• Sonuç bulunamadı

Savaştan Kaçan, Düşmana Hizmet Etmiş Demektir

Savaştan Kaçan, Düşmana Hizmet Etmiş Demektir

Savaş, bir ordunun en büyük rütbelisinden, en küçük rütbelisine varıncaya kadar düşmanla topyekûn yapılan bir mücadeledir. Ordu içerisinde önemsiz kimse ve ehemmiyetsiz görev yoktur.

Bir asker kendisine verilen görevi sorgulamadan, küçük bir görev bile olsa onu çok büyük görevlerle aynı seviyede tutup en iyi şekilde yerine getirmelidir. Bu görevin çeşitli tecrübeler sonucunda en ince ayrıntısına kadar planlanıp, büyük faydalar sağlayacağı bilincinde olmalıdır. Verilen görevler barış zamanında da, savaş zamanı hayal edilerek aynı ciddiyetle yapılmalıdır.

Hiçbir asker ‘Bir tek benim eksikliğimden ne olacak, yokluğum fark edilmez bile’

diye düşünmemeli, kendisini küçümsememelidir.

Bununla ilgili çok anlamlı bir söz vardır:

‘BİR MIH BİR NALI, BİR NAL BİR ATI, BİR AT BİR KOMUTANI, BİR KOMUTAN BİR ORDUYU, BİR ORDU BİR ÜLKEYİ KURTARIR’

Vatan hainliği çok büyük bir günah ve insanlar arasında en aşağılık bir mertebedir.

Vatanı olmayan birisi, başkalarının vatanında yaşadığı sürece daima ikinci sınıf bir insan konumundadır, hiçbir hak konusunda öncelik elde edemez ve hep bir sığıntı muamelesi görür. Kendisinin yaptığı en küçük bir hata, o ülkenin asli vatandaşları tarafından

yapıldığında bir sorun teşkil etmese bile sığınmacının hatası büyütülür, ağır bir şekilde suçlanır ve hor görülür. En ağır işler ona verilir ve hak ettiği ücreti alamaz. Kendisi asli ülkesinde çok yüksek makamlarda olabilir ama sığındığı veya kendi ülkesinde bile olsa işgal altındaysa hiçbir değeri kalmaz. Bu durumu, kurallara göre hakkın kendisinde

olmasına rağmen kendisine yol verdiğim Suriyeli mülteci, bana teşekkür ettiğinde daha iyi anladım.

79

Şemsiye yağmurdan korur ama fırtınalı yağmurda hiçbir işe yaramaz, vatanı başka devletlere peşkeş çekip, onlara sırtını dayayıp şartlar ne olursa olsun seni korumasını beklemek ahmaklığın daniskasıdır. En ufak fırtınalı bir havada, çıkarının bittiği yerde yada kendisinin zarara uğrayacağı bir durumda aniden seni terk edip gidecektir, bunun örnekleri tarihin tozlu sayfalarında bolca bulunmaktadır.

Yüce ALLAH (cc), Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır:

‘Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz’ (Ankebût, 57) Her canlı bir gün öleceğine göre sadece kendimizi düşünmemeli, gelecek

nesillerimizin kendi vatanında rahat bir hayat sürebilmesi için, gerekirse canımızı vermeli, şu anki rahat yaşantımızın vatanı uğruna gözünü bile kırpmadan şehit olan dedelerimizin eseri olduğunu unutmamalıyız.

Savaştan kaçmak düşmana iki kere yardım etmek demektir. Birincisi, yapılması gereken görevi aksatarak yapılacak operasyonel manevraların sekteye uğramasıyla düşmana avantaj sağlanırken, ikinci olarak ordunun sayısını azaltıp hücum veya savunmada diğer askerlerin yükünün artmasına sebep verip yine düşmana avantaj sağlanmış olunmaktadır.

Şehit olup şerefle anılıp veya gazi olarak şerefle yaşayıp, herkesin gurur duyduğu bir fert olmak, gurursuz bir şekilde ölmekten evladır. Hem girdiğin o savaşta öleceğin kesin belli bile değildir, insanı ölümden eceli korur denmektedir, belki de gazi olma şerefi yazılmıştır alnına.

Babamın dedesi Çanakkale şehitlerindendir, savaşa beraber gittikleri bir asker savaşın kızıştığı bir anda dedemize kaçmayı teklif etmiş ve dedemiz tarafından vurulmakla tehdit edilmiş. Dedemizin şehit düştüğünü görünce bir yolunu bulup kaçmış. Bu olayı savaştan kaçan dedemin akrabası olan o kişi babama anlatmış. İyice yaşlandığı bir dönemde ayak parmağını bir farenin ısırmasıyla gelişen enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybetmiş.

Büyük dedemize ve tüm şehitlerimize minnettarım.

Çanakkale savaş bölgelerini tüm Türkiye vatandaşlarının görmesi, savaşın tarihini ve orada yaşanan hikâyeleri okuması, din, dil ve ırk ayrımı yapmadan nasıl bir araya gelerek vatan savunması yaptığını düşünmesi gerekir.

80

Öteden beri anlatıla gelen, merhum Turgut ÖZAL’ın başbakanlığı ve Vehbi

DİNÇERLER’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, bir Japon heyet Türkiye’nin daveti ile Türk eğitim sistemini incelemek üzere ülkemize gelir. Japon heyet araştırmalarını tamamladıktan sonra Turgut Özal’ın huzuruna çıkar ve gözlemlerini şu cümlelerle anlatırlar:

‘Bu eğitimle gençlerinize milli şuur vermeniz mümkün değildir!’

Odada bir şok etkisi oluşturan bu cümleler karşısında Japonlara sorarlar:

‘Siz, Japonlar gençlerinize milli şuuru nasıl veriyorsunuz, nasıl bir eğitim programı uyguluyorsunuz ki, bizimkini yetersiz buluyorsunuz?’

Japon heyetin sözcüsü, kendi sistemlerini şu sözlerle anlatır:

‘Biz, sizden aldığımız “Âmin Alayı” ( Osmanlı’ lar da çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olduğunda Âmin Alayı denen bir törenle eğitime başlanırdı) sistemiyle eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Önce çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyi gösterir, robotlarla

çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şoke olan çocuklarımıza deriz ki:

‘İşte gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün bir teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.’

Sonra çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp, düşmanın harap ettiği bölgelerimizi gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız, büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve bu defa da onlara şöyle deriz:

‘Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi böyle bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz hale

getirirler. Ama birlik ve beraberlik içinde çalışırsanız, güçlü olursanız, yücelirsiniz, milletiniz yükselir. Dünya’daki bütün insanlar size saygı duyarlar. Düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler. Artık birlik ve beraberlik içinde çalışmak veya çalışmamak konusunda kararınızı siz verin.’

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek, iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de milli bir şuur kazanırlar’ der.

Odada bulunanlardan biri:

81

‘ İyi de, bizim sizin gibi Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki’ der. Japonlar bu söz karşısında şu cevabı verirler:

‘Sizin Hiroşima ve Nagazaki gibi yerleriniz bizimkilerden çok daha etkilidir. Bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı tarihi savaş alanları sizde. Çocuklarınızın ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile.

Dünyanın en gelişmiş ve güçlü ordularına karşı Türk’ler, olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir zafer kazanıyorlar.

İmanın, azmin, birlik ve beraberliğin neleri yendiğini ispatlıyorlar burada. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek örneklerle doludur. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale’ye götürüp, gezdirmelisiniz. Her Türk genci Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı bölgeyi bilerek gezmeli, atalarının ne olmazları başardığını gururla görmeli, iftiharla

öğrenmelidirler.

Daha sonra onlara şöyle demelisiniz:

‘Sizler de, birlik beraberlik içinde çalışmazsanız düşmanlarınız yine gelirler, Çanakkale’yi işgal etmeye kalkışırlar, yurdunuzda özgür yaşamayı size layık görmezler ve tutsakları durumuna düşürmek isterler. Ama çalışır, teknolojiyi yakalarsanız, ülkenizi kalkındırır, ilerleyen ülke haline getirirsiniz. Düşmanlarınız karşısında başınız dimdik durursunuz’

Deyip, Çanakkale savaş alanının önemine vurgu yaparlar.

Başka ülkelerin yenildikleri halde kendilerini kahraman göstermek için, filmler yaparak çocuklarına yenilgilerini unutturmak istedikleri karşısında, bizim gerçek kahramanlık ve zaferlerimiz konusunda bu kadar gevşek davranmamız anlaşılır cinsten değildir.

Kişi nerede yaşamayı, yaşlanmayı ve ölmeyi istediğini, neslinin nerede devam etmesinin daha hayırlı olacağını düşünerek hareket etmelidir.

Hem Yüce ALLAH (cc), bize gönderdiği aşağıda ki ayetle, zalimlere karşı savaşmamızı emretmektedir. Zalimlikleri bize karşı olmasa bile, bana ne dememeli, daima mazlumun yanında olmalıyız.

‘Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların

kalplerindeki öfkeyi gidersin.’ (Tevbe,14)

Tabi ki bütün bu söylediklerimiz gerçek insanlar içindir, başka ülkelerde veya kendi ülkesinde başka bir ülkenin boyunduruğu altında gurursuz ca, aşağılanarak, rezil ve zelil biçimde, bir asalak olarak yaşamayı seçenleri kapsamaz.

82