• Sonuç bulunamadı

Ölüm Döşeğinde

Öylece yatıyordu yaşlı kadın, hastanenin yoğun bakımında. Etrafta, görevliler,

monitörler ve monitörlerin çıkardıkları sesten başka, ne bir hareket, ne de ses vardı. Koma halindeydi, doktorlara göre beyin damarlarından biri tıkanmış, sağ tarafına felç gelmişti.

Çok yaşlı olduğu için kurtulmasının çok zor olduğunu söylüyorlardı, aralarındaki konuşmalarında.

Yaşlı kadının yüzü bembeyaz kesilmiş, dudakları morarmıştı ve gözlerini dahi açmaya gücü yetmiyordu. Ağzından, nefes borusuna ulaşan hortum olmasa nefes dahi

alamayacaktı, hortumun ucu solunum cihazına kadar uzanıyordu. Koluna takılı serumlarla beslenmesi sağlanabiliyordu.

Konuşulanları duyabiliyordu ama bir türlü cevap verecek gücü toplayamıyordu, konuşabilse ötenazi isteyecekti belki de, bu çaresiz hali kahrediyordu kendisini.

Ellerini oynatmaya çalışıyordu ama onu da beceremiyordu, sağ eli felç olmuştu, sol elini ve hatta tek bir parmağını oynatmaya gücü yoktu.

Başucundaki monitörde kalp atışları takip ediliyor, nabzı bir yükseliyor, bir düşüyordu.

Hızlandığında vücudunu bir sıcak basıyor terliyor, düştüğünde bir titremeyle birlikte üşüyordu.

Zihni iyice bulanmıştı, birden hayatını düşünmeye başladı, gözü kapalıydı ama görüntüler görüyordu sinema perdesi üzerinde. Çok güzel, dolu-dolu bir hayat sürmüştü kendi inancına göre.

Onun için dünyadaki her şey kendiliğinden oluşmuştu, (hâşâ) bir yaratıcı yoktu.

Ölüm vardı, buna inanıyordu ama yeniden dirilme olamazdı onun için, vücudu toprağa karışacak, yok olacaktı.

37

Hayatı boyunca hiç evlenmemişti, evlilik ona göre değildi, özgür yaşantısına vurulan bir prangaydı evlilik. Soyunun devam etmesinin hiç de gereği yoktu onun için, hem kendi özgür yaşantısına ayak bağı olurlardı hem de suçların ve adaletsizliğin olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği bu Dünya’ya bir çocuk getirmek istemiyordu, ne de olsa Dünya’yı doğuracağı çocuk kurtaramazdı.

Bir yaratıcıya inanıp, ölümden sonraki hayatlarında rahat etmek için kendini

kısıtlayanları, dünyanın bin bir zevkinden kendini mahrum edeleri anlayamıyordu bir türlü.

Onların kendi inancına göre bir yaratıcı varsa ve bu dünyayı böyle insanların keyfine göre yaşaması için yaratmışsa sonuna kadar bu hak kullanılmalıydı kendince.

Monitördeki kalp atışları birden çok fazla artmıştı, yaşlı kadının yüzü kızarmış, boncuk-boncuk terler süzülmeye başlamıştı kırışmış alnından, çok acı çektiği belli oluyordu.

Hemen doktorlar ve hemşireler koşarak gelmişler, müdahaleye başlamışlardı bile, ama ne yapsalar fayda etmiyordu, hasta kaybediliyordu.

* * *

Azrail’le görüşme vakti gelmişti artık, onu gördüğünde irkildi birden, bütün vücudunu şiddetli bir titreme kapladı.

Gelen canını alacak melekti ve kendisine hiç iyi davranmıyordu, çok hiddetli görünüyordu, azameti öyle korkutmuştu ki yaşlı kadını, gözleri sonuna kadar açılmış, neredeyse yuvalarından dışarı fırlayacaklardı.

Ayaklarından başlayarak yukarılara doğru şiddetli bir acı başlamıştı, sanki dikenli bir telle etlerini yukarı doğru çekiyorlardı.

Bu arada odaya çok iğrenç görünümlü biri daha gelmişti, kokusu dayanılmaz derecede kötüydü, kulağına eğildi ve ‘Sana şimdiye kadar emirlerime hiç karşı gelmediğin için teşekkür ederim, ben bir istediysem sen iki yaptın. Şimdi senden uzağım, ben Yüce ALLAH (cc)’tan korkarım, git ve beni bekle ateşin ortasında’ dedi, kıs-kıs gülerek ve bir anda kayboldu.

‘Pis şeytan’ diye mırıldandı, son kez yaşlı kadın.

Demek anlatılanlar doğruymuş diye düşünüyordu çektiği inanılmaz acılar arasında, ne kadar hata yaptığını anlamıştı artık, geçte olsa.

Şimdi çaresizce sonunun ne olacağına teslim olmuş bekliyordu.

38

Gençliğinde ne kadar da güzel ve güçlüydü hayat karşısında, her işini tek başına

halledebiliyor, kimsenin yardımına ihtiyaç duymuyordu. Şimdi yardıma o kadar muhtaçtı ki, acısının ve azabının azıcık hafifletilmesi karşısında bütün servetini verebilirdi ama bunların fayda vermediği bir diyara yolculuğa çıkmak üzereydi artık.

Gençliğinde etrafında dört dönen insanlar, yakışıklı ve varlıklı erkekler, sosyetenin hatırı sayılır şahsiyetleri uzun zamandır kendisini terk etmişlerdi.

Kaderiyle baş başaydı, bir yardım arıyordu etrafında, ama kimse kendisine yardım edemezdi.

Artık hiç şüphesi kalmamıştı, başka bir boyutta başka bir hayat devam ediyordu ödülü ve cezasıyla.

Önceden göremediği ama şu son anlarında gördüğü canını almakla görevli varlıkların sahibi olan bir yaratıcı vardı ve şimdi tamamen onun merhametine bağlıydı geleceği.

* * *

Ailesine kızdı bir an, neden her imkânı önüne serdikleri gibi, bir yaratıcının olduğunu bana anlatmadılar diye. Ailesi de kendisi gibi yaşamıştı sonuçta, kendisinden tek farkları onların evli ve çocuklarının olmasıydı.

Annesinin ölüm anında yanında duruyordu, o anı hatırladı en ince ayrıntısına kadar.

O da aynı şimdi kendisinin çektiği gibi bir acı içerisindeydi san ki, kendisine bir şeyler anlatmak istiyordu ama bir türlü sesini çıkaramıyordu annesi, belli ki o da Azrail’i bu hiddetli haliyle görmüştü.

Yaşlı kadın çok susamıştı, kimse kendisiyle ilgilenmiyordu, bir an Azrail kendisini bıraksa rahatlayacaktı azda olsa. Etleri halen lime-lime ediliyordu san ki, ortamdaki pis koku giderek artıyordu, acısı vücudunun üst taraflarına yayıldıkça.

Keşke şimdi yanında bir yardımcı olsa, kendisini yaratanın karşısında hesabını kolaylaştıracak bir yol gösterebilseydi.

Şahadet diye bir cümlenin varlığını duymuştu ama ezberleme ihtiyacı hissetmemişti, şimdi biri söylese de kendisi tekrar edebilseydi.

Keşke evlenseydim, çocuklarım olsaydı, belki onlar benim gibi olmaz benim inanmadığım şeylere inanırlar ve iman ederek yaşarlardı ve şimdi bana fısıldarlardı o cümleleri diye düşünüyordu ama keşke lerin önemi yoktu şu an itibarıyla.

* * *

39

Son bir kez irkildi, göğüs kafesi iyice kabardı, son aldığı nefesi bir türlü geri veremiyordu dışarıya.

Gözleri iyice açıldı, tavandaki ışığı son bir kez gördü, birden her yer zifiri bir karanlığa büründü, o yaşlı vücudundan kurtulmuştu san ki, biraz yukarıdan görebiliyordu bütün vücudunu.

Bir görevli ellerini ve ayaklarını birbirine bağladı, çenesini de bağladı açık kalan ağzını kapatmak için. Sonra çarşafı kafasına kadar örttü ve uzaklaştı yanından. Ruhu bedeninden çıkınca boş bir çuvaldan farkı kalmamıştı bedeninin.

Cenazesini belediye görevlileri aldı hastane morgundan, o kalabalık eğlenceli çevresinden kimse gelmemişti cenazesine. Belediye imkânlarıyla sağlanmıştı cenaze işleri, kefenini bile belediye sarmıştı vücuduna.

Ne o lüks evi, ne mücevherleri ne de günün modasına uygun elbiseleri, fayda etmemişti bu hazin sonda kendisine.

İki metre beyaz bez, sade bir mezar taşı ve mezarın sınırlarını belirleyen birkaç briket tüm mal varlığını gösteriyordu artık.

40

Kılıcının İki Tarafı da Kesen Zat, Sen Bir de Kılıcın Köreldiği Zaman Gör,