• Sonuç bulunamadı

Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi

73 düşük olduğu söylenebilir Ayrıca bütün emosyonlar ayrı ayrı değerlendirildiğinde tanınma oranlarına 

6.4.  Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi

Bir  diğer  bulgu  ise  diğer  emosyonlardan  farklı  olarak  korku  emosyonunun  şizofreni  grubunda  anlamlı  daha  fazla  yanlış  yanıt  olarak  seçilmesidir.  Yukarıda  bahsedildiği  üzere  korku  emosyonu 

örneklemde  en  az  tanınma  oranına  sahip  emosyondur.  Bundan  çıkan  sonuç  şudur  ki;  şizofreni 

hastaları  korku  emosyonunu  tanıyamamalarına  rağmen  herhangi  bir  emosyonu  sağlıklılara  göre  daha  fazla  korku  olarak  algılamaktadırlar.  Şizofreni  grubunda  hangi  emosyonların  korku  olarak 

algılandığı/yanlış  tanındığı  incelediğinde  ise  en  fazla  üzüntü  emosyonunun  korku  olarak  yanlış  yanıtlandığı; bunu sırasıyla şaşırma ve öfke emosyonlarının izlediği saptanmıştır. 

 

6.4. Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi 

 

Yukarıda  da  bahsettiğimiz  gibi  şizofreni  emosyon  tanıma  kusurları  ilişkisini  araştıran  çalışmalar  hem  çok  farklı  yöntemler  hem  de  farklı  hasta  popülasyonları  içermektedir.  Literatürdeki  çalışmaları  bir  bütün  olarak  ele  aldığımızda  şizofrenide  karakteristik  bir  emosyon  tanıma  kusuru  var  gibi  görünmektedir ve bu kusur olasılıkla heterojen bir etyolojiye sahiptir. Son dönemde özellikle AKB ve  emosyon  tanıma  kusurunu  araştıran  çalışmaların  sonuçlarından  da  esinlenerek  saldırganlık  ve  emosyon tanıma kusuru ilişkisi şizofrenide de incelenmeye başlanmıştır. Her ne kadar hem örneklem  hem de yöntem  bakımından literatürde bu konuda yapılmış çalışmalardan oldukça farklılık gösterse  de  bizim  çalışmamızda  da  birincil  amaç  şizofrenide  saldırganlık  ve  emosyon  tanıma  performansı 

arasında bir  ilişki olup olmadığını belirlemek olmuştur. 

 

Saldırganlık  etyolojisiyle  ilişkili  olduğunu  düşündüğümüz  değişkenlerle  oluşturulan;  çoklu  lineer  regresyon modelinde emosyonları tanıma ‐ ayırt etme testlerindeki toplam doğru sayıları bağımsız  değişkenler  olarak  analize  dahil  edilmiş  ve  bu  testlerindeki  toplam  doğru  sayılarının  saldırganlık  düzeyi  üzerine  etkileri  olmadığı  saptanmıştır.  Saldırganlık  düzeyine  etkisi  olduğunu  düşünülen  

olumsuz  emosyonların  tanınma  performansıyla  İrritabilite  Ölçeği  toplam  puanı    ilişkisini  belirlemek  amacıyla yapılan analiz sonucunda üzüntü, öfke, tiksinti ve korku doğru yanıtı sayılarıyla saldırganlık  düzeyi arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Olumsuz emosyonlar için verilen yanlış yanıt sayılarının  saldırganlık düzeyiyle ilişkisi incelendiğinde ise; yanlış yanıtlanan üzüntü, öfke ve tiksinti emosyonları  ve  saldırganlık  düzeyi  arasında  anlamlı  bir  ilişki  saptanmazken;  korku  emosyonunun  yanlış 

yanıtlanmasıyla saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Bu ilişkiye göre; şizofreni 

hastalarında saldırganlık düzeyi arttıkça herhangi bir emosyonun korku olarak yanlış yanıtlanması da  artmaktadır.  Yani  saldırganlık  düzeyi  yüksek  şizofreni  hastalarının  saldırganlık  düzeyi  düşük 

hastalara  göre  daha  fazla  yanlış  korku  algısının  olduğu  söylenebilir.  Fakat  bir  taraftan  da  korku 

emosyonunun doğru tanınmasıyla saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.   

75

Literatürde  şizofrenide  saldırganlık/şiddet  davranışı  ile  emosyon  tanıma  becerileri  ilişkisini  araştıran  ilk  çalışma  Silver  ve  arkadaşları  tarafından  yapılmıştır  (Silver  et  al.  2005).  Çalışmaya  şiddet  suçu  öyküsü  olan  35  şizofreni/şizoaffektif  bozukluğu  olan  hasta  ve  şiddet  suçu  öyküsü  olmayan  35  şizofreni/şizoaffektif bozukluğu olan hastayla beraber 46 sağlıklı kontrol alınmış; şiddet suçu öyküsü  olan şizofreni hastalarıyla olmayanlar sosyal kognisyon ve emosyon tanıma performansları açısından  karşılaştırılmıştır. Katılımcılara emosyon tanıma ve ayırt etme testleri uygulanmış; yürütücü işlevler,  dikkat, görsel yönelim, çalışma belleği, yüz ve obje hafızası ve motor işlevler ölçülmüştür. Çalışmanın  sonucunda şiddet suçu öyküsü olan ve olmayan şizofreni hastalarının emosyon tanıma performansları   kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunmuştur. Şiddet suçu öyküsü olan hastalar emosyon tanıma  testinde  şiddet  davranışı  öyküsü  olmayan  hastalarla  karşılaştırıldığında  anlamlı  daha  iyi  performans  gösterirken,  emosyon  şiddetini  ayırt  etmede  düşük  performans  göstermişlerdir.  İki  grup  arasında  kognitif performans açısından farklılık bulunmamıştır.  

 

Şizofrenide saldırganlık ve emosyon tanıma performansı ilişkisini inceleyen  ilk kanıt sağlayan çalışma  Weiss  ve  arkadaşlarının  yaptığı  çalışmadır  (Weiss  et  al.  2006).  Bu  çalışmada  adli  kayıtları  bulunan  erkek şizofreni hastaları alınmış; saldırganlık/şiddet suçu öyküsü ile emosyonları tanıma performansı  ilişkisi  araştırılmıştır.  Şizofreni  ve  şizoaffektif  bozukluk  tanılı  toplam  38  hastanın  dahil  edildiği  bu  çalışmada saldırganlığın değerlendirilmesi için Yaşam Boyu Agresyon Öyküsü Ölçeği (LHA) uygulanmış  ve  kayıtlardan  tutuklanma  öyküsü  alınmıştır.  Semptom  değerlendirmesi  için  PANSS  ve  emosyon  tanıma  performanslarının  değerlendirilmesi  için  Penn  Emosyon  Tanıma  Testi  (PERT)  kullanılmıştır.  PERT  mutluluk,  üzüntü,  korku,  öfke  ve  nötr  emosyonlarının  her  birinden  sekiz  tane  olmak  üzere  toplam 40 resimden oluşan bir testtir ve çalışmaya katılan hasta grubuna süre kısıtlaması yapılmadan  bir  bilgisayar  programı  aracılığıyla  gösterilmiştir.  Çalışmada  AKB  ayrıca  değerlendirilmemiş;  madde  ve/veya alkol kullanım bozukluğu olan hastalar da çalışmaya dahil edilmiştir.  Çalışmanın sonucunda  tutuklanma sayısı arttıkça hastalarda özellikle korkulu ve öfkeli ifadeleri tanıma oranları düşmüştür.  Fakat  emosyon  tanıma  performansı  yaşam  boyu  saldırgan  davranış  öyküsüyle  de  şiddet  suçu  öyküsüyle de ilişkilendirilmemiştir. Ayrıca bu çalışmada yüksek saldırganlık oranları daha fazla pozitif  semptomla  ilişkilendirilmiş;  negatif  semptomlar  için  bu  ilişki  tam  tersi  saptanmıştır.  Bu  da  şizofreni  hastalarındaki  saldırganlığın  psikotik  bulgularla  ilişkili  olduğu  şeklinde  yorumlanmıştır.  Bizim 

çalışmamızda  saldırganlık  düzeyiyle  pozitif  belirtiler  arasında  anlamlı  bir  ilişki  saptanmamıştır. 

Şizofreni  hastalarında  yüksek  madde  ve/  veya  alkol  kötüye  kullanımı,  yüksek  LHA  skorları  ve  tutuklanma sayısıyla ilişkili bulunmuştur. Örneklemin küçük olması, sadece erkek hastaların alınması,  kontrol  grubunun  olmaması,  saldırgan  davranışların  geriye  dönük  ve  öz  bildirime  dayalı  bir  ölçekle  değerlendirilmesi,  tedavi  etkisinin  değerlendirilememesi  çalışmanın  önemli  kısıtlılıkları  olarak  belirtilmiştir.  Bu  çalışmanın  bizim  çalışmamızdan  AKB  ve  madde  ve/veya  alkol  kullanım  bozukluğu 

76

tanılarının  dışlanmaması,    özellikle  tutuklanma  öyküsü  olan  hastaların  çalışmaya  dahil  edilmesi,  saldırgan  davranışların  geriye  dönük  değerlendirilmesi  ,  sağlıklı  kontrol  grubunun  olmaması  gibi  farklarının yanı sıra; çalışmada kullanılan emosyon tanıma testinin temel emosyonlardan olan ve aynı  zamanda  diğer  olumsuz  emosyonlarla  karışma  ihtimali  yüksek  olan  ''tiksinti''  ve  ''şaşırma''  emosyonlarını içermemesi, testteki resimlerin gösterimi için belirli bir süre verilmemesi gibi faktörler  de önemli farklılıklar arasında sayılabilir. 

Demirbuga  ve  arkadaşları  (Demirbuga  et  al.  2013)  41  şiddet  suçu  öyküsü  olan  ve  35  şiddet  suçu  öyküsü  olmayan  toplam  76  ayaktan  tedavi  gören  şizofreni  hastasını  çalışmalarına  dahil  ederek  emosyonları  tanıma  performanslarını  karşılaştırmışlardır.  Çalışmadan  bizim  çalışmamıza  benzer  şekilde ek AKB tanısı olan bireyler dışlanmıştır. Klinik özellikler PANSS ile değerlendirilmiş ve emosyon  tanıma performansları için Ekman ve Friesen’ın fotoğraf setinden hazırlanmış olan emosyon tanıma  testi  uygulanmıştır.  Çalışmanın  sonucunda  iki  hasta  grubu  da  mutlu  yüzlerin  tamamına  yakınını  tanımıştır.  Bu  sonuç  bizim  çalışmamızla  da  uygundur.  Bundan  yola  çıkarak  şizofreni  hastalarında 

mutlu  emosyonların  şiddet  davranışıyla  ilişkili  olmadığı  kanısına  varılabilir.  Çalışmanın  diğer  bir 

sonucu ise her iki hasta grubunda da korku emosyonunun bütün emosyonlar içinde en düşük tanınma  oranına  sahip  olmasıdır.  Korku  emosyonu  çoğu  kez  şaşırma  emosyonuyla  karıştırılmıştır.  Bizim 

çalışmamızda  da  her  ne  kadar  ''şiddet  suçu  öyküsü  olan  ve  olmayanlar''  şeklinde  bir  ayrım  yapılmamışsa  da  hem  şizofreni  grubu  hem  de  sağlıklı  kontroller  en  düşük  performansı  korku  emosyonunda  göstermişlerdir.  Çalışmada  negatif  emosyonlar  içinde  en  iyi  tanınan  öfke  emosyonu 

olmuştur ki bu bizim çalışmamızla da uyumlu bir bulgudur. Şiddet suçu öyküsü olan şizofreni hastaları  öfkeli  emosyonları  daha  çok  üzüntülü  emosyonlarla  karıştırırken,  şiddet  suçu  öyküsü  olmayan  şizofreni  hastaları  nötral  emosyonlarla  karıştırmışlardır.    Bu  çalışmanın  sonuçları  bir  bütün  olarak  değerlendirildiğinde  şiddet  suçu  öyküsü  olan  şizofreni  hastalarıyla  şiddet  suçu  öyküsü  olmayan  şizofreni  hastalarının  emosyon  tanıma  performansları  arasında  anlamlı  bir  farklılık  bulunmamıştır. 

Bizim çalışmamızda da benzer şekilde saldırganlık düzeyiyle emosyon tanıma performansı arasında  anlamlı  bir  ilişki  bulunmamıştır.  Bu  çalışmanın  en  önemli  kısıtlılıklarından  biri  sağlıklı  kontrol 

grubunun olmamasıdır.   

Frommann  ve  arkadaşları  (Frommann  et  al.  2013)  şiddet  suçu  öyküsü  olan  ve  olmayan  şizofreni  hastalarında emosyon tanıma ve olaya ilişkin potansyelleri araştırdıkları çalışmalarına 19 şiddet suçu  öyküsü  olan  şizofreni  hastası  ile  19  şiddet  suçu  öyküsü  olmayan  yatan  şizofreni  hastası  dahil  etmişlerdir.  Katılımcılara  uygulanan  emosyon  tanıma  testi  bizim  çalışmamızda  olduğu  her  bir  emosyondan 10 resim olmak üzere toplam 70 resim içeren bir testtir. Farklı olarak her bir emosyon  500 ms gösterilmiş, seçenekler ekranda resmin gösteriminden sonra ekrana gelmiş ve cevap verme 

77

süresi olarak 8 sn verilmiştir. Emosyon tanıma performansını ölçmek için her bir emosyon için verilen  doğru  yanıt  sayıları  hesaplanmıştır.  Ayrıca  hastaların  zeka  düzeyleri  ölçülmüş,  psikopati  soru  listesi  kullanılarak  psikopati  derecesi  belirlenmiş;  AKB  tanısı  dışlanmıştır.  Fakat  alkol/madde  kullanım  bozukluğu  ek  tanısı  olan  hastalar  da  çalışmaya  dahil  edilmiştir.  Şiddet/saldırganlık  düzeyinin  belirlenmesi  için  klinisyen  tarafından  uygulanan  20  itemlik  bir  ölçek  uygulanmıştır.  Klinik  belirtiler  PANSS  ile  değerlendirilmiş;  ayrıca  yüz  tanıma  performansı  Benton  Yüz  Tanıma  Testi  kullanılarak  ölçülmüştür.  Bu çalışmanın sonucunda; şiddet suçu  öyküsü olan ve olmayan hastaların yaş, hastalık  süresi,  antipsikotik  dozları,  PANSS  değerlendirmeleri,  zeka  düzeyleri,  yüz  tanıma  performansları  arasında  anlamlı  farklılık  saptanmamış;  şiddet  suçu  işleyen  grubun  saldırganlık  ve  psikopati  düzeyi   anlamlı  daha  yüksek  bulunmuştur.  Gruplar  arası  emosyon  tanıma  performansları  karşılaştırıldığında  ise şiddet suçu öyküsü olan hastaların testteki toplam doğru sayısı suç öyküsü olmayan hastalara göre  anlamlı  düşük  saptanmıştır.  Emosyonlar  ayrı  ayrı  değerlendirildiğinde  ise  nötr  ve  korku  doğru  yanıt  sayıları  şiddet  suçu  işleyen  grupta  anlamlı  düşük  bulunurken;  diğer  emosyonlarda  anlamlı  farklılık  saptanmamıştır. Emosyon tanıma performansı ile PANSS skoru, psikopati derecesi, antipsikotik dozu  arasındaki  ilişki  de  incelenmiş;  emosyon  tanıma  preformansı  ile  PANSS  skoru  ve  antipsikotik  doz  arasında anlamlı ilişki saptanmazken; psikopati derecesi daha yüksek olan bireylerin emosyon tanıma  performanslarının  daha  düşük  olduğu  saptanmıştır.  Bu  çalışmada  AKB  tanısı  psikopati  düzeyi  belirlenip  kesme  puan  kullanılarak  dışlanmış;  psikopati  derecesiyle  emosyon  tanıma  performansı  ilişkisi  ayrıca  değerlendirilmiştir.  Bizim  çalışmamızda  ise  AKB  tanısı  SCID‐II  kullanılarak  dışlanmış;  bireylerin  psikopati  derecesi  ayrıca  belirlenmemiştir.  Yine  Frommann  ve  arkadaşlarının  yaptığı  bu  çalışmadan farklı olarak bizim çalışmamızda emosyon tanıma performansı ile PANSS skoru arasında 

anlamlı  negatif  ilişki  saptanmıştır.  Alt  ölçekler  ayrı  ayrı  incelendiğinde  ise  emsoyon  tanıma  performansıyla    negatif  alt  ölçek  puanı  arasında  anlamlı  ilişki  saptanmazken;  pozitif  ve  genel  psikopatoloji  alt  ölçek  puanlarıyla  anlamlı  negatif  ilişki  saptanmıştır.  Başka  bir  deyişle  pozitif  ve 

genel psikopatoloji alt ölçek puanları arttıkça emosyon tanıma performansı azalmaktadır.   

Antonius ve arkadaşları yakın zaman önce yaptıkları çalışmalarında ise farklı bir yöntem kullanmışlar  ve saldırganlık düzeyiyle implicit emosyon tanıma performansı ilişkisini incelemişlerdir  (Antonius et 

al.  2013).  Çalışmaya  şizofreni  ve  şizoaffektif  bozukluk  tanılı  20  hasta  dahil  edilmiş;  hastalar 

saldırganlık  ölçeği  skorlarına  göre  iki  gruba  ayrılmıştır.  Hastaların  implicit  emosyon  tanıma  performansının  değerlendirilmesi  için  bir  bilgisayar  programı  aracılığıyla  nötr  yüzler  gösterilmiş  ve  hastaların  yüzlerin  baskınlık  derecelerini  1‐5  arasında  oranlamaları  istenmiştir.  Başka  bir  bilgisayar  programı  aracılığıyla  da  gösterilen  yüzlerdeki  nötr  emosyonların  üzüntü,  öfke,  tiksinti,  şaşırma,  mutluluk  ve  korku  emosyonları  karşılıkları  hesaplanmıştır.  Çalışmanın  sonucunda  saldırgan  hasta  grubunun  implicit  korku  algısında  defisit  olduğu  saptanmıştır.  Bu  çalışmadaki  emosyon  testi  bizim 

78

çalışmamızda  kullandığımız  emosyonları  ayırt  etme  testinden  oldukça  farklıdır.  Bununla  beraber 

bizim çalışmamızda emosyonları ayırt etme performansı ile saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir  ilişki  saptanmamıştır.  Antonius  ve  arkadaşlarının  yaptığı  bu  çalışma  çok  küçük  bir  örneklem 

içermektedir;  ayrıca  sağlıklı  kontrol  grubunun  olmaması  ve  emsoyon  tanıma  performansının  ayrıca  değerlendirilmemesi de çalışmanın önemli kısıtlılıkları arasındadır. 

 

Sonuç  olarak  literatürdeki  şizofrenide  saldırganlık  ve  emosyon  tanıma  performansını  inceleyen  çalışmaların  örneklem  özelliklerinin  ve  saldırganlık  düzeyleri  değerlendirmelerinin  bizim  çalışmamızdan  farklı  olduğu  söylenebilir.  Özellikle  şiddet  suçu  öyküsü  olan  popülasyonların  seçilmiş  olması;  aynı  zamanda  madde  kullanım  bozukluğu  gibi  karıştırıcı  faktörlerin  de  dışlanmaması  çalışmaların  ortak  özelliği  olmakla  birlikte;  sonuçlar  değerlendirildiğinde  de  saldırganlık  düzeyi 

yüksek olan şizofreni hastalarının korku emosyonunu tanıma performansındaki düşüklük daha ön  plana çıkan bir bulgu olmuştur. Bu sonuç çalışmalardaki hasta grubun şizofreni tanılarının yanı sıra 

psikopati  düzeylerinin  de  görece  yüksek  olmasıyla  açıklanabilir.  Bizim  çalışmamızda  da  korku 

emosyonu en az tanınan emosyondur; fakat bu durumun saldırganlık düzeyiyle anlamlı bir ilişkisi  saptanmamıştır. Bir taraftan da bu çalışmanın ilginç bir bulgusu saldırganlık düzeyiyle yanlış korku  algısının  anlamlı  pozitif  bir  ilişkisinin  saptanmış  olduğudur  ki;  literatürde  daha  önce  yanlış  yanıtların değerlendirildiği bir çalışmaya rastlanmamıştır.   

6.5. Saldırganlık Düzeyine Etki Eden Diğer Faktörlerin Değerlendirilmesi 

 

6.5.1. Çocukluk Çağı Travmaları 

 

Saldırgan tutum ve davranışlarla ilişkili olduğunu düşündüğümüz faktörlerden biri olan çocukluk çağı  travmaları  CTQ‐28  kullanılarak  ölçülmüştür.  Hastaların  ilk  değerlendirmeleri  klinikte  yattıkları  dönemde  yani  hastalığın  alevli  döneminde  yapılmış  olduğundan;  bu  dönemde  hastaların  aileleri  ve  yakın  çevrelerini  içeren  psikotik  bir  sürecin  ölçek  puanını  olumsuz  etkileyebileceği  düşünülmüş  ve  hastaların kontrole geldikleri ikinci görüşmede ölçek değerlendirmesi yapılmıştır. Şizofreni ve sağlıklı  kontrol  grubu  karşılaştırmaları  sonucunda  şizofreni  grubunun  CTQ‐28  toplam  puan  ortalamasının 

kontrollere  göre  anlamlı  daha  yüksek  çıktığı  saptanmıştır.  Alt  ölçek  puanlarının 

değerlendirilmesinde ise her iki grupta cinsel istismar puan ortalamaları birbirine yakın bulunmuştur  ki  bu  ortalamalar  alt  ölçek  puanlamasında  alt  sınıra  oldukça  yakındır.  Yani  örneklemdeki  bireylerin  cinsel istismara maruz kalma oranının düşük olduğu söylenebilir. Duygusal istismar, fiziksel istismar, 

fiziksel ihmal ve duygusal ihmal alt ölçek puan ortalamaları ise şizofreni grubunda kontrollere göre  anlamlı  daha  yüksek  çıkmıştır.  Ek  olarak;  alt  ölçek  puanları    kendi  aralarında  değerlendirildiğinde;  

79

her  iki  grupta  da    benzer  bir  sıralama  olduğu  görülmüş  ve  duygusal  ihmal,  fiziksel  ihmal,  duygusal  istismar, fiziksel istismar ve cinsel istismar şeklinde en yüksekten düşüğe doğru sıralanmıştır.    Çocukluk çağı travma öyküsünün, bir çok psikiyatrik hastalık ile ilişkisi olduğu bilinmekte ve hastalık  oluşumu için risk etkeni olarak kabul edilmektedir (Carr et al. 2013). Yapılan çalışmalarda daha çok  depresyon, PTSD, madde kullanım bozuklukları ve suisid girişimiyle çocukluk çağı travmaları arasında  daha tutarlı bir ilişki saptanmış (Sideli et al. 2012) olmakla beraber erken yaşam olayları ve çocukluk  çağı travmalarının şizofreni etyolojisinde önemli bir etken olduğu üzerinde  de durulmuştur  (Read et 

al.  2005;  Binbay  et  al.  2010).  Toplum  temelli  araştırmalarda  çocukluk  çağı  travmasına  maruziyetin 

psikotik belirti riskini  1,7‐15 kat arttırdığı belirtilmektedir (Bebbington et al. 2011; Sidelli et al 2012).  Ayrıca travma sayısı ve maruziyeti arttıkça bu risk daha da artmaktadır (Spauewen et al. 2006; Sidelli 

et  al.  2012).  Travma  türlerine  bakıldığında  uygulanan  kasıtlı  şiddetin  daha  güçlü  etkisinin  olduğu  (Galletly  et  al.  2011;  Arseneault  et  al.  2011);  özellikle  annenin  uyguladığı  fiziksel  ve  duygusal 

istismarın diğer travmalara oranla şizofreni etyolojisinde daha etkin bir rolü olabileceği belirtilmiştir 

(Rubino  et  al.  2009,  Fischer  et  al.  2010,  Sidelli  et  al.  2012).  Bununla  birlikte  fiziksel  ve  duygusal 

ihmale maruziyetin de şizofreni etyolojisinde rolü olabileceğini gösteren çalışmalar da bulunmaktadır 

(Ucok et  al.  2007; Heins  et al. 2011). Çocukluk  çağı travması maruziyetinin şizofreni etyolojisindeki 

rolünün yanı sıra pozitif psikotik bulgu şiddeti üzerine de olumsuz etkisinin olduğu bildirilmiştir (Ucok 

et  al.  2007;  Steel  et  al.  2009;  Carr  et  al.  2013).  Özetle  yapılan  çalışmalara  göz  atıldığında  çocukluk 

çağı  travmalarının  daha  çok  şizofreni  gelişimine  katkısı  ve  hastalık  semptomlarıyla  ilişkisi  üzerinde  durulduğu söylenebilir. Bizim çalışmamız çocukluk çağı travmalarının şizofreni gelişimine etkisi ya da  şizofreni semptomlarıyla ilişkisini araştırmak amacıyla planlanmamış; şizofrenide saldırgan tutum ve  davranışların etyolojisinde rolü olan etmenlerin belirlenmesini hedeflemiştir.    Bu bağlamda; saldırganlık düzeyine etkisi olduğunu düşündüğümüz bağımsız değişkenlerle yapılan  çoklu lineer regresyon analizi sonucunda çocukluk çağı travmalarının saldırganlık düzeyine anlamlı  etkisi  bulunmuştur.  Yani  daha  fazla  saldırgan  davranış  gösteren  bireylerin  daha  fazla  çocukluk  çağı 

travmasına maruz kaldığı söylenebilir. Şizofreni ve sağlık kontrol grubu ayrı ayrı analiz edildiğinde bu  etki  ortadan  kalkmamıştır.  Bundan  yola  çıkarak    hem  sağlıklı  bireylerde  hem  de  şizofreni 

hastalarında çocukluk çağı travmasının saldırganlık düzeyini arttırdığını söyleyebiliriz. Daha önce de 

belirtildiği gibi literatürde çocukluk çağı travması ve şizofreni ilişkisini inceleyen çalışmalar daha çok  çocukluk  çağı  travmasının  şizofreni  etyolojisindeki  rolü  ve  pozitif‐negatif  bulgulara  etkisi  üzerinde  odaklanmıştır. Literatürde şizofrenide saldırganlık/şiddet  ve çocukluk çağı travması ilişkisini inceleyen  bir  çalışmaya  rastlanmamıştır.  Saldırganlık  ve  şiddet  davranışının  çocukluk  çağı  travmasıyla  ilişkisini  araştıran  çalışmalar  daha  çok  AKB  tanılı  ve  cezaevinde  olan  bireyler  de  araştırılmıştır  ki  bu  bireyler 

80

hem  dürtüsel  hem  de  planlı  saldırgan  davranış  gösterdiklerinden  saldırganlık  etyolojisinin  araştırılmasında önemli bir model olmuşlardır.  

 

Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde hem çocukluk çağı travma maruziyetinin sorgulanması hem  de  saldırganlık  değerlendirmesi  farklı  yöntemlerle  yapılmış  olsa  da  genel  sonuç  çocukluk  çağı  travma maruziyetinin saldırganlık düzeyini ve suç davranışını arttırdığı yönündedir. AKB tanısı olan 

bireylerde  çocukluk  çağı  travması  maruziyetinin  saldırganlık  düzeyini  arttırarak  şiddet  suçu  riskini  arttırdığı  gibi  (Sarchiapone  et  al.  2009;  Bevilacqua  et  al.  2012);  bireylerin  kendilerine  yönelik  saldırgan  tutumlarını  da  arttırarak  kendini  yaralama  davranışı  ve  suisid  girişimini  de  arttırdığı  bildirilmiştir  (Algül  et  al.  2009;  Swogger  et  al.  2011).  Fiziksel  istismar  maruziyetinin  diğer  travma  maruziyetlerine  oranla  saldırganlık  etyolojisinde  daha  önemli  rol  oynuyor  gibi  görünmekle  beraber 

(Kolla et al. 2013);  genotip, zeka düzeyi ve eğitim süresi gibi faktörlerin bu etkileşimde önemli rolleri 

olduğu belirtilmektedir (Caspi et al. 2002; Klika et al. 2013; Smith et al. 2013). Bütün bu sonuçlar bir  arada değerlendirildiğinde bizim çalışmamızdaki örneklemin literatürde bahsedilenlerden farklı olarak  saldırganlık  düzeyini  arttırdığı  ve  şiddet  davranışı  için  risk  faktörü  olduğu  bilinen  birçok  etkeni  içermediği  söylenebilir.  Örneklemin  toplum  için  'tehlikeli'  tabir  edilen  bireylerden  oluşmaması  ve  bununla  bağlantılı  olarak  bireylerin  görece  daha  az  saldırgan  davranış  gösteriyor  olmaları  sonucu  değiştirmemiştir;  öyle  ki    hem  sağlıklı  kontrollerde  hem  de  şizofreni  hastalarında  çocukluk  çağı 

travmasına  daha  fazla  maruziyet  daha  yüksek  saldırganlıkla  ilişkili  bulunmuştur.  Bundan  yola  çıkarak  şunu  söyleyebiliriz  ki;  saldırganlığın  bahsedilen  heterojen  etyolojisi  içinde  çocukluk  çağı  travmasının rolü oldukça önemlidir ve bu psikopatolojiden bağımsız olabilir. 

 

6.5.2. Aile Değerlendirmesi