• Sonuç bulunamadı

Selîs (Selâset) ve Revân Olması

BÖLÜM 1: XV. YÜZYIL KLASİK TÜRK ŞİİRİ

4. Münşe’ât: Aslında doğrudan Ca’fer Çelebi’nin hazırladığı müstakil bir eser değildir

2.2. Şiirle İlgili Özellikler

2.2.12. Selîs (Selâset) ve Revân Olması

Sözlüklerde “akıcılık, yumuşaklık, pürüzsüzlük, kolaylık, rahatlık, uyum, sadelik, açıklık, yalınlık”272 gibi anlamları olan selîs, selâset ve revân kelimeleri; terminolojide şu şekilde açıklanabilmektedir: “Sözlerin dile takılmadan, kolayca ve âhenkli bir biçimde okunup anlaşılabilmesi halidir. İçinde herhangi bir ses pürüzü olmaması için duygu ve düşüncelerin bir düzen içinde anlatılması, çoğunluğun âşina olduğu ve anlamı kolayca kavranan kelimelerin tercih edilmesi, söylenilmesi; telaffuzu zor olan seslerden ve kelimelerden kaçınılması, cümlelerin yapı bakımından doğru olması gerekmektedir. Genellikle kısa cümleler tercih edilir. Bir üslup özelliği olan akıcılık, edebi eserin kolay okunmasını bu vesileyle de yayılmasını, zihinlerde yer etmesini sağlayan önemli bir niteliktir.”273

Âhengin bir türü olan ve söz akışındaki uyum olarak tarif edilen selâset, söz ve cümlenin düzeni, uygunluğu ile sağlanabilir. Bunun için sözün kulağa güzel ve pürüzsüz gelmesi, adeta hafif tertip bir musiki tesiri yapması beklenir. Selâseti olan sözlere de “selîs” denir.274

Bazı kelimelerin sesleri tok ve kalındır; tabak, kazâ gibi. Bu tür kelimelere elfâz-ı cezele denir ve bu kelimelerden meydana gelen söz metin olarak adlandırılır. Bazı kelimelerin sesleri ise ince ve naziktir; gül, serv-i nâz gibi. Bunlara da elfâz-ı rakîka, böyle sözlere de latif denir. Selîs bir ifade bu iki gruptan (elfâz-ı cezele ve elfâz-ı rakîka) da oluşabilir. Önemli olan bu kelimelerin konuya uygun, söyleyişi kolay ve birbirleriyle uyumlu olmasıdır. Şair fesâhat sahibiyse kelimeleri bu açıdan seçerek metnini, eserini oluşturmalıdır.275

Birçok edebi gelenekte ve şiir türünde karşılaşılan bu özellik daha sonradan edebiyat dünyasında “selis üslûp” olarak kendine yer bulmuştur. Selis üslûp; düzgün, kolay ve akıcı bir tarzda yazılan, hayal ve imgelerde kopukluk olmayan hatta okuyucuyu da hayal derinliklerinde sürükleyen şiirlere işaret etmektedir. Ancak bilhassa 19. yüzyıldan sonraki dönemde basit kelimelerin seçildiği, konu bütünlüğü olan, okuyucusunu yormayan şiirler için de kullanılmıştır.276

272 Steingass, Persian-English Dictinary, 590, 692.

273 Karataş, Edebiyat Terimleri Sözlüğü, 22.

274 Tâhir’ül Mevlevî, Edebiyat Lügatı, 17, 134; Menemenlizâde, Osmanlı Edebiyatı – Belâgat, 62.

275 Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi –Belâgat, 43.

172

Genel olarak sözün akıcı olması bunun için de kelimelerin birbirine uygun seçilmesi şeklinde anlayabileceğimiz bu durum, XV. asırda “selâset, âb, âb-ı revân, selsebîl, şi'r-i revân ve selîs” gibi sözcük ve tamlamalarla anlatılmıştır. Söz ve kelam ile birlikte selâset, nazm ile birlikte selîs, lafız ile birlikte selsebîl kullanılmıştır.

Selâset - Âb-ı revân

Tâci-zâde Cafer Çelebi, insanların kıymetli gördükleri eşyalarını saklamaları gibi değerli olan güzel şiirlerin de insanın canı gibi saklanıp korunacağını, bu vasıfta olan şiirlerin ancak su gibi akıcı sözlerden oluşabileceğini söyler:

Didügi şi’rler hep hırz-ı cândur

Selâsetde sözi âb-ı revândur HN, B.2236

Burada şiirin iki yönüne dikkat çekiliyor: şiirin manası ve okunması. İlk dizenin düğümlendiği hırz ve hırz-ı cân ifadelerinin “canı gibi koruma, ilgilenmek,277 muska, nazar boncuğu278 gibi anlamları karşıladığı düşünülürse şiirin insanlar için ne anlamda değerli olduğu anlaşılabilir. Bu beyitte şiiri nesne olarak kabul ettiğimizde yine o şiirin değerinden dolayı okuyucular tarafından canı gibi korunduğu şeklinde algılanabilmektedir. Her iki durumda da bu özellik o şiirin mana yönüne işaret ederken diğer şiirlerden de ayırmaktadır. İkinci dizede ise o hep aranan şiirin aynı zamanda âb-ı revân olduğu söyleniyor. Osmanlı kültüründe bilhassa şiirlerin sözlü olarak yaşadığı, çeşitli meclislerde okunduğu hatırlanırsa selâsetin akıcı, kolay ve güzel okunabilmesi gibi yorumlanması da mümkündür.

Selâset - Fesâhat

Tâci-zâde’nin Şeyhî ve Ahmet Paşa hakkında değerlendirmeleri, şiir eleştirisi ve poetikası açısından son derece önemlidir.279 Ahmet Paşa’nın selaset sahibi olduğunu dolayısıyla şiirlerinin de selis olacağını ifade ettiği beyitte ayrıca sözlerinde fesahat bulunduğunu da eklemiştir:

Ve ger Ahmed durur gerçi selâset

Bulınur sözlerinde hem fesâhat HN, B.521

Şairin selaset sahibi olduğunu, şiirinin selis olmasından anlarız. Dolayısıyla bu vasıf hem ideal bir şaire hem de şiire aittir. Ancak burada selâset ile fesahat arasında fasih olan bir

277 Steingass, Persian-English Dictinary, 415.

278 Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe, 363.

173

şairin selâset sahibi olduğu veya selis olan bir şiirin aynı zamanda fasih olacağı şeklinde bir ilgi göz ardı edilmemelidir. Zaten sözlerinde selâset bulunmayan mütekellimin fesâhat sahibi olduğu söylenemez. Çünkü fesâhat için “kelimelerin telaffuzunun akıcı olup kulağa hoş gelmesi ve manasının da açık olması”, “kelime ve sözün gramer kuralları ve dil musikisi uyarınca kusursuz, düzgün, açık, akıcı ahenkli bir biçimde kullanılması” gibi tarifler yapılırken bile selâsetle bağlantılı olduğu, birinin gerçekleşmesi diğerinin görülmesine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.280

Selis – Servi

Bu değere sahip olan eserler ve eserin sahipleri, çevresindeki insanlar tarafından büyük bir saygı ve ihtiramla karşılanır. Nitekim Necâtî Bey’in şiirleri akıcı ve ahenkli olduğu için bu durum karşısında servi ağacı bile şairin nazmından veya dolaylı olarak kendisinden özür diler, onun karşısında bir padişahın huzurundaki kul gibi büyük bir hürmet ve saygıyla ellerini bağlayıp edeple ayakta bekler:

El kavşurup edeble ayağ üstüne durur

İşbu selis nazma edip i'tizâr serv NBD, K.21/45, s.104

Burada şiirin kıymetini gösterebilmek için serviyi kullanmış olması sadece kasidenin “serv” redifli olmasından kaynaklanmıyor; servi ağacı letafeti, salınışı yönüyle değerlidir ve çoğu kez sevgili yerine kullanılır. Hatta bir önceki beyitte servinin yaz kış yeşil olması, diğer ağaçlar gibi yaprak döküp çıplak kalmaması durumu kendine ait olmayan emanet bir elbise bile giymediği şeklinde ifade edilmiş. Bu vasıf bile onun ne kadar kendine has olduğunu, üstünlüğünü göstermektedir. Tabi bu beyitte servi sevgili için değil güçlü şairler için kullanılmış bir benzetmedir.281

Selâset – Selsebîl, Zülâl

Divanına na’t, na’tına da poetikayla başlayan Necâtî; sözleri akıcılık yönünden saf, lezzetli ve duru bir su282 olan zülâl ile cennetteki bir çeşmenin tatlı suyu olan selsebîlle karşılaştırır. Bunun için şairin kemal ehli yani şairlikte mükemmel olması veya sözlerinin en az onun kadar mükemmel olması gereklidir. Neticede sözlerin çok daha önde olduğunu söylemektedir. Hatta zülâl ve selsebîl bu durumu görünce hicap duyarlar:

Şu söz kim ola misâl-i kelâm-ı ehl-i kemâl

280 Harun Tolasa, Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, 246.

281 Bir önceki beyit, “Yeni ve Orijinal Olması” başlığında ayrıca değerlendirilmiştir.

174

Selâsetinde hacil ola selsebîl ü zülâl NBD, N.1/1, s.44

Necâtî selâset ile birlikte letâfetten de söz ettiği başka bir beyitte bu özelliklerin daha somut anlaşılabilmesi için akarsu ve deniz benzetmelerini kullanmıştır. Şaire göre şiir, inci gibi eşsiz ve değerli anlamlarla dolu olduğu için denize; akıcı, duru ve latîf olduğu için de akarsuya benzemektedir:

Necati bahr-i eş'ârın nedendir pür-güher bu hod

Selâsette letafette hemânâ bir akar sudur NBD, G.191/7, s.236

Kelâmın rabtı- Belâgat

Akıcılık şiirin devamlılığı anlamına da gelebilir. Hayalde imgelerde kopukluk olmamalı ve okuyucu da şiirin hayal derinliklerine sürüklenmelidir. Bu yüzden aynı bağlamda nehir, akarsu gibi teşbihler yapılır.283 Bu değere sahip olabilmenin yolu da şiirdeki ahengin sağlanabilmiş olmasından geçer. Mazmunlar, hayaller, lafızlar ve mana arasındaki uyumun tam olduğu şiirler akıcı şiirlerdir.

Ancak bu değerlendirmeye Tâci-zâde Cafer Çelebi katılmaz. Heves-nâme adlı mesnevisinde Ahmet Paşa için yaptığı eleştiri bunu açıkça göstermektedir. Ahmet Paşa sözlerinin irtibatını sağlamaya muktedir olamamış, belâgatta mâhir değildir, kısaca başarısızdır:

Belâgatda velî mâhir degüldür

Kelâmun rabtına kâdir degüldür HN, B.522

Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi bir önceki beyitte (HN, B.521) Ahmet Paşa ile ilgili hem fesâhat hem de selâset sahibi olduğunu söyleyerek metheden Tâci-zâde; bu beyitte Ahmet Paşa’nın sözleri arasında irtibat kurmada yetersiz, belâgatta yeteneksiz olduğunu iddia eder. Dolayısıyla Tâci-zâde Cafer Çelebi belâgat ile fesâhatın, selâset ile sözler arasındaki bağlantının aynı özellikler olduğunu veya ilişkili olduğunu düşünmemektedir.

Ahmet Paşa için söylediği “belâgatte mâhir değildir” eleştirisini daha iyi anlayabilmek adına belâgatın sözün hangi özellikleriyle ilgili olduğuna baktığımızda karşımıza “yerindelik”, “zaman” ve “düzgünlük” çıkıyor. Sözün fasîh olması ön şartıyla kullanıldığı yerin veya durumun şartlarına, gereklerine ve özelliklerine uygun bir yolda kullanılması, söyleyişin düzgün, pürüzsüz ve yerinde olması gibi anlamları karşılayan belâgat oldukça

175

geniş bir kullanım alanına sahiptir. Ayrıca sadece söz için değil söz sahibi için de bir değerlendirme ifade eden kavram hem doğuştan gelen bir kabiliyete veya melekeye hem de sonradan öğrenilen, belli bir disiplin haline gelmiş ilme işaret eder. Belâgatte diğer gerekli hususlar da “açıklık” ve “akıcılık”tır. Sonuç olarak her ne kadar Ahmet Paşa’nın sözleri fasîh ve selis olsa da düzgün, mantıklı olmak gibi belâgat kurallarına, sözler ve cümleler arasında kurulması gereken rabıtaya uygun değildir.284

Tâci-zâde’nin bu olumsuz tenkitlerine karşılık Ahmet Paşa’ya baktığımızda aksine kendi sözleri için “selsebîl” benzetmesini kullanarak şiirinin akıcı ve ahenkli olduğuna işaret eder. Ayrıca aynı sıfat sevgilinin dudağı için de kullanılarak bir teşbih yapılmıştır. Çünkü şairin kelamındaki bu özelliğe neden olarak da sevgilinin tatlı bir su gibi olan dudağı verilir. Ahmet Paşa’nın sözlerinin kaynağı zaten âb-ı hayattır. Şair, bu kaynaktan beslenen bir damar olan selsebîl lafızlarıyla, dudakların selsebilini metheder:

Ahmed öger selsebîlin lâ’linin ey Hızr-hat

Selsebil elfâz ile ki Âb-ı Hayvândan tamar APD, K.43/10

Hamdullah Hamdî Tuhfetü’l-Uşşâk’ın “Matla-ı Dâsitân” bölümünde, yazacağı mesnevinin işlev ve vasıflarını tarif ederken sebîl ve selsebîl benzetmelerini yapar. Şair bir sır olan Kevser suyunun kaynağını ortaya çıkardıktan sonra cennetteki bu leziz suyu sebil yapıp insanlara sunacağını, böylelikle ölümsüzlüğü bahşedeceğini iddia etmiştir. Böylece eserin etkisine ve kalıcılığına işaret edilmiştir:

Sebîl eyle yine bir selsebîli

Ki ola çeşme-i hayvân zelili TU, s.183

Diğer yandan selis, tezkirelerin şiir eleştirisi kısımlarında bilhassa üslup için kullanılan sıfatlardandır. Dolayısıyla selis bir üsluptan şiirdeki duygu ve düşüncelerin en doğal haliyle, okuyucuyu etkisi altına alarak alıp götürecek bir yapı ve ayrıca söz ve mana arasındaki ilişkiden doğacak ince bir ahenk kastedildiği düşünülmektedir.285

Revân Olması

“Yürüyen, giden, akan; noksansız, fasılasız; tez, süratli”286 gibi halleri karşılayan revân, söz ve şiir için kullanıldığında selâset ile benzer olarak sözün akıcılığına işaret etmektedir.

284 Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi –Belâgat, 17; Tolasa, Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, 246.

285 Erkal, Divan Şiiri Poetikası, 290.

286 Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, 4. Baskı (Ankara: Akçağ Yayınları, 2000), 377-378.

176

Karşılaştığımız kullanımlarda şiir ve söze sıfat olarak verilmiştir. Anlamından dolayı aynı bağlamda çoğu zaman su teşbihine başvurulmuştur.

Revân - Amelsiz Şarâb

Şeyhî Divanı’na baktığımızda iki farklı yerde sözün akıcılığından bahsedildiğini

görüyoruz. Her ikisinde de revân sözcüğü tercih edilmiş ve beraberinde su teşbihine başvurulmuştur. Bu durum diğer şairlerin söylemlerinde de görülmektedir. Çünkü akıcılık vasfı denince akıllara öncelikle su ve dolaylı olarak suyun saflığı ve doğallığı temsil etmesi gibi diğer özellikleri gelir. Şiir ile su arasındaki bu benzetme selâsetle özellikle anlatılmak istenenin akıcılık ve saflık olduğunu göstermektedir:

Egerçi âb-ı revândur sözün gurûr itme

Ki olur şarâb camelsüz “biki' atin ke-serâb” ŞD, K.13/28

Şeyhî “Sözün akan bir su olsa da sen gururlanma çünkü amelsiz şarap çöldeki serap gibidir.” diyerek akan su kadar selis ve ahenkli olsa da, müziği kulağa hoş gelse de şair için böyle bir şiirin övünülecek bir durum olmadığını anlatmaktadır. Çünkü sadece bu özelliğe sahip olduğu için bir şiir güzel kabul edilemez. Bir benzetme olarak verilen “amelsiz şarap” içen kişiyi sarhoş etmeyen içki anlamında düşünülebilir. Başka bir benzetme olan serap ise bir rüya gibi gerçekte olmayanı görmek anlamındadır. Bu iki benzetmenin ortak yönü yanılgıdır. Bunları gören kişi onların gerçekliğine, doğruluğuna inanarak şaşırır ve yanılgıya düşer. Nasıl serap ve şarap görüntüde var, gerçekte yok ise; şiir de kulağa hoş ve akıcı geliyor fakat anlamı olmadığı için kimseyi de etkilemiyor dolayısıyla kıymeti olmuyor. Kısaca lafız-mana ilişkisi benzetmelerle açıklanmış. Lafza ne kadar ehemmiyet gösterip onu süsleyerek güzelleştirseler de o lafzın altında yatan manaya dikkat edilmediyse o sözün hiçbir değeri yoktur.

Revân - Hikmet ve İlim Âfitâbı

Methiye türündeki bir terkib-i bentte Şeyhî, yine şiirin su gibi akıp gittiğini tekrarlar ancak burada akıcılık ile hikmet ve ilim birlikte zikredilerek ilişkilendirilmiştir. Her ne kadar kendini talihsiz ve bahtsız olarak görse de şairin akıcı şiiri, ilim ve hikmet güneşine erişerek çok büyük bir dereceye malik olmuştur:

Gerçi irişdi hikmet ü 'ilm âftâbına

177

Şiirin akıcılığı ile birlikte şairin sahip olacağı değerler de dile getirilmiş. Şairliği kabul görecek kişinin öncelikle ilim ve hikmet sahibi olması gerektiği, bu vasıflara sahipse şöhretli olmasına da gerek kalmayacağı anlatılmaktadır.287

XV. yüzyıl şairleri Ahmet Paşa, Tâci-zâde Cafer Çelebi, Necâtî, Mihrî Hâtun, Cem Sultan ve Abdülvâsi Çelebi farklı ifade ve benzetmeler kullansalar da bu vasıfla ilgili bazı ortak tespitler yapmışlardır. Şeyhî, Avnî, Adlî, Hamdullah Hamdî, Bedr-i Dilşad bu bağlamda herhangi bir ifade kullanmamıştır.

Akıcılığın ifadesi için “revân ve selîs” sıfatlarıyla “âb-ı revân, selis nazm, selsebil elfâz, şi'r-i revân” gibi terkipler oluşturulmuştur. Akıcı şiirden bahsedilen ya da bu özelliğe işaret eden beyitlerde su, âb-ı hayat, deniz, şarap, güneş, sebîl, zülal ve serv benzetmeleri yapılmış; üstelik suyun akıcı ve berrak olanı, denizin cevherlerle dolu olanı tercih edilmiştir. Ayrıca şiirin ilim ve hikmet sahiplerince yazılmasına, anlamsal kıymetine, etkisine, kalıcılığına, sevgiliyi övmesine, takdir göreceğine, insanlar tarafından canı gibi saklanıp korunacağına ve fasih olacağına da değinilmiştir. Dolayısıyla akıcı şiirlerin hem kıymetinin hem de insanlar üzerindeki etkisinin daha fazla olacağı düşünülmektedir ancak selîs olmak bir şiir için tek başına yeterli görülmemektedir.

Akıcılığı söz sahibinin anlatışındaki kolaylık ve rahatlık olarak anlamak mümkündür. Şiirdeki ifadenin hiçbir engele uğramadan akıp gitmesi şairinin söz kudretine işaret eder. O kudrete sahip olan şairlerin sözlerinde hiçbir zorlama görülmediği gibi ifadeler günlük dille irticalen oluşuvermiş zannedilir. Bu durumun sonucu okuyucuda kendini gösterir ve okuyucu bu türdeki eserleri hem hayranlıkla karşılar hem de daha samimi bulmaktadır. Fesâhat ile ilgili bir özellik olan selâset ayrıca sözün kolay anlaşılır, açık ve düzgün olma hali anlamlarına da gelmektedir. Bir eser ne kadar süslü ve sanatlı olsa da doğal ve açık olmadıktan sonra bunun faydasız olduğu, çünkü doğalığın (vuzûh) ve açıklığın (tabîat) belâgatin olmazda olmaz iki önemli sanatı olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu sanata sahip olmayan eserlerin üstün kabul edilemeyeceği, dolayısıyla şairlerin önceliğinin zerâfet değil doğallık ve açıklık olması gerektiği ifade edilmektedir.288