73 düşük olduğu söylenebilir Ayrıca bütün emosyonlar ayrı ayrı değerlendirildiğinde tanınma oranlarına
6.4. Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi
Bir diğer bulgu ise diğer emosyonlardan farklı olarak korku emosyonunun şizofreni grubunda anlamlı daha fazla yanlış yanıt olarak seçilmesidir. Yukarıda bahsedildiği üzere korku emosyonu
örneklemde en az tanınma oranına sahip emosyondur. Bundan çıkan sonuç şudur ki; şizofreni
hastaları korku emosyonunu tanıyamamalarına rağmen herhangi bir emosyonu sağlıklılara göre daha fazla korku olarak algılamaktadırlar. Şizofreni grubunda hangi emosyonların korku olarak
algılandığı/yanlış tanındığı incelediğinde ise en fazla üzüntü emosyonunun korku olarak yanlış yanıtlandığı; bunu sırasıyla şaşırma ve öfke emosyonlarının izlediği saptanmıştır.
6.4. Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi şizofreni emosyon tanıma kusurları ilişkisini araştıran çalışmalar hem çok farklı yöntemler hem de farklı hasta popülasyonları içermektedir. Literatürdeki çalışmaları bir bütün olarak ele aldığımızda şizofrenide karakteristik bir emosyon tanıma kusuru var gibi görünmektedir ve bu kusur olasılıkla heterojen bir etyolojiye sahiptir. Son dönemde özellikle AKB ve emosyon tanıma kusurunu araştıran çalışmaların sonuçlarından da esinlenerek saldırganlık ve emosyon tanıma kusuru ilişkisi şizofrenide de incelenmeye başlanmıştır. Her ne kadar hem örneklem hem de yöntem bakımından literatürde bu konuda yapılmış çalışmalardan oldukça farklılık gösterse de bizim çalışmamızda da birincil amaç şizofrenide saldırganlık ve emosyon tanıma performansı
arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek olmuştur.
Saldırganlık etyolojisiyle ilişkili olduğunu düşündüğümüz değişkenlerle oluşturulan; çoklu lineer regresyon modelinde emosyonları tanıma ‐ ayırt etme testlerindeki toplam doğru sayıları bağımsız değişkenler olarak analize dahil edilmiş ve bu testlerindeki toplam doğru sayılarının saldırganlık düzeyi üzerine etkileri olmadığı saptanmıştır. Saldırganlık düzeyine etkisi olduğunu düşünülen
olumsuz emosyonların tanınma performansıyla İrritabilite Ölçeği toplam puanı ilişkisini belirlemek amacıyla yapılan analiz sonucunda üzüntü, öfke, tiksinti ve korku doğru yanıtı sayılarıyla saldırganlık düzeyi arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Olumsuz emosyonlar için verilen yanlış yanıt sayılarının saldırganlık düzeyiyle ilişkisi incelendiğinde ise; yanlış yanıtlanan üzüntü, öfke ve tiksinti emosyonları ve saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmazken; korku emosyonunun yanlış
yanıtlanmasıyla saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Bu ilişkiye göre; şizofreni
hastalarında saldırganlık düzeyi arttıkça herhangi bir emosyonun korku olarak yanlış yanıtlanması da artmaktadır. Yani saldırganlık düzeyi yüksek şizofreni hastalarının saldırganlık düzeyi düşük
hastalara göre daha fazla yanlış korku algısının olduğu söylenebilir. Fakat bir taraftan da korku
emosyonunun doğru tanınmasıyla saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
75
Literatürde şizofrenide saldırganlık/şiddet davranışı ile emosyon tanıma becerileri ilişkisini araştıran ilk çalışma Silver ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (Silver et al. 2005). Çalışmaya şiddet suçu öyküsü olan 35 şizofreni/şizoaffektif bozukluğu olan hasta ve şiddet suçu öyküsü olmayan 35 şizofreni/şizoaffektif bozukluğu olan hastayla beraber 46 sağlıklı kontrol alınmış; şiddet suçu öyküsü olan şizofreni hastalarıyla olmayanlar sosyal kognisyon ve emosyon tanıma performansları açısından karşılaştırılmıştır. Katılımcılara emosyon tanıma ve ayırt etme testleri uygulanmış; yürütücü işlevler, dikkat, görsel yönelim, çalışma belleği, yüz ve obje hafızası ve motor işlevler ölçülmüştür. Çalışmanın sonucunda şiddet suçu öyküsü olan ve olmayan şizofreni hastalarının emosyon tanıma performansları kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunmuştur. Şiddet suçu öyküsü olan hastalar emosyon tanıma testinde şiddet davranışı öyküsü olmayan hastalarla karşılaştırıldığında anlamlı daha iyi performans gösterirken, emosyon şiddetini ayırt etmede düşük performans göstermişlerdir. İki grup arasında kognitif performans açısından farklılık bulunmamıştır.
Şizofrenide saldırganlık ve emosyon tanıma performansı ilişkisini inceleyen ilk kanıt sağlayan çalışma Weiss ve arkadaşlarının yaptığı çalışmadır (Weiss et al. 2006). Bu çalışmada adli kayıtları bulunan erkek şizofreni hastaları alınmış; saldırganlık/şiddet suçu öyküsü ile emosyonları tanıma performansı ilişkisi araştırılmıştır. Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanılı toplam 38 hastanın dahil edildiği bu çalışmada saldırganlığın değerlendirilmesi için Yaşam Boyu Agresyon Öyküsü Ölçeği (LHA) uygulanmış ve kayıtlardan tutuklanma öyküsü alınmıştır. Semptom değerlendirmesi için PANSS ve emosyon tanıma performanslarının değerlendirilmesi için Penn Emosyon Tanıma Testi (PERT) kullanılmıştır. PERT mutluluk, üzüntü, korku, öfke ve nötr emosyonlarının her birinden sekiz tane olmak üzere toplam 40 resimden oluşan bir testtir ve çalışmaya katılan hasta grubuna süre kısıtlaması yapılmadan bir bilgisayar programı aracılığıyla gösterilmiştir. Çalışmada AKB ayrıca değerlendirilmemiş; madde ve/veya alkol kullanım bozukluğu olan hastalar da çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmanın sonucunda tutuklanma sayısı arttıkça hastalarda özellikle korkulu ve öfkeli ifadeleri tanıma oranları düşmüştür. Fakat emosyon tanıma performansı yaşam boyu saldırgan davranış öyküsüyle de şiddet suçu öyküsüyle de ilişkilendirilmemiştir. Ayrıca bu çalışmada yüksek saldırganlık oranları daha fazla pozitif semptomla ilişkilendirilmiş; negatif semptomlar için bu ilişki tam tersi saptanmıştır. Bu da şizofreni hastalarındaki saldırganlığın psikotik bulgularla ilişkili olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bizim
çalışmamızda saldırganlık düzeyiyle pozitif belirtiler arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Şizofreni hastalarında yüksek madde ve/ veya alkol kötüye kullanımı, yüksek LHA skorları ve tutuklanma sayısıyla ilişkili bulunmuştur. Örneklemin küçük olması, sadece erkek hastaların alınması, kontrol grubunun olmaması, saldırgan davranışların geriye dönük ve öz bildirime dayalı bir ölçekle değerlendirilmesi, tedavi etkisinin değerlendirilememesi çalışmanın önemli kısıtlılıkları olarak belirtilmiştir. Bu çalışmanın bizim çalışmamızdan AKB ve madde ve/veya alkol kullanım bozukluğu
76
tanılarının dışlanmaması, özellikle tutuklanma öyküsü olan hastaların çalışmaya dahil edilmesi, saldırgan davranışların geriye dönük değerlendirilmesi , sağlıklı kontrol grubunun olmaması gibi farklarının yanı sıra; çalışmada kullanılan emosyon tanıma testinin temel emosyonlardan olan ve aynı zamanda diğer olumsuz emosyonlarla karışma ihtimali yüksek olan ''tiksinti'' ve ''şaşırma'' emosyonlarını içermemesi, testteki resimlerin gösterimi için belirli bir süre verilmemesi gibi faktörler de önemli farklılıklar arasında sayılabilir.
Demirbuga ve arkadaşları (Demirbuga et al. 2013) 41 şiddet suçu öyküsü olan ve 35 şiddet suçu öyküsü olmayan toplam 76 ayaktan tedavi gören şizofreni hastasını çalışmalarına dahil ederek emosyonları tanıma performanslarını karşılaştırmışlardır. Çalışmadan bizim çalışmamıza benzer şekilde ek AKB tanısı olan bireyler dışlanmıştır. Klinik özellikler PANSS ile değerlendirilmiş ve emosyon tanıma performansları için Ekman ve Friesen’ın fotoğraf setinden hazırlanmış olan emosyon tanıma testi uygulanmıştır. Çalışmanın sonucunda iki hasta grubu da mutlu yüzlerin tamamına yakınını tanımıştır. Bu sonuç bizim çalışmamızla da uygundur. Bundan yola çıkarak şizofreni hastalarında
mutlu emosyonların şiddet davranışıyla ilişkili olmadığı kanısına varılabilir. Çalışmanın diğer bir
sonucu ise her iki hasta grubunda da korku emosyonunun bütün emosyonlar içinde en düşük tanınma oranına sahip olmasıdır. Korku emosyonu çoğu kez şaşırma emosyonuyla karıştırılmıştır. Bizim
çalışmamızda da her ne kadar ''şiddet suçu öyküsü olan ve olmayanlar'' şeklinde bir ayrım yapılmamışsa da hem şizofreni grubu hem de sağlıklı kontroller en düşük performansı korku emosyonunda göstermişlerdir. Çalışmada negatif emosyonlar içinde en iyi tanınan öfke emosyonu
olmuştur ki bu bizim çalışmamızla da uyumlu bir bulgudur. Şiddet suçu öyküsü olan şizofreni hastaları öfkeli emosyonları daha çok üzüntülü emosyonlarla karıştırırken, şiddet suçu öyküsü olmayan şizofreni hastaları nötral emosyonlarla karıştırmışlardır. Bu çalışmanın sonuçları bir bütün olarak değerlendirildiğinde şiddet suçu öyküsü olan şizofreni hastalarıyla şiddet suçu öyküsü olmayan şizofreni hastalarının emosyon tanıma performansları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Bizim çalışmamızda da benzer şekilde saldırganlık düzeyiyle emosyon tanıma performansı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Bu çalışmanın en önemli kısıtlılıklarından biri sağlıklı kontrol
grubunun olmamasıdır.
Frommann ve arkadaşları (Frommann et al. 2013) şiddet suçu öyküsü olan ve olmayan şizofreni hastalarında emosyon tanıma ve olaya ilişkin potansyelleri araştırdıkları çalışmalarına 19 şiddet suçu öyküsü olan şizofreni hastası ile 19 şiddet suçu öyküsü olmayan yatan şizofreni hastası dahil etmişlerdir. Katılımcılara uygulanan emosyon tanıma testi bizim çalışmamızda olduğu her bir emosyondan 10 resim olmak üzere toplam 70 resim içeren bir testtir. Farklı olarak her bir emosyon 500 ms gösterilmiş, seçenekler ekranda resmin gösteriminden sonra ekrana gelmiş ve cevap verme
77
süresi olarak 8 sn verilmiştir. Emosyon tanıma performansını ölçmek için her bir emosyon için verilen doğru yanıt sayıları hesaplanmıştır. Ayrıca hastaların zeka düzeyleri ölçülmüş, psikopati soru listesi kullanılarak psikopati derecesi belirlenmiş; AKB tanısı dışlanmıştır. Fakat alkol/madde kullanım bozukluğu ek tanısı olan hastalar da çalışmaya dahil edilmiştir. Şiddet/saldırganlık düzeyinin belirlenmesi için klinisyen tarafından uygulanan 20 itemlik bir ölçek uygulanmıştır. Klinik belirtiler PANSS ile değerlendirilmiş; ayrıca yüz tanıma performansı Benton Yüz Tanıma Testi kullanılarak ölçülmüştür. Bu çalışmanın sonucunda; şiddet suçu öyküsü olan ve olmayan hastaların yaş, hastalık süresi, antipsikotik dozları, PANSS değerlendirmeleri, zeka düzeyleri, yüz tanıma performansları arasında anlamlı farklılık saptanmamış; şiddet suçu işleyen grubun saldırganlık ve psikopati düzeyi anlamlı daha yüksek bulunmuştur. Gruplar arası emosyon tanıma performansları karşılaştırıldığında ise şiddet suçu öyküsü olan hastaların testteki toplam doğru sayısı suç öyküsü olmayan hastalara göre anlamlı düşük saptanmıştır. Emosyonlar ayrı ayrı değerlendirildiğinde ise nötr ve korku doğru yanıt sayıları şiddet suçu işleyen grupta anlamlı düşük bulunurken; diğer emosyonlarda anlamlı farklılık saptanmamıştır. Emosyon tanıma performansı ile PANSS skoru, psikopati derecesi, antipsikotik dozu arasındaki ilişki de incelenmiş; emosyon tanıma preformansı ile PANSS skoru ve antipsikotik doz arasında anlamlı ilişki saptanmazken; psikopati derecesi daha yüksek olan bireylerin emosyon tanıma performanslarının daha düşük olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada AKB tanısı psikopati düzeyi belirlenip kesme puan kullanılarak dışlanmış; psikopati derecesiyle emosyon tanıma performansı ilişkisi ayrıca değerlendirilmiştir. Bizim çalışmamızda ise AKB tanısı SCID‐II kullanılarak dışlanmış; bireylerin psikopati derecesi ayrıca belirlenmemiştir. Yine Frommann ve arkadaşlarının yaptığı bu çalışmadan farklı olarak bizim çalışmamızda emosyon tanıma performansı ile PANSS skoru arasında
anlamlı negatif ilişki saptanmıştır. Alt ölçekler ayrı ayrı incelendiğinde ise emsoyon tanıma performansıyla negatif alt ölçek puanı arasında anlamlı ilişki saptanmazken; pozitif ve genel psikopatoloji alt ölçek puanlarıyla anlamlı negatif ilişki saptanmıştır. Başka bir deyişle pozitif ve
genel psikopatoloji alt ölçek puanları arttıkça emosyon tanıma performansı azalmaktadır.
Antonius ve arkadaşları yakın zaman önce yaptıkları çalışmalarında ise farklı bir yöntem kullanmışlar ve saldırganlık düzeyiyle implicit emosyon tanıma performansı ilişkisini incelemişlerdir (Antonius et
al. 2013). Çalışmaya şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanılı 20 hasta dahil edilmiş; hastalar
saldırganlık ölçeği skorlarına göre iki gruba ayrılmıştır. Hastaların implicit emosyon tanıma performansının değerlendirilmesi için bir bilgisayar programı aracılığıyla nötr yüzler gösterilmiş ve hastaların yüzlerin baskınlık derecelerini 1‐5 arasında oranlamaları istenmiştir. Başka bir bilgisayar programı aracılığıyla da gösterilen yüzlerdeki nötr emosyonların üzüntü, öfke, tiksinti, şaşırma, mutluluk ve korku emosyonları karşılıkları hesaplanmıştır. Çalışmanın sonucunda saldırgan hasta grubunun implicit korku algısında defisit olduğu saptanmıştır. Bu çalışmadaki emosyon testi bizim
78
çalışmamızda kullandığımız emosyonları ayırt etme testinden oldukça farklıdır. Bununla beraber
bizim çalışmamızda emosyonları ayırt etme performansı ile saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Antonius ve arkadaşlarının yaptığı bu çalışma çok küçük bir örneklem
içermektedir; ayrıca sağlıklı kontrol grubunun olmaması ve emsoyon tanıma performansının ayrıca değerlendirilmemesi de çalışmanın önemli kısıtlılıkları arasındadır.
Sonuç olarak literatürdeki şizofrenide saldırganlık ve emosyon tanıma performansını inceleyen çalışmaların örneklem özelliklerinin ve saldırganlık düzeyleri değerlendirmelerinin bizim çalışmamızdan farklı olduğu söylenebilir. Özellikle şiddet suçu öyküsü olan popülasyonların seçilmiş olması; aynı zamanda madde kullanım bozukluğu gibi karıştırıcı faktörlerin de dışlanmaması çalışmaların ortak özelliği olmakla birlikte; sonuçlar değerlendirildiğinde de saldırganlık düzeyi
yüksek olan şizofreni hastalarının korku emosyonunu tanıma performansındaki düşüklük daha ön plana çıkan bir bulgu olmuştur. Bu sonuç çalışmalardaki hasta grubun şizofreni tanılarının yanı sıra
psikopati düzeylerinin de görece yüksek olmasıyla açıklanabilir. Bizim çalışmamızda da korku
emosyonu en az tanınan emosyondur; fakat bu durumun saldırganlık düzeyiyle anlamlı bir ilişkisi saptanmamıştır. Bir taraftan da bu çalışmanın ilginç bir bulgusu saldırganlık düzeyiyle yanlış korku algısının anlamlı pozitif bir ilişkisinin saptanmış olduğudur ki; literatürde daha önce yanlış yanıtların değerlendirildiği bir çalışmaya rastlanmamıştır.
6.5. Saldırganlık Düzeyine Etki Eden Diğer Faktörlerin Değerlendirilmesi
6.5.1. Çocukluk Çağı Travmaları
Saldırgan tutum ve davranışlarla ilişkili olduğunu düşündüğümüz faktörlerden biri olan çocukluk çağı travmaları CTQ‐28 kullanılarak ölçülmüştür. Hastaların ilk değerlendirmeleri klinikte yattıkları dönemde yani hastalığın alevli döneminde yapılmış olduğundan; bu dönemde hastaların aileleri ve yakın çevrelerini içeren psikotik bir sürecin ölçek puanını olumsuz etkileyebileceği düşünülmüş ve hastaların kontrole geldikleri ikinci görüşmede ölçek değerlendirmesi yapılmıştır. Şizofreni ve sağlıklı kontrol grubu karşılaştırmaları sonucunda şizofreni grubunun CTQ‐28 toplam puan ortalamasının
kontrollere göre anlamlı daha yüksek çıktığı saptanmıştır. Alt ölçek puanlarının
değerlendirilmesinde ise her iki grupta cinsel istismar puan ortalamaları birbirine yakın bulunmuştur ki bu ortalamalar alt ölçek puanlamasında alt sınıra oldukça yakındır. Yani örneklemdeki bireylerin cinsel istismara maruz kalma oranının düşük olduğu söylenebilir. Duygusal istismar, fiziksel istismar,
fiziksel ihmal ve duygusal ihmal alt ölçek puan ortalamaları ise şizofreni grubunda kontrollere göre anlamlı daha yüksek çıkmıştır. Ek olarak; alt ölçek puanları kendi aralarında değerlendirildiğinde;
79
her iki grupta da benzer bir sıralama olduğu görülmüş ve duygusal ihmal, fiziksel ihmal, duygusal istismar, fiziksel istismar ve cinsel istismar şeklinde en yüksekten düşüğe doğru sıralanmıştır. Çocukluk çağı travma öyküsünün, bir çok psikiyatrik hastalık ile ilişkisi olduğu bilinmekte ve hastalık oluşumu için risk etkeni olarak kabul edilmektedir (Carr et al. 2013). Yapılan çalışmalarda daha çok depresyon, PTSD, madde kullanım bozuklukları ve suisid girişimiyle çocukluk çağı travmaları arasında daha tutarlı bir ilişki saptanmış (Sideli et al. 2012) olmakla beraber erken yaşam olayları ve çocukluk çağı travmalarının şizofreni etyolojisinde önemli bir etken olduğu üzerinde de durulmuştur (Read et
al. 2005; Binbay et al. 2010). Toplum temelli araştırmalarda çocukluk çağı travmasına maruziyetin
psikotik belirti riskini 1,7‐15 kat arttırdığı belirtilmektedir (Bebbington et al. 2011; Sidelli et al 2012). Ayrıca travma sayısı ve maruziyeti arttıkça bu risk daha da artmaktadır (Spauewen et al. 2006; Sidelli
et al. 2012). Travma türlerine bakıldığında uygulanan kasıtlı şiddetin daha güçlü etkisinin olduğu (Galletly et al. 2011; Arseneault et al. 2011); özellikle annenin uyguladığı fiziksel ve duygusal
istismarın diğer travmalara oranla şizofreni etyolojisinde daha etkin bir rolü olabileceği belirtilmiştir
(Rubino et al. 2009, Fischer et al. 2010, Sidelli et al. 2012). Bununla birlikte fiziksel ve duygusal
ihmale maruziyetin de şizofreni etyolojisinde rolü olabileceğini gösteren çalışmalar da bulunmaktadır
(Ucok et al. 2007; Heins et al. 2011). Çocukluk çağı travması maruziyetinin şizofreni etyolojisindeki
rolünün yanı sıra pozitif psikotik bulgu şiddeti üzerine de olumsuz etkisinin olduğu bildirilmiştir (Ucok
et al. 2007; Steel et al. 2009; Carr et al. 2013). Özetle yapılan çalışmalara göz atıldığında çocukluk
çağı travmalarının daha çok şizofreni gelişimine katkısı ve hastalık semptomlarıyla ilişkisi üzerinde durulduğu söylenebilir. Bizim çalışmamız çocukluk çağı travmalarının şizofreni gelişimine etkisi ya da şizofreni semptomlarıyla ilişkisini araştırmak amacıyla planlanmamış; şizofrenide saldırgan tutum ve davranışların etyolojisinde rolü olan etmenlerin belirlenmesini hedeflemiştir. Bu bağlamda; saldırganlık düzeyine etkisi olduğunu düşündüğümüz bağımsız değişkenlerle yapılan çoklu lineer regresyon analizi sonucunda çocukluk çağı travmalarının saldırganlık düzeyine anlamlı etkisi bulunmuştur. Yani daha fazla saldırgan davranış gösteren bireylerin daha fazla çocukluk çağı
travmasına maruz kaldığı söylenebilir. Şizofreni ve sağlık kontrol grubu ayrı ayrı analiz edildiğinde bu etki ortadan kalkmamıştır. Bundan yola çıkarak hem sağlıklı bireylerde hem de şizofreni
hastalarında çocukluk çağı travmasının saldırganlık düzeyini arttırdığını söyleyebiliriz. Daha önce de
belirtildiği gibi literatürde çocukluk çağı travması ve şizofreni ilişkisini inceleyen çalışmalar daha çok çocukluk çağı travmasının şizofreni etyolojisindeki rolü ve pozitif‐negatif bulgulara etkisi üzerinde odaklanmıştır. Literatürde şizofrenide saldırganlık/şiddet ve çocukluk çağı travması ilişkisini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Saldırganlık ve şiddet davranışının çocukluk çağı travmasıyla ilişkisini araştıran çalışmalar daha çok AKB tanılı ve cezaevinde olan bireyler de araştırılmıştır ki bu bireyler
80
hem dürtüsel hem de planlı saldırgan davranış gösterdiklerinden saldırganlık etyolojisinin araştırılmasında önemli bir model olmuşlardır.
Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde hem çocukluk çağı travma maruziyetinin sorgulanması hem de saldırganlık değerlendirmesi farklı yöntemlerle yapılmış olsa da genel sonuç çocukluk çağı travma maruziyetinin saldırganlık düzeyini ve suç davranışını arttırdığı yönündedir. AKB tanısı olan
bireylerde çocukluk çağı travması maruziyetinin saldırganlık düzeyini arttırarak şiddet suçu riskini arttırdığı gibi (Sarchiapone et al. 2009; Bevilacqua et al. 2012); bireylerin kendilerine yönelik saldırgan tutumlarını da arttırarak kendini yaralama davranışı ve suisid girişimini de arttırdığı bildirilmiştir (Algül et al. 2009; Swogger et al. 2011). Fiziksel istismar maruziyetinin diğer travma maruziyetlerine oranla saldırganlık etyolojisinde daha önemli rol oynuyor gibi görünmekle beraber
(Kolla et al. 2013); genotip, zeka düzeyi ve eğitim süresi gibi faktörlerin bu etkileşimde önemli rolleri
olduğu belirtilmektedir (Caspi et al. 2002; Klika et al. 2013; Smith et al. 2013). Bütün bu sonuçlar bir arada değerlendirildiğinde bizim çalışmamızdaki örneklemin literatürde bahsedilenlerden farklı olarak saldırganlık düzeyini arttırdığı ve şiddet davranışı için risk faktörü olduğu bilinen birçok etkeni içermediği söylenebilir. Örneklemin toplum için 'tehlikeli' tabir edilen bireylerden oluşmaması ve bununla bağlantılı olarak bireylerin görece daha az saldırgan davranış gösteriyor olmaları sonucu değiştirmemiştir; öyle ki hem sağlıklı kontrollerde hem de şizofreni hastalarında çocukluk çağı
travmasına daha fazla maruziyet daha yüksek saldırganlıkla ilişkili bulunmuştur. Bundan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki; saldırganlığın bahsedilen heterojen etyolojisi içinde çocukluk çağı travmasının rolü oldukça önemlidir ve bu psikopatolojiden bağımsız olabilir.