• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.3. Bilincin Sekülerleşmesi

Toplumun ve kültürün sekülerleşmesiyle birlikte bilincin de sekülerleşmesi kaçınılmaz olmaktadır.162

Aynı şekilde tersi bir durumu da düşünmemiz gerekir ki, bilincin sekülerleşmesi ile toplum ve kültür de sekülerleşmek zorunda kalmaktadır. Bilincin ve toplumun birbirini sekülerleştirmesi hususunda hangisinin birincil etkiye sahip olduğunu tespit etmek zor gibi görünse de, kanaatimizce bilincin sekülerleşmesi öncelikli olarak değerlendirmeyi hak etmektedir. Bilincin sekülerleşmeden toplumun ve kültürün sekülerleşmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu bağlamda Hollywood sinemasının tasarladığı evrende yaşayan bireyin toplumsal yaşamın seküler etkilerine direnç gösterememesinin asıl nedeninin, bir savunma mekanizması görevi üstlenen dini bilincin devre dışı bırakılmasından kaynaklandığının altının çizilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla geleneksel dini yaşamda dini bilinçle yaşamını sürdüren birey, Hollywood sinemasının sunduğu yaşamda ya kendi isteğiyle dini bilinçten uzaklaşmak istemekte; ya da ilk başta böyle bir isteği olmasa da toplumdaki seküler yaşamdan etkilenerek farkında olmadan dini bilinçten uzaklaşmaktadır. Bu bakımdan her iki durumda da dini bilincin kaybolmaya başlamasıyla birlikte sekülerleşen yaşam, her yönüyle ele geçirdiği bireyi kendisine tutsak kılmaktadır.

Hayatı fayda ve zarar hesapları etrafında değerlendirmeye başlayan Hollywood insanı, dinden seküler bir fayda göremediğini anladığı zaman hayatını yönlendiren dinini bir kenara bırakmaktadır. İnsanın dinden fayda görmediğini düşünmesinin nedeni ise, bilincinin sekülerleşerek hayatı maddi altyapıya göre değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Bilincin sekülerleşmesi ile insana huzur veren dini eylemler Hollywood insanı için rahatsızlık veren durumlara dönüşmektedir. Örneğin kazandığı parayı muhtaçlarla (‘başkalarıyla’) paylaşmak, lüks ve ihtişamdan uzak kalarak mütevazı bir yaşam sürdürmek inanan için mutluluk veren eylemler iken, sekülerleşmiş bilince sahip insan için bu eylemler anlamlarını kaybetmektedir. Dolayısıyla dünyaya anlam katan dini bilincin insandan uzaklaşması hayatın farklı bir yer olarak görünmesine neden olmaktadır. Bu nedenle dinlerin ilk olarak bireylerin bilinç yapısını değiştirerek ona göre yaşamlarını sürdürmeleri için bir altyapı oluşturmak istemelerini oldukça anlamlı bulmaktayız. Bilinç değişirse hayat ona göre değişmekte; ancak hayatın değişmesiyle birlikte bilinç de aynı şekilde değişmek zorunda kalmamaktadır. Aynı zamanda bilinç, istenilmeyen biçimde değişen hayata direnç göstererek insanın ideal olarak kurguladığı hayatı yaşatabilmek için insanın davranışlarını yönlendirmeye başlamaktadır.

Yarattığı değerlerle seküler temelli bütüncül bir toplum ve evrensel bir dünya görüşü sunarak düşüncenin dini biçimlerini reddetmenin yollarını açan aydınlanma, rasyonalleşme, sanayileşme, Rönesans, Fransız ihtilali, burjuva devrimleri ve bilimsel yöntemler hayatı farklı bir yer haline getirirken; bireylerin bu değişen hayata direnç göstermemeleri sonucunda da bilinç sekülerleşmek zorunda kalmaktadır.163

Dolayısıyla toplumsal yaşamın bireyin bilincini değiştirmesindeki bu önemli etki dikkate alındığında üzerinde durulması gereken konu, bireylerin değişen toplumsal hayata ‘direnç göstermeden’ sekülerleşmeyi istemeleridir. Bu bakımdan toplumsal yaşamın bireyleri etkilemesinin nedeninin, bireylerin seküler hayata karşı durmamaları ve onu arzu etmelerinden kaynaklandığını vurgulamak gerekmektedir. Bu bağlamda toplumsal yaşamın seküler etkilerine direnç göstererek dini bir yaşam sürdürebilen bireylerin varlığı göz önüne alındığında seküler toplumsal yaşamın zorlayıcılığından bahsetmek mümkün görünmemektedir. Bu çerçevede Hollywood

163 Hamilton, a.g.e., s.203; Berger, Kutsal Şemsiye, ss.91-92; Nazan Aksoy, Batı ve Başkaları,

sinemasının sunduğu yaşamda insanların seküler toplumsal hayata kendilerini bırakmaları onların sekülerleşmesini hızlandırırken, seküler yaşama direnç gösteren bireylerin ise sekülerleşmediklerini gözlemlemekteyiz. Örneğin “The Hurricane” filminin kahramanı haksız yere hapse atıldığı zaman hapishanenin kurallarını reddederek uzun süre ceza alacağını bile bile ve birçok sıkıntı çekerek mahkûm elbisesi giymek istememekte, dolayısıyla bir bakıma toplumsal yaşamın içinde eriyip gitmemenin ve ona direnç gösterebilmenin kanıtı haline gelmektedir. Bu bakımdan sekülerleşmeye neden olan olgular hayatı kuşatırken, bireyin bilinçli bir şekilde iradesini kullanarak bu olguların belirleyiciliğine meydan okuyabileceğini ve onların tutsaklığında bir yaşam sürmek zorunda olmadığını kavraması gerekmektedir. Bilincin hayatı yönlendirmedeki bu gücü karşısında bireylerin sahip oldukları bilinçlerine sahip çıkmaları onların özgür olup olmadıklarını da gündeme getirmektedir. Bu bağlamda Hollywood sinemasının tasarladığı yaşamdaki bireylere bakıldığında onların ideal düşüncelerin yönlendirmesiyle hayatlarını sürdürmediklerini ve bu nedenle iradelerini kullanamayarak çoğunlukla toplumsal belirlenimler etrafında bilinçlerini şekillendirdiklerini görmekteyiz. Hollywood dünyasının bu genel yapısının aksine “The Hurricane” filminde olduğu gibi, “1984, The Matrix, The Last Samurai, Equilibirium, V for Vendetta, Fight Club, Dead Poets Society, Mona Lisa Simile” filmlerindeki kahramanlar da benzer şekilde toplumsal dayatmaların karşısında durarak ideal çizgilerle özgür bir yaşamı yakalamak istemektedirler. Ancak onların seyirciyi büyük ölçüde etkileyen bu ideal çizgilerinin seküler bir yapıyla bütünleşmiş olması, seyircinin ideal olanı dini bağlamda düşünmeyi unutmasına ve bu nedenle filmin hikâyesine kendisini kaptırarak dini çerçevede anlam üretememesine neden olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Dolayısıyla bu filmlerin yönlendirmeleriyle toplumsal dayatmalara isyan ederek ‘özgür’ bir şekilde hareket etmenin önemini ‘anlayan’ seyirci, Hollywood sinemasının kendisine dayattığı bu seküler bilince uygun bir yaşam tasarlamak için uğraş vermeye başlamaktadır.

Hollywood sineması kendi kavram dünyasını yaratarak kendisine ait bir ilişkiler ağı kurmakta ve böylece kültürel bir süreç haline gelmektedir. Hollywood sineması bu süreçte varlıklar arasındaki ilişkinin niteliğine dair temel bir paradigma

değişikliği yaratmaktadır. Dinin üst yapıyı belirleyen baskın tavrı bu değişimle birlikte ters yüz olmakta ve artık seküler bilinç tüm yaşamı kendi etki alanına çekerek dönüştürmeye başlamaktadır. Bu bakımdan seyircide ilk olarak oldukça sevimli ve eğlenceli gelen Hollywood sineması vaad ettiği özgürlüğü hiçbir zaman seyirciye vermediği gibi, zamanla seyirci nezdinde güç kazandıkça ve kazanımlarını artırdıkça bu gücü ve kazanımlarını korumak için saldırganlaştırmakta ve zor kullanarak seyircinin bilincini elinden almaktadır.164

Hollywood sineması, yarattığı karakterleri seküler bilinç yapılarıyla donatarak onların dünyayı algılama tarzlarını dini bağlarından koparmakta ve bu nedenle geleneksel anlamda dini bilincin etkilerini zayıflatmakta hatta ortadan kaldırmaktadır.165

Bu nedenle dini bilinç kaybının yansıması olarak dini pratiklerin bireylerin hayatlarında yer almadığı görülmektedir.166

Hâlbuki dini bilinç, insan yaşamının tümünü kutsalla güçlü bağlar içerisinde yaşamasına imkân vererek hayata bütüncül bir perspektifle bakılmasını sağlamaktadır. Fakat Hollywood insanının seküler bilinçle kuşanmasından itibaren hayat bambaşka bir yere dönüşerek insanın kutsalla olan tüm bağları kesilmektedir. Seküler bilinç insanın tüm düşüncelerini, davranışlarını ve daha önemlisi bütüncül açıdan hayata bakışını her şeyiyle değiştirirken aşkın, mistik, gizemli her ne varsa terk edilmesine, insanın dünyayı seküler bir arena olarak görmesine, dünyanın dini büyüsünden arınmasına ve seküler büyüye teslim olmasına neden olmaktadır.