• Sonuç bulunamadı

Rengîn ve Süslü Olması (müzeyyen, zîver, zeyn)

BÖLÜM 1: XV. YÜZYIL KLASİK TÜRK ŞİİRİ

4. Münşe’ât: Aslında doğrudan Ca’fer Çelebi’nin hazırladığı müstakil bir eser değildir

2.2. Şiirle İlgili Özellikler

2.2.11. Rengîn ve Süslü Olması (müzeyyen, zîver, zeyn)

“Renkli, boyanmış, güzel renk verilmiş olan lâtif şey, rengârenk, süslü, ziynetli”267 gibi sözlük anlamları olan rengîn ve müzeyyen; poetik bir terim olarak XV. yüzyıl divanlarında birçok defa zikredilmiştir. Bu kullanımlarda rengîn; hayal, lafız, eda, söz, evrak gibi somut veya soyut kavramlara sıfat; bazı örneklerde de yaz-,düz- gibi eylemlere zarf olmuştur. Şiirdeki renklilik hem şairin hem de şiirin birçok yönüyle ilgilidir. Şairin sahip olduğu farklı hayallere, farklı duygulara ve kullandığı farklı ifade ve manalara; şiirdeki edâ ve üslûbun güzelliğine işaret etmektedir. Bu yönüyle “rengîn” dolaylı olarak şiirin orijinal olduğunu da anlatır. Rengin olmayan şiire ise “sade, sıradan” gibi sıfatlar uygun görülür. Klasik Türk şairleri bu tür şiirler söylemekten her zaman kaçınmışlardır. Şiirin renkliliği şairin tabiatı ile de ilgili bir durumdur. Şiirde farklı ruh hallerinin, duygu ve düşüncelerin yer bulması demek şairin de bu durumlara sahip olması demektir. Bu durumda okuyucu da yeri geldiği zaman duygulanmalı, yeri geldiği zaman hislenmeli, yeri geldiği zaman gülmeli, yeri geldiği zaman da şiirden bir şeyler öğrenmeli ve ibretler almalıdır. Bunlar gerçekleşirse ancak o şiir rengîn bir şiirdir denebilir. Eserlerinde bu özellikleri barındırabilen şair, halkın gözü, kulağı durumundadır. Bu da şairin karakterinin doğal olarak bu yapıya ayak uydurmasını gerektirecektir.268

Ahmet Paşa’ya göre bir eserin rengin sayılabilmesi için okuyucuda çeşitli hayaller uyandırması, muhayyileyi harekete geçirebilmesi dahası bu özellikleriyle çok okunup çok rağbet görmesi gerekir.269 Bu gereklilik bir eserin sanat olarak kabul edilebilmesi için koşul olarak da görülebilir. Eğer hayal koparan şiirler rağbet görürse o lafızlar aynı zamanda hoş ve rengîn lafızlardır:

Hayâl-engîz eş’ârın egerçi kim olur mergûb

Bana rengîn elfâzın inen çok yig gelir andan APD, Kt.43/1

Burada değinilen engîz şiir”in rağbet görmesi, hem o eserin gerçekten “hayâl-engîz” olduğunu kanıtlar hem de insanları çok çeşitli hayallere sevk ettiğine dolayısıyla

267 Şükûn, Ferhengi Ziya, 1022; Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe, 792.

268 Erkal, Divan Şiiri Poetikası, 317.

269 Harun Tolasa, Sehî, Lâtîfi, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi (Ankara: Akçağ Yayınları, 2002), 363.

165

okuyucu üzerindeki tesirine işaret eder. Başka bir deyişle lafızların rengîn olduğunun göstergesi itibar görmesidir.

Defter, yaprak, eser gibi somut varlıklara da sıfat olabilen “rengîn”, bu tür bağlamlarda istiare veya teşbih ilgisiyle genellikle gülle birlikte kullanılır. “ Sevgilinin yanağının güzelliklerini anlatırken kalem o kadar kan ağladı ki benim divanımın yaprakları renkli, güzel bir gül gibi oldu.” diyen Ahmet Paşa, konusu sevgili olan eserinin bir gül kadar süslü, rengarenk ve güzel olduğunu anlatır. Ayrıca divanın rengin olabilmesinin sevgilinin güzelliğinde veya o güzellikten etkilenebilmesinde saklı olduğunu vurgular: Ol kadar kan ağladı hâmen ruhun vasfında kim

Oldu rengîn gül gibi evrâk-ı dîvânım benim APD, G.187/5

Rengîn ile gül teşbihi de kullanılarak sevgilinin yanağının veya dudağının kırmızılığı anlatılır. Ayrıca şiirdeki rengin olma özelliği sevgilinin yanağından kaynaklanır. Sevgilinin kırmızı ve tatlı dudağından esinlenen şairler doğal olarak rengîn şiirler söyleyecekler. Dolayısıyla rengîn, hem sevgilinin yanağının kırmızılığını hem de şiirin renkli ve güzel olduğunu ifade eder.

Rengîn olan sözünün suya değdiğinde suyu bile hoş ve tatlı bir şaraba dönüştürebileceğini (APD, K.35/36 ) söyleyen Ahmet Paşa sevgiliyi taze misk ile yazarak tavsif ederse divanın rengîn olup süsleneceğine, düzene gireceğine (APD, K.25/21) de inanır. Şair, divanın yapraklarının gül yaprakları gibi rengârenk (APD, G.44/7) ve defterinin de rengîn olduğunu (APD, G.204/5) söyler. Sözlerinin rengi ve kokusun dolayı birer gül olduğunu, hatta yazıldığı yeri de gül edeceğini (APD, G.185/6) belirten şair, sevgilinin ayaklarına altın ve gümüş yerine birer la’l taşı olan rengîn sözlerini saçmaktan da geri durmaz (APD, K.12/53).

Mananın benzersiz ve rengârenk olması şeklinde de karşımıza çıkan rengîn, daha çok şiirin biçim ve lafız yönüne işaret ederek göz alıcı ve şaşırtıcı ifadeleri anlatmak için tercih edilir. Ancak renk ile şiirin şekil güzelliği de vurgulanabilmektedir. Bir gazelinde Necâtî Bey, sevgilinin yanağını anlattıkça sözlerin gül mecmuası gibi rengârenk olduğunu ifade etmiş. Bu şekilde şiirinin biçim yönünden güzelliğini ifade ederken yanağın renkli görünümüyle şairin sözlerinin şaşırtıcı renklerde olması arasında biçim ve anlam ilişkisine dikkat çekmiştir.270

166 Şi’rinde ruhun vasfı itdükçe Necâtî

Mecmu’a-i gül gibi olur sözleri rengîn NBD, G.382/7, s.321

Adlî’nin ifadesinde ise rengîn söz; sevgiliye erişebilme, onunla ünsiyet kurabilme konusunda bir vasıta veya aşığın gözyaşı ile birlikte sahip olduğu bir değer olarak değerlendirilmiştir. Âşık maşukuna seslenirken sıradan sözleri değil, süslü, güzel ve renkli kelamları, gözyaşlarını tercih etmektedir. Bu da onu şair yapmaktadır zaten. Şairin sözlerindeki bu güzelliği, ziyneti sağlayan unsur mücevherlerdir. Ancak söz konusu sevgili olunca elbette bunların hiçbiri âşık açısından geçer akçe olmamaktadır:

Rengîn söz ile yaşuma meyl itmedi nigâr

Kıymet bulınmadı n'idelüm dür ü gevhere AD, G.130/2, s.331

Leff ü neşri oluşturan ve üzerinde durulması gereken kavramlar rengîn söz, yaş; dür ve gevherdir. Birinci grubun manevi, ikinci grubun da maddi olarak değer biçilemediğini düşünürsek şairin bunları tercih etmesinin sebebini daha iyi anlayabiliriz. Ayrıca burada bahsi geçen sevgili belki de şairin şiirine hak ettiği kıymeti vermeyen okuyucudur. II. Bayezid gibi kardeşi Cem Sultan da şiirle ilgili sadece tek bir beyitte bu sıfata yer vermiş. Ancak şairin eserindeki beyitlerin hepsi birbirinden renkli, birbirinden hoş ve ilgi çekicidir. Bu nedenle herkesin dilindedir ve bir şeker kadar şirindir. Farklı olan ve dikkat çekici nokta beyitlerin rengîn olması ile şeker gibi tatlı olması arasındaki neden-sonuç ilgisidir. Bu durum bizi “rengîn, tatlı, şirin…” gibi kavramların birbirleriyle yakın anlamlı genel değerlendirmeler olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. Ancak diğer yandan rengîn olan bir şiirin aynı zamanda şeker gibi tatlı olduğunu, insanların süslü, renkli olana ilgisinden dolayı bu türdeki şiirlerin rağbet gördüğünü de düşünmek mümkündür: Çü ebyâtı kamusı oldı rengin

Şeker bigi olur dillerde şirin CH, B.5346, s.399

Dönemin diğer mesnevi şairi Şeyhî de tek beyitle iktifa etmiştir. Gazel için kullandığı rengîn, Cem Sultan’ın Cemşid ü Hurşid’inde olduğu gibi şekerle bağlantı kurularak verilmiş. Mutribin şeker dudağıyla söylediği rengîn gazel, hem hoş bir sözdür hem de taze bir nağmedir bu yüzden tekrar edilmelidir:

Mutrib şeker lebinde ne rengin gazel didün

167

Hoş-kavl ü ter-terânedür anı mükerrer it ŞD, G.12/5

Gazelin bu vasfı kazanabilmesinin yolu onun tatlı bir dilde söylenmesinden geçmektedir. Bu vasfı kazanan şiir ayrıca hoş ve taze bir sözdür. Hepsi ayrı bir özelliğe işaret eden bu kavramlar birbirleriyle yakın ilişkili olarak hatta biri olmadan diğerinin mümkün olmadığı durumlarla verilmiştir.

Esasında zaten resim ile ilgili olan “rengîn”i, Ahmet Paşa gazelinde hayalle birlikte resim için de kullanmıştır. Şairin kirpiği sevgilinin yanağının hayalini o kadar güzel, renkli ve süslü yazar ki nakkaşlar onu kıl kalemle bile çizemezler. Yazmak ile çizmek, hayal ile resim arasında kurulan ilgi hepsinin de güzel, süslü ve renkli olması gerektiği şeklindedir: Kirpiğim haddin hayâlin şöyle rengîn yazdı kim

Kıl kalemle resm edemezler anı nakkâşlar APD, G.85/3

Ay yüzlü sevgili için yazdığı gazelin Zühre tarafından da beğenilip desteklendiğini ve gazelin üstüne renkli resimler bağladığını söyleyen Hamdullah Hamdi; bu yolla şiirinin canlı, şuh ve renkli olduğunu ima eder:

Bir gazel nazm eyledüm mâh-ı nigârîn üstine

Görse zühre baglar anun nakş-ı rengîn üstine HHD, 151/1, s.204

Zühre'nin de şiir, saz, müzik gibi anlam dairesi yanında Harut ve Marut'u kandıracak kadar güzel ve şuh olmasını da düşündüğümüzde şiirin renkli nakışları, ondaki belagata ve bediiyata ait hususlara işaret etmektedir. Zühre’nin o gazeli gördüğünde onu renkli nakışlar üzerine bağlaması,271 güneş battıktan sonra görülen iki yıldız (Ay ve Zühre) ile sevgilinin gece gibi olan saçlarının altındaki yüzü arasında bir benzerlik kurduğu ve bir gökyüzü tasviri yapıldığı anlamına gelmektedir. Ayrıca şiir okuma üzerinde de bir değerlendirme yapacak olursak, Zühre’nin çalgıcı olduğunu düşündüğümüzde güzel bir gazele refakat eden bir saz da akıllara gelebilir. Bu da Hamdullah Hamdi’nin söz kudreti ve etkisi ile açıklanabilir.

Hamdullah Hamdi diğer bir gazelindeki ifadeye göre mevzu sevgili ve sevgilinin gül yüzü olduğu için o şiir zarif ve güzel, o şiirin yazılı olduğu yapraklar da renkli, defter ise latiftir (HHD, 94/5, s.171).

271 Bağlamak aynı zamanda şekil vermek, hasıl etmek ve büyü yapmak anlamlarına da gelmektedir. Bk. Cem Dilçin, “Bağlamak”, Yeni Tarama Sözlüğü, (Ankara: TDK Yayınları, 1983) 23

168

Vezir-i Azam Mesih Ahmet Paşa’nın övgüsünde yazılan kasidede şiiri oluşturan ögeler “mana ve yazı” arasındaki ilgi dikkat çekici bir benzetmeyle açıklanmış. Necâtî Bey, mana ve lafzın daima birbirlerini tamamlayan, birbirlerine dayanak olup dayanışma içinde bulunan iki sevgili olduğunu ifade eder. Birbirlerinden ayrı düşünemeyeceğimiz güzel bir hat ile renkli anlamlar arasında bu tür bir dayanışma ve tamamlayıcılık, şiiri mükemmel bir hale getirebilir. Zira tek başına güzel anlamlar yetmez, onların aynı şekilde güzel yazılmaları da önemli. Yani hem anlam iyi, güzel, renkli; hem de aynı derecede güzel bir hatla yazılırsa o şiirin bir değeri olabiliyor. Bu beyit bize Necâtî Bey’in hattat yönünü de hatırlatmaktadır:

Bu zibâ hatt ile ma'nâ-yi rengin

Misâl-i şâhidân-ı sâye-perver NBD, K.10/29, s.71

Divanının mukaddimesinde nazmın güzelliği ile birlikte mananın da rengîn olabileceğini söyleyen şair, bunu deniz içinde tatlı suyun bulunmasına benzetmiştir. Bu şekilde bir şiirin takdir edilip kıymet göreceğini Necâtî Bey şöyle ifade etmektedir:

Zihî nazm ü zihî ma'nâ-yı rengîn

Ne hoşdur bahr içinde âb-ı şîrîn NBD, Mkd., s.35

Mananın rengin olması; şiirin anlam, imge yönünden benzersiz ve orijinal olduğunu anlatır. Engin bir denizin ortasında tatlı bir suyun ne kadar şaşırtıcı olacağı ve o suyun denizin bütün suyundan nasıl farklı olacağı malumdur. Klasik edebiyatımızda da verilen eserleri nicelik olarak bir denize hatta ummana benzetirsek bu ummanı oluşturan tuzlu suların içinde var olabilen o hoş ve tatlı su ise herkesi etkileyen, takdir edilen, özgün eserlerdir. İşte bu özgünlük, güzel bir nazım ve rengârenk manalarla kazanılabilir. Necâtî; diğer ifadelerinde de rengin olan gazellerini okuyan kişilerin, şiirlerinin bu özelliğinden dolayı gül gibi mesut ve şen olacağını (NBD, G.366/7, s.314), “rengîn”in güzel edâ ve şive ile birlikte şiire değer katan unsurlardan olduğunu da ekleyerek şiirlerindeki renkli hayal dünyasının zenginliğini belirtmiştir (NBD, G.171/7, s.228).

Zeyn/Müzeyyen Olması

Rengîn ile yakın anlam ve özellikleri ifade etmesine karşın zeyn veya müzeyyen sıfatı, Necâtî Bey ve Cem Sultan haricinde bu dönem şairleri tarafından kullanılmamıştır. Buna neden olarak şairlerin “zeyn”e alternatif olarak aynı özelliğe işaret eden süs ve güzellik için şiir-cevher teşbihini tercih etmiş olmaları düşünülebilir.

169

Davud Paşa için yazdığı kasidesinde, onun temiz zatıyla saadetin başı her an süslenmeye devam ettiği için şairin Davud Paşa’ya ait divanın vasıflarından söz etmesi, Necâtî Bey’in şiirlerine süs olur. Ziynet ya da süs şairin şiiri için kazanması gereken önemli bir değerdir. Necâtî’ye göre de bu değer işlenen konunun değeri ile orantılıdır. O, çok kıymet verilen bir kişiden bahsettiği için şiiri de kıymet kazanmış. Yani mevzu şiirin süsüdür. Ancak bu süsü seçerken temiz, değerli ve uygun olmasına dikkat edilmelidir. Zira konu ne kadar pâk ve değerli olursa şiir de o kadar süslü olacaktır.

Sa'adet sadrı zeyn olsun demâdem zât-ı pâkinle

Nite kim ola evsâf ile şi'rim zeyni divanın NBD, K.13/37, s.79

Zeyn-Gevher

Başka bir kasidesinde övgü ile süs arasındaki ilgiye değinen Necâtî, bu süsün çeşitli mücevherlerden oluştuğunu da ifade eder. Şiir ile inci, yakut ve cevher gibi değerli taşlar arasında kurulan teşbih ilgisi şiirin süsüne işaret etmektedir. Burada şiire bu kıymeti, süsü kazandıran unsur övgüdür. Sultan Bâyezid’i metheden sözler övgünün değerinden dolayı birer cevherdir, bu cevherler de şiirin süsünü oluşturur:

Gevher-i medhinle zeyn oldu Necâtî sözleri

Umarım kim ana tahsin ide tahsin aferin NBD, K.20/54, s.97

Beyitte üzerinde durulan diğer bir husus övülen kişinin kıymetinin şiire de değer katmasıdır. Bilhassa kaside nazım şekliyle ya hâmîlerinden ya da methettiği kişilerden destek gören şairlerimiz aynı zamanda bu suretle şiirlerinin de değer kazanmasını sağlarlar. Bu nedenle şair, eserinin muhatabınca beğenilmesini, takdir edilmesini beklemektedir.

Ziynetlerden oluştuğu için süslü olarak telakki edilen şiir, bazen de kâinattaki boşlukları nakşederek süsleme görevini üstlenir (NBD, K.20/55, s.97).

Zeyn ile aynı kökten türetilen müzeyyen, şiir için kullanıldığında aynı anlamı taşımaktadır. Bu kavram sadece Cemşid ü Hurşid’de poetik bir terim olarak karşımıza çıkmıştır. Cem Sultan’ın sözleri temelde mana ile süslenmiş olduğu için bir güneş kadar hatta ondan daha fazla parlak ve aydınlatıcıdır:

Ma’âni birle eyleyüp müzeyyen

170

Güzelliğin manaya bağlı olduğu ve mana ile bezenmiş şiirlerin şaşırtıcı derecede parlak olacağı, başka bir deyişle böyle şiirlerin çok beğenilip sevileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla müzeyyen beyitler insanlar üzerinde daha büyük bir etkiye sahiptir.

Cem Sultan başka bir ifadesinde diliyle fesâhatin ruhunu beslediğini, sözüyle de beyitlerdeki manayı süslediğini anlatmıştır (CH, B.5328, s.398). Buna göre şiirlerdeki fesâhat ve manadaki süs, şairlerin sözleri ile var olmaktadır.

XV. asırda Mihrî Hâtun, Avnî (Fatih), Abdülvâsi Çelebi ve Tâci-Zâde Cafer Çelebi haricinde eserleri incelenen tüm şairlerimiz, şiirin rengîn ve süslü olması konusunda az veya çok bir anlayış ortaya koymuşlardır. Dönemin gazel şairi Necâtî ve kaside şairi Ahmet Paşa şiirin rengîn olabilmesi konusunda hususi bir ilgi göstermiş, divanlarında pek çok kez yorum yapmışlardır.

Netice olarak “rengîn elfâz, rengîn söz, rengîn gazel, nakş-ı rengîn, ma'nâ-yı rengîn, rengîn varak, gül gibi rengîn, rengîn defter, rengin hayâl” gibi terkiplerle ifade edilen şiirin müzeyyen, zîver zeyn ve rengîn olması, güzel şiirin şartlarındandır. Bunlar, farklı hatta şaşırtıcı bir tarz ve üsluba işaret edebildiği gibi zevki okşayan, orijinal anlam ve düşünceler için de kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle bir şiirin rengîn ve müzeyyen olarak nitelendirilebilmesi için o şiirin orijinal ve benzersiz olması, okuyucuyu hem şaşırtıp hem de mutlu ederek onlarda çeşitli hayaller uyandırabilmesi, tatlı bir dille söylenmiş olması ve konusunun da özellikle sevgilinin yanakları olması gerekmektedir. Şiirin rengîn olması ile tatlı, şirin, şeker gibi olması, güzel ve taze söz arasında yakın bir ilişki bulunduğundan söz edebiliriz. Ayrıca bir eserin bu özelliklere sahip olmasının doğal bir sonucu olarak canlı, hoş ve taze olacağını, çok okunup rağbet göreceğini de ekleyebiliriz.

İnsanların dikkatini çekip okuyucu üzerinde daha fazla etki bırakmak amacında olan zeyn şiirler, hem bu etkisi hem de kıymeti bakımından mücevher teşbihiyle birlikte değerlendirilmiş. Ayrıca okuyucu üzerinde bir tesir oluşturma amacı, rengîn olan şiirler için de düşünülmektedir. Dolayısıyla hem amaç hem de özellik bakımından zeyn ile rengîn benzer hallere işaret etmektedir.

Bu vasıflarla birlikte aynı bağlamlarda şiirin latif, zibâ, taze, parlak, hayal dolu, şirin, hoş, şöhretli ve güzel edalı oluşundan; okuyanları mutlu edişinden, rağbet görmesinden, resim ile olan ilgisinden, fesahatten ve ma‘nâ yönünden söz edilmiştir. Ayrıca şiir; gül, inci, su ve cevhere benzetilmiştir.

171