• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.15. Kapitalizm

Weber’e göre Püritenler, mesleki başarının ortaya konmasında başarısız olanları kaderlerine terk etmişlerdir. Şayet zenginlik bir üstünlük işareti olarak görülürse, o zaman yoksulluk sadece bir başarısızlık, dolayısıyla lütuf ve liyakat eksikliği işareti olarak görülebilirdi. Bu yüzden Kalvinist Protestanlık, yoksulluğu ahlaki bir başarısızlık olarak anlamıştır. Bu bağlamda Amerikan dininin temsilcisi konumunda bulunan Hollywood sineması, sevginin evrensel olduğu, kardeşlik ahlakının temel alındığı ve kurtuluşu sağlayan bir dini anlayıştan; niteliklerine bakmadan bu dünyadaki tüm işleri, Tanrı’nın iradesine hizmet etmek ve Tanrı’nın lütfuna mazhar olmak amacıyla değerlendirmeye almaktadır. Bu doğrultuda kurgularını oluşturan Hollywood sineması, başarının insanı Tanrı’ya ulaştıran önemli bir değer olduğunu seyirciye anlatmaya çalışmaktadır. Fakat bu aşamada başarının kapitalle özdeşleştirilmesi, din ve kapitalist ekonominin uzlaştırılarak sekülerleşmenin temel dayanaklarının inşa edilmesine sebep olmaktadır. Bu noktada üzerinde durulması gereken husus, ahlaken bozulan ekonomik kozmosta rasyonelleştirilen ve araçsallaştırılan kapitalist yaşamın290

seküler bir din inşa etmesidir. Ancak kutsal vasıflarından arındırılmış böylesi bir din algısının, vahşi kapitalizmin cazibesinden yakasını kurtarması oldukça zor görünmektedir.291

Dolayısıyla seküler temelli ekonomik yaklaşımın zamanla tüm toplumsal kurumları etkilemesi gibi, din kurumunun da söz konusu dönüşümden payını alması sonucunda yeni bir ‘din piyasası’ inşa edilmektedir.292 Rekabetin kutsandığı ve geride kalanların

290

Torpey, a.g.m., ss.310-311; Wilson, Dini Mezhepler, s.73; Duran, a.g.e., ss.40-43, 55-56; Tekin, Kutsalın Serüveni, s.245.

291 Altıntaş, Din ve Sekülerleşme, ss.62. 292 Dobbelaere, Secularization, s.35.

küçümsendiği bu dinimsi piyasanın mensubu olarak kazandığı başarılarıyla hiçbir şekilde Tanrı’yla irtibat kurmayan film karakterleri, seyircinin din temelli başarılarını kendisinin gösterdiği şekilde seküler bir mecraya kaydırmaktadır.

Hollywood sinemasının tasarladığı hayatta kapitalizmin yarattığı yaşam koşulları insanı kendi halinde bırakmayarak onu hep daha fazlası için güdülemektedir. Yetinmeyi ve şükretmeyi bilmeyen, bu yüzden hırslarına mağlup olarak hiçbir zaman tatmin olamayan bu insan kendisi dışındaki herkesi rakip olarak görerek çekememezlik, inatçılık, düşmanlık gibi birçok olumsuz özelliği karakterinin bir parçası haline getirmektedir. Hayatın gerçek anlamını kaybederek yerine koyduğu bu sahte amaçları gerçekleştirmek için çevresindekilerle bir yarış içerisine giren insan, her an yenilgiye uğrayacağını düşünerek sürekli olarak kaygılanırken hayatını hiçbir zaman huzurla dolduramamaktadır.293

Bu nedenle filmlerde sürekli olarak başkalarıyla mücadele eden, çevresindekilerin mutsuzluklarına rağmen başarı elde etmeyi düşünen ve bu amaçla değişik planlar kuran bireyler azimle mücadele ederek başarıyı elde etmiş kahramanlar olarak sunulmaktadır. Banka soyanlar, savaş yapanlar, iş kuranlar ve âşık olanlar gibi birçok örnek verilebilecek konuyla filmler sürekli olarak bu temayı vurgulayarak dinin başarı odaklı olmayan yapısını umursamadan dinin bu konuda hedeflediği ahlaki temellerini büyük ölçüde çöküntüye uğratmaktadır. Kendisine gösterilen yaşamları sorgulamayan seyirci, bencillik ve hırs odaklı bu davranışları kendi yaşamlarının bir parçası haline getirmektedir. Dolayısıyla seyirci artık kazanmak adına çevresindekilerle bir mücadele içerisine girerken kurgulanan yaşamda seküler bir aktör olmaktan öteye geçememektedir.

Kutsal değerlerden arınan kapitalizm, bir makine gibi sistemleştirdiği toplumsal yaşamı içsel anlam ve değerlerden uzaklaştırmakta ve rasyonel prosedürlerle hareket etmeye zorladığı insanı seküler çarkının bir dişlisi haline getirmektedir.294 Dolayısıyla toplumsal sekülerleşmenin ortaya çıkmasında öncelikli etkenlerden biri olan ekonomik değişim, sosyal hayatı tüm yönleriyle etkileyerek

293 Bertrand Russel, Mutlu Olma Sanatı, Çev. Yunus Sağlamtürk, 12.Bas., Say Yay., İstanbul, 2014,

ss.41-48.

hayatın tüm alanlarını büyük bir dönüşümle karşı karşıya bırakmaktadır.295

Bu çerçevede gerek bireysel gerekse toplumsal düzeyde ekonomik bağlamın oldukça belirleyici olduğu Hollywood sinemasının kurmaca yaşamında hayatın tümüyle seküler bir yaklaşımla şekillendiği görülmektedir. Zira ekonomik tutumların dini duyarlılıklardan uzak bir biçimde biçimlendiği bu evrende; çalışma, tasarruf ve yatırım anlamını yitirerek tüketim yüceltilmekte, alış-satış kutsanmakta ve üretime verilen değerden vazgeçilerek tüketimin maksimize edildiği yaşam biçimleri önem kazanmaktadır. Bu bakımdan Hollywood sinemasının arka planında güçlü bir kapitalist kültür bulunmakta ve bu kültür hayatın merkezine tüketimci refleksleri, hedonizm etiğini ve tüketime ilişkin marka ve sembolleri yerleştirmektedir. Bu perspektif, seküler yaşam tarzı ve kimlik yapıları inşa ederek seyircinin bakışını yönlendirmektedir.296

Filmlerde sunulan bu yaşam tarzlarına bakıldığında bu bakış açısının neredeyse çoğu karakterin hayatını kuşattığı görülmektedir.

Kapitalist değerlerin egemen olduğu Hollywood yaşamında insanın kişiliğine ve ürettiklerine değil, sahip oldukları ve tükettiklerine bakılmaktadır; bu nedenle tüketici insan ürünleri değil, hayalleri satın almak için uğraşmaktadır. Örneğin tüketim toplumunda insanlar sahip oldukları ev ve arabalar üzerinden değerlendirildiği297

gibi, “Fight Club” filminde Jack’in içinde bulunduğu durum gibi sahip olunulan her şey de insanı gerçek olmayan bir bağlılığa iterek onun seküler ve sanal bir evrende yaşamasına neden olmaktadır: “Tanrım ona sahip olmasam

ölürüm… Mobilya satın alırsınız ve kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe… Sonra hayalinizdeki yatak… Sonra aradığınız tabak takımı… Sonra o güzel yuvanıza kısılıp kalırsınız… Bir zaman sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.” Yapay zevklerle kendisine gösterilen yaşam

standartlarını tutturmaya çalışan hipergerçek birey, her bir ‘level’de daha çok bu dünyaya bağlanmak zorunda kalmaktadır.298

Bu çerçevede film izleyen seyirci, gördüklerini zihnine yerleştirirken onları olduğu gibi ele almamaktadır. Filmi kendi hayalleriyle bütünleştiren seyirci, filmin göstergelerine bilincinde farklı bir şekil

295 Dobbelaere, Secularization, s.35. 296

Aytaç, “Tüketimcilik ve Metalaşma…”, s.29; Turner, “Max Weber’e Göre…”, ss.204-205.

297 Nazif Gürdoğan, “Bilgi Toplumundan Değer Toplumuna Geçişte Tüketim Kültürü ve

Savurganlık”, IV. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, Ankara, 2009, s.835.

kazandırmaktadır. Dolayısıyla seyirci bir meta olarak filmi tüketirken, aynı zamanda tükettiği filmle birlikte hayal dünyasını geliştirmeye devam etmektedir. Bu bakımdan izlenilen her film, seyircinin fantezi dünyasının gelişimine katkı sunan bir malzeme olarak onu sürekli olarak sekülerleştirmektedir. Tükettikçe gelişimini sürdüren seküler bilinç, filmler gibi insanı yapay bir dünyanın içine çekmektedir. Bu bağlamda filmlerde gösterilen ev, araba, kadın, statü gibi insanın hayal dünyasına odaklanan göstergeler seyircinin bütünüyle gerçeklikten uzaklaşmasına neden olarak, onu hegemonik bir tarzda seküler ilgiler etrafında yaşamını sürdürmesi için zorlamaktadır.