• Sonuç bulunamadı

Şöhretli Olması (i’tibâr, rağbet)

BÖLÜM 1: XV. YÜZYIL KLASİK TÜRK ŞİİRİ

4. Münşe’ât: Aslında doğrudan Ca’fer Çelebi’nin hazırladığı müstakil bir eser değildir

2.2. Şiirle İlgili Özellikler

2.2.13. Şöhretli Olması (i’tibâr, rağbet)

287 Bu konu ve beyit, “Şairle İlgili Kavramlar ve Özellikler ” başlığında ayrıca değerlendirilmiştir.

178

Şairler şiirlerinin güzelliğine, etkileyiciliğine, sevilip çok okunduğuna işaret etmek maksadıyla her yerde şöhretli olduklarını ileri sürmüşlerdir. Dillere destan olacak bir şöhreti kazanmış olmaları, şiirin ve şairin birtakım üstünlüklerinden kaynaklanmaktadır. Şairler hiçbir zaman yaşadıkları sosyal çevreden bağımsız düşünülemez zira içinde bulunduğu farklı çevrelerin tesiri ister istemez sanatkârın eserlerine gerek muhteva gerek dil veya şekil yönünden olsun az ya da çok yansır. Bu nedenle şairler kendilerini çevreden soyutlamamış hatta o çevre içinde yaşayan herkesin ilgi ve beğenisini kazanmak için çaba sarf etmişlerdir.289 Bununla birlikte oluşturulan eserlerin bir hedef okuyucu kitlesi olması klasik Türk şairlerini, şiirlerinin takdir edilmesi, iltifat görmesi ve çokça okunması gibi gayelere yönlendirmiştir. Bir şair için en önemli beklenti şiirlerinin çeşitli meclislerde okunup dinlenmesidir. Çünkü şiirin, sanatın ne kadar değerli veya etkili olduğunun bir ölçütü de çokça beğenilip okunmasıdır.

Şiir insanı yüce duygulara götürmelidir. Bu nedenle şairin zihninde oluşan düşünce, duygu ve imgelerinin okuyucuya başarılı bir biçimde aktarılarak okuyucuda da aynı güçlü etkiyi yaratabilen şiirler etkileyici şiir kabul edilir. Bu da dilin ne ölçüde etkili, ne büyük bir güç olduğunu göstermektedir.290 Şiirlerin insanlar üzerindeki etkisinin, yaygınlığının, beğenilip çokça okunmasının bir değer ölçüsü olarak ele alındığı ve kullanıldığı açıkça görülmektedir.291 XV. yüzyıl şairleri bu gaye ile şöhretlerinin tüm cihana yayıldığını, her yerde herkes tarafından tanındığını hatta adeta herkesin şiirlerine köle olduğunu ifade etmişlerdir.

Ahmet Paşa, söz kudretine sahip olduğunu bir meydan okuma üslubuyla “zamanın nazmına köle olması” şeklinde zikretmiş hatta bu iddiasını ispatlamaya çalışmıştır. Şair, zamanın şiirlerine köle olduğunu görünce onun kulağına la’l taşından bir küpe takmış, böylece onu köleliğe kabul etmiştir. Kulağı küpeli, halkalı manasını taşıyan “halka-be- gûş” mecaz olarak “azat kabul etmeyen köle, bende” anlamına gelmektedir.292 Zamanın şairin şiirlerine köle olmasını, Ahmet Paşa’nın kendi döneminde hem şiir söyleme kudretine sahip olduğu hem de şiirlerinin çok rağbet gördüğü şeklinde yorumlamak mümkündür. Biraz daha ileri giderek okuyucuların şairin yeni şiirlerini büyük bir arzu ile beklendiğini de söyleyebiliriz. Tüm bunlarla birlikte nazmını la’l taşından yapılan bir

289 M. Nejat Sefercioğlu,“Dîvan Şiirinin Gerçek Hayatla Bağlantısı”, Türkler (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002), 11: 665.

290 Aksan, “Şiir Dili”, 12.

291 Tolasa, “Divan Şairlerinin Kendi Şiirleri Üzerine”, 40.

179

küpeye benzeterek sözlerinin güzelliğini ve gücünü göstermiş olmaktadır: Gördüm zamâne halka-be-gûş oldu nazmıma

Takdım kulağına yine bir gûş-vâr-ı lâ'l APD, K.12/54

Necati Bey şiirlerinin çok okunması, okuyucularının etkilenmesi hususunda birçok beyitte birbirine yakın iddialarda bulunmuş. Şairlik şöhretine ve gücüne işaret eden bu iddialar çoğu zaman yerinde ve haklı görülmüştür. Bir gazelinin makta beytinde sevgilinin gül renkli yanağına dair okuduğu, yazdığı tüm şiirlerin güzeller tarafından kırmızı kâğıtlara yazıldığını söyler. Çünkü beğenilen şiirler bir zamanlar meraklılarınca kırmızı kâğıtlar üzerine yazılmıştır:293

Ey Necati al kâğıd üzre yazar hûblar

Her kaçan şi'r okusam ol hadd-i gülgün üstüne NBD, G.548/5, s.395

Burada sevgilinin yanağındaki ayva tüyleri kağıt üzerine yazılmış bir yazı, mektup veya şiir olarak düşünülmüş. Kağıdın kırmızı olması da sevgilinin yanaklarının gül yaprakları gibi hatta ondan daha al olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirle ve sözle ilgili yapılan teşbih ve istiareler çoğu zaman sevgilinin güzellik unsurlarıyla ilgi kurularak oluşturulur. Necati Bey’in bu beytinde ayrıca kağıd ile şi’r, hûb ile hadd-i gülgün ifadeleri birbirleriyle ilgili olduğu için müretteb bir leff ü neşr sanatını oluşturmuştur.

Bu mertebeye ulaşmış şiirler artık herkesin dilinde bir nevi dua ya da zikir gibi devamlı tekrarlanmakta dahası kimi zaman da bir dua yerine geçmektedir. Söz gelimi Şeyhî, Germiyan Beyi’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyede bu beyit ile onun ruhunu yad edip devamlı ona hayır dua edeceğini bildirir (ŞD, Mus.V-5/9).

Eserin veya şairin ününün çok geniş coğrafyalara yayılması, buralarda şöhret kazanması; şiirin değer ölçülerinden biridir. Bu coğrafya bazen sadece Osmanlı topraklarıyla sınırlı kalırken bazen sınırları aşıp İran’ı da içine almış bazen de dünyaya sığmayıp bütün âlem hatta sema olmuştur. Zira klasik Türk şairleri kendi şairlik gücünü ve şöhretini anlatırken gerek kıyaslama gerek benzetme yoluyla İran şiirini ve şairlerini de ele almışlardır. Genellikle hedef, onların sanat kudretine erişmek hatta onu geçmek olmuştur. Şeyhî bir gazelinin makta beytinde sabah vakti yaptığı samimi dualarının ve ahlarının sabah rüzgârıyla İran hükümdarına kadar ulaştığını iddia eder. Böylece söz kudretinin artık

293 Al kağıt üzerine şiir yazma hayali Nedim’in divanında da görülmüştür: Hat sanmanız ruhundaki yazmış debîr-i sun’/ Bir al kâğıd üstüne sünbül kasidesin (Nedim, G.101/2) Ayrıca Necati Bey’in divanında yer alan kağıt redifli gazel hakkında bk. Ahmet Yenikale, “Necatî'nin Kağıt Redifli Gazeli Üzerinde Bir İnceleme", Türk Dünyası Araştırmaları 143 (2003), 193-198.

180

bulunduğu coğrafyanın sınırlarını aştığını, şiirin membaı kabul edilen İran topraklarına bile kendi şiirlerinin ulaştığını anlatır. Buradan bir nevi Farsçanın karşısında Türkçe şiirin de olgunlaştığını, bunun da bir meydan okuma, bir kendine güvenme şeklinde dile getirildiğini görüyoruz. Türkçenin şiir dili olarak kendini geliştirdiğini söyleyebiliriz: Şeyhi'nün âh u du'âsi eserin iy dem-i subh

Sıdk iledür nefesün hüsrev-i İrân'a irür ŞD, G.25/7

Adlî, şiirde, özellikle de gazelde önemli bir başarıya ulaşmıştır öyle ki onun bu başarısı, İranlı şairler tarafından dahi takdir edilecek bir seviyededir. Bu nedenle şair; gazel tarzındaki şiirlerini Acemlerin, gül yapraklarına yazıp Anadolu’dan Semerkant’a kadar götüreceklerini düşünmektedir. Bu iş için Acemlerin tercih edilmesi, İran edebiyatında dünyaca ünlü usta şairlerin yetişmiş olmasından ileri gelmektedir:

Gazelde nazm-ı güftâruñ yazup evrâk-ı gül üzre

‘Acemler Rûm'dan ‘Adlî iletsünler Semerkand'e AD, G.121/8, s.315

Veli bir padişah olarak tanınan II. Bâyezid, kendi söz marifetini överken bile tevazu göstermiş. Yazdıklarının bu kadar çok rağbet görmesinin, tüm dünyadaki defterlerin onun yazılarıyla dolmasının mutlak sebebi tektir; o da sevgilinin güzelliklerinden, ayva tüylerinden bahsetmiş olmasıdır:

Bu muhakkakdur hat-ı dil-dâr vasfın ideli

Defter-i ‘âlem tolupdur ‘Adliyâ inşâlarum AD, G.88/6, s.271

Necâtî Bey’in divanına baktığımızda bu bağlamda söylenen beyitlerin sayısının oldukça fazla olduğunu görüyoruz. Divanın dibace kısmına ait olan bu beyitlerden birinde artık gazellerin tüm yeryüzünü hatta semayı sardığını, yedi ayak (yedi ayaklı, basamaklı) merdiven ile ayyuka çıktığını dile getirmiştir. Şiirlerinin meşhur olduğunu, şöhretinin tüm yeryüzünü hatta tüm semayı, evreni kapladığını belirtmiştir. Necâtî, sahip olduğu bu şöhreti gazelleriyle sağladığını da belirtmiştir:294

Rûy-i zemini tuttu Necati gazelleri

Ayyuka çıkdı yedi ayak nerdibân ile NBD, Mkd., s.40

Necâtî Bey bir gazelinde de şiirde sağladığı şöhretin tüm dünyaya yayıldığını söylerken diğer yandan şiirlerinin birkaç yalandan ibaret olduğunu da hatırlatır. Şöhret sahibi

181

olduğunu dile getirirken bile tevazu ederek birkaç yalan sözle böbürlenmenin, kibirlenmenin yersiz olduğuna işaret eder:

Tuttu cihanı şöhret-i şi'rin Necâti'ya

Dünyâya sığmaz oldun o bir kaç yalan ile NBD, G.448/7, s.350

Benzer olarak başka bir gazelinde sözlerinin etkisini değerlendirmek için padişah, kılıç ve ses teşbihine başvurmuştur. Şair bir şah, şairin dili bir kılıç, sözleri de bu kılıcın çıkardığı ve bütün âlemlerin duyduğu ses olmuş. Necâtî’nin şiirleri, kılıcıyla tüm dünyaya hükmeden bir padişahın sözleri ve şöhreti gibi tüm âlemi etkisi altına almıştır. Benzetilenin padişah olduğu teşbih ve istiarelerde amaç sanat kudretinin büyüklüğünü göstermektir:

Tuttu Necati sözleri tiğ-i zeban ile

Sit ü Sadâ-yi Şeh gibi etrâf-ı âlemi NBD, G.592/5, s.415

Ancak şiire ve şaire şöhreti sağlayan güzellik tek bir yöne değil birçok özelliğe işaret etmektedir. Bu nedenle eserin sadece güzel manalar barındırması ya da farklı hayallerle yazılmış olması yeterli değildir. Necâtî’ye göre şiirde renkli, süslü hayaller, üslûp, tarz ve güzel edâ gibi özellikler bir arada bulunursa şiir o zaman değer kazanır ve meşhur olur (NBD, G.171/7, s.228).

İnsanların şiire kıymet verip rağbet etmesi de şairin ve şiirin şöhretini gösteren özelliklerdir. Tâcizâde Cafer Çelebi de benzer bir ifadeyle Heves-nâme’de kıymet bulan sözlerine halkın canıgönülden rağbet ettiğini belirtmiştir. Zira insanlar kıymetli olanı arzular ve bu arzu hiçbir zaman kaybolmaz (HN, B.442), Devamında şair, eserinin bu âlemde kendisinden bir yadigâr olarak kalacağını, halk arasında kıymet ve itibar kazanacağını haber vermiştir (HN, B.493).

Tüm bu söylenenlerin ışığında XV. yüzyıl şairlerinin kendi şiirlerinin şöhreti, beğenilmesi, takdir edilmesi konusunda benzer görüşlerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan şiirin bu özelliği şairin bir arzusu olarak da değerlendirilebilmektedir. Dönemin divanlarında ve mesnevilerinde “şöhret, i’tibâr, rağbet” gibi ifadelerle sıkça zikredilen bu özellik şiirin ve şairin gücü, marifeti konusunda oldukça önemli bir ölçüt olarak kabul görmüştür.

Ahmet Paşa, Necati Bey, Şeyhî, Adlî ve Tâcizâde Cafer Çelebi’ye göre şiir; dillere destan olacak seviyede bir şöhret kazanmalı, herkesin ilgi ve beğenisini toplamalı, adeta herkes

182

ona köle olmalı, rağbet edilmeli, defterleri doldurmalı, devamlı okunmalı, her yerde bilinmelidir. Ancak bu şöhret ve kıymetin kazanılabilmesi için şiirin başka birtakım özelliklere sahip olması ön şart olarak ileri sürülmüştür. Öncelikle şair; şiir söyleme kudretine sahip olmalı, herkesin ilgi ve beğenisini kazanmak için çaba sarf etmelidir. Diğer taraftan nazm; sevgilinin güzelliklerinden özellikle de gül renkli yanağından ve ayva tüylerinden bahsetmeli, la’l taşını aratmayacak bir güzelliğe ve kıymete ulaşmış olmalı, güzel bir edâ ve renkli hayallerle yazılmalıdır. Kısaca birtakım üstünlüklere sahip ideal şair ve onun şiiri, ister istemez o şöhreti yakalayacaktır.

Şiirin şöhretinden söz edilen beyitlerde ayrıca şair-padişah, dil-kılıç, şiir-dua, şiir-kılıç sesi gibi yine çoğunlukla şöhrete delalet eden benzetmeler kullanılmış; şiirin rengîn, ebedî, kıymetli ve güzel oluşundan söz edilmiştir.