• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

4.5. Dinin Etkisini ve Gücünü Kaybetmesi

Klasik sekülerleşme teorisinin modernleşmenin sonucu olarak dinin toplumsal yaşamdan uzaklaşacağı, gelişen bilim ve teknoloji karşısında toplumsal önemini yitireceği, bunun sonucunda dünyevi ilgi ve önceliklerin ön plana çıkmasıyla dünyanın tamamen sekülerleşeceği şeklindeki öngörüsüne rağmen; post/modern dünyada dinin varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Düşünüldüğü gibi, modern dünyada bütünüyle din olgusu ortadan kalkmamaktadır; modern birey din karşıtlığından daha ziyade dini otoritenin faaliyet alanını çöküşe uğratmakta, dinî kurumsal yapıların etkinliklerini sonlandırmakta, dini özelleştirmekte, dinin kültür üzerindeki etkisini kaybettirmekte, dini hiçbir toplumsal gücü ve değişim potansiyeli bulunmayan bireysel bir olguya dönüştürmektedir. Bu bağlamda sekülerleşme dinin tamamen ortadan kalkması anlamına gelmemektedir. Modern birey, dinin gücünü ve otoritesini zayıflatarak ancak varlığını devam ettirmesine izin vermekte ve bu sırada

343 Aktay, a.g.m., s.309; Altıntaş, Din ve Sekülerleşme, s.186; Wilson, “Sekülerleşme”, s.13. 344 Berger, “Dini ve Toplumsal Kurumların Değişimi”, ss.170-171.

dinin biçim değiştirmesine neden olmaktadır.345

Dolayısıyla bu dönemdeki din algılamalarına bakıldığında, dinin aslî özelliklerini yitirerek insanların zihinlerinde değişik bir içerikle bütünleştiği ve yaşanan dinin de farklı formlarla ortaya çıktığı görülmektedir.

Modern dünyada din gerilese de, onun bütünüyle ortadan kalkmadığı aşikârdır; ancak bu süreçte din dönüşüm geçirerek asli kimliğini kaybetmekte ve bireyler de değiştirdikleri bu dini, yaşamlarının bir parçası haline getirmektedirler. Bu durumun sonucunda asli hüviyetini kaybeden dinin insanda gerçekleştirmek istediği ilahi yaşam biçimleri anlamını yitirmekte, onun yerine modern dünyanın kurgularıyla şekillenerek gücünü ve etkisini moderniteye devreden yeni dinsel yaşam tarzları bireyleri kuşatmaktadır. Bu bakımdan modern dönemde Tanrı’nın hayattan uzaklaşmasına rağmen, postmodern dünyada yeniden yeryüzüne indiği şeklindeki görüşlerin dikkatli bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada üzerinde durulması gereken husus, post/modern dünyada Tanrı’nın yeniden hayata dönmesi değil; hayatın içine yeniden katılan Tanrı’nın hangi özelliklerle bireyler için anlam kazandığıdır. Bu noktada bir örnek verilirse, düşünce perspektiflerini ve hayat tarzlarını değiştirmeyi göze alamayan post/modern bireylerin büyük bir ivmeyle ruhsal terapi seviyesine indirgenmiş tasavvufî mistik akımlara yönelişlerini, dine dönüş olarak kabul etmenin doğru bir yaklaşım olmayacağını belirtmemiz gerekmektedir.346 Bu çerçevede Hollywood sinemasının sunduğu post/modern dünyada din, yol gösterici olma özelliğini yitirirken aynı zamanda onun gösterdiği yolu değiştiren insanın elinde şekillenmeye başlamaktadır. Dolayısıyla aslî şeklinden sıyrılarak farklı bir biçime dönüştürülen böyle bir dinin insana vereceği pek bir şey de kalmamaktadır. Bu yaşamda dinin amacı ve hakikati gösteren işlevi kaybolmakta ve bunun sonucunda ilahi kimliğini kaybeden insanın bilinci tutulmaktadır.

Hollywood sinemasının sunduğu yaşamda dinin toplumsal kontrolü sağlayan işlevinin son derece azaldığı ve toplumsal sistemin teknik bir düzenle hareket ettiği görülmektedir. Bu yaşamda dinin görevini bilim devralarak yaratılış olgusu ve doğaüstü gibi dini açıklamalar bilimsel yorumlamaların konusu haline gelmekte ve

345 Casanova, a.g.e., ss.5-6, 19-20; Köse, “Modernleşme-Sekülerleşme İlişkisi…”, ss.203-204;

Coleman, a.g.m., ss.50-52; Bruce, “Gereksiz Bir Fikir Değişikliği…”, s.241.

bunun sonucunda toplumdaki dini tezahürler büyük ölçüde ortadan kaybolmaktadır. Hayatı, vahiy ve kutsal kitaplar yerine; bilimsel bilgi ve ansiklopediler yönetmeye başlamaktadır. Denetim, artık dine bağlı olmaktan uzaklaşarak; yerini hukuk, teknik, bilgisayar ve elektronik gözetim gibi gayrişahsî rutin yöntemlere devretmektedir. Bu süreçte ‘yaşamak’, tüm ilahi anlamını yitirerek sıradan bir memuriyet meselesi haline dönüşmektedir.347

Bu nedenle dinin ve geleneğin modern zihin ve kurumlar tarafından bir ‘çelik balyoz’ gibi ezilmesi sonucunda toplum tamamen parçalanarak tüm kutsal bağlarından koparılmaktadır.

Hollywood sineması modern toplumlardaki gelişim olgusunu lineer bir düzlemde değerlendirdiği için, söz konusu bu gelişmenin mahiyeti insan yaşamını temelden değiştirmektedir. Bu çerçevede bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kendine gündem edinen modern insan, gelişmiş ekonomilerinin yaşam standartlarını yükselttiğinden bahsederken bir yandan yol, köprü, hastane gibi insani gereksinmelerin karşılanmasına yönelik temel ihtiyaçlarını talep etmekte ve bu temel ihtiyaçlarıyla yetinmeyerek aynı zamanda şehirlerini süsleyen gökdelenleri, alışveriş merkezlerinin ihtişamını, daire ve arabalarının göz alıcı güzelliklerini ve lüks yaşantıları arzulayarak gelişmeyi maddi temelli ve konfora dayalı olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla endüstrileşen toplumda gelişim gösteren modern insanın maddi refah temelli gelişimi, dinin unutulmasına ve teknolojileşen yaşam alanlarında görünürlüğünü kaybetmesine neden olmaktadır.

Dini, kilise ya da cemaatle bütünleştiren birey kiliselerin ve cemaatlerin otoritesini kaybetmesiyle birlikte dini de bir kenara bırakmaktadır. Dolayısıyla toplumsalın gücünü hissederek bu bağlılığın gücünden faydalanmak isteyen birey, aslında aşkın olana bağlılığı için dine inanmamaktadır. Bu nedenle toplumsal gücünü yitirmesiyle birlikte dinin birey için önemi azalmakta ve bireysel dini bağlılıklar anlamını kaybetmektedir. Bu noktada vurgulanması gereken husus, bireylerin dine niçin önem verdiklerinin doğru bir şekilde anlaşılmasının, yani onların niyetlerinin öğrenilmesinin sağlıklı analizler yapılabilmesinin önünü açacağıdır. Ancak Hollywood sinemasının gerçek ile sahteyi iç içe geçirdiği kurgusal yaşamda kendisine gösterilen hikâyelere odaklanan seyircinin, filmlerdeki karakterlerin

samimi bir şekilde dine bağlı olduklarını düşünmesi nedeniyle aslında onların kendilerini kandırdığının farkına varamamaktadır. Bu bakımdan karakterlerin dine niçin inandıklarını doğru bir şekilde tespit edemeyen seyirci büyük bir aldatmacanın ortasında kalmaktadır.

Bir zamanlar toplumsal yaşamın dokusuna nüfuz eden ve insanı yabancılaşma tehlikesinden koruyan din, Hollywood sinemasının inşa ettiği modern dünyada kutsal şemsiye olma vasfını yitirerek sistemin kapatmakta zorlandığı boşluklarda ancak kendisine bir yer edinebilmektedir.348 Dolayısıyla bu modern toplumda yaşayan bireyler için din bütüncül anlamını kaybederken, yalnızca bireylerin yaşamlarındaki eksiklikler ve bozukluklar din tarafından onarılmaya çalışılmaktadır. Modernitenin sunduğu olanaklarla yaşamını sürdüren bu karakterler başları sıkıştığı anda dine yönelmekte ve sorunlarını dinin yardımıyla çözdükten sonra tekrar eski kaldığı yerden modern yaşantılarını sürdürmeye devam etmektedirler. Bu nedenle böyle bir anlayışı benimseyen bireylerin dini tamamen sahiplenmeleri mümkün olmamakta ve modernitenin sorunlarına köklü çözümler üretilememektedir. Yalnızca geçici yöntemlerle yaşamlarındaki sorunları çözmeye çalışan modern bireyler, dini kendileri için bir yama olarak kullanmaktan çekinmemekte ve bu yöntemi hayatın tümüne yayarak bir yaşam tarzı haline getirmektedirler. Bu bakımdan modern bireyler dinin yaşamlarında tamamen yer almasını istememekte; onun yerine dini gerektiğinde kendisine başvurarak sıkıntılarını halleden bir merciye dönüştürmektedirler.

Hollywood sinemasının tasarladığı hayatta ‘vekâlet dini’nin temel özelliklerinin yer aldığı görülmektedir. Dinin temsilcisi konumunda bulunan rahip ve rahibeler ya da dindar görünümlü ve mistik özelliklere sahip kimseler dinlerini olması gerektiği gibi yaşarken, diğer seküler karakterler ise onlara karşı herhangi bir olumsuz tutum sergilemedikleri gibi aksine gereken saygıyı da göstermektedirler. Zira din bu kurguda, seküler toplum adına bu aktif azınlık tarafından icra edilmektedir. Dolayısıyla seküler bireyler dinlerini yaşamamalarına rağmen, kendileri adına dinlerini yaşayan bu kimselerin tüm davranışlarını onaylamaktadırlar. Bu bağlamda dini temsil eden bu karakterler başkaları adına Tanrı’yla bağ kurmakta,

onlar için inanmakta, hiç kimse ahlaklı olmasa bile onlar için ahlaki eylemler gerçekleştirmekte; önemli zamanlarda, krizlerde ve kutlamalarda onlar için kutsalı dile getirmektedirler.349 Böylece her ne kadar kendileri dinden uzak olsalar da onlar adına dinlerini yaşayan kimselerin var olması, hem seküler bireyleri rahatlatmakta hem de onların huzursuzluklarını gidermektedir; ayrıca bu durum toplumsal açıdan dinden uzak bir görüntü sergilenmesini önlemektedir.