• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.5. İçsel Sekülerleşme

Dini kurum ve otoritelerin dışından kaynaklanan ‘dışsal sekülerleşme’, yaşam içerisinde ‘doğrudan’ bir etki oluşturarak bireyleri seküler ilgilere bağlanmaya yönlendirmektedir. İçsel sekülerleşme ise, dini inanç ve kurumların etkilerinin azalarak bireylerin dinlerini kendi yaşam biçimleri ve düşüncelerine göre değiştirmelerine neden olmaktadır.171

Örneğin, II. Vatikan Konsili’yle birlikte Roma Katolik Kilisesi’nde dinin modern şartlara ‘uygun’ olması gerektiği dolayısıyla ‘güncellenme’nin zorunlu olduğu şeklinde yapılan açıklama,172

dinin modern dünyaya adaptasyon süreciyle karşılaştığı ‘bilinçli yıkımı’173

bizlere göstermektedir. Dolayısıyla bu dünyanın seküler büyüsünden doğrudan bir etkilenme yerine, aklileştirilen bir süreç sonucunda ‘dolaylı’ yoldan insanın dinini kendi yaşamına adapte etmesi gerçekleşmektedir. Böyle bir durumda seküler yaşam tarzlarına açık bir şekilde bağlanmayı kendilerine sorun edinen bireyler, adeta kendilerini kandırarak farklı bir bilinç yapısı inşa etmekte ve seküler yaşamlarını dini temellendirmeler ile meşrulaştırma yoluna gitmektedirler.

Kutsala ‘öte dünya’da, insana da ‘bu dünya’da yer veren İsrailoğulları gibi; Hollywood sineması da, kadim dünyanın doğa, insan ve kutsalı birbirinden ayırmayan bütüncül perspektifini parçalamakta ve yeni bir din kozmolojisi oluşturarak sekülerleşmenin teolojik boyutunu temellendirmektedir.174

Yahudiliğin sekülerleşmeye neden olacak şekilde anlamlandırılması ve Protestanlığın kapitalizme evrilen dinsel temellendirilmesi gibi dinlerin içinden din dışı teolojik altyapının kaçak bir şekilde inşa edilmesi, dinlerin arzu etmediği sonuçların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda Hollywood sinemasında insanın emrine verilen kutsalın asli özelliğini kaybettiğini ve sekülerleşen yaşam için kullanılan sağlam bir

171 Özay, a.g.e., ss.151-152; Dobbelaere, Secularization, s.22; Wilson, “Sekülerleşme”, s.14.

172 Christian W. Troll, “Hıristiyanlık ve İslam Perspektiflerinden Sosyo-Politik ve Kültürel

Çoğulculuğun Temelleri”, Çev. Ş. Ali Düzgün, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cumhuriyetin 75.Yılına Armağan, Özel Sayı, Ankara, 1999, s.324.

173 Aldridge, a.g.m., s.100; Dobbelaere, Secularization, s.21. 174 Özay, a.g.e., s.121.

malzemeye dönüştüğünü söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu yapılan işlem ile dinin içsel sekülerleşmesinin teolojik temellendirilişinin altyapısı oluşturulmaktadır. Kutsalın dönüştürücü etkisinden, kutsalın insanın elinde değişebilen bir boyut kazanması din algılamalarını kökten değiştirmektedir. Dinler artık insanın kendi seküler yaşamının teolojik altyapısını inşa eden bir vasıfla kuşatılarak kutsallık özelliğini yitirmektedir. Aynı zamanda dinlerin etkisini kaybetmesinden daha vahim tarafının, dinin güçlü etkisinin başka bir yöne kanalize edilerek insanın hizmetinde kullanılmaya başlanması olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir.

Modern öncesi dönemde kilisenin tek başına aşkın gücü temsil eden ve toplumsal hayatın tümünü kuşatarak tekel oluşturan yapısı; ilk olarak mezhep ve cemaatlerin ortaya çıkmasıyla parçalı yapıya bürünmüş, daha sonra rönesansın çoğulcu düşüncesi ile kurumsal dini yapılardan yabancılaşma gerçekleşmiş ve son aşamada dine kayıtsızlık tüm toplumsal süreçlere yayılmıştır.175

Ayrıca dinin isyanlarla, devrimlerle ve reformlarla değişime zorlanması, dini kurumların otoritesini sarsarak gündelik yaşamı yönlendiren dinsel kuvvetlerin gücünü azaltmıştır.176 Bu çerçevede Hollywood sinemasının sunduğu yaşamda din adamlarının, mabedlerin ve dini otoritelerin toplum nezdinde adeta sembolik bir anlatıma dönüşerek yalnızca görüntüleriyle huzur veren bir yapıyla bütünleştikleri görülmektedir. Bu durum Hollywood sinemasının tasarladığı evrende dinin bireyleri dönüştürme gücünü işlevsiz kıldığını ve hayattaki yansımalarını büyük ölçüde kısıtladığını göstermektedir.

İçsel sekülerleşmenin sonucu olarak dinin kurumsal etkilerini üstlenen modernite, dinin gücünü kapitalist piyasa, bürokrasi, modern bilim ve teknoloji gibi alanlara dağıtmaktadır.177

Bunun sonucunda her kurumun kendine ait gücü bireyleri farklı şekillerde etkileyerek kendi yapısının öngördüğü biçimde şekillendirmektedir. Bu bağlamda Hollywood sinemasının kurguladığı yaşamda kapitalist piyasa, bireylerin maddi kazanç uğruna her ticari eylemi mubah görmelerinde bir sakınca duymamalarına; bürokrasi, kendiliğinden işlemeye başlayan kurumsal işleyiş ve işbölümünün artmasına paralel olarak bireyin iradesinin değersizleşmesine; bilim ve

175 Dobbelaere, Secularization, ss.36-37, 46; Berger, Kutsal Şemsiye, s.205. 176 Hadden, “Desacralizing…”, s.13.

teknoloji, insanı kendisine mahkûm ederek özgürlük yitimine sebep olmaktadır. Dolayısıyla dinin yetkesini ele geçiren bu kurgusal yapılanmalar toplumun sekülerleşmesine neden olmakta, aynı zamanda din algılamalarını da dönüştürerek yeniçağ inanışları şeklinde ortaya çıkan çeşitli içsel sekülerleşmelere fırsat vermektedir.

Hollywood sinemasının kurguladığı yaşamda modern bireyin zihninde meşrulaştırılan gerekçelerle seküler dünyaya ve bilimsel perspektiflere uyumlu hale getirilen din, modern dünyanın sorunlarına çare olabildiği ve tatminkâr çözümler üretebildiği ölçüde ancak gündelik yaşamda yer edinebilmektedir. Tabi burada sorun olarak görülen şey, modern dünyanın sorunlarına karşı dinin çözüm üretmesi değildir; böyle bir durumda din elbette insanlığa yönelik büyük amacını gerçekleştirerek huzurun kaynağı haline gelecektir. Ancak Hollywood sinemasındaki temel problem, sorunun asıl kaynağının zaten modern yaşam olduğu gözlerden uzak tutularak seküler bir yaşantının içinde onu terk etmeden çare aramaya koyulmak ve çözüm üretmeye yönelik kurgulamalara yönelmektir. Bu durumda yaratılan modern birey hem seküler bir yaşamı arzulamakta, hem de hiçbir sorun yaşamak istememektedir. Dolayısıyla modern birey seküler bir yaşam için hem bir taraftan dini bağlarından kurtulmak isterken, diğer taraftan da dine sarılarak ortaya çıkan sorunlardan huzur bulmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle modern birey ne dinden tamamen vazgeçebilmekte, ne de bütünüyle ona teslim olabilmektedir. Bu durumun sonucunda dinin modern şartlara uyarlandığı içsel sekülerleşme süreci kaçınılmaz bir şekilde modern bireyin karşısına çıkmaktadır.

Modernitenin geleneğin otoritesini sarsarak çoğulcu bir toplum yapısı inşa etmesi ile birbirinden farklı birçok seçeneğin ortaya çıkması dinin yeniden üretiminin önünü açmaktadır. Yeniden üretilen din ise, dinin asli vasfını kaybederek kendi içinde parçalandığını göstermektedir. Parçalanma süreci sonucunda bütüncül bir etkiye sahip olan dini yapının bölümlenerek gücünü başka yapılara dağıtması onun toplumsal etkisinin kaybolmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda Hollywood sineması yeni dini açılımlara olanak tanıyan postmodernite ile gerilemekte olan dini

‘yeniden inşa’ etmektedir.178

Bu çerçevede gösterilen yaşamda modernleştirilerek zihniyet yapısının değiştirilmesi ile başka bir şekle büründürülen toplum, dinini de yenilemek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla tüketim toplumu paradigmasına uygun olarak eskileri yenileriyle değiştiren karakterler, ‘köhnemiş’ dinlerini de piyasanın gereklerine uygun bir biçimde yeniden şekillendirerek yenilemektedirler. Eskinin ancak estetik nostaljik göstergeler şeklinde modern mekânları kaplamasında olduğu gibi, din de bu post/modern karakterlerin yaşamında süs vazosu metaforunda olduğu gibi ancak işlevsel farklılığıyla bir yer edinebilmekte; aksi takdirde ‘yenilenmeyen’ din, modern yaşantıda oldukça eğreti bir şekilde durmaktadır.

Dinin post/modern dünyada varlığını devam ettirebilmesi için büyük gücünden ve üst anlatılarından vazgeçmek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Hollywood sinemasının sunduğu modern yaşamda seküler büyünün ortaya çıkmasını sağlayan sekülerleştirici kavramların ve mekanizmaların tüm toplumu çepeçevre kuşatması sonucunda, dinlerin geri adım attıkları ve büyük projeler yerine seküler dünyaya daha uygun hale getirilen mini projelere geçiş yaptıkları görülmektedir. Bu çerçevede kurgulanan hayatlara bakıldığında dünyanın kapitalizm, sekülerizm, emperyalizm gibi çok ciddi makro düzeydeki sorunlarına dair hiçbir fikir ve çözüm üretmeyen senaryolar, makro sorunların sebep olduğu küçük meseleleri çok önemli konular olarak göstererek seyirciyi yanlış bir yöne kanalize etmektedir. Örneğin insanlara iyilik yapmanın önemine dair birçok film kurgulayan senaristler, kendisine maddi veya manevi açıdan iyilik yapılan zor durumdaki insanların niçin o hale geldiklerinin anlaşılmasını sağlayacak makro sorunlara vurgu yapmaksızın bu sorunları gündelik hayatın olağan sonuçları olarak sunmakta ve özellikle asıl gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacak dini bağlama ise hiçbir şekilde değinmemektedirler. Dolayısıyla dinin etki alanının daraldığı bu süreçle birlikte din yeniden yorumlanarak yenilenmekte ve böylece dinin adaptasyonu sağlanarak post/modern dünyaya karşı yenilgisi ilan edilmektedir.179 Bu durum mitostan logosa, mitten mantığa değişim geçiren teolojilerin rasyonel anlam sistemlerine dönüşerek

178 Özay, a.g.e., s.105.

179 Hüsnü E. Bodur, “Sekülerleşme Teorileri Çerçevesinde Din ve Sosyal Değişme”, Sekülerleşme ve

kutsaldan arınmasına, geleneksel anlamlarını ve etkileyiciliklerini kaybetmesine ve en önemlisi seküler bir paradigmanın oluşmasına zemin hazırlamaktadır.180

Geleneksel kültürün içine yerleşmiş bulunan batıl inançlardan dini temizlemeye çalışan reform hareketleri sekülerleştirici etkilerde bulunabilmektedir. Zira dinin asli kaynağına dönmek ve onu korumak amacıyla çalışan dini ihya hareketleri, dinin yaşanabilir bir alan haline gelmesini sağlayan kültürel yapıyı alt üst ederek bireyi boşluğa düşürebilmekte, din ile toplumsal kurumlar arasındaki çatlağı genişletebilmekte ve dinin toplumsal rolünü daha dar bir alana sıkıştırarak bireysel dindarlıkların önünü açabilmektedir.181

Bu çerçevede Hollywood sinemasında önemli bir tema olarak öne çıkan kurumsal kokuşmuşluktan ve hurafelerden arınma ve geleneğin baskısından kurtulma yaklaşımlarını bu yönde değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir. Dolayısıyla bu senaryolarda bozulmuş dini kurumlarla ve batıl inançlarla mücadele eden karakterlerin dinin aslına dönmeyi vurgulamasından daha çok, aslında sekülerleştirici yönlerinin oldukça ağır bastığı anlaşılmaktadır. Çünkü dini kurumların topluma yaydığı iddia edilen kötülüklerin ve hurafelerin bireylerin hayatlarından temizlenmesini sağlayan bu filmlerde geleneksel kültürün yerine yeni bir dini kültürel yapı inşa edilmediği için, gerçekleştirilen eylemler toplumun tamamen dinden arınmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda “Da Vinci Code” filmi, Hıristiyanlığın temel akidesi olan teslis inancını sorgulamaya yönelik anlatısıyla; Venedik Film Festivali’nde ödül alan “The Magdalene Sisters” filmi, Katolik Kilisesi’ni oldukça ağır bir şekilde kötüleyen senaryosuyla; ABD’de New York Film Eleştirmenleri Birliği tarafından Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü kazanan “La Mala Educación” filmi, rahiplerin çocukları taciz etmesi gibi bir konuyu ele almasıyla Kilise’nin ve din adamlarının otoritesini tümüyle yerle bir ederken; söz konusu anlatıların seyircinin dini sahih bir şekilde kavramasını sağlamaktan daha ziyade, dinden soğumasına ve uzaklaşmasına neden olacağının düşünülmesi gerekmektedir.

Din kurumunu eleştirel bir yaklaşımla ele alarak mesajlarını alt metinde veren “Happy Feet 1-2” animasyon filmi de, konumuz açısından önemli bir örnek

180 Roberts, a.g.e., s.306.

sergilemektedir. Bu filmde olumsuz bağlamda dini ve geleneği temsil eden yaşlı penguenlerin karşısında; yeniliği, eğlenceyi, düşünmeyi, sorgulamayı ve araştırmayı temsil eden uyumsuz Bambi’nin maceraları anlatılmaktadır. Bu çerçevede Bambi’nin geleneğin dışına çıkarak dans etmesi ve herkesi etkilemesi nedeniyle ‘Yüce Guen (yani Tanrı) tarafından rızıklarının kesildiğini düşünen ihtiyarlar (Kilise, yani din), Bambi’yi toplumdan uzaklaştırırlar. Ancak Bambi dans etme kabiliyetinin kendisine sunduğu bakış açısı sayesinde gerçekleri araştırarak, aslında rızıklarının kesilme nedeninin insanların gemilerle balıkları avlamaları olduğunu keşfeder (rasyonelleştirme süreci). Ayrıca filmde önemli bir figür olan Lawyıl’ın bir peygamber gibi mistik güce sahip olduğunun gösterilmesine rağmen, onun çıkar elde etmek amacıyla dini kullandığı görülmektedir. O bu sayede bir yığın para kazanmakta ve istediği kadar kadınla birlikte olabilmektedir. Benzer şekilde Lawyıl’ın saf penguenleri kandırması gibi, ihtiyarlar da gelenekten güç alarak konumlarını sağlamlaştırmakta ve toplumu yönetmeye devam etmektedirler. Ancak onlar toplumu yönetmelerine rağmen, gerçekleri anlama basiretini gösterememekte ve yanlış şekilde penguenleri yönlendirmektedirler. Bu nedenle onlar tutuculukları ve değişime açık olmamaları nedeniyle toplumlarını büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya bırakmaktadırlar.

3.6. Kurumsal Sekülerleşme-Farklılaşma-Özerkleşme

Modernitenin kapsamlı olan her düşünce biçimini parçalayıcı yapısı, hayatın tümünü kapsayan homojen karakterinin paramparça edilmesine neden olarak kurumsal özerkleşmenin yanı sıra insan bilincinin de darmadağın edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Farklılaşmanın sonucu olarak siyaset, ekonomi, sağlık, eğitim gibi alanlar dinin bütüncül sisteminden ve yönlendiriciliğinden uzaklaşarak ayrışma sürecine girmekte ve bu kurumlar kendi içinde özerk yapılara dönüşerek birbirlerini etkiledikleri eski karakterlerini kaybetmektedirler.182 Din kurumunu her hangi bir kurum haline dönüştüren bu durum,183

dinin hayatı tüm yönleriyle etkileyen gücünü

182 Dobbelaere, Secularization, s.25; Tschannen, a.g.m., ss.397-399; Bruce, “Sekülerleşme…”, s.32;

Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Anlamı…”, s.57; Berger, “Sekülerleşme Yanlışlandı”, s.274; Davie, “Yeniden Kutsallaşma”, s.257.

183 Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Üç Yüzü…”, s.114; Wilson, “Sekülerleşme”, s.12; Bruce,

anlamsız kılarak onun egemenliğine son vermektedir.184 Bu bağlamda Hollywood sinemasının sunduğu yaşamda din tarafından yönlendirilmeyen okul, üniversite, hastane gibi kurumlar laik ve seküler devlet otoritesine geçerek bürokratik rasyonel aklın yönlendiriciliğinde profesyonel yöneticiler tarafından yürütülmektedir.185

Dinin diğer alt-sistemler üzerindeki hâkimiyetinin ve toplumsal kontrolünün sona ermesiyle özerkleşen bu kurumlar186

dinin otoritesini reddederek dini bilgi yerine ‘pozitif’ bilim, sosyoloji ve siyaset gibi seküler otoritelere boyun eğmektedir. Buna bağlı olarak Hollywood sinemasının tasarladığı her bir kurumun kendisine özgü ayrılmış alanlarında yeni anlam yapıları geliştiren karakterlerin davranışları özgürleşmekte ve iş, ev, eğlence gibi her bir alanda farklı roller icra eden187

karakterler hayatlarını ve özellikle bilinçlerini paramparça etmektedirler. Dinin etki alanını kaybetmesiyle diğer alanlarda sanki ‘Tanrı yokmuş gibi’188

davranmaya başlayan karakterler, kendi isteklerine göre kurguladıkları yaşamlarında kurumsal dini geleneğin baskıcı yapısından kurtulmak istemektedirler. Bu çerçevede din dışı yeni anlam sistemlerinin her bir alanda kendine özgü yapılarıyla bireyleri kuşatması toplumun kendi içinde çatışmasıyla sonuçlanarak insanın ve toplumun bunalımına neden olmaktadır. Dinin özelleşmesi sebebiyle insanı bu bunalımdan çıkaracak bütüncül anlam yapılarından uzak kalınması, farklılaşmanın insan ve toplum yaşamındaki gücünü göstermektedir.

Toplumda bir zamanlar dinin yerine getirdiği işlevleri üstlenen çeşitli kurumların ortaya çıkması, dinin sahip olduğu egemenliğin de sona ermesi anlamına gelmektedir.189 Bunun nedeni sözü edilen kurumların dinden arındırılmış olmasıdır. Modern öncesi dönemde kurumların dini yapı ile bitişiklik göstermeleri onların etkilerini tüm alanlara yayarak güçlenmelerini sağlamaktayken, modern yaşamda ise kurumların seküler bir görünüme sahip olmaları bireylerin zorunlu olarak

184 Yasin Aktay, “Postmodern Dünyada Din: Bir Anlatı mı, Tanrı’nın İntikamı mı?”, Din Sosyolojisi,

Der. Yasin Aktay & M. Emin Köktaş, 2. Bas., Vadi Yay., Ankara, 1998, s.309; Coleman, a.g.m., s.46; Beyer, a.g.m., ss.209-210.

185 Wilson, “Sekülerleşme”, s.14; Bruce, God is Dead, s.8; El-Messiri, a.g.m., s.55; Gorski, a.g.m.,

ss.132-133.

186 Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Anlamı…”, ss.58-63; Dobbelaere, Secularization, s.24; Davie,

“Avrupa…”, s.232.

187 Tschannen, a.g.m., ss.398-399, 407.

188 Dobbelaere, Secularization, s.23; Casanova, a.g.e., s.40. 189 Özay, a.g.e., s.38; Wilson, “Sekülerleşme”, s.10.

sekülerleşmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan çevreyi etkileyen merkezi gücünü kaybetmesiyle özerk bir yapıya bürünmek zorunda kalan dini yapı, kurumsal farklılığın hayatı farklı bir yer haline getirmesiyle kendi içindeki gücünü de kaybederek dönüşüm geçirmekte ve içsel sekülerleşmeye maruz kalmaktadır.190

Bu bağlamda Hollywood sinemasının tasarladığı yaşamda toplumun bölümlere ayrılması sonucunda birey, kurumların çoğulculaşan farklı anlam yapıları arasında dinine karşı sadakatsizlik duygusuna kapılmadan kendisine ait özerk anlamlarını üretmek amacıyla özgürce seçimler yaparken sekülerleştiğinin farkına varamamaktadır.191

Örneğin, büyük dinlerin kendisini sıkan ve bunaltan bağlılıklarından rahatlamak isteyen birey, küçük dini gruplara katılarak kendi anlam sistemlerinin genel bir kabul görmesini sağlamak istemektedir.192

Bu nedenle birey her bir kurumun baskısı altında yönlendirilirken kendince özgür seçim yaptığı her tercihinde kendini merkeze oturtarak, zaten kendi özerk alanına hapsolmuş dinin etkisini hissetmeden ve aşkın düşünme biçimlerinden uzak bir biçimde yaşamını seküler bir yöne kaydırmaktadır.

Hollywood sinemasında önemli bir değer olarak sıklıkla seyirciye sunulan ‘bireysel seçim’ olgusu, karakterlerin ‘kuralların katılığından’ kurtularak dini veya kamusal herhangi bir aracıyı kabul etmemelerini sağlamakta ve dolayısıyla onların dini inançlarını şekillendirmelerinde kendi tecrübelerinden yola çıkarak hareket etmelerine neden olmaktadır.193 Bu durum bireyciliğin, özerkleşmenin ve sekülerleşmenin çok önemli bir adımı olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Zira artık kurumsal dini yapıların otoritesi sarsılmakta, onların yönlendiriciliği ve yol göstericiliği kaybolmakta ve birey de istediği şekilde, özgür bir biçimde kendisine göre tanımladığı dini yönlendirmelerle hareket etmektedir.194

Hollywood sinemasının modern yaşamın altyapısını kullanarak inşa ettiği hayatta dinin bireysel bir seçim ve tercih konusu haline getirilmesi, din kurumunun sosyal etkisinin zayıfladığının bir göstergesi olmaktadır. Farklılaşmanın neden olduğu bu durumun sonucunda birey

190

Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Üç Yüzü…”, s.111.

191

Tschannen, a.g.m., ss.398-399.

192 Daniele Hervieu-Leger, “Sekülerleşme, Gelenek ve Dindarlığın Yeni Şekilleri: Bazı Teorik

Öneriler”, Çev. Halil Aydınalp, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:26, 2004, ss.54- 55.

193

Özay, a.g.e., s.65. John Torpey, “Amerika’nın İstisnalığı mı?”, Çev. M. Ali Kirman, Sekülerleşme - Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapcıoğlu, Otto Yay., Ankara, 2015, s.305, 307-308.

için din yalnızca bir inanç ve vicdan meselesi haline gelmekte ve buna bağlı olarak da hayat farklı bir bakış açısıyla değerlendirilmeye başlanmaktadır. Sosyal değişmeyle birlikte toplumsal ilişkilerin karmaşık hale geldiği bu modern toplumda, farklılaşmanın sonucu olarak işbölümü ve uzmanlaşma gerçekleşmekte ve bu toplumsal şartlarda din de kendi özel alanına çekilmektedir. Dinin özerkleştiği bu yaşam biçiminde rasyonelleşme ile bilimsel bakış açısı dinin konumunu çalarken bu süreçle birlikte dini inançların inandırıcılıkları zayıflamakta, dini bağlılıklar kısa süreli gerçekleşmekte ve seküler değerler bir sistem haline getirilerek din geri plana itilmektedir. Geleneksel otoritelerin etkisinin azaldığı bu modern yaşamda bireysel tercihlerin arasında yeni anlam dünyaları ve yeni dindarlık anlayışları oluşturulurken din de üretilip tüketilen bir meta haline dönüştürülmektedir.195

Hollywood sinemasının tasarladığı yaşamda gündelik hayatın birbiriyle bağlantısız özerk alanlara ayrılarak farklılaştırılması, yani kompartımanlaştırılması, özelleşmeyi de beraberinde getirmektedir. Din kurumu, hâkim konumunu yitirerek söz konusu post/modern toplumda ancak ‘kompartımancı’ bir anlayışla kendisine bir yer edinebilmektedir.196 Bu durum gizli bir sekülerleşmeyi göstermektedir. Zira kurumsal dinden bağını keserek bireysel dindarlığa yönelen karakterler, kendilerini dinî ve manevî açıdan son derece güçlü kişiler olarak tanımlamaktadırlar. Filmlerde esasında oldukça dine bağlı gibi görünen ‘dindar’ karakterler, yalnızca belirli zamanlarda ve durumlarda dine bağlı iken, hayatlarının değişik anlarında ise farklı davranışlar sergilemektedirler. Bu nedenle dine bağlıymış gibi görünen böyle bir yaşantının, dinin bütüncül anlayışından uzaklaşması ve onu dikkate almaması nedeniyle farklı bir din anlayışına sebebiyet verdiğinin üzerinde durulması gerekmektedir. Bu bağlamda kompartımancı anlayışın bireyi farkında varmadan sekülerleşmeye itmesine rağmen; Hollywood sinemasının ise bireyi, bütüncüllükten uzak biçimde dini bir inanış ve yaşantıyla buluşturarak onu sahte bir dindarlık algısıyla kuşattığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşım bireyin belirli zamanlar aralığında kendisini dindar olarak görmesine ve dinin hayatın tümünü kuşatan yapısını sadece belirlenen zaman aralığına sıkıştırmasına neden olmaktadır. Ancak bireyin dinden uzak kaldığı diğer zamanlarda yaşadığı seküler hayat, dindar

195 Hamilton, a.g.e., s.188; Bayer, a.g.e., s.42; Touraine, a.g.e., s.23, 25.

hissedilen anların hayata olan etkisini anlamsızlaştırmakta ve kendiliğinden bir süreçle hayatın tümünü sekülerleştirmektedir.

Hollywood sineması inşa ettiği seküler kurumlar aracılığıyla bireyleri hegemonik bir şekilde yönlendirerek onların özgürlüklerini işlevsiz kılmaktadır. Buna bağlı olarak her bir kurumun kendisi için belirlemiş olduğu kalıpsal davranış biçimlerini içselleştiren bireyler, sahte bir özgürlük duygusu içerisinde kendilerine empoze edilen kurallarla hayatlarını sürdürmektedirler. Dolayısıyla kurumsal