• Sonuç bulunamadı

2.2.3. Ankara’nın Başkent Olarak İmarı ve Soylulaştırması

2.2.3.2. Planlı Dönem ve Soylulaştırma 1919-1940

Ankara’nın başkent olması ile birlikte kentin acil ve planlı bir biçimde kentleşmesinin öngörüldüğü ve uluslararası katılımcılara açık bir şekilde düzenlenen planlama yarışmalarının bu durumun taşıyıcısı olduğu söylenebilir. 1924 yılında Ankara’nın şehremanet oluşu ve İlki 1924’te ikincisi 1928’de yarışma yoluyla seçilen çok da uzun soluklu olamayan Lörcher ve Jansen Planları aynı zamanda soylulaştırmanın anahtarını da ellerinde bulundurmaktadır. Birbirinin devamı olarak görülebilecek bu iki projenin ilki olan Lörcher Planı uzunca bir dönem varlığından çokta haberdar olunamayan, ayrıntıları fazlaca bilinmeyen bir sır olarak kalırken 2004 yılında yayınlanan Ali Cengizkan’ın çalışması ile birlikte daha önce ulaşılamayan kimi belgelere ulaşılmasıyla görünürlük kazanmıştır. 1924 Lörcher Planı’nın daha önce eski şehirde birlikte yaşayan farklı ekonomik grupların yeni şehir ya da yönetim şehrinin kurulmasıyla birbirinden ayrılarak kent içerisinde tabakalaşmanın teşvik edildiği söylenebilir.

Cengizkan’ın planın ayrıntılarına yer verdiği çalışmasında: “farklı bölgelerde gelir gruplarına ve statüye göre birbirinden ayrı, düşük yoğunluklu konut mahalleleri” (2004:

87) kurma fikri ya da Yeni Şehir’e villa mahallesinin kurulması Kavaklıdere, Kocatepe, Çankaya, Dikmen, Küçükesat, Ayrancı, Keçiören ve Etlik’in ise bu villalar için depo olarak planlanması zengin ile fakir, mülki erkan ile halkı birbirinden ayırmaya yönelik

16 Arsa spekülasyonuna ilişkin tartışmaya planlı dönemde devam edilecektir.

bir çaba olarak değerlendirilebilir. Bu çıkarımın sonucunda da gerçekleşmesi öngörülen planların beraberinde soylulaştırmayı getirmesi kaçınılmaz gözükmektedir.

Eski Ankara ve Yeni Ankara’nın kurulduğu mahalleler arasındaki uçurum yine en iyi Karaosmanoğlu tarafından özetlenmektedir:

“Neşe Sabit, böyle düşünerek, Türk Ocağı’nın köşesinden, eski Ankara mahallerine varmıştı. Bu noktadan itibaren her şey elli yıl evveline dönüyor. Elli yıl mı?... Şimdi ben, bu karanlık sokaklarda, ayağı taştan taşa çarparak yürürken Selma Hanım’ın salonunda dans edenlerin ayakları ayna gibi parlayan parkelerin üstünde akisler yapıyor ve aşağıdaki büyük caddenin iki yüz elli woltluk ampulleri sabaha kadar hiç kimsenin yolunu aydınlatmak için yanacak. Garp medeniyetinin ne acayip ne akıl almaz taksimi!... Oturduğu mahallede, henüz hiçbir evin ne elektriği ne suyu vardı.

Elektrik çok pahalıya mal oluyor yaşanılmaz bir lüks telakki ediliyordu. Suya gelince, onun tesisatı henüz bitmemişti… Zavallı Ankara halkı, muhasaraya uğramış bir şehirde gibi yarı ıslak çeşme ve kuyuların başında birbiriyle yarışıyordun (136- 137).”

Bu noktada kentin soylulaştırmanın farklı dönemlerde ve yerlerde ortaya çıkarmış olduğu tipik bir sorunun yansımalarının bu dönemde söz konusu olduğu, eski sahiplerinin yeni sahipleri ile aynı kenti paylaşmasına rağmen mekânsal olarak ayrıştığını ve kasabalarının kent olmasının nimetlerinden yararlanamadıkları sonucuna ulaşılabilir.

Aynı zamanda az çok alt yapısı olan Eski Kentteki evlerde tehdit altındadır. Tansı Şenyapılı’nın çalışmasında yer aldığı üzere:

“Eski Kent, yetersiz de olsa belli bir altyapıya sahipti. Yoğunluğun yüksek oluşu, sayılan bu nedenlerin yanı sıra Eski Kentte toprak fiyatlarını artırıyordu. Burada emlak ve arsa sahibi olan Eski Kentliler yeni yönetimin bu kesime yerleşmesi durumunda gelecek olan imar ve istimlak işlemleri ile büyük bir spekülasyon değerine sahip olacaklardı. Eski dokuya giremediğini yukarıdaki tartışmalarda izlediğimiz yeni yönetim ise bu değeri emlak sahibi tüccar ve esnafa bırakmaktan yana değildi” (37).

Sorunu aşmak için şehremanetin kurulması öngörülmüş ve üyelerinin Eski Kentlilerden oluşmasını önleyecek yasal düzenlemelerin yapıldığı Şenyapılı’nın aktardığı

bilgiler arasında yer almaktadır. Fakat uzun vadede bu önleme çabasının da yetersiz kaldığı söylenebilir.

Löcher Planı her ne kadar başarısız olarak değerlendirilse de planın kendisinden sonraki planlar için bir çekirdek vazifesi üstlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1946’da bitirilen ilk toplu konut projesi olarak değerlendirilen ve 1926’da kurulan Emlak ve Etyam Bankası tarafından yaptırılan Saraçoğluevleri’nin bu planın temel mantığından hareketle gerçekleştirildiği iddia edilebilir.

Tarihsel bağlamda veriler bulunmakla birlikte Lörcher ve Jansen Planı’nın nerde başlayıp nerede bittiği ve uygulama alanlarını kestirebilmenin zor olduğu söylenebilir.

Hatta bu zorluğun Löcher ve Jansen arasında hukuki bir sorun boyutuna ulaştığı Löcher’in planını çaldığı iddiası ile Jansen’i telif hakkı için dava ettiği bilinmektedir.

Cengizkan bu iki plan arasındaki temel benzerliklerin sebebini Ankara Belediyesi’nin yarışmacılara sunduğu istek listesinden kaynaklandığını düşünmektedir (107-108).

Sebebi her ne olursa olsun temel düşünüş ve ayrıştırma biçiminin kent planlamasına miras kaldığı ve ardından gelen plan ve düzenlemelerle devam ettirildiği görülebilmektedir.

Löcher Planı’nın arkasından gelen Jansen Planı’nda da arsa spekülasyonunu önlemeye ve tabakalaşmayı gözetmeye yönelik maddeler yer almaktadır. Kentin tabakalaşması bu planlamada da desteklenmekte ek olarak Akköprü’ye ameleevleri kurmak gibi kentin kurulması için gerekli olan göçün barınacağı bir alan inşa ederek plan dışı yapılanmanın önünü kesme çabası söz konusudur. Gönül Tankut’un De Fries’tan yaptığı bir alıntıya göre Amele Mahalesi’ne yapılan vurgu Jansen’in hem ilerici hem de tutucu yönüne vurgu yapmaktadır (1993: 67). Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eseri ise planın oluşma, işleme ve çöküş sürecine ilişkin en detaylı bilgiyi sunmaktadır. Yoksul halk tarihi kent merkezinde yaşarken yoksullara yönelik olarak yeni bir alanın ayrılması uygun görülmüştür:

“Şehir plânında evsiz fakirlere verilmek üzere bir ucuz arsalar bölgesi ayrılmıştır. Bu arsalar her isteyene parasız da verilebilecek fakat yapılanlar ufak kulübeler de olsa bir mühendisin kontrolü altında bulunacaktı. Tam merkezde mektep, çarşı ve dispanser gibi umumî tesisler için bir yer ayrılacaktı. Belediye bu vazifesini de bir yana bıraktı. Dışarıdan gelenler Ankara Kalesi tarafındaki sırtlarda ilk gecekonduları tecrübe ettiler. İmar Komisyonu yıkılma kararı verdi, vilâyet ve belediye aldırış bile etmedi. Türkiye'de gecekondu faciası, işte o zamanlar Ankara Belediyesi’nin imar plâncılığını bu türlü baltalamasından aldı, yürüdü… Kusur halkta mı? Hayır, bizim şehir plâncılığını anlayışımızda! Ankara plânında bu türlü fakir ve işçi evleri için ayrılan bölge o vaktin ucuzluğu ile hemen hemen hiçe kamulaştırılacaktı ve arsa parası olmıyan, çalışarak, didinerek bir yuva edinmek istiyenlere orada yer gösterilecekti (845,9-846)”.

Jansen Planı’nın yoksul halkı kent merkezinden uzaklaştırırken asgari düzeyde de olsa barınma hakkını koruyan ve yoksulların yaşadığı alanlarda da alt yapıyı önemseyen bir planlamadan yola çıktığı söylenebilir. Asıl sorun ise arsa spekülatörlerinden ve bu spekülatörlere destek çıkan kimi yerel yönetimlerden kaynaklı gibi gözükmektedir.

Yoğun göçle birlikte konut sıkıntısı çekilen bir kentte arsa ve konut fiyatlarının ve kiraların artacağını ön görmek oldukça kolaydır. Hem Atay’ın hem de Karaosmanoğlu’nun eserlerinde bu durumdan dert yanılmaktadır ve rantın büyüklüğü ve dağıtıldığı kişilerden dolayı sorun çözülememiştir. Bu durumun bir yandan zengin ile yoksul halk arasındaki uçurumu arttırırken bir yandan da özel sektör eliyle soylulaştırmanın kapısını da araladığı söylenebilir. Aynı zamanda göz önünde bulundurulması gereke diğer bir durum ise Ankara’nın kentleşme ve soylulaştırma serüveninin bürokratlar için başlatıldığıdır. İlhan Tekeli (1982: 55)

“Ankara'da Kurtuluş Savaşından sonra, iki türlü sosyal tabakadan söz etmek mümkündür.

Bunlardan ilki mülk sahibi olan eski Ankaralılar, diğeri ise, bürokratların oluşturduğu yeni Ankaralılardır. Bu iki grup, şehrin büyüme sürecinde çıkarları bakımından çatışmışlardı. Ankara'nın başkent olmasından sonra, gayrimenkuller ve arsalar değerlenmiştir. Bu, eski Ankaralılar için avantaj sağlarken yeni Ankaralılar için sıkıntılı durumların doğmasına sebep olmuştur”

demektedir. Bürokratların nerede ve ne koşullarda yaşayacağı planlamanın en önemli sorunlarından biridir.

1930’larda Ankara’nın Jansen Planı’na uygun bir şekilde yatay mimarinin hâkim olduğu bahçeli evlere yöneldiği ve kooperatfiçiliğin bu dönemde önemli bir mesken kaynağı olarak değerlendirildiği görülebilmektedir. Fakat bu kooperatiflerin yoksul halktan ziyade bürokratlar için oluşturulduğu göz ardı edilmemelidir. Arsa fiyatının görece ucuz olduğu alanlarda yapılması ön görülen kooperatiflerin batı kısımdaki ilk örneği Ankara Bahçelievler’dir. Planın dışında bir alanda gerçekleştirilen kooperatifin yapımına Aykut Kansu’nun aktarımıyla 1934’te başlanmış ve arsa kimi kaynaklara göre çok ucuza kimi kaynaklara göre ise ücret ödenmeden elde edilmiştir. Günümüzde arsanın sınırlarını çizmek mümkün olmamakla birlikte bahçe şehir yaklaşımının ilk örneklerindendir. Ve bürokratlara barınak hazırlama amacıyla hareket etmektedir17. Goethe-İnstitute (2010) tarafından yapılan bir çalışmada

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde başkent Ankara’nın hızla artmakta olan nüfusunun konut ihtiyacını karşılamak üzere kurulan kooperatiflere öncülük ederek örnek olan Bahçelievler Kooperatifi, dönemin bürokrat sınıfının modern yaşamının mekân ihtiyacına cevap vermekteydi. Bu konutlar, farklı işlevler üstlenen odaları, balkonları, sade cepheleri ile geleneksel konut tipolojisinden uzak bir seçenek sunmaktaydılar. Seyrek yerleşim dokusu ile bahçe şehir modelini uygulayan bu yerleşkenin yapıları, zaman içinde yıkılarak yüksek apartman blokları ile yer değiştirmişlerdir. Jansen’in tasarımı olan bahçeli konutlardan günümüze ancak birkaç yapı kalmıştır”18 denmektedir.”

Bu da ucuza ya da bedavaya alınan bir arazinin bile kentin yoksulları için kullanılmadığını/kullanılamadığını göstermektedir. Önce bürokratların barınma ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Jansen Planı’nda yer alan Ameleevlerinin yapılamamış olması

17 http://psi203.cankaya.edu.tr/uploads/files/Kansu,%20Bahcelievler.PDF

18 http://www.goethe.de/ins/tr/ank/prj/urs/geb/sie/bah/trindex.htm

da bu durumun göstergelerinden biridir. Planlamada yer alsa bile kaderine terk edilen, yüksek kira ücretleri ile baş etmesi mümkün olmayan yoksul halkın kendi çözümlerini üretmesi kaçınılmaz olmuş ve çözüm artan gecekondu ve gecekondu mahallerinde bulunmuş gibi gözükmektedir.