• Sonuç bulunamadı

Kardeşlik, Ayrı Bedenlerde Aynı Kalbin Atmasıdır

Her ne kadar kardeşlik kelimesi aynı batından doğan (karındaş) kişileri tanımlasa da, aynı batından doğmayan ama yüreği aynı idealler için çarpan kişiler de birbirlerini kardeş olarak kabul edebilirler.

Nasıl ki süt kardeşliği ve kan kardeşliği gibi, aynı batından doğmayan ama ortak bazı değerleri paylaşan kişiler arasında aynı batından doğmuş gibi bir kardeşlik bağı

oluşuyorsa, aynı idealler uğruna çarpışan insanlar da, kardeşlik duygusuyla birbirlerine bağlıdırlar. Kardeşlik bağı oluşturmak uzun, meşakkatli ve hesapsız bir yolculuktur.

Uzundur çünkü ömrün sonuna kadar sürer, taraflardan birisi hayatını kaybetse bile diğeri onun acısını kendi hayatı sona erinceye kadar yoğun şekilde hisseder. Meşakkatlidir çünkü senin sıkıntılarının yanında onun da dertleriyle dertlenmek zorundasındır, tabi bunun birde iyi yönü var o da kardeşinin sevinçleriyle sende mutlu olacağın için iki katı güzel duygular yaşanması anlamına gelir. Hesapsızdır çünkü çıkar ilişkisi olan bir bağ pamuk ipliğine benzer, çok çabuk kopar.

Eğer birisiyle kardeşlik bağı kurmak istiyorsak bu durumları göze almalı, karşımızdaki kişiyi hayal kırıklığına uğratmamalıyız.

Din kardeşliği, bu duygunun en yoğun yaşandığı birliktelik çeşididir.

İslamiyet, ‘Müslüman Müslüman’ın kardeşidir’ şiarı doğrultusunda, bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’ı kardeşi gibi görmesini, onun ihtiyaçlarını ve haklarını tam anlamıyla gözetmesini salık vermiştir.

İnsan, kendisini anlayacak, dertlerine ortak olacak, başı sıkıştığında yardımına koşacak, hastalandığında kendisini ziyaret edecek, sırrını koruyacak, emanetine sahip çıkacak ve hasbihâl edeceği bir dost ister.

Sevinçlerde, hüzünlerde insanlar içindir.

Sevinçler dostlarla paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler de dostlarla paylaşıldıkça azalır.

18

Güvenebileceği dostlarının varlığını hisseden bir insan, hayatta hiçbir şeyden

korkmaz, kuşku duymaz, bir seyahate çıktığında gözü arkada kalmaz, hayattan zevk alır ve etrafına da güven verir.

Kalbinde birbirine sevgi ve iyilik duyguları besleyen insanlar topluluğunda huzur hâkim olur. Kıskançlık, kin, sevgisizlik ve çıkarcılık gibi şeytani hasletler o kalbe sızabilecek en ufak bir boşluk bulamaz.

Bir toplum birbirine kardeşlik duygusu beslemiyorsa, o toplumda huzurdan ve güvenden söz etmek mümkün değildir. Böyle bir toplumda hırsızlık, cinayet, kavga, saygısızlık, kul hakkı yeme, adam kayırmacılık, adaletsizlik, ruh ve sinir hastalıkları, zina, uyuşturucu ve daha aklınıza gelebilecek her türlü insanlık dışı davranışların meydana getirdiği, hızlı bir şekilde toplumsal çöküş baş gösterir.

İngiliz ajanı Hempher itiraflarında, İngiliz sömürge bakanının1700’ lü yıllarda kendisini İslam ülkelerine gönderirken, ona iki önemli vazife verdiğini:

1- Müslümanların zayıf noktaları ile onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tespit etmesini. Zaten düşmanı yenmenin yolunun da bu olduğunu.

2- Bu noktaları tespit edip, dediğimi yaptığın zaman (Yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürdüğün zaman) en başarılı ajan olacak ve nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın. (İNGİLİZ AJANIN İTİRAFLARI, HAKİKAT günümüzde de, daha ileriye dönük olarak ta canlılığını korumaktadır.

İnsan vücudundaki eklemler birbirinden ayrıldığında nasıl ki vücut dağılır, ayakta duramaz ve bütün işlevini kaybederse, başkalarının istediği gibi hâkimiyeti altına

alabileceği, istediği uzvu kendi istediği yere yerleştirme gücüne erişebileceği bir hal alırsa, bir toplumda kardeşlik bağları koparsa. Bir daha bir araya gelemeyecek şekilde ayrılıklara düşer, üzerlerinde kirli emelleri bulunan başka milletlere, kolaylıkla emellerini

gerçekleştirebilecekleri fırsatı, altın tepside sunmuş olurlar.

19

Avrupalılar kendi dindaşları arasında birliği sağlamak için ne fedakârlık gerekiyorsa yaparken, iş Müslümanların kardeşliğine gelince aralarına nifak sokmak için elinden gelen her şeyi yapmış ve halen yapmaktadırlar.

Kendileri diğer ülkeler arasında istedikleri gibi gidip gelebilmekte, bir tek dindaşı dahi başka dinlerden olan birisinden zarar görse hep birlikte tepki gösterip, dindaşlarına güven aşılamaktadırlar.

Biz, şu gün olmuş halen dindaşımız olan ülkelere rahatça gidemiyor, din kardeşlerimizle tanışıp, dertleşemiyoruz.

Müslüman ülkelerin başlarına terör gibi türlü belalar sararak ve diğer Müslümanların seyahatlerini engelleyerek, onlara ne oyunlar oynadıklarını, ne işkenceler çektirdiklerini görmelerini engellemek, oyunlarını bozacak görüş alışverişinde bulunmalarına mani olmak için ellerinden gelen her oyunu sahnelemektedirler.

Avrupa ülkeleri arasındaki sınırlar bir kaldırım taşıyla belirlenirken, bizimle komşu Müslüman ülkeler arasına mayın döşettiler, çifte dikenli teller gererek akrabaları ve din kardeşlerini birbirinden ayırdılar.

Onların toprağından çıkan petrolleri kendi rafinelerine aktarırken, birbirimize destek olup oyunlarını bozmamızı engellediler.

Parayla ve makamla satın aldıkları bazı kabileleri kışkırtıp bize düşman olmalarını sağlayıp, tüm Arap’ları bize kötü gösterdiler.

Bir doktor arkadaşım bana başından geçen bir olayı anlattığında oyunun büyüklüğü karşısında hayretler içinde kalmıştım;

‘Türkiye’de 1999 yılında yaşanan düzce depreminde UNICEF isimli Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu desteğiyle kurulan seyyar hastanede kapalı bulunan bir odada ne olduğunu merak eder.

Hıristiyan ve yabancı uyruklu koordinatöre zorla odayı açtırdığında üzeri Arapça yazılı son teknolojiyle üretilmiş pansuman malzemelerinin ve ilaçlarının olduğunu görür. Bunları neden vermiyorsunuz dediğinde ise önce bunlar bitecek diye kendi getirdikleri ilaçları gösterir.’

Yani, aslında çok fazla yardım var ama bize gösterilmiyor. Bir yandan da içimizdeki satın aldıkları çığırtkanlarla, Arap’lar bize yardım etmiyor yalanıyla, toplumu manipüle ediyorlar.

20

Onların dedelerinin Çanakkale’de, Kafkaslarda, Kanal ve ırak cephesinde, bizim dedelerimizle omuz omuza savaştığını, Osmanlı’nın sınırlarını korumak için canlarını seve-seve verdiğini unutturmaya çalışıyorlar.

İşte bu yüzden çocuklarımızı ve gençlerimizi şehitliklere götürmeli, şehit listelerini ders kitaplarına sokarak çeşitli Müslüman ırkların bir arada aynı cephede nasıl savaştığını anlatmalıyız.

Biz birbirimize düştükçe onlar içkilerini yudumlayıp, Müslümanların birbirini

öldürmelerinden ve her ölen Müslüman’la birlikte Dünya’dan bir Müslüman’ın eksilmiş olmasının keyfini sürmektedirler.

Müslüman ülkeler bir an evvel bir araya gelmeli, aralarında serbest dolaşım

antlaşmaları yapmalı, çeşitli kültürel etkinlikleri diğer ülkelerde de sergilemeli ve bir tek Müslüman kardeşini bile sömürgecilerin merhametine muhtaç etmemelidir.

Din kardeşlerimizin çektiği sıkıntıları, sömürgecilerin oyunlarından çok, bizlerin ilgisizliği yüzünden yaşadıklarını aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir.

Onların amacı bizlerin birbirimizle olan ilgimizi kesmemizdir, onlar oyunlarını oynayacak biz bozacağız. Aç bıraktıklarını doyuracağız, acılarını dünyaya kendi acımız gibi

haykıracağız, zulümlerine karşı çıkacağız ve sıkıntılardan kurtulmaları için beraber çözüm arayacağız.

Birbirlerinin gelişmesine destek olmalı, paralarını kendini sömürenlere boca etmelerine mani olmalıyız.

Bir pastanenin ürün çantasında şöyle bir yazı gözüme ilişti:

‘Beni ağlatan şey, seni güldürüyorsa, asla kardeş olamayız.’

Öteden beri söylenegelen güzel bir hikâye, kardeşliğin nasıl olması gerektiğine dair çok anlamlı ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir olayı anlatmaktadır:

‘Bir zamanlar iki kardeş, bir tarlayı ortak olarak ekerler, çıkan ürünü eşit şekilde paylaşırlarmış. Büyük olanı evli ve çocukları da varmış, küçük olanı ise henüz bekârmış. Küçük olanı:

“Ağabeyimin eşi ve çocukları var, masrafları benden daha çok olur, ben bir

başımayım bu kadar buğday bana fazla diye düşünmüş.” Kendi payından bir kısmını ağabeyine vermek niyetindeymiş ancak bu düşüncesini ağabeyine söylediğinde karşı çıkacağını bildiği için, geceleri gizlice kendi payından birer çuval götürüp ağabeyinin buğdayına karıştırırmış.

21

Bu arada ağabeyi de:

“Benim bir yuvam, eşim ve çocuklarım var, şükür gelirim de var. Ama kardeşim daha evlenecek yuva kuracak onun daha çok paraya ihtiyacı var”

düşüncesindeymiş.

Bunu kardeşine söylediğinde karşı çıkacağını düşündüğünden her gece gizlice kendi payından bir çuval buğdayı kardeşinin payına karıştırırmış.

Her gün kendi paylarından bir çuval götürüp ötekine karıştırdıkları halde mallarının neden hiç eksilmediğini ise, bir gece sırtlarında buğday çuvallarıyla birlikte birbirlerinin ambarına giderken karşılaştıklarında anlamışlar.’

Atalarımız ne güzel söylemişler ‘Bir elin nesi var, iki elin sesi var’ diye, bir elin ses çıkarabilmesi için diğer ele nasıl ihtiyacı varsa, kendimizin ve gelecek nesillerimizin ayakta kalabilmesi için kardeşliğe, kilometrelerce uzakta da olsa, aynı değerler uğrunda çırpınan eş ritimli kalplere ihtiyacımız vardır.

22