• Sonuç bulunamadı

Bilimsel Gelişmeler, Sanayileşme ve Teknolojik Yaşam

1. BÖLÜM

3.13. Bilimsel Gelişmeler, Sanayileşme ve Teknolojik Yaşam

Modern dönemden önce inancını büyüsel güçlerin egemenliği, hayatın belirsizlikleri ve zorlukları üzerinden inşa eden bireyler, hayatın rasyonelleşmesi ve kolaylaşmasına paralel olarak ‘var olduğunu düşündükleri’ dini bağlılıklarını yitirmeye başlamaktadırlar. Zira modern öncesi dönemde saf, çıkarsız ve tam bir teslimiyet duymadan bireylerin iman etmesi, gerçek ve sağlam bir inanç için yeterli olmamaktadır. Bireylerin zayıf veya sahte bir inançla dine bağlanmalarına neden olan böylesi bir inanç biçimi, zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte bireylerin sekülerleşmesinin önünü açmaktadır. Bu bakımdan bürokratik örgütlenme, bilimsel yöntemler, ekonomik gelişme, sanayileşme, makineleşme ve teknolojik yaşam modern insana sosyal ve doğal çevreye müdahale etme hakkı tanıyarak dinin makuliyetinin ve hayatın kutsal karakterinin kaybolmasına neden olmaktadır.278 Endüstriyel ve teknolojik gücün tabiatın gücünü etkisiz hale getirmesi, ‘teolojik ve

277 Musa Öztürk, “Küresel Güvensizliğin Belirsizlik Üzerinden İnşası”,

http://tr.pdfsb.net/readonline/5a5652436577352f58487837446e7069566b593d (14.09.2015), ss.672- 673.

278

Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, 4. Bas., Bilgi Yay., Ankara, 2000, s.445; Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Üç Yüzü…”, ss.111-112, 115; Wilson, “Sekülerleşme”, s.14; Bruce, “Sekülerleşme…”, ss.25-26; Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Anlamı…”, s.60; Bruce, “Gereksiz Bir Fikir Değişikliği…”, s.245.

metafizik aşama’daki doğaüstü güçlerin yönlendiriciliğini işlevsiz kılarken279 bu süreçte Tanrı’nın konumu sarsılmakta ve dinsel kozmoloji bilimsel araştırmaların verileriyle seküler bir karaktere evrilmektedir. Zira insan tarafından yapılandırılan bir dünyada Tanrısal kozmik bir güce ihtiyaç duyulmamaktadır280: “Makineler dua ile

çalışmaz!”281

Bu dönemde artık doğanın gücü teknoloji sayesinde alt edilerek insan kendisini güçlendirmeye başlarken Tanrı’nın da “olmasa da olur!” pozisyonuna yerleştirildiği görülmektedir. Bu durumun belki de en belirgin kanıtı bilim kurgu filmlerinde dinin neredeyse hiçbir şekilde yer almamasıdır. Özellikle distopik ve post apokaliptik film türlerinde dünyanın içler acısı durumunun düzeltilmesi için din hiçbir şekilde devreye sokulmamakta, insan kendi aklı ve becerisine güvenerek sorunların üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Ayrıca “Star Trek”, “Star Wars” gibi film serilerinde teknolojinin imkânlarıyla ışık hızıyla evrende seyahat edilmesi, “Interstellar” filminde evreni araştıran bilim adamlarının yeni yaşanabilecek mekânlar aramaları, “Elysium” filminde uzayda yeni bir yaşanabilir bölge inşa edilmesi ve buna benzer birçok bilim kurgu filminde yer alan uzay araştırmaları, ayda yaşam, Mars’a yolculuk gibi düşüncelerin bilimin gelişmesi ya da zorunlu bir arayış olmaktan daha ziyade; evrenin sınırlarını görmezden gelme, sınırlanmayı kabul etmemenin bir sonucu olarak anlaşılmasının daha uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Dinin, bilimin ya da teknolojinin işlevini üstlenmesi mümkün değildir; ancak o, dünyanın kendi başına anlamlı olmadığı ve bilimsel bir olgu olarak doğrudan saptanabilecek anlamların var olmadığı inancını kazandırmaktadır. Bu bağlamda Hollywood sinemasının sunduğu yaşama bakıldığında, ‘teknolojik olarak gerekli değil’ diye insanın tarihi bilincinden ve dini geleneğinden uzak tutulduğu görülmektedir. Ancak dini mirasın korunmasının, medeniyetin de korunmasının ön koşulu olduğunun unutulduğu böyle bir dünyada insanlığın barış ve huzur içinde yaşaması, başarılarından tatmin olması imkânsız bir hal almaktadır. Zira günahı, eksikliği ve kötülüğü reddetmek anlamına gelen kutsallığın reddi, aynı zamanda

279

Aldridge, a.g.m., s.76.

280 Giddens, Modernliğin Sonuçları, ss.94-95, 100-101; Wuthnow, “Bilim ve Kutsal”, ss.147-148,

150-151.

insanın yapabileceklerinin sınırları olduğunu reddetmek anlamına gelmektedir. Bu kurguda geleceği güvence altına almanın tek yolu olarak gösterilen ‘ilerleme’nin gerçekleştirilmesi için atılan her adımla birlikte bedel ödeyen insanların sayısı da artmaya devam etmektedir. Bu durumda güçlü olma isteği tüm ahlaki engelleri kaldırdığı için açgözlülük, kaba kuvvet, şiddet ve despotluk insanın alçalmasının, kültürün yok olmasının ve yeryüzünün perişan edilmesinin meşrulaştırılması hâline dönüşmektedir. Hollywood insanının yapısında isteklerde sınır tanımama olduğu için, onun istekleri sonsuz bir hırs döngüsü içinde sonsuza dek büyümektedir. Gösterilen ekonomik gelişmişlik, insanın her şeye sahip olabileceği ve her şeyi hak ettiği fikrini yaşama hâkim kıldığı gibi, seyirciye de aynı düşünceleri dayatmaktadır. Tam bu noktada seyircinin bu anlatının doğru olmadığını çok açık bir şekilde fark etmesi gerekmektedir. İçinde yaşanılan gezegenin ekolojik ve demografik açıdan doğal sınırları olduğuna göre, insanın da isteklerini sınırlaması zorunludur. Ancak seyircinin hipergerçek bir bilinçle inşa ettiği yeni evren tasavvurunda isteklerinin önüne geçemeyeceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle seyircinin dinin insana sunduğu bilinç sayesinde sınırlarının farkına vararak isteklerine ket vurması gerekmektedir; aksi takdirde sınırsız bir yaşam yolundaki tüm girişimler korkunç bir öfke ve saldırganlık doğuracak ve bu da yıkıcı sonuçlara sebebiyet verecektir. Bu bakımdan din, insana kendisini sınırlandırmasını ve ihtiyaçları ile istekleri arasına mesafe koymasını öğretmektedir. Şayet seyirci sinemanın büyüsüne kendisini kaptırarak istekleri ile ihtiyaçları arasındaki mesafeyi koruma yeteneğini yitirirse, Hollywood sinemasının yarattığı gibi büyük bir kültürel yıkımla karşılaşmak zorunda kalacaktır.282

Hollywood sinemasının kurguladığı yaşamda büyük teknolojik gelişmeler görülürken kimlik zeminini oluşturan toplumsal değerler ise maddi değişimdeki hıza göre oldukça durağan kalmaktadır. İnsanların teknolojik gelişmelerden yararlanarak sınırsız kimlik tercihlerine sahip olmaları sahte değerler ve kimliklerin üretilmesine neden olmaktadır.283

Özellikle bilim-kurgu filmlerinde insanların ileri teknolojik

282

Kolakowski, “İnsan Yalnızca Aklıyla Yaşamaz”, ss.68-70.

283 Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.96; Gürsoy

Akça, “Modernden Postmoderne Kültür ve Kimlik”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (İLKE), Sayı:15, 2005, s.15.

yaşam tarzlarına rağmen dini değerlerini kaybetmiş bir yaşantıya sahip oldukları görülmektedir. Sadece yaşam tarzlarıyla ilgilenen bu insanlar, kendilerini bu dünyaya odaklayarak hiçbir dini değerle bağ kurmamaktadırlar.

Seyirci, filmlerde teknolojik imkânların sunumuyla birlikte alttan alta verilen iletilerle sınırsızlaşan bir özgürlük anlayışı içerisinde seküler mesajların bombardımanına maruz kalmaktadır. Hollywood sineması teknolojik yaşamla sonsuza dek evlendirdiği seyircinin iradesini her yeni teknolojik gösterimde aşama aşama teslim alarak, teknolojinin kendisini yönetmesini benimsetmeye başlamaktadır. Bu bakımdan hayal edilen mutlu yaşamın en büyük tamamlayıcısı, farklı biçimlerde empoze edilen ve sürekli yenilenen teknolojik araçlar olmaktadır. Artık seyirci mutluluğu salt olarak doğal yaşamda ve insanlarda aramaktan vazgeçerek, aynı zamanda teknolojik aletlerde aramaya başlamaktadır. Hollywood sineması tek tipleştirilen ve yalnızlaştırılan seyircinin yaşanan teknolojik gelişme ve değişmelere rağmen, yine de mutlu bir yaşam sürdürebileceğine ikna etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda alacağı son model teknolojik aletlerle hazza ulaşabileceğine inandırılan seyirci, sürekli tüketmesi gerektiği ve tükettikçe mutlu olabileceği şeklinde mesajlarla uyarılmaktadır. Yaşamların hızla şekil değiştirdiği günümüz dünyasında teknolojiyle hayatlarımıza sokulan birçok değişiklik olsa da; Hollywood sinemasının ısrarla altını çizmeye çalıştığı hayat, aslında seküler imgelerle inşa edilmiş mekanikleşen bir hayat formundan başka bir anlam ifade etmemektedir. Bu hayat anlayışında seyirciye birçok alternatif sunulmasına rağmen; aslında o, farkında olmadan birbirinin aynısı olan seküler hayatları yaşamaya mahkûm edilmekte ve özünde insan beyninin mahsulü ve ‘şeyleşme’nin büyük taşıyıcısı olan bu teknolojik araçlarla yaşamına şekil verir hale gelmektedir.284

Hollywood sinemasının tasarladığı modern yaşamda insanoğlunun yeryüzünde kontrolü ele geçirmeyi istemesi, tabiatı dizginlemek ve ona hükmetmek için mücadele etmesi bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin hızlı bir şekilde insanı kuşatmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle ekonomik ve toplumsal refahı sağlayabilmek için işlevsel hale getirilen ampirik bilginin sekülerlikle bütünleşmiş

284 Didem A. Yengin, “Mekanikleşen Birey: Arçelik Örneğinin R. Barthes’a Göre Çözümlemesi”, The

rasyonel ve sistematik koordinasyonu mevcut doğaüstü kavramların çürütülmesine yol açmaktadır. Aynı zamanda bilim ve tekniğin yaşam içerisinde hayati fonksiyonlar üstlenmesi ve modern toplumun maddi temelli gelecek kaygısı insanın Tanrı’ya olan bağlılığını azaltmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte insan eylemleri, dini ve ahlaki denetimden uzaklaşarak teknik ve bürokratik örgütlenmenin gözetim alanına girmektedir.285

Ayrıca modern öncesi dönemde, özellikle doğa olaylarında kader olarak algılanan insanın karşı koyamadığı bir dizi olgu ve olaylar, bilimsel bilginin ve tekniğin yardımıyla baş edilir hale gelmektedir.286

Böylece kontrolü ele alan insanın, ileride bilimin geliştikçe üstesinden gelebileceği ancak şimdilik hesaplanamayan durumlar dışında artık korkması gereken bir durum kalmamaktadır. Hollywood sinemasının yarattığı bu modern insan fırtınaları, dondurucu soğukları, kuraklığı önceden tahmin ederek afetlere karşı savunmasız kalmamakta ve depremlere karşı sağlam binalar inşa etmektedir; hatta depremler gerçekleşmeden onu tahmine yönelik çalışmalar yapmakta, onların yıkıcılığına teslim olmadan teknolojinin yardımıyla daha da güçlenerek kendini güçsüz kılacak her türlü faktörü alt etmektedir. “2012” ve “San Andreas Fayı” gibi adeta kıyametin ön gösterimini sunan filmlerde gerçekleşen büyük felaketlere karşı da hiçbir zaman teslim olmamak gerektiğini anlatan Hollywood sineması insanın her zaman güçlü olabileceğini vurgulamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla bu modern toplum zayıflığı küçümsenmesi gereken bir durum olarak görerek her zaman kendini güçlü hissedecek ve başarıya ulaştıracak şartları ‘yaratmakta’dır. Bu çerçevede evini, arabasını, iş yerini, mallarını ve sağlığını sigortalattıran modern insan kaybettiklerine üzülmek için herhangi bir neden bulamamakta; hatta böyle bir durumda eskileri yenileriyle değiştirebileceği için kendisini mutlu bile hissedebilmektedir.