş. Nazif, kaç defa bunların üstünden atlayarak gidip gelmiş. Taşhan'dan sonra bir müddet bekar arkadaşlarından birinin evinde misafir olmuş, fakat bütün işlerini kendisi görmek şartıyla... Sabahlan yüzünü yıkayabilmek için çeşmeden su taşırmış, yatağını kendi toplayıp kendi açarmış; çamaşırını çok defa kendi eliyle yıkadığı olmuş. Daha sonra, büyük talih... Bir Yahudi evinde pansiyon bulmuş. Karısına: "Bilemezsin," dedi; "bu, Ankara'da yaşıyan bir adam için ne demektir…Bir Yahudi evinde pansiyon. Ankara'da bunun fevkinde [üstünde, bundan üstün]

bir ikbal hatırdan geçmez” (19-20).

Sıradan bir pasaj gibi duran bu cümleler aslında hem Ankara’daki konut sorununu hem de soylulaştırmanın izlerini taşımaktadır. Ankara’daki ilk soylulaştırma hareketinin Yahudi ve Ermeni ailelerden kalan mülklerin “el değiştirmesi” ile gerçekleştiği aşikardır.

Cumhuriyet döneminin önemli mimarlarından biri olan ve günümüze kadar taşınan

15 Roman olmasından kaynaklı olarak resmi bir belge olarak ele almanın mümkün olmamasına rağmen içerisinde yer alan bilgiler dönemin koşullarını anlamak açısından birçok bilimsel çalışmada kullanılmıştır.

Tansı Şenyaplı’dan Ali Cengizkan’a kadar birçok önemli akademisyenin çalışmayı referans aldığı görülmektedir. Dönemi alan hatıratlarla anlatının uyumu romanı önemli bir kaynağa dönüştürmektedir.

önemli eserleri bulunan Etnografya Müzesi’nin de mimarı olan Arif Hikmet Koyunoğlu ile gerçekleştirilen söyleşide yer alan şu sözler durumun daha net anlaşılması için önemlidir:

“Ankara'ya geldim, sene 1921. Taşhan'da bir odada 20 kişi yatıyoruz. Millet Meclisi'nin önünden geçiyorum, Nafıa Vekil’ine rastladım. "Hikmet, evvela seni mahkemeye vereceğim, sahtekâr diye"

dedi, "Sen nereden Keresteci Ahmet oluyorsun? "Ankara'ya girerken, polis hüviyetimi alıp, ertesi gün Müdüriyet’ten geri alabileceğimi söylemişti. Polis Müdürü de eski arkadaşım Dilaver, tanımış beni. Nafıa Vekili'ne de o anlatmış. "Cebinde metelik yoktur senin" dedi, "gel Nafıa'da bir iş vereyim sana." "Ben memur olmam" dedim. "Biz bir odada 5 kişi yatıyoruz, sana buyur demeye yerimiz yok.

Ama Emval-i Metnıke'den binalar var Yahudi Mahallesi'nde, gir birine otur" dedi. Dediği gibi yaptım” (1977: 10).

Bu anıdan da yola çıkarak kalacak yer sıkıntısı yaşanan ve yeterli konutu bulunmayan bir alanda yer alan Yahudi Mahallesi’ndeki evlerin önemi oldukça net bir şekilde anlaşılmaktadır. -Cumhuriyet öncesi Ankara’sının ilk soylulaştırma alanı günümüzde de restorasyonu ile başka bir tartışmanın konusu olan Hamamönü ve arkası olması gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır.- Buraya çeşitli gerekçelerle gelen ve aydın olarak değerlendirilebilecek bu kişilerin hem bahsi geçen dönemin hem de sonrasının “pioner”ları olduğunu iddia etmek ise yanlış olmayacaktır. Dönemin koşullarında Ankara için oldukça marjinal olan bu kişiler mahallerdeki bir dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Yine Karaosmanoğlu’nun romanında yer alan Selma hanımın Tacettin Mahallesi’ndeki evlerinde kadınlı erkekli bir grup ağırlayıp yan yana oturmaları ya da hali vakti yerinde olan ailelerin ve durumu iyi olan yeni göçerlerin tercih ettiği bağ evlerindeki yaşam tarzı halkın hoşnutsuzluğuna sebep olmaktadır, bu hoşnutsuz durum daha önce Brooklyn örneğinde de görüldüğü üzere eski ile yeni arasındaki bir çatışmanın izlerini taşımaktadır: “Lakin bundan bahsedişlerinde öyle bir imalı, sitemli eda vardı ki Ömer Efendiyi asıl kızdıran bu oldu. “Niydeyim ben aha bu İstanbullular böyle tuhaf oluyor?” “Evet, çok tuhaf bizim mahalleyi de epeyce tuhaflaştırdılar hani” (72). Romanın

ilerleyen bölümlerinde Cumhuriyetin kurulması ile birlikte arsa spekülasyonundan zengin olan kişilerin varlığı da soylulaştırmanın varlığını güçlendirmektedir.16 Soylulaştırma ve beraberinde getirdiği temel sorunların planlı dönemde de devam ettiği görülmektedir.