• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

4.6. Değişen Din Algısı

Modern dünyanın kutsalı hayattan dışlayan ve yerinden eden yapısı, dinin yalnızca bu hayata adapte edilerek yaşamasına izin vermekte ve dolayısıyla onun değişik şekillere bürünmesine neden olmaktadır. Bu sosyal ortamda sekülerleşen bir bilinçle hareket eden modern bireyler, aslında dini davranışların yaşantılarında yer almasını istememekte hatta buna engel olacak şekilde yeni din anlayışları üretmektedirler. Ancak bireylerin dine yönelik bu olumsuz tutumlarına rağmen onların kendilerini dindar hissetmeye devam ettikleri görülmektedir. Modern dönemde ortaya çıkan bu büyük değişimle birlikte geleneksel dindarlık biçimlerinden farklı olarak inşa edilen yeni inanışlar oldukça dikkat çekmektedir. Bu çerçevede din sosyolojisi araştırmalarında dile getirilen ‘ait olmadan inanma’, ‘dindar değil ama inançlı’, ‘seküler teoloji’, ‘seküler Hıristiyanlık’, ‘dinsiz Hıristiyanlık’, ‘ateist Hıristiyan’ şeklindeki yeni dindarlık biçimleri modern bireyin içine düştüğü parçalanmışlığı bizlere çok iyi bir şekilde göstermektedir.350

Modernleşmeyle birlikte değişen bu din algısının oluşum sürecinin araştırılması, modern insanın düştüğü konumda sorunların asıl nedenlerini tespit etmede önemli veriler elde edilmesini sağlayacaktır.

Grace Davie’nin ‘ait olmadan inanma’ ve Casanova’nın ‘inanmadan ait olma’ kavramları351

üzerinden dini araştırmalarda bulunması, Hollywood sinemasının dindar olarak olarak gösterdiği karakterlerin değerlendirilmesi bağlamında bize çok önemli açıklayıcı yorumlar yapabilmemize imkân sağlamaktadır. Modern bireyler ‘ait olmadan inanma’ durumunda bile kendilerini inanmış olarak kabul etmektedirler.

349 Davie, “Yeniden Kutsallaşma”, s.271; Davie, “Avrupa…”, ss.237-238. 350 Kirman, Din ve Sekülerleşme, s.26, 66; Berger, Kutsal Şemsiye, s.242; 351 Berger, “Günümüz Din Sosyolojisinin Problemleri”, s.94.

‘İnanmadan ait olma’ konumunda bulunan bireyler ise ait oldukları dine sadece bir kimlik edinme olarak yaklaşmaktadırlar. Bu bilinçle hareket eden bir Hıristiyan karakterin boynuna taktığı haçla Hıristiyanlığın tüm emirlerini yerine getirmek zorunda kalacağı gibi bir düşünce içerisine girmediği görülmektedir. Onun için haç, ülkesinin ayrılmaz bir sembolü ve her ne kadar çoğu emrini yerine getirmese de içinde kendini huzurlu hissettiği dininin ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Ayrıca toplumsal göstergelerin dayattığı tüketici edimlerinin zorlamasıyla da haç kullanımı gerçekleşmekte ve bireyler kimlik edinmenin hipergerçekliği içinde kendilerini tanımlamaktadırlar. Bu bağlamda Hollywood sinemasının dinleri genel olarak şekil- görüntü-gelenek açısından şekillendirmesi, bireyin kabul ettiği bir din anlayışından daha çok, ona ‘benimsetilen’ bir din algısını gündeme getirmektedir. Dolayısıyla seküler bilincin oluşmasında ‘benimsetilmiş’ din algısının önemli bir yer tuttuğu unutulmamalı ve modern bireylerin manipüle edilerek sekülerleştirilmelerinin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Önemli olan husus bireylerin ‘inanmadan ait olma’ konumuna itilirken onları çevreleyen toplumsal bağlamın zorlayıcılığını tespit edebilmektir. Bu çerçevede söz konusu bu durumu sekülerleşen müslümanların hayatı üzerinden değerlendirmek gerekirse; örneğin, içkiyi bir yaşam tarzı düzeyinde hayatından eksik etmeyen seküler birey, domuz eti söz konusu olduğunda büyük bir tepkisellikle duruma yaklaşmaktadır. Tabi burada İslam dininin önemli emirleri yerine getirilmezken, sadece kalıplaşmış dindarlık motiflerinin kabul edilmesi bağlamında bir ‘inanmadan ait olma’dan söz edilmektedir. Bu bakımdan kendini İslam dinine ait hissederken onun emirlerinden uzak bir şekilde yaşam sürdürülmesi ‘inanmadan ait olma’ düşüncesinin bireylerin yaşamlarında önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.

Hollywood sineması tasarladığı modern dünyada dinin kurumsal boyutunu zayıflatarak onu kültürel bir kaynak ve kültürel bir bilinçlenme düzeyine dönüştürdüğü görülmektedir.352

Bu bakımdan vahyî aşkın boyutu arka plana atılarak dinin geleneksel kültürel yaşamdaki görüngülerine dayalı olarak inşa edilen yaşantılar, popüler halk dindarlığının öne çıkmasına ve dinin asli işlevlerinin arka

352 Ali Coşkun, “Toplumsal Düşünce Tarihinde Din Sorunu”, Din, Toplum ve Kültür, Der. Ali

Coşkun, İz Yay., İstanbul, 2005, ss.15-16; Ostwalt, a.g.m., s.42; Tekin, Kutsalın Serüveni, s.21, 25- 26.

plana atılmasına neden olmaktadır. Bu durum ‘kültürel din’in içinin ne ile doldurulduğunun araştırılması ile daha da bir önem arz edecektir. Esasında dinin kültürün içinde yerleşik bir şekilde konumlanmasına bağlı olarak kabullenilen kültürel dini yaşantılar, sekülerleşmenin önlenmesi yönünde oldukça etkili bir düzey olmasına karşılık; kültürün içini dolduran dinsel altyapının içeriğinin seküler etkiler barındıracak şekilde oluşturulması ve içeriğinin dindışı, ezoterik, mistik ve batıl inanç düzeyindeki bilgilenmeler eşliğinde biçimlendirilmesi dini bilinçlenmeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle inanç düzeylerinin arttığı iddia edilen dini araştırmalarda, dinin kültürel bağlamda kabul edilmesine bağlı olarak nasıl bir dini bilinçlenme gerçekleştiğinin araştırılması oldukça önem arz etmektedir.

Hollywood sinemasının sunduğu modern dünyada dindarlığın tamamen insan hayatından uzaklaştırılmadığı görülmektedir; orada yalnızca yaşamı tümüyle kuşatarak kültürel hayatı yönlendiren ve şekillendiren bir dini anlayış reddedilmekte, dolayısıyla dindarlık bireylerin vicdanlarına ve özel yaşamlarına sıkıştırılmaktadır. Bu şekilde değişen bir din algısı hayatın yeniden inşasını zorunlu kılmaktadır. Artık hayatın içinde görünen dinsel yaşantılar mabetlere, evlere ve vicdanlara hapsedilmek istenmekte; dinin gündelik yaşantıda görünür olması, istenilmeyen bir durum olmaktan daha öte bakışların sertleştiği ve kızgınlığın arttığı bir duygusal boyut kazanmaya başlamaktadır. Hollywood sineması ötekileştirdiği yaşam biçimlerine olması gereken tahammül ve toleransı ortadan kaldırdığı için dinsel görünümleri kendisinin seküler yaşam alanına izinsiz bir geçiş olarak göstermekte ve bu nedenle dinsel olana tutumu sertleştirmektedir. Ayrıca Hollywood sineması tasarladığı yaşamda kurumsal dinden memnun ol/a/mayan modern karakterlerle birbirinden farklı inanç biçimlerini kurgularken, seyirciler de bu yönde bir bakış geliştirerek hiçbir yere bağlanmadan ama her yerden istifade ederek yeni din anlayışlarını kendilerince inşa etmektedirler. Bu inşa etme sürecinde seyircileri yönlendiren Hollywood sineması onların modern yaşantıyı sorgulamasını sağlayacak ve seküler isteklerine engel olacak dini anlayışları törpüleyerek zararsız hale getirmektedir.

‘Kurumsallaşmış dinden kaçış’ın yaşandığı modern dünyada aslında sekülerleşmenin yaşanmadığı yönündeki değerlendirmeler,353

dinin sadece bireyler tarafından yaşanan bir olgu olarak kabul edilmesini vurgulamaktadır. Dolayısıyla bu düşüncenin kabul edilmesi sekülerleşmenin de kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Zira sadece bireylerin vicdanlarına ve belirli eylemlerine hapsolmuş bir din algısı hiçbir zaman toplumsal varlık gösteremeyecek ve dinlerin öngördüğü büyük değişimlerin gerçekleştirilmesine olanak sunmayacaktır. Dinler toplumsal dönüşümün gerçekleşebilmesi için ilk olarak bireylerin bilinçlenmesini ve daha sonra bilinçli bireylerin bir araya gelerek toplumları dönüştürmesini inananlarından beklemektedir. Fakat bireysel vicdanlarda kalmış bir din algısının toplumu değiştirmesinin imkânı olmadığı gibi, aynı zamanda bireyleri dahi tatmin edemediği görülmektedir. Bu bağlamda Hollywood sinemasının bireylere psikolojik destek sağlaması açısından bireyselleşen din algılarını öne çıkarması ve onları modern dünyanın bunalımına karşı hayata anlam katacak imkânlar olarak göstermesi, dinlerin büyük anlatılarının anlaşılmasının önünde engellemelere neden olmaktadır. Bu nedenle dinlerin bir tür rahatlama ve kaçış sığınağı olarak kabul edilerek bireysel dindarlıkların önemli bir görevi üstleneceği iddiasının yalnızca palyatif bir tedbir olarak işe yarayacağını; ancak totalde asli bir iyileşmeyi mümkün kılamayacağını vurgulamak gerekmektedir.

Modern dünyada değişen din anlayışına paralel olarak ritüeller de sekülerleşmektedir. Ritüellerin formel yönleri kısalırken bilişsel yönlerinin önemi artmakta, ancak onların içerikleri kutsalla daha az bağ kurar hale gelmektedir. Ayrıca ritüeller rasyonelleşerek aşkın boyutundan uzaklaşmakta ve gündelik yaşamın rutinleşerek sıradanlaşan bir parçası haline gelmektedir.354 Bu bağlamda Hollywood sinemasının sunduğu yaşamlara bakıldığında dini normların, eylemlerin ve bilincin toplumsal karakterini kaybetmesiyle birlikte hayatın kutsal yapısını kaybettiği ve buna bağlı olarak bireysel din algılamaları ve özel dindarlık biçimlerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu süreçte kiliseye gitme ritüeli haftalık gerçekleştirilen sıradan bir eylem halini alırken, rahiplerin vaazları da sadece o an için dinlenilen konuşmalara dönüşmektedir. Dolayısıyla bu ritüellerin Tanrı’ya ulaşmayı sağlayan

353 Köse, “Modernleşme-Sekülerleşme İlişkisi…”, s.208.

özelliği neredeyse ortadan kaybolarak yalnızca geleneksel kültürel uygulamalara dönüştüğü anlaşılmaktadır. Örneğin kilisede geçen sahnelerin yer aldığı filmlere bakıldığında, onların büyük bir çoğunluğunda bireylerin bu ritüellerden herhangi bir kutsal bağ elde edemedikleri görülmektedir. Bireyler yalnızca pazar ayini, cenaze ve düğün merasimi gibi ritüelleri toplumsal süreçte olması gereken zorunlu eylemler olarak görmekte ve bu ritüellerin dini ve milli kimliklerini koruduğunu düşünmektedirler.355

Bu nedenle söz konusu ritüellerin kutsallık vasfından daha ziyade sivil din bağlamında anlam kazandığını söylemek mümkün görünmektedir. Ayrıca bu ortamda din adamlarının kullandıkları dil, üslup ve yöntemlerin de seküler bir tarzda şekillendiği görülmektedir. Bunun nedeni sekülerleşen bireylerin din adamlarının kullandıkları aşkın din diline uzak kalışları olabileceği gibi, aşkın üslupların dahi seküler insanda dini duyguları canlandırmada etkili olamadığı gibi acı verici bir durum da olabilmektedir. Ne yazık ki sekülerleşen toplumda insanın vicdanının sesini harekete geçirebilecek tüm kanallar kapanmaktadır. Ayrıca modern dünyada artık ‘profesyonel’ bir şekilde hareket eden din adamlarının seküler bir üslupla bireylere din anlatmalarının modernitenin içinde tutsak kalmış bireylerin hakikati kavramlarına olanak sağlamaması da değerlendirilmesi gereken ciddi bir durum olarak görünmektedir. Modern insanın vicdanını harekete geçirebilecek güçlü anlatımların olmayışı bireylerin dine bağlanmalarına imkân vermemektedir. Bu nedenle bireyler özel dua, batıl inançlar, astroloji ile ilgilenme, yıldız falına inanma, alternatif holistik terapiler gibi popüler kültürün kendilerine dayattığı birçok dinimsi ritüele başvurarak kendi ‘özel dinlerini’ oluşturmaktadırlar.356

Bu bakımdan geleneksel dini algılamalardan uzaklaşarak bireyselleşen, özelleşen ve sivilleşen din zorunlu olarak sekülerleşme ile karşı karşıya kalmaktadır. Zira bu durumda bireyler sürekli olarak kendilerine ve bu dünyaya yönelerek inandıkları dinlerini dünyevi meselelerin konusu haline getirmektedirler.

Bireyler karşılaştıkları yeni sorunlara kendi inançlarıyla çözüm üretemedikleri zaman, dinlerini terk etmek yerine; eski/yen dinlerinin yıkıntıları

355 Aldridge, a.g.m., s.115.

içerisinden yeni inanç biçimleri geliştirme yoluna gitmektedirler.357

Bu bağlamda Hollywood sineması geleneksel yaşamın hayata kattığı anlamları, kurguladığı modern hayatlarda da göstermek isterken; eskinin yıkıntıları içinden yeni yaklaşımlar geliştirerek huzuru aramaya çalışmaktadır. Bu açıdan Hollywood sineması yeni bir dindarlığın ortaya çıkmasında etkili bir araç olarak sahneye çıkmaktadır.358

Ancak dinini eskimiş olarak gören ve onun günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini düşünen bireylere uygun bir din üretilmesi, postmodern tüketim toplumunun paradigmasına uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu anlayışa paralel olarak Hollywood sinemasının modern yaşama adapte ettiği din, seyircide yeni din anlayışları ortaya çıkararak onun için kurtuluşun adı haline gelmektedir. Seyircinin bu süreçteki din algılamaları, dinin asli şeklinden uzaklaşılmasını gündeme getirmektedir. Zira seyircinin alımlama sürecinde dinin kimi unsurları reddedilmekte ve yeniden uyarlanan bir din algısı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca alımlama sürecinde postmodern tüketim toplumunun yapısına bağlı olarak her şeye olduğu gibi dine de tüketim odaklı yaklaşılması, dini bilincin değişmesine hatta ortadan kaybolmasına neden olmaktadır. Bu süreçte seyircide mevcut olan dini bilincin onun yanlış yönlere savrulmasına engel olacağı varsayılsa da, aslında burada postmodern tüketim edimlerine bağlı olarak dönüşen tüketici bireyin hipergerçek dini bilincinden bahsedilmesi gerekmektedir. Burada dikkatli bir bakış açısıyla incelendiğinde seyircide dini bilinç olarak görünen olgunun, bireyin zihninde kodlanan seküler ilgiler etrafında çevrelenen yaşamın içinde din duygusunun yarattığı boşluğu gündelik hayatta doldurma işlevinden başka bir şey olmadığı görülecektir. Bu anlamda alımlama sürecinde dinin yenilenmesinden öte tahrif edilmesi gündeme gelmektedir.

Hollywood sinemasının tasarladığı yaşamda dini hakikatlerin işaret etiği tek bir mutlak anlam yerine, seküler değer yüklü mutlak anlamlar arasından seçim yapmaya başlayan bireyler ‘dini sembol sistemleri’nin parçalanışıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu parçalanışın çoğulcu yapılara yol açmasıyla birlikte bireyler

357 Joseph Fichter, “Youth In Search Of The Sacred”, Ed. Bryan Wilson, The Social Impact Of The

New Religion, Rose of Sharon Press, New York, 1981, s.34.

kendilerini bu yapılardan birini seçmek zorunda hissetmektedir.359

Çoğulcu ortamın kendisine sunduğu birçok din algısından istediğini kabul etme özgürlüğüne kavuşan360

postmodern birey için seçim olgusu önem kazanmaya başlamaktadır. Zira dindışı sahte kutsalların, ikonların ve Tanrıların icat edildiği bu yaşamda birey hangi Tanrı’ya inanması gerektiğini birçok dini yapılanmanın kendisine sunduğu bilgiler çerçevesinde sorgulayarak, ya onlardan birini seçmekte ya da kendisinin ürettiği yeni bir Tanrı kurgusuyla bu çoğulcu yapıya dâhil olmaktadır.361

Bu çerçevede ‘çoğul gerçeklikler’ olgusu çerçevesinde farklılaşan her bir alan arasında ‘bilinç atlamaları’ yaşayan bireyler, içinde bulundukları alanın özelliğine göre birbirinden farklı bilinç yapılarına bürünmektedirler.362

Dinin bu şekilde özerkleşmesinin ve bütüncül algısının parçalanması sonucunda hayat kompartımanlara ayrılarak sekülerleşmektedir. Bu nedenle dini inançlar ancak özel yaşam alanlarında kendisine bir yer bulabilirken,363 postmodern bireyler de kendi dinlerini oluşturmada aktör konumuna yükselmektedirler. Bireysel kimliklerini oluşturarak kendilerini özel hisseden postmodern toplumun üyeleri, artık dinlerini de özelleştirerek bireysel dinlerini yaratmaktadırlar.364

Bu noktada üzerinde durulması gereken husus, modern öncesi dönemde inanılan dinin sağlam bir karakter arz etmemesinin, bireyin yeni düşünce ve toplumsal şartlar karşısında bir anda dağılmasına neden olmasıdır. Dolayısıyla geleneksel dönemde sahih bir inanca sahip olunamaması, postmodern dönemde ortaya çıkan yeni algılamaların bireylerin aklını çelmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle özgür irade olmaksızın hâkim dini tekellerin arasında sıkışan birey, bu daralmış alandan kurtulduğu anda kendini yeniliklerin kucağına bırakmaktadır. Dinin tekelci baskısının hissedilmediği postmodern dünyada bireyler özgür iradelerini kullanırken dini bağlılığın kuvvetli olmamasından kaynaklanan sebeplerle ve seküler ilgilerin çekiciliğiyle akılları karışmaktadır. Bu bakımdan geleneksel dönemdeki inancın kalitesizliği, modern dönemde seküler büyünün etkisiyle bireyin inanç dünyasında savrulmalarına yol açmaktadır.

359 Tschannen, a.g.m., s.407. 360 Berger, Kutsal Şemsiye, s.208. 361

Kaplan, “Seküler Aklın Ötesi”, s.101-102.

362 Subaşı, Gündelik Hayat ve Dinsellik, ss.31-32. 363 Touraine, a.g.e., s.23.

Hollywood sinemasının inşa ettiği toplumda dinin özelleşerek bireylerin öznel tercihlerinde değişikliğe uğraması din algılamalarını büyük ölçüde etkilemektedir. Bu yaşamda birbirinden farklı inançları bir araya getiren ‘din kokteylleri’nin bireyin yaşamında yer bulması nedeniyle Hıristiyanlığa, İslam’a, Budizm’e ve yeniçağ dinlerine aynı mesafede durarak onların hepsine birden aynı anda inanan modern inanç biçimleri ortaya çıkmaktadır.365 Örneğin “My Name is Khan” filminde müslüman ve kâfir arasında ayrım ortadan kaldırılarak yalnızca iyi ve kötü insan üzerine vurgu yapılmaktadır. Dolayısıyla dinlerin hakikat olma, değer üretme ve iyi insan yetiştirme işlemleri yok sayılarak ve anlamsız kılınarak dinden bağımsız hümanist bir yaklaşımla iyilik ve kötülük tanımlanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca filmin başkahramanı müslüman olmasına rağmen kilisede ayine katılarak onlarla birlikte ilahiler söylemeyi hiçbir şekilde kendisine sorun edinmediği görülmektedir. Bu bakımdan Hollywood sinemasının kurguladığı dünyada yaşayan postmodern bireylerin bu anlamda dinlerine olan ‘sadakatlerini’ kaybettikleri görülmektedir. Bireylerin bu şekilde bir dönüşüm geçirmelerinin nedeni postmodernitenin hakikatleri göreceleştirerek sabit değerleri anlamlarından koparması, toplumda bireylerin öznel algılamalarında her ne beğeniliyorsa birbiriyle çelişik bile olsa onu kabul etmekte bir sorun yaşamamaları ve sınırların ortadan kalkmasıdır. Dolayısıyla dinlerin dogmatik yapılarını sert bulan postmodern bireyler, dinlerin keskin inanç çizgilerini silerek bir anlamda bunları flulaştırmak istemektedirler. Postmodern bilincin kendi içinde önemli olan her şeyi alttan alarak işi ciddiyetsizliğe vuran karakteristik yapısı nedeniyle dinlerin geleneksel algılanış tarzları dönüşüme uğramaktadır. Artık dinlerin inanç yapılarındaki bütünsellik parçalanarak ritüellerin ve dini eylemlerin önemini kaybetmesi sonucunda postmodern bireyin belirsizleşen bilincinde her şekle girmeye hazır bir din oluşmaktadır. Diğer bir örnek, “Avatar” filminde Tanrı inancı farklı bir şekilde gösterilerek, tüm yolların doğanın içinde kaybolduğu ve Tanrı’nın bizzat doğa haline dönüştüğü panteist bir paganizm öne çıkartılmaktadır. Bu tür filmlerde mistik unsurlar bir taraftan binbir gece hikâyeleri gibi fanteziler yaratarak seyirciyi kendine bağlama işlevi görürken, diğer taraftan dinlerin modern toplum için en ‘tehlikeli’

365 Tschannen, a.g.m., s.401; Harvey Cox, “Piyasa Tanrısı”, Çev. Ali Köse, Laik Ama Kutsal, Der. Ali

yönlerini kırpıp onları ehlileştirilmiş bir uyuşturucu olarak yeniden kullanıma sokma amacı taşımaktadır. Filmdeki ‘egzotikleştirme’ yöntemi de, uyuşturma ve çarpıtma mekanizmalarından en önemlisi olarak seyirciyi yanlış bir anlamlandırmayla karşı karşıya bırakmaktadır.366

Hollywood sineması siyaset kurumunun inşası ve işleyişinde dini birincil derecede meşruiyet aracı olarak göstermeyerek seküler bir yaşamın kapılarını aralamaktadır. Bu yaşamda Tanrı merkezli dünyanın yapılandırdığı anlayış biçimlerinin yerini, sekülerleşmiş kamusal ve etik ahlakı devralmaktadır.367

Dolayısıyla modern bireylerin bilinçlerini hareket ettiren itici gücün ilahi yönünü kaybetmesiyle ‘Kant’ın ahlakı’ örneğinde olduğu gibi rasyonel düşüncelerle şekillenen ahlaki edimler ile devletlerin koyduğu kurallara uymak zorunda kalan modern bireyler kendi seküler dinlerini oluşturmaya başlamaktadırlar. İlahi kuralları dikkate almak istemeyen modern bireyler bu defa insanın kendi belirlemelerinde sekülerleşmektedir. Bu ortamda toplumu yönlendiren kurumsal dini yapılar makro ölçekte güçlerini kaybederken,368

çoğulculuğun ortaya çıkardığı yeni din anlayışları yalnızca belirli alan ve düzeylerde bireyleri etkilemeye başlamaktadır. Modern öncesi dönemde kurumsal dini yapılar toplumsal yaşamı tüm yönleriyle etkilerken; postmodern dönemde bireylerin yeni din anlayışlarına yönelmeleri onların gündelik hayatın küçük sorunlarıyla ve davranış biçimlerine odaklanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla çoğulcu yapıların büyük anlatılardan uzaklaşarak mikro işlevler üstlenmesi, dinin tam olarak yaşanılmasına imkân tanımamakta hatta bireylerin üzerinde sahte bir inanış gerçekleştirerek onların eksik bir dine inandıklarının farkına varmalarını engellemektedir. Bu nedenle bireyler seçtikleri dini yapılanmanın kendilerine sunduğu inancı yeterli görerek hakiki inançtan uzaklaşmaktadırlar. Ayrıca çoğulculuğun ortaya çıkardığı yeni din anlayışları, dinin tam olarak yaşanılmasını ve bireylerin bütüncül bir yaklaşımla dine yaklaşmalarını önleyerek sahte bir gerçekliğin içinde bireyleri hapsetmektedir.

366

Gülşen, Hakikatin Sineması, ss.333-336.

367 Andrew Davison, Türkiye’de Sekülarizm ve Modernlik - Hermenötik Bir Yeniden Değerlendirme,

Çev. Tuncay Birkan, İletişim Yay., İstanbul, 2002, s.10.

Hollywood sinemasının inşa ettiği modern dünyada her şeyin ekonomik düzeyde ele alınmasına neden olan kapitalist perspektif, rasyonel hesap ve pazar mantığının bireyler tarafından içselleştirilmesini sağlayarak din algılamalarını da bu yönde şekillendirmektedir.369

Bu süreçte, içinde yaşadığı topluma adaptasyonunu tamamlayan birey, dine arz-talep, kâr-zarar, risk-güven gibi rasyonel süreçlerle yaklaşarak değerlendirmelerini bu kavramlar üzerinden gerçekleştirmeye başlamaktadır. Bu bakımdan insanlar bakışlarını doğaüstünden dünyaya yönlendirerek elde edebilecekleri metalar üzerinden hayata bakmakta ve bu sırada din algısı şekil değiştirerek değer kaybetmektedir. Geleneksel anlayışlardan uzaklaşıldığı bu hayatta din üretilip tüketilen, ‘yeni’lenerek değiştirilebilen ve reklamı yapılabilen ekonomik bir ürün gibi ele alınmaktadır. Bu çerçevede ‘rasyonel