• Sonuç bulunamadı

Sekülerleşme Bağlamında Sinema ve Din İlişkisi

1. BÖLÜM

2.1. Sekülerleşme Bağlamında Sinema ve Din İlişkisi

Sinema, sembolik düzeni yaratan bir iletişim aracı olarak77

seyircinin algılama ve anlama biçimlerini dönüştürebilmekte ve kendisinin belirlediği yeni bir yapı inşa edebilmektedir. Dolayısıyla sinemanın gerçekliği taklit etmesinin yanı sıra aynı zamanda taklit edilen gerçekliği de değiştirebilmesi,78 onun seyirci nezdindeki etki gücünü göstermesi açısından oldukça önem kazanmaktadır. Bu bağlamda sinema, hem kendisinin inşa ettiği anlamlar ile hem de seyircinin bu anlamlara bağlı kalarak ürettiği yeni alımlamalar/anlamlar ile ideolojisini seyirciye empoze edebilmektedir. Bu bakımdan filmlerde yer alan her bir karenin ve söylenilen her bir sözün, basit bir görüntü ve cümle dizini olmadığını; bunların kendilerine has ruhlarının olduğunu, yani belli bir ideoloji, düşünce biçimi ve hayat algılayışına dayalı olarak oluşturulduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Her film en az bir hayatı gösterdiğine göre, o hayatın içerisinde yer alan ve ondan ayrılmaz bir biçimde duran sosyal dünya ile kuşatıldığını ve onun dini, ahlaki, kültürel, siyasi ideolojiler tarafından sarmalandığını; bu nedenle filmlerin içinde bulundukları bu bağlamlardan ayrı düşünmenin mümkün olmadığını belirtmeliyiz. Bu bağlamda filmin ‘dilini’ anladığımız zaman, onun basit bir anlatım biçimi veya ne olup bittiğini anlatan ‘masum’ bir yansıtıcı olmadığını, aynı zamanda onun seyirci ile film arasındaki bağı sağlayan bir aracıdan ibaret olmadığını da daha iyi bir şekilde kavramamız mümkün olabilecektir. Filmin dili seyircinin hayatında düşünsel, bireysel ve toplumsal yönlerden etki ederek karşılık bulabilmekte, pratik oluşturabilmekte ve yeni anlamlar üretebilmektedir. Filmin dili seyirciyi ait olduğu anlam evrenine çağırarak onu kendisine ait değerlere, anlayışlara ve gerçeklikle ilgili yeni yaklaşımlara yönlendirebilmektedir. Bu bakımdan film, seyircinin hayata bakış açısını yönlendirerek onun yaşamının inşa edilmesinde merkezi bir rol üstlenebilmektedir.

77 Edibe Sözen, Söylem - Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, Birleşik Yay., Ankara,

2014, s.42.

Filmlerin sürekli olarak izlenmesi film dilinin içselleşmesini sağlayarak dünyayı her defasında yenileyerek yaratmaya devam etmekte ve yaşamın da kurmaca bir hal almasına neden olmaktadır.79

Sinema kusursuz yaşam örneklerini bir bakıma teşhir ederek dünyanın dört bir tarafındaki seyircinin kullanımına sokabilmektedir. Sinema toplumsal bir fenomen olarak gösterdiği seküler hayatları, seyirci nezdinde etkisini sürdürdüğü tüm alanlarda ve onun toplumsal kimliğinin tanımlanmasında işlevsel hale getirebilmektedir. Bu yönüyle sinema, seyircinin kimliğini ve benliğini belirlemiş olduğu seküler kalıplara göre şekillendirmek için uğraş vermektedir. O, filmlerde sunduğu birçok görüntü ve içeriği birer sembol haline getirerek onları modernlik, asilik, başkaldırma, özgürleşme, yenilikçilik, yaşam tarzı gibi pek çok farklı gösterge ve duyguyla özdeşleştirebilmekte ve bu sembolleri seküler bir tonda sunarak seyircinin dini algılayışını ve yaşam biçimini etkileyebilmektedir.80

Bu bakımdan filmlerde insanlığa ait ortak değerlerin sekülerliği temsil eden semboller olarak gösterilmesi, seyircinin post/modern yaşamın seküler tarafının kendisi için anlamlı hale getirilmesinde hiçbir zorluk çekmemesini sağlamaktadır. Sinema sadece bu sembolleri yaratarak seyircinin bunları alımlamasını beklememekte, aynı zamanda bunları destekleyen çok daha geniş bir özendirici ağ kurabilmektedir. Bu bağlamda oldukça etkileyici senaryo ve görüntüleriyle seyircide büyüleyici bir etki yaratarak hakikatin anlaşılmasının önüne kalın bir duvar örebilmekte ve bu sayede verilmek istenen seküler anlamların kolaylıkla kavranılmasını sağlayabilmektedir. Bu yönüyle sinemanın seküler ideolojisini bir tür kültürel emperyalizm yoluyla dünyanın geri kalan kısmına ihraç ettiğinin düşünülmesi gerekmektedir.81

Michel Foucault’un ‘hakikatlerin içinden çıktıkları söyleme göre değerlendirilmesi’ düşüncesi, her ne kadar hakikat olarak gözüken konuların dahi

79 Hilal Çelik & Halil Ekşi; “Söylem Analizi”, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt:1,

Sayı: 27, 2008, ss.101-102; Peter L. Berger, “Küresel Kültürün Dört Yüzü”, Çev. Ali Köse, Kutsalın Dönüşü - 21.Yüzyılda Dinin Geleceği, Der. Ali Köse, Timaş Yay., İstanbul, 2014, s.256; Sözen, ss.9- 13, 42-46.

80 Michael R. Soloman, Tüketici Krallığının Fethi - Markalar Diyarında Pazarlama Stratejileri, Çev.

Selin Çetinkaya, Mediacat Yay., İstanbul, 2004, s.35, 37, 93.

81

Uğur Batı, “Günümüzde Tüketim Araçları Küresel Köy Tezini Destekleyecek Yeni Bir ‘Esperanto’ mu: McDonald’s Örneğiyle Fastfood Restoranları Üzerinden Bir Türdeşleşme Okuması”, Medya Eleştirileri, Ed. Can Bilgili, Nesrin Tan Akbulut, Zeynep Karahan Uslu, Beta Yayınları, İstanbul, 2010, s.362.

göreceli olduğunu ima etse82

de; içinde bulunulan şartların yönlendirmesiyle hakikatlerin değişime uğradığını göstermesi gibi çok önemli bir gerçeği bizlere hatırlatmaktadır. Bu bakımdan dinin y/etkinliğini kaybettiği seküler bir yaşamın içinden çıkan her türlü düşünce biçiminin hiçbir şekilde hakikati yakalaması mümkün olamayacaktır. Bu nedenle post/modern bir yaşamda ortaya çıkan ve üretilen eylemlerin dinin aslî kaynağından çıkmadığının vurgulanması gerekmektedir. Ancak bu durumun dikkate alınmaması sonucunda post/modern yaşamın görüntüleri arasında yer alan yapay kutsallıklar gerçekmiş gibi algılanarak dini yanılsamaların aldatıcı perspektifiyle değerlendirmeler yapılabilmektedir. Bunun sonucunda ‘post/modern dinimsi eylemler’ bireylerin hayatlarında önemli bir yer edinirken, aynı zamanda onları seküler dünyaya entegre etmekte çok büyük bir başarı sağlamaktadır. Bu nedenle filmlerdeki düşünme biçimlerinin ve yaşam tarzlarının bu perspektifle değerlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla filmlerde gösterilen her kare, bir zihniyetin yansıması olarak seyircinin karşısına çıkmaktadır. Ancak filmlerin sunduğu yaşamları içselleştirmiş seyircinin bu sorgulamayı yapmaması, onu sahte bir kurgunun orta yerinde bırakmaktadır.

Sinemanın kurguladığı yaşam tarzlarından etkilenerek gözünün gördüğü her şeyi kendisine ait hissetmeye başlayan seyirci, yalnızca gördükleriyle tatmin olarak sahte hazlar yaşamamakta; aynı zamanda hayal ile gerçeği birbirine karıştırarak sanal dünyada gördüklerini kendi hayatına uyarlamaya başlamaktadır. Seyirci artık beyazperdede yer alan şenlikli toplumun görüntülerini gerçek hayata taşıyarak zihnini seküler uyarıcılarla canlı tutarken, bağımlı kaldığı bu yaşamların tutsağı haline gelmektedir. Bu süreçte seyirci beyazperdede gördüğü şeyleri kendisinin zannederek ve elini uzatsa sanki elde edecekmiş gibi gerçeklikten uzaklaşarak kendisine gösterilenleri büyük bir ilgiyle seyre dalmaktadır. Bu nedenle seyirci içine daldığı hayatların tüm ahlak dışı yaşantılarını onlarla birlikte haz alarak duyumsamakta hiçbir sorun görmemektedir, zira o içine girdiği evrende bilincini kaybederek benliğini unutmaktadır. Dolayısıyla bu durum, seyircinin gerçek dünyadan uzaklaşarak rüyada yaşamasını isteyen hegemonik seküler düzenin insanı yeniden yaratmasının somut bir göstergesi haline gelmektedir.

82 İsmail Demirezen, “Tüketim Toplumunun Oluşumu ve Din İle Etkileşimi”, Dinbilimleri Akademik

Seyircinin izlediklerinde hiçbir yanlış görüntüyle karşılaşmadan ya da onları umursamadan seyrine devam etmesi ancak onun dini ve ahlaki standartları yeniden tanımlamasıyla gerçekleşebilmektedir. Filmlerin ve olumsuz sahnelerin ‘ahlaki gerekçelendirilmesi’83

sayesinde seyirci değerlerini muhafaza ettiğini, görüntülerin kendisine dayattığı etkilerden haberdar olduğunu ve olumsuzluklardan kendisini yalıttığını düşünerek filmin güzel yönlerine odaklanmakta ve böylece ondan keyif almayı başarabilmektedir. Hâlbuki seyirci izlediği olumsuz nitelikteki her filmle birlikte bilincini seküler değerlerle doldurmakta, kurgulanan yaşam tarzlarını içselleştirmekte ve her olumsuz sahneyle kirletilerek tüm saflığını yitirmektedir. Dolayısıyla seyircinin film seyretmek için ürettiği ahlaki gerekçelendirme, onun tamamen bu seküler evrende kaybolup gitmesine neden olmaktadır. Seyircinin bu şekildeki ahlaki gerekçelendirmeleri bir müddet sonra olağan bir hal almakta ve artık her türlü olumsuz sahne seyirci tarafından normalleştirilebilmektedir. Bu bağlamda Voltaire’in “saçmalıklara inanmanı sağlayabilenler, büyük kötülükler yapmanı

sağlayabilirler” sözünün seyircinin ahlâkî gerekçelendirme ile içine düştüğü durumu

açık bir şekilde bizlere göstermektedir. Sinema, yarattığı bu seküler anlamlandırma sistemi ile seyircinin bakışını yönlendirerek onun dini bakışını tahrip etmekte ve her türlü olumsuz davranışın kendisine meşruiyet alanı oluşturabilmesine imkân sağlamaktadır.

Bu bağlamda bir sanat olarak sinemanın sosyolojik ve dini altyapısının araştırılmasının oldukça büyük önem arz ettiğini belirtmeliyiz. Böylece seyirciyi etkileme ve yönlendirme gücü açısından sinemanın kendine has yapısal özellikleri ortaya çıkarılarak, sinemanın düşünsel arka planının dini temaların kullanımlarına etkisi öğrenilebilecektir. Ayrıca sinemanın ideolojik yönleri tespit edilerek filmlerdeki farklı bakışların doğru bir şekilde değerlendirilmesi için nasıl bir okuma yapılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde belirlenebilecektir. Bu çerçevede sinemada yaşamın sunuluş tarzlarının belirlenmesinde hangi düşünce biçimlerinin etkili olduğu ve onların açığa çıkarılmasında hangi ölçütlerin kabul edilmesi gerektiği; sinemada yer alan dini öğelerin ele alınma nedenleri ve dine yönelik farklı bakış açılarının oluşmasını sağlayan etmenlerin neler olduğunun tespit edilebilmesi için dini film

83 Albert Bandura, “İnsanlıkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlâkî Bağlantının Kesilmesi”, Çev. Hamdi

analiz yöntemlerinde hangi noktaların vurgulanacağı sinema ve din ilişkisini gösteren önemli konular olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu noktada sekülerleşme bağlamında sinema ve din ilişkisinin ortaya çıkarılabilmesi için araştırmamızdaki temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi oldukça büyük arz etmektedir:

Postmodern dünyanın çoğulcu yapısına uygun olarak anlamların göreceleşmesi, dinin tanımlanmasında birbirinden farklı birçok anlamın devreye sokulmasına neden olurken, bu durum dinlerin hakikat iddialarını yok sayan bir düşünme biçimi olarak gerçeklerin anlaşılmasının önünde engel oluşturmaktadır. Bu bakımdan dini açıdan bir filmin okunabilmesi için belirli bir din tanımı üzerinden yola çıkmak zorunlu hale gelmektedir. Bu bağlamda araştırmamızda, dinin belirli zaman, mekân, olay ve olgulara sıkıştırıldığı kompartımancı anlayış biçiminden uzak durularak, İslam dininin hayatı tümüyle kuşatan bütüncül yapısı merkeze alınmakta ve buna bağlı olarak değerlendirmeler yapılmaktadır. Dolayısıyla İslam dini açısından birbirinden tamamen farklı uçlarda bulunan ‘dini’ ve ‘seküler’ perspektiflerin sinemanın anlamlandırılmasında oldukça belirleyici özelliklere sahip olduklarının vurgulanması gerekmektedir.

‘Dini perspektif’ olarak kavramsallaştırdığımız yaklaşımla; seyirci için filmlerdeki her bir kare İslam dini bağlamında olumlu veya olumsuz bir anlam ifade etmekte, bu bakımdan filmlerde yer alan ‘her şey’ için bir alt metinden bahsedilebilmesi mümkün hale gelmektedir. Dolayısıyla seyirci, bu bakış açısıyla filmlere yaklaştığında kendi inançlarına ters düşen ve düşünme biçimini olumsuz yönde etkileyen görüntü ve anlatıların farkına varabilmekte; aynı zamanda kendisini olumlu yönde etkileyecek alımlamalar yaparak yeni anlamlandırmalarda bulunabilme kabiliyetine sahip olabilmektedir. Bu nedenle dini perspektifle filmlere yaklaşan seyirci açısından her film, üzerinde sorgulama yapılması gereken bir yapıya bürünmektedir.

‘Seküler perspektif’ olarak kavramsallaştırdığımız diğer yaklaşım biçiminde ise; İslam dininin sunduğu bakış açısıyla filmlere yaklaşamayan seyircinin, filmlerdeki görüntü ve anlatıları değerlendirmesi ve alımlamasının din dışı bir

bağlamda gelişmek zorunda kaldığı üzerine vurgu yapılmaktadır. Dolayısıyla bu perspektifle seyredilen her film, seyircinin seküler değerlerle hayata bakması yönünde bir etki oluşturarak onun gün geçtikçe dinle olan bağının azalmasına ve hatta ondan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle seyircinin filmlerdeki yan anlamları belirleyebilmesi ve sekülerlikle çevrelenmiş yeniden anlam inşalarıyla karşılaşmaması için, öncelikle algılama eşiğini yükselterek gördüklerine dini perspektifle anlam verebilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan seyircinin alt metinlerin belirlenebilmesi için geliştirilen birçok yönteme başvurarak filmlere eklemlenmiş dini anlamlara ulaşması mümkün olabilecektir.

Sinema kendisine özel bir dil geliştirerek hayatı farklı bir şekilde kurgulamakta ve mevcut dünya görüşlerini, dinleri, ideolojileri, kavramları, kelimeleri istediği biçimde kullanarak onları asıl bağlamlarının dışına çıkarabilmekte ve onların anlamlarını değiştirebilmektedir. Bu nedenle filmlerdeki bu öğelerin hangi ortamlarda, kim tarafından, hangi amaçlarla, kimin için kullanıldığı oldukça önemli hale gelmektedir. Böylece geleneksel düşünme ve davranış pratiklerinin filmlerin inşa ettiği yapı içerisinde ideolojik amaçlara nasıl hizmet eder hale geldiğini, benzer şekilde seyircinin düşünme biçimlerini ve toplumsal davranışlarını nasıl sınırlandırdığını, kısıtladığını ortaya çıkarmak mümkün olabilecektir.84

Bu çerçevede sinemada dini öğelerin kullanımı, bu öğelerin ve yaşam tarzlarının sekülerleşmeye etkisinin nasıl olduğu, filmlerde yer alan dine bakış açılarının tespit edilmesi, filmlerin sunduğu dini inanç ve yaşam şekilleri ile geleneksel dini inanç ve uygulamaların karşılaştırılması, ortaya çıkan yeni dini inanışlar, ibadet şekilleri, ahlaki davranışların neler olduğu ve bu yeni dini anlayışların hangi sebeplerle oluştuğu, dinin yaşam içerisindeki görüngü biçimlerinin hangi yönlerden ve nasıl değiştiği, dini değişim dinamiklerinin filmlerdeki konumlarının araştırılması, filmlerin siyasi açıdan manipüle edilerek dini yönlendirmelerin varlığının tespit edilmesi sinema ve din ilişkisi bağlamında araştırılması gereken temel konulardır.