• Sonuç bulunamadı

1.3. S OYLULAŞTIRMA B ASAMAKLARI VE Ö RNEK İ NCELEMELER

1.3.3. Geleneksel Olanı Yerinden Etme: Uzakdoğu’da Soylulaştırma

Uzakdoğu farklı gerekçelerle ve yollarla uzunca yıllar boyunca Avrupa özellikle de Amerika kültür emperyalizmine karşı geleneklerini muhafaza ederek “koruyabilmiş”

fakat günümüzdeki yeni iletişim teknolojilerinin mekân, zaman ve uzamın etkileşimdeki etkisi muhafazakârlıkta kırılmalara yol açmıştır. Geleneksel giyimden geleneksel mimariye kadar geniş bir yelpazede gerçekleşen değişim ve kapitalist ekonominin kendi mekânlarını buralara da adapte etmesi, soylulaştırma olgusunu bu ülkelere de kimi değişikliklerle birlikte taşımıştır. Bu nedenle de çalışmada yer almaları anlamlı olacaktır.

Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nda daha önce karşılaşılmamış büyüklükte bir nükleer saldırının kurbanı olmuş ve günümüzde hala bu saldırının yol açtığı sorunlarla mücadele etmektedir. Büyük bir yıkımın altından kalkan ve pek çok bağlamda küresel bir güç haline gelen aynı zamanda geleneksel yaşantının ve mimarinin kimi yönleri ile günümüze taşındığı ve yatay mimarinin önemli örneklerine rastlanan bir ülke olarak soylulaştırma çalışmaları açısından oldukça ilgi çekici bir örnek olabilecekken Japonya’da olguya ilişkin akademik ilgi oldukça sınırlıdır. Ulaşılabilinen örneklerden biri Yoshihiro Fujitsuka tarafından Kyoto özelinde yürütülen soylulaştırma çalışmasıdır.

Fujitsuka çalışmasında Doğu Asya’da (Uzak Doğu), (Kore, Çin, Singapur ve Japonya) yürütülen soylulaştırma faaliyetleri hakkında genel çıkarımlarda bulunarak başlamaktadır. Fujitsuka’ya göre bu ülkelerin temel özellikleri oldukça geleneksel bir mimariye sahip olmaları ve genellikle küçük ve alçak evlerden oluşmalarıdır. Örneğin Hanoak adı verilen geleneksel Güney Kore evlerinde mükemmel bir yerden ısıtma sistemi

kullanılmaktadır ve bu durumda evlerin tek katlı olmasına neden olmaktadır ve evde yaşayan kişilere yetecek kadar odaları bulunmamaktadır. Bu alanlardaki piyasa baskısı ise yüksek maaşlı kişilerin buralarda yaşamasına neden olmaktadır. Singapur’daki shophouselar6 ise emlak piyasasının kızışmasının ardından yaygın olarak kentte yer alan kalabalık nüfusa sahip küçük konaklar yerlerini yıkılarak yeni büyük konutlara bırakmıştır. Yapılan yeni konutlar tek tip olmaktan oldukça uzak ama yükseklikleri ve katları orantılıdır. Geleneksel evlerin yer aldığı pek çok yer, piyasadan kaynaklı baskılardan dolayı tamamen değişmiş ve kaybolmuştur. Seul’un ‘moon vilage’7larının -Türkiye’deki gecekondu mahallelerini andırmaktadır- yerlerini ise geleneksel çok katlı binalara bırakmıştır. Fujitsuka’ya göre Japonya ile Avrupa’daki ya da Amerika’daki kent merkezi yapılanması birbirinden oldukça farklıdır. Politik, kültürel ve ekonomik bağlamda kent merkezlerinde oldukça sınırlı sorunlar yaşanmaktadır. Osaka ve Kobe’deki altı büyük şehir merkezinde benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Buralar savaştan sonra kurulmuş; ekonomik depresyona sahiptir nüfusu azalmakta ve yaşlanmaktadır. Sappora, Sendai, Hiroshima ve Fukuoka bu tip problemlerin görüldüğü şehirlerdir.

Japon evleri yazarın aktarımı ile genellikle ahşaptan yapılmıştır ve iki odalıdır. Kent merkezindeki evler oldukça küçük yapılıdır ve ancak bir ya da iki ailenin yaşayabileceği bir kapasiteye sahiptirler ve bu evlerin pek çoğu İkinci Dünya Savaşı’nda yanmıştır.

Savaşta en az zarar gören yer ise Kyoto’dur. Geleneksel malzemeler ile inşa edilmiş sıra sıra tarihi evler şehir merkezinde sağlam kalmıştır. Sadece küçük ölçekte evler yol ve kaldırım çalışmaları yapmak için yıkılmış ve yerlerine az sayıda çok katlı bina ve devremülk yapılmıştır. 1980’lerdeki ekonomik büyüme ile birlikte şehir merkezlerinde yatırım büyük ölçülere ulaşmış, spekülatörler iyileştirme yapılacağı iddiası ile evleri satın

6 Evler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.sgshophouse.org/shophouse/shophouse/

7 http://www.architectsjournal.co.uk/buildings/reworking-seouls-last-moon-village/8688723.fullarticle

almış ve buradaki çok sayıdaki tarihi evi yok etmiştir. 1978’te savaş öncesi ahşap evler şehir merkezinin %50’sini oluştururken evleri korumak için herhangi bir yasanın bulunmaması birçoğunun yok olmasına neden olmuştur. 1998’de bu sayı %17’e gerilemiştir.

Fujitsuka, Kyoto’nun geleneksel kimonoların üretildiği merkez konumunda bulunduğunun altını çizmektedir. Kyoto’daki sanayi, tipik geleneksel bir üretim biçimine sahiptir. Yapımı, özel bir tekniğe dayandığı ve birbirine benzemeyen tasarımlara sahip oldukları için küçük ölçekli ve genellikle aile fertlerinin çalıştığı bir üretim sistemine sahiptir. Artık, gençler tarafından çokta tercih edilmeyen kimonolar, oldukça pahalıdırlar da. Kyoto’da üretim iki bölgede yapılmaktadır. Bunlardan biri Nishijin’dir. Nishijin, tarihi dokumanın merkezidir, ikincisi ise batısında yer alan Yuzen’dir ve burada da boyama ve işleme fabrikaları bulunmaktadır. İki alanda, küçük fabrikaların yer aldığı entegre endüstriyel yerleşim alanlarıdır. Buralarda yer alan boyama ve dokuma fabrikaların birçoğu ya taşınmış ya da kapanmıştır ve buralardaki yapıların içleri artık boşalmıştır. Buraların yeniden kullanıma açılması ise önemli bir bölgesel politikaya dönüşmüştür. Sosyal yapılanmadaki değişimle birlikte şehrin içi boşalmış, miras ile ilgili olarak var olan veraset vergi sistemi sebebiyle nüfusta özellikle de genç nüfusta azalma olmuştur. Fakat diğer birçok ilçede nüfus hızla artmış ve Nishjin’de yeni apartman inşaatları artmıştır. 80’lerin ortalarında eski tekstil üretiminde kullanılan binaların yerine evler inşa edilmiştir. Eşi benzeri olmayan tarihi kent merkezi manzarası, düzenli sokaklar, sıra evler, şehir merkezine yakınlık ve düşük yaşam maliyeti burayı popüler hale getirmiştir. Bu faktörler alanda yeni insanların görülmesine enden olmuştur. Oldukça fark edilir biçimde beyaz yakalı nüfusundaki artış soylulaştırmanın başlamasının göstergesi haline gelmiştir. Kyota’daki bu soylulaştırma biçimi tam olarak post-endüstriyelleşme ile birlikte küçük ölçekli üretim yapan işletmelerin sistemin dışına itilmesi ve hizmet sektörüne yönelinmesi ile ilgilidir.

Fujitsuka, 1990’larda Kyoto’nun merkezinde nüfus artışı gözlemlendiğini ve Kyoto’nun geleneksel yapılarının da bulunduğu Machiya’da nüfus artışı %10’a ulaştığını belirtmektedir. Merkezi iş alanına dönüşen alanda eski evler yerlerini ofislerin yer aldığı binalara bırakmıştır. Bu dönem profesyonel ve teknik çalışanların merkezdeki sayıları artmıştır. 1980’de buraya yeni binalar yapıldığında fiyatların çok pahalı olduğu- kısa vadede spekülatörler tarafından başlatılan pahalılık yıldan yıla fiyatları yükseltmiş- 90’lara gelindiğinde fiyatları tavan yaptığı, Japonya’nın ekonomik çöküşü soylulaştırma için dönüm noktası olduğu ve 90’ların ilk yarısında gayrimenkul hareketleri durduğu belirtilmektedir. Bu durumun sonucunda kent merkezindeki arazilerin boş kalırken yatırımlar durmuştur. Durgunluk sonrası Japon ekonomisinin en önemli ekonomik ilkelerinden biri kentsel canlanmanın teşviki olduğu söylenmektedir. İnşaat ve konut piyasasına yapılan teşvikler kentlerdeki konut yapını artırmıştır. 1990’ların ortasında başlayan bu hareketliliği soylulaştırmadaki ikinci dalga olarak nitelendirilmektedir.

1991’de piyasanın girdiği durgunluk arazi fiyatlarının düşmesine yol açmış ve artık aileler tarafından ikinci rezidanslar alınmaya başlanmıştır. 2000’lere gelindiğinde fiyatlar 1985 ayarına ulaşmıştır. Yeni soylulaştırıcılar, New York’tak daha zenginken Kyoto’da ucuzlamadan dolayı daha düşük gelirlidirler. Soylulaştırıcıların profilleri; Üretim artmasına rağmen işçi ve çalışan sayısında azalma olmuş, profesyonel ve teknik eleman sayısında ise artış olmuştur. Fabrikalar yerlerini mağazalara bırakmıştır. 1980’lerde 25-30 yaş arası evli çiftlerin oturduğu ve bir ya da iki çocukları ile birlikte yaşadığı dairelerde, 90’lara gelindiğinde ağırlıklı olarak gençler yerleşirken, 40 yaş üstü bekârlar ve çocuklu ailelere de rastlamak mümkündür. Bir diğer tip daireler ise bir odadan oluşan, içinde özel mutfak ve banyo bulunan bekârlar ve öğrenciler tarafından tercih edilen dairelerdir. Burada yaşayanlar bir üst modele geçmek istediklerinde ev sahipleri onlara daha konforlu apartmanlar inşa etmişlerdir. Soylulaştırma ev sahipleri tarafından düşünülmüş ve oturanlar marjinal soylulaştırıcılar olmuştur. 1990’lara gelindiğinde

kiralık evlerin büyük bir kısmında iki ya da daha fazla kişi yaşarken daireler oldukça küçüktürler. Buralarda yaşayanların çoğu bekâr ve gençlik çağının sonunda ya da otuzlarının başında bulunan kişilerdir.

Özetle, Japonya’daki kent düzeni batıdaki ülkelere benzemediği gibi soylulaştırma süreci de tam anlamıyla benzememektedir. Soylulaştırmadan en çok zararı gören tarihi doku ve eski ahşap binalar olmuş ve olmaya devam etmektedir. Soylulaştırılmanın hedefi mahalle ve yaşayanlarından ziyade modernliğin gelenekselliği yok etme savaşı gibidir.

Çin’de ise soylulaştırma Weixuan Song ve Xigang Zhu (2010) tarafından hazırlanan çalışmaya göre; 1990’larda kimi büyük şehirlerde sosyo-ekonomik bir dönüşüm ve kentsel yenilenme ile birlikte başlamaktadır. 1994’te gerçekleşmeye başlayan finansal değişiklikler, toprak reformu ile arazilerin gelir kaynağına dönüşmesi ve 1998’deki ev sistemini pazarlamaya açma konut piyasasında büyük değişikliklere yol açarken ve soylulaştırmanın da temelini hazırlamıştır. Çin’de soylulaştırmanın itici gücünü devlet oluşturmaktadır ve mekânın üretimi devlet tarafından domine edilmektedir. Giderek büyüyen orta ve artan varlıklı sınıf soylulaştırılan konutların müşterisi olmuşlardır. Yoksul halk ve zenginler arasında uçurum artarken, konutlarda özelleştirmeye dayalı reform tek tipe dayalı sistemi kırmakta, bu durumun sonucunda da hem yaşanacak yeri hem de konut tipini seçme şansını doğmaktadır. Yoksullar, saçaklanan kentte, fiyat filtreleme mekânizmasının altında yaşarken yüksek soysal ve ekonomik düzeydeki aileler batılı bir yaşam tarzı, kültürü ve alışkanlıkları ile kent merkezlerine yerleşmektedir.

Çin’de de Japonya ile benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Burada da gerçekleştirilen soylulaştırma faaliyetleri sadece sınıfsal bir tahliyeyi değil kültürel bir dönüşümü de beraberinde getirmekte ve kimi yönleri ile korunabilen bir kültürü de tehdit etmektedir. Song ve Zhu’ya göre Çin’de kentsel dönüşüm ilk olarak “şehir güzelleştirme

hareketi” adı altında başlamış ve özellikle yıkık harabe haline dönüşmüş alanlar rehabilite edilmiştir. Bunun sonucunda da söz konusu alanlarda hem kira hem de arsa fiyatların da yükselme ile karşılaşılmıştır. Ardından, alanlarda yaşayan yoksul halkın yerine, daha yüksek eğitim ve gelir seviyesine sahip kişiler yerleşemeye başlamıştır. Daha sonra buralarda yaşayan yoksul halk kent merkezinden kent çeperlerine doğru yerleşmeye başlamış; istihdam güçlüğü, ulaşım giderleri ve benzerlerinin yol açtığı ekonomik bir sorunla yüzleşirken aynı zamanda hareket alanları sınırlanarak yeni bir sosyal ağ kurmak zorunda kalmışlardır. Bu yönleri ile batı ile paralellik gösterse de önemli farklılıkları da bulunmaktadır. İlk olarak batıda karşılaşılan; banliyöleşme ile birlikte ortaya çıkan kent merkezindeki nüfus yoğunluğundaki düşüş Çin’de yaşanmamıştır. Kent merkezleri her zaman cazip yerleşim alanlarıdır ve ekonomik açıdan farklı gelir grupları bir arada yaşamaktadır. Batıda konut piyasasının müdahalesine açık bulunan ve rantın yükselmesi sağlayan sistem yerine Çin’de devletin hâkim olduğu bir pazar kontrolü bulunmaktadır.

Ve orta sınıfın oluşumu ve kent merkezinde orta sınıfa özgü nitelikler ve bir çevre içerisinde yaşaması devlet tarafından teşvik edilen bir politikadır (153-156). Çin’de yıkılmaya yüz tutan geleneksel mimariye ait öğeler yerlerini rezidanslara bırakmıştır.