• Sonuç bulunamadı

Şizofrenide emosyonların tanınması ile saldırgan tutum ve davranışlar arasındaki ilişki

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şizofrenide emosyonların tanınması ile saldırgan tutum ve davranışlar arasındaki ilişki"

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C 

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 

Psikiyatri Anabilim Dalı 

 

 

 

 

ŞİZOFRENİDE EMOSYONLARIN TANINMASI İLE 

SALDIRGAN TUTUM VE DAVRANIŞLAR 

ARASINDAKİ İLİŞKİ 

 

 

Tıpta Uzmanlık Tezi 

Dr. Seval TAŞPINAR 

 

 

 

 

 

Tez Danışmanı 

Prof. Dr. A.Saffet GÖNÜL 

 

 

 

 

İzmir 

Ekim 2014 

(2)

ii

Birlikte çalıştığım süre boyunca kendisinden çok şey öğrendiğim; tez sürecimde

en büyük motivasyon kaynağım olan ve bana desteğini her daim hissettiren tez

danışmanım Prof Dr Ali Saffet Gönül'e,

Asistanlığım süresince iyi bir psikiyatrist olmam konusunda büyük katkıları olan

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyelerine,

Tezimdeki emosyon testlerinin oluşumu ve analizi aşamasında birlikte çalıştığım;

içten yardımlarını ve desteğini esirgemeyen Kaya Oğuz'a,

Asistanlığım süresince keyifli bir ortamda çalışmamı sağlayan, ayrıca tezimin

özellikle hasta alım aşamasında büyük yardımlarını gördüğüm tüm hemşire ve

personellerimize,

Benimle görüşmeyi kabul eden ve büyük bir çaba ve sabırla çalışmanın içinde yer

alan şizofreni hastalarına ve sağlıklı kontrollere,

Özellikle asistanlığımın son bir yılını kapsayan dönemde zorlu geçen hasta alımı

ve tez yazımı aşamasında yaşam enerjileri ve samimiyetleriyle hep yanımda olan

sevgili Ç.M grubuna ve birlikte çalıştığım tüm asistan arkadaşlarıma,

Benim için bir kardeşten farksız olan ve her zor zamanımda büyük bir sabır ve

özveriyle yanımda duran canım arkadaşım Bedriye Karaman'a,

Hayatımın her aşamasında sonsuz sevgi ve desteklerini hissettiğim, en büyük güç

kaynağım olan; başta babam olmak üzere tüm aileme sonsuz teşekkürlerimle..

(3)

iii

ÖZET 

 

TAŞPINAR  S.  (2014)  ŞİZOFRENİDE  EMOSYONLARIN  TANINMASI  İLE  SALDIRGAN  TUTUM  VE 

DAVRANIŞLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ 

Tıpta Uzmanlık Tezi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, İzmir 

AMAÇ:  Bu  çalışmanın  amacı  şizofreni  tanılı  bireylerde  emosyonların  tanınması  ve  ayırt  edilmesi  ile 

saldırgan tutum ve davranışlar arasındaki ilişkinin incelenmesidir.    

YÖNTEM:  Bu  çalışmaya  Ege  Üniversitesi  Tıp  Fakültesi  Hastanesi  Ruh  Sağlığı  ve  Hastalıkları  Anabilim 

Dalı  Erkek  Servisi  ve    Kadın  Servisi'  nde  yatan  36  şizofreni  tanılı  birey  ve  36  sağlıklı  kontrol  dahil  edilmiştir.  Yatışlarının  ilk  10  günü  içinde  ilk  değerlendirmeleri  yapılan  hasta  grubun  tanısal  görüşmeleri  için  SCID‐I  (Structured  Clinical  Interwiew  for  DSM  IV;  DSM  IV  için  yapılandırılmış  klinik  görüşme)  kullanılmış;  ardından  Standardize  Mini  Mental  Test  (SMMT),  Pozitif  ve  Negatif  Semptom  Ölçeği  (PANSS),  Calgary  Şizofrenide  Depresyon  Ölçeği  (CŞDÖ),  Ekstrapiramidal  Belirtileri  Değerlendirme  Ölçeği  (EBDÖ),  İrritabilite  Ölçeği  (İÖ),  Buss  Perry  Saldırganlık  Ölçeği  (BPSÖ),  Barrat  Dürtüsellik  Ölçeği  (BDÖ),  Açık  Saldırganlık  Ölçeği  (ASÖ)  ve  Aile  Değerlendirme  Ölçeği  (ADÖ)  uygulanmıştır.  Emosyon  tanıma  ve  ayırt  etme  performansı  Ekman'ın  fotoğraf  seti  kullanılarak  hazırlanan  Emosyonları  Tanıma  Testi  (ETT)  ve  Emosyonları  Ayırt  Etme  Testi  (EAET)  ile  değerlendirilmiştir.  Taburculuklarından  15  gün  sonra  kontrole  çağrılan  hastaların  klinik  değişkenleriyle  birlikte  saldırganlık  düzeyleri  ve  emosyon  tanıma  performansları  ikinci  kez  değerlendirilmiş  ve  Çocukluk  Çağı  Travmaları  Ölçeği  uygulanmıştır.    Sağlıklı  kontrol  grubu  bir  kez  değerlendirilmiş;  bu  değerlendirmede  SCID‐I  kullanılarak  yapılan  tanısal  görüşme  sonrası    SMMT,  ADÖ,  CTQ‐28,  BPSÖ,  BDÖ,  İÖ,  ETT  ve  EAET  uygulanmıştır.    Grupların  karşılaştırmasında    normal  dağılan  değişkenler  için  Bağımsız  gruplar  T  Testi  ve  MANOVA;  normal  dağılmayan  değişkenler  için  Mann Whitney U Testi kullanılmıştır. Saldırganlık düzeyine etki eden faktörlerin belirlenmesi amacıyla  Çoklu Lineer Regresyon Analizi; saldırganlık ve emosyon tanıma ile ilişkili faktörlerin belirlenmesi için  Pearson Bağıntı Analizi uygulanmıştır. Şizofreni grubunda ilk ve ikinci değerlendirme karşılaştırmaları  Tekrarlı ölçümler MANOVA ve Eşleştirilmiş T Testi kullanılarak yapılmıştır.    BULGULAR: Bu çalışmada saldırganlık düzeyi belirteci olarak İÖ kullanılmıştır. Çalışmanın sonucunda 

şizofreni  grubunun  sağlıklı  kontrollere  göre  İÖ  puanları  anlamlı  daha  yüksek  saptanırken;  emosyon  tanıma  ve  ayırt  etme  performansı  anlamlı  daha  düşük  saptanmıştır.  İÖ  puanlarına  etkili  olduğunu  düşündüğümüz CTQ‐28, ADÖ, ETT ve EAET toplam doğru sayılarını bağımsız değişkenler olarak analize  dahil  ettiğimiz  çoklu  lineer  regresyon  modelinde;  emosyon  tanıma  ve  ayırt  etme  performansının  İÖ  puanları  üzerine  anlamlı  etkisi  saptanmazken;  CTQ‐28  toplam  puanının  İÖ  puanları  üzerine  anlamlı 

(4)

iv

etkisi  olduğu  saptanmıştır.  Bu  etki  tekrarlanan  analizler  sonucunda  her  iki  grupta  da  anlamlılığını  korumuştur.  İÖ  toplam  puanıyla  her  bir  emosyonun  doğru  veya  yanlış  tanınması  arasındaki  ilişki  incelendiğinde  ise;  İÖ  toplam  puanı  ile  emosyonların  doğru  tanınması  arasında  anlamlı  ilişki  bulunmazken; İÖ toplam puanı ile korku emosyonunun yanlış tanınması arasında anlamlı pozitif ilişki  saptanmıştır.  Akut  dönemin  tedavisi  sonrası  ikinci  kez  değerlendirilen  şizofreni  grubunda  İÖ  puanlarında anlamlı azalma; emosyon tanıma performansında ise anlamlı artış olduğu saptanmıştır.   

TARTIŞMA:  Bu  çalışmanın  ilk  aşamasında  hastalıklarının  alevli  dönemlerinde  ve  klinikte  yatışları 

sırasında  ilk değerlendirmeleri  yapılmış  olan  şizofreni  tanılı  bireyler  ile  sağlıklı  bireylerin  saldırganlık  düzeyleri  ve  emosyon  tanıma  performansları  karşılaştırılmıştır.  Analiz  sonucunda  literatürle  uyumlu  olarak; şizofreni hastalarının sağlıklı popülasyona göre saldırganlık düzeyleri daha yüksek saptanırken,   emosyon  tanıma  performansları  daha  düşük  saptanmıştır.  Emosyon  tanıma  performansıyla  saldırganlık düzeyi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılan analizler sonucunda; her iki testin  doğru  yanıt  sayılarıyla  saldırganlık  düzeyi  arasında  anlamlı  ilişki  saptanmazken;  yanlış  seçilen  korku  emosyonu  sayısıyla  saldırganlık  düzeyi  arasında  anlamlı  pozitif  ilişki  saptanmıştır.  Bu  sonuca  göre;  saldırganlık  düzeyi  yüksek  hastaların  daha  fazla  korku  yanlış  algısına  sahip  oldukları  kanaatine  ulaşılabilir.    Şizofrenide  saldırganlık  düzeyi  ve  ''korku''  tanınması/algısı    ilişkisinin  daha  ayrıntılı  araştırılması  bu  konunun  daha  net  anlaşılmasına  imkan  verecektir.  Çalışmanın  bir  diğer  bulgusu  da  çocukluk  çağı  travmalarının  saldırganlık  düzeyi  üzerine  anlamlı  etkisinin  olduğudur.  Tekrarlanan  analizler  sonucunda    hem  şizofreni  grubu  hem  de  sağlıklı  kontrollerde  bu  etkinin  devam  ettiğinin  görülmesi  çocukluk  çağı  travmalarının  saldırganlık  etyolojisinde  psikopatojiden  bağımsız  bir  rolü  olabileceğini düşündürmüştür.     ANAHTAR KELİMELER: Şizofreni, saldırgan davranış, emosyon tanıma

 

 

 

 

 

 

 

(5)

v

ABSTRACT 

TAŞPINAR  S.  (2014)  THE  RELATIONSHIP  BETWEEN  EMOTION  RECOGNITION  AND  AGGRESSIVE 

ATTITUDE AND BEHAVIORS IN SCHIZOPHRENIA 

Dissertiation, Ege University, Faculty of Medicine, Department of Psychiatry, Izmir, Turkey 

OBJECTIVE:  The  purpose  of  this  study  is  to  examine  the  relationship  between  emotion  recognition 

and aggressive attitude and behaviors in schizophrenia. 

METHOD: Thirty‐six patients with schizophrenia who have hospitalized in women and men clinics of 

Ege University Psychiatry Department and thirty‐six healty controls were included in this study. The  first assessment was done with SCID I (Structured Clinical Interwiew for DSM IV), Standardized Mini‐ Mental  State  Examination  (SMMSE),  Positive  and  Negative  Syndrome  Scale  (PANSS),  Calgary  Depression  Scale  for  Schizophrenia  (CDSS),  Extrapyramidal  Symptom  Rating  Scale  (ESRS),  Irritability  Scale(IS),  Buss  Perry  Aggression  Questionnaire  (BPAQ),  Barrat  Impulsiveness  Scale  (BIS),  Overt  Aggression  Scale  (OAS)  and  Family  Evaluation  Scale  (FES)  within  the  first  ten  days  of  their  hospitalization. Performance of emotion recognation and discrimination was considered by Emotion  Recognition  Test  (ERT)  and  Emotion  Discrimination  Test  (EDT)  that  had  prepared  with  Ekman’s  photography  set.  The  second  assessment  was  done  by  evaluation  of  aggression  level  with  clinical  changes and performance of recognizing emotions and also Childhood Trauma Questionnaire (CTQ‐ 28) was applied on the 15th day after discharge. The healthy control group was examined one time  with SCID I for diagnostic conversation. Next; SMMSE, FES, CTQ‐28, BPAQ, BIS, IS, ERT ve EDT were  also performed. In statistical analyses, independent groups were analysed with Independent Samples  T  Test  and  MANOVA  for  normal  distribution  examples,  Mann  Whitney  U  Test  for  non‐normal  distribution  examples  on  comparison  of  groups.  Multiple  linear  regression  analyse  was  used  for  defining  factors  that  effects  aggression  level.  Aggression  and  emotion  recognition  related  factors  were analysed with Pearson Correlation Analyse. The comparison of schizophrenia group’s first and  second assessments analysed with Repeated Measures MANOVA and Paired Samples T Test. 

 

RESULTS:  In  this  study,  IS  was  used  for  determiner  of  aggression  level.    In  results,  schizophrenia 

group’s IS scores were significantly higher, performances of emotion recognation and discrimination  were lower than healthy groups’. Total scores of CTQ‐28, FES and total correct answers in ERT and  EDT that we thought efficient for IS scores, have not resulted significant on performances of emotion  recognition  and  discrimination  according  to  multiple  lineer  regression  model.  On  the  other  hand,  CTQ‐28  total  scores  were  found  significantly  efficient  on  IS  scores.  This  effect  has  saved  its 

(6)

vi

significance  after  repeated  analyses  in  both  two  groups.  Total  IS  scores  and  correct    emotion  recognitions  were  evaluated:  however,  there  was  no  significant  relationship.  Otherwise,  IS  total  scores were found significantly related with wrong recognition of fear. After the teratment of acute  period,  IS  scores  were  found  significantly  decreased  and  performance  of  emotion  recognition  significantly increased in the second assessment of schizophrenia group. 

DISCUSSION:  In the first step of this study, we compared the performances of emotion recognition 

and  aggression  level  of  patients  with  schizophrenia  who  were  ungoing  treatment  in  the  clinic  and  healthy controls. Results showed that schizophrenia group’s aggression level were found higher than  healthy  population’s  and  schizophrenia  patients’  performances  of  emotion  recognition  were  found  lower than controls’ as compatible with the literature. The analyses for the relationship of aggression  level and performance of emotion recognition showed that number of correct answers in the each  test  did  not  have  significant  realtioship  with  aggression  level.  But  there  was  a  relation  with  aggression level and number of wrong recognition of fear. According to these results,  this has been  thought to be that patients with high aggression level may have more perception of wrong fear. In  the  future  studies,  to  investigate  the  relationship  between  aggessive  behavior  and  fear  recognation/perception in more detail will allow better understand of these issues.The other finding  of this study;  CTQ‐28 total scores were found significantly efficient on aggression level. This effect  has saved its significance after repeated analyses in both two groups; this result has been thougt to  be that chidhood trauma may play role in the etiology of aggression regardless of psychopathology.  KEY WORDS: Schizophrenia, aggressive behavior, emotion recognition 

 

 

 

 

 

 

 

 

(7)

vii

İÇİNDEKİLER 

1.GİRİŞ...1 

1.1. Saldırganlık ve Şiddet Kavramı………2 

1.2. Saldırganlığın Sınıflandırılması………2 

1.3. Saldırganlığın Etyolojisi……….3 

1.4. Şizofrenide Saldırganlık ve Şiddet Kavramı Etyolojisi ... 12 

1.5. Şizofrenide Görüntüleme Çalışmaları ... 19 

1.6. Şizofrenide Saldırgan Tutum ve Davranış İçin Yeni Bir Yaklaşım ... 20 

1.7. Empati Kavramı ... 21 

1.8. Yüz Tanıma ve Yüz Emosyonu Tanıma ... 22 

1.9. Şizofrenide Yüz Emosyonu Tanıma ... 23 

1.10. Şizofrenide Saldırganlık ve Emosyon Tanıma İlişkisini Araştıran Çalışmalar . 27 

2. AMAÇ ... 31 

3. VARSAYIMLAR ... 31 

4. YÖNTEM ... 32 

4.1. Katılımcılar ... 32 

4.2. Veri Toplama Araçları ... 33 

4.3. Çalışma Basamakları ... 36 

4.4. Sonuçların Yorumlanması ve İstatistiksel Yöntem ... 39 

5. BULGULAR ... 42 

5.1. Örneklem Özellikleri... 42 

5.2. Örneklemin Saldırganlık Düzeylerinin Belirlenmesi ... 44 

5.3. Örneklemin Emosyon Testlerinin Değerlendirilmesi ... 47 

5.4. Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Belirlenmesi ... 51 

5.5. Saldırganlık Düzeyine Etki Eden Diğer Faktörlerin Belirlenmesi……… 53 

5.6. Emosyon Testleriyle İlişkili Faktörlerin Belirlenmesi……….. . 59 

(8)

viii

5.7. Şizofreni Grubunda Tedavi Etkisinin Değerlendirilmesi ... 59 

5.8. Ek İstatistikler ... 65 

6. TARTIŞMA………. . 68 

6.1. Örneklemin Özellikleri ... 69 

6.2. Saldırganlık Düzeylerinin Değerlendirilmesi ... 70 

6.3. Emosyon Testlerinin Değerlendirilmesi ... 71 

6.4. Saldırganlık Düzeyi ve Emosyon Testleri İlişkisinin Değerlendirilmesi ... 74 

6.5. Saldırganlık Düzeyine Etki Eden Diğer Faktörlerin Değerlendirilmesi ... 78 

6.6. Tedavi Etkisinin Değerlendirilmesi ... 82 

6.7. Çalışmanın Güçlü Yanları ... 86 

6.8. Çalışmanın Kısıtlılıkları ... 87 

7.VARSAYIMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 87 

8. SONUÇ VE ÖNERİLER ... 87 

9. KAYNAKLAR ... 89 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(9)

ix

TABLOLAR 

 

Tablo 1: Çalışmanın güç analizi ... 39 

Tablo 2: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun sosyodemografik özellikleri ... 42 

Tablo 3: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun cezaevine girme öyküsü‐ailede      

psikiyatrik hastalık ve ailede cezaevine girme öyküsü……….. 43 

 

Tablo 4: Şizofreni grubunun hastalık özellikleri,  

klinik belirtileri ve tedavi özellikleri ... 44 

Tablo 5: İÖ ile BDÖ‐BPSÖ korelasyon analizi sonuçları ... 45 

Tablo 6: İÖ ile ASÖ korelasyon analizi sonucu... 46 

Tablo 7: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun İÖ puanları karşılaştırması ... 46 

Tablo 8: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun  

ETT doğru yanıtlarının karşılaştırılması ... 48 

Tablo 9: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun  

EAET doğru yanıtlarının karşılaştırılması ... 48 

Tablo 10: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun  

ETT yanlış yanıtlarının karşılaştırılması ... 49 

Tablo 11: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun  

ETT ve EAET reaksiyon sürelerinin karşılaştırılması ... 50 

Tablo 12‐1, 13‐1, 14‐1: Regresyon Analizi Sonuçları ... 51 

Tablo 15‐16: Korelasyon analizi sonuçları (Doğru yanıtlar ... 52 

Tablo 17: Korelasyon analizi sonuçları (Yanlış  yanıtlar ... 53 

Tablo 18: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun CTQ‐28 puanları karşılaştırılması ... 54 

Tablo 19: Şizofreni grubu ve kontrol grubunun ADÖ puanları karşılaştırılması ... 55 

Tablo 12‐2, 13‐2, 14‐2: Regresyon analizi sonuçları... 56 

Tablo 20: MANCOVA sonuçları ... 57 

Tablo 21: Partial korelasyon analizi sonucu ... 58 

Tablo 22: Korelasyon analizi sonuçları (ETT ... 59 

Tablo 23 : Klinik belirtilerin ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 60 

Tablo 24: Şizofreni grubunda İÖ puanları ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 61 

Tablo 25: Şizofreni grubunda ETT doğru yanıtları ilk ve ikinci değerlendirmeleri .... 62 

Tablo 26: Şizofreni grubunda EAET doğru yanıtları ilk ve ikinci değerlendirmeleri .. 62 

(10)

x

Tablo 27: Şizofreni grubunda EAET yanlış yanıtları ilk ve ikinci değerlendirmeleri .. 63 

Tablo 28: Şizofreni grubunda ETT ve  

EAET reaksiyon süreleri ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 64 

Tablo 29: Şizofreni grubunda ADÖ puanlarının ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 65 

Tablo 30 : Şizofreni ve kontrol grubunun SMMT puanları karşılaştırılması ... 66 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(11)

xi

ŞEKİLLER 

 

Şekil 1: Şizofrenide saldırgan davranış nedenleri ... 13 

Şekil 2: Empati bileşenleri ... 21 

Şekil 3: Emosyonları tanıma testi içeriğindeki öfkeli yüz ifadesi örneği... 37 

Şekil 4: Emosyonları Ayırt Etme Testi ... 38 

Şekil 5: Şizofreni grubun Açık Saldırganlık Ölçeği alt ölçek puan ortalamaları ... 45 

Şekil 6: ''Korku'' yanlış yanıtlarının dağılımı ... 50 

Şekil 7: ETT ve EAET toplam doğru sayıları ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 66 

Şekil 8: ETT doğru yanıtlarının dağılımı (ilk ve ikinci değerlendirme) ... 67 

Şekil 9: ETT ve EAET reaksiyon süreleri ilk ve ikinci değerlendirmeleri ... 67 

 

EKLER 

Ek 1: Aydınlatılmış Onam Formu ... 102 

Ek 2: Olgu Rapor Formu ... 107 

Ek 3: Standardize Mini Mental Test ... 115 

Ek 4: Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği ... 116 

Ek 5: Pozitif ve Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği ... 119 

Ek 6: Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ... 134 

Ek 7: Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği ... 136 

Ek 8: Buss‐Perry Saldırganlık Ölçeği ... 139 

Ek 9: Barrat Dürtüsellik Ölçeği ... 140 

Ek 10: İrritabilite Ölçeği ... 141 

Ek 11: Açık Saldırganlık Ölçeği ... 147 

Ek 12: Aile Değerlendirme Ölçeği ... 148 

             

(12)

1

1.GİRİŞ  

Şizofreni  erken  yaşlarda  başlayan  ve  kişinin  dış  dünya  gerçekliğini  anlamasında  ve  uyum  göstermesinde  önemli  problemlere  neden  olan  bir  psikiyatrik  hastalıktır.  Hayat  boyu  görülme  oranı  %0.5‐1  (İzmir  için  %0.74)  arasında  değişmekle  beraber  erken  yaşta  başlaması  ve  süreğen  bir  gidişin  olması  nedeniyle  kişi  ve  aileleri  üzerinde  belirgin  sosyal  ve  ekonomik  kayıplara  neden  olmaktadır 

(Binbay 2011). Amerika Birleşik Devletleri’nde şizofreniye bağlı ekonomik kayıpların 50 milyar dolar 

civarında  olduğu  tahmin  edilmektedir  ve  Dünya  Sağlık  Örgütü  tarafından  en  fazla  ekonomik  kayba  neden olan 10 hastalık içinde yer almaktadır (Zeidler 2012). 

 

Şizofreni  için  kadın  ve  erkeklerin  eşit  morbid  riske  (%1)  sahip  olduğu  gösterilmiştir.  Hastalığa  yakalanma  riski  ve  insidans  oranları  erkeklerde  yirmili,  kadınlarda  otuzlu  yaşlarda  daha  yüksektir.  Kadınlar  sadece  erkeklerden  daha  geç  yaşta  hastalık  başlangıç  yaşına  sahip  değildir,  aynı  zamanda  hastalığı daha hafif formlarda geçirmektedirler. Şizofren kadınların premorbid işlevselliği daha iyidir,  beyin taramalarında daha az anomali vardır, hastanede kalış süreleri daha kısadır, psikoz epizodlarını  takiben  daha  fazla  tam  düzelme  olmaktadır  ve  antipsikotik  ilaçlara  daha  fazla  yanıt  vermektedirler 

(Nasrallah 2005).   

Hastalığın  temel  semptomları  hastalar  arasında  yüksek  oranda  değişiklik  göstermektedir.  Bu  semptomlar;  varsanılar,  sanrılar,  dezorganize  konuşma  ve  davranış,  bilişsel  kayıplar,  psikososyal  işlevsellikte  bozulmadır.  Birçok  hastada  semptomların  başlangıcı  sinsidir,  genellikle  öncesinde  yavaş  gelişen  sosyal  geri  çekilme,  azalmış  ilgi  ve  merak,  dış  görünüş  ve  hijyende  değişiklikler,  bilişsellikte  değişiklikler, garip ve tuhaf davranışlarla karekterize prodromal evre görülür (Conley 2003). 

 

Sıklıkla  bildirilen  bu  parametreler  yanında  zaman  zaman  şizofreni  hastalarının  neden  olduğu  şiddet  kamuoyunun dikkatini çekmektedir. En son olarak Antalya’da 3 polisin bir şizofreni hastası tarafından  öldürülmesi  sonucunda  ülkemizin  kamuoyunda  bu  konu  bir  kez  daha  öne  çıkmıştır.  Geniş  epidemiolojik  araştırmalarda  şiddete  yönelik  davranış  şizofreni  hastalarında  %8  iken  genel  popülasyonda %2 olarak tespit edilmiştir (Swanson et al. 2006; Swanson et al. 2008). Saldırganlık ve  şiddetin tanımına göre değişmekle beraber bu oranların erkek hastalarda 4‐8 kat, kadın hastalarda ise  6.5‐27.5  kat  arttığı  bildirilmiştir.  Dikkatten  kaçan  en  önemli  noktalardan  bir  tanesi  şizofreni  hastalarında özellikle alevli dönemlerinde kendilerine ve çevrelerine gösterdikleri saldırgan tutum ve  davranışlar  yukarıda  verilen  örnekteki  kadar  dramatik  olmamakla  beraber  sözel  saldıganlık  ve  hafif  düzeyde  şiddet  davranışı  yaygın  olarak  izlenmektedir.  Hastaların  yarısına  yakını  sözel  saldırganlık  göstermekteyken,  %40’ı  diğer  cisimlere  zarar  verme  şeklinde  (annesine  kızıp  TV’yi  yere  atma  gibi) 

(13)

2

saldırganlık göstermektedir (Jones 2001; Felthous 2008). Bu davranışlar hasta yakınları için duygusal  anlamda  çöküntüye  ve  depresyona  neden  olmakta  ve  hasta  ilişkilerinin  daha  da  bozulması  ile  sonuçlanmaktadır  (Reine  et  al.  n.d.).  Şizofrenide  sosyal  desteğin  tedavi  için  çok  önemli  olduğu  düşünüldüğünde  hastaların  saldırgan  davranış  ve  tutumlarının  önlenmesi  hem  hasta  için  hem  de  çevresi  için  tedavi  sürecinin  daha  olumlu  gelişmesine  neden  olacaktır.  Bu  çalışma;  şizofreni  hastalarının  gösterdikleri  saldırgan  tutum  ve  davranışlara,  bu  davranışların  kökenindeki  nedenlere;  özellikle  de  hastaların  karşılarındaki  bireylerin  emosyonlarını  bilinçli  ve  bilinç  dışı  tanımaları  ve  anlamaları üzerine odaklanmış ve planlanmıştır. 

 

1.1.Saldırganlık ve Şiddet Kavramı

 

Saldırganlık ve şiddet kavramlarının günlük hayatta çok geniş bir kullanıma sahip olmaları ve bunun  bilimsel literatürdeki yansımaları bazı karışıklıklara neden olmaktadır. Saldırganlık (agresyon) basitçe;  fiziksel  ya  da  psikolojik  zarara  neden  olabilecek  ya  da  zarar  verme  niyetiyle  yapılan  davranışlar  bütünü  olarak  tanımlanabilir  (Felthous  2008).    Violent’in  (şiddet)  tanımı  ise  (literatürde);    sadece  fiziksel  saldırganlıktan,  fiziksel  ve  sözel  saldırganlığın  bir  arada  bulunmasına  ve  belirgin  fiziksel  yaralanmaya  neden  olacak  düzeyde  fiziksel  saldırganlığa  kadar  değişiklik  gösterir  (Hughes  2003).  Dünya Sağlık Örgütü’nün (2002) tanımına bakacak olursak şiddet; bireyin kendisine, başkasına, belirli  bir  topluluğa  veya  gruba  yönelik  yaralama,  ölüm,  fiziksel  zarar,  bazı  gelişim  bozuklukları  veya  yoksunluk ile sonuçlanabilen tehdit ya da fiziksel zor kullanmasıdır (Krug 2002). 

 

1.2. Saldırganlık Sınıflandırılması 

Barrat  (1991)  saldırganlığı;  ikincil  saldırganlık,  planlı  saldırganlık  ve  dürtüsel  saldırganlık  olarak  sınıflandırmıştır. 

 

İkincil  saldırganlık  mental  bozukluğa  ikincil  gelişen  saldırganlık  türüdür  (Houston  2003).  Primer  bozukluğun  semptomu  olarak  ortaya  çıkar.  Teorik  olarak,  primer  hastalık  efektif  bir  şekilde  tedavi  edildiğinde  geriler.  Örnek  olarak  şizofrenide  psikotik  bulgulara  bağlı  saldırganlığın  antipsikotik  tedaviyle gerilemesi verilebilir. 

 

Planlı saldırganlık; düşük otonomik uyarılmanın eşlik ettiği ve kişinin kendilik saygısı ya da maddi çıkar  sağlamasına  yönelik  saldırganlık  türüdür.  Planlı  saldırganlık  her  ne  kadar  mental  bozukluklara  atfedilemese  de;  mental  bozukluklar  bağlamında  oluşmaz  denilemez.  Özellikle  Antisosyal  Kişilik  Bozukluğu ve psikopati için karaktarize bir saldırganlık türüdür (Siever 2008).  

(14)

3

Üçüncü saldırganlık türü olan dürtüsel saldırganlık kasıtlı, daha önce planlanmamış, bir başka kişiye ya  da  objeye  ya  da  kendine  zarar  vermeye  yönelik  sözel  ya  da  fiziksel  saldırgan  davranışlardır.  Kısa  sürede,  ortama  bağlı  olarak  emosyonel  uyarım  ile  gelişir  (Siever  2008;  Felthous  2008).  Antisosyal  kişilik  bozukluğu  veya  psikopatik  özellikleri  yüksek  olan  kişilerde  ve  borderline  kişilik  bozukluğunda  sıklıkla  karşımıza  çıkar.  Bu  araştırmanın  konusu  olan  saldırganlık  davranışı  genel  çerçevede  dürtüsel  saldırganlık türünü içermektedir. 

 

Barratt’ın  sınıflandırmasında  yer  almasa  da  ‘’kompülsif  saldırganlık’’  dördüncü  bir  kategori  olarak  dikkate  alınmalıdır.  Ölçüm  materyalleri  kullanılarak  yöntemli  bir  şekilde  incelenmemiş  olmasına  rağmen  literatürde  iyi  tarif  edilmiştir.  Aktif  haline;  huzursuzluk,  artmış  psikomotor  aktivite  ve  anksiyete eşlik etmektedir (Fraizer 1974;  Felthous 2008).    Çoğu saldırgan davranış yukarıda bahsedilen pür formlarda ortaya çıkmaz. Bu sınıflandırma; daha çok  saldırgan davranışı anlamak ve tedavi stratejisi geliştirmek için kullanışlıdır.   

1.3. Saldırganlığın Etyolojisi 

Hemen her birey çevresel veya o anki içsel durum (anksiyete veya depresyon gibi) nedeniyle saldırgan  tutum  ve  davranış  gösterebilir.  Ancak  pek  çok  insanda  bu  davranışlar  kısa  süreli,  şiddeti  düşük  ve  genellikle kontrollüdür. Buna rağmen her yıl dünyada 1.4 milyon kişi bireysel (kendine veya başkasına  yönelik)  saldırganlık  nedeni  ile  ölmektedir.  Bu  rakama  savaş  gibi  toplu  silahlı  mücadeleler  dahil  değildir.  Genel  toplum  içinde  bireylerin  yaklaşık  %4’ü  zarar  verici  davranışlar  ve  tutumları  sürekli  olarak göstermektedir (McKay & Halperin 2001). Bu gruba DSM IV, Antisosyal Kişilik Bozukluğu (AKB)  ikinci  eksen  tanısını  uygun  görmektedir.  Bu  gruba  sıklıkla  “psikopat”  sıfatı  da  yakıştırılır.  AKB  tanısı  olan  kişiler;  sıklıkla  düşük  sorumluk  sahibi,  toplum  kurallarını  ya  da  yasaları  rahatlıkla  çiğneyebilen,  madde  kullanımı,  kavga,  tehlikeli  araba  kullanma  gibi  riskli  davranışlardan  kaçınmayan  insanlardır.  Diğer  insanlara  zarar  verme  konusunda  endişeleri  olmayan  bu  kişilerin  doğaldır  ki  en  yüksek  oranlarda görüldükleri yerler hapishane ve cezaevi gibi kapalı kurumlardır.   

 

AKB veya psikopatik özellikleri yüksek olan kişiler hem dürtüsel hem de planlı saldırgan davranış ve  tutum  göstermektedir.  Bu  nedenle  her  iki  saldırganlık  çeşidini  de  araştırmak  için  iyi  bir  model  oluşturmaktadır.  

 

Saldırgan  davranışların  nedenini  ve  nasıl  geliştiğini  açıklamaya  yönelik  olarak;  icgüdüsel  davranış,  sosyal öğrenme, engellenme ve bilişsel davrancı model gibi birçok kuram ileri sürülmüştür. Saldırgan 

(15)

4

davranışların  öğrenilmiş  ve  uyum  sağlayıcı  bir  durum  olduğunu  ifade  eden  bu  kuramsal  görüşlerin  yanında,  son  yıllarda  fizyopatolojik  zemini  ortaya  çıkarmaya  yönelik  nörokimyasal,  nörofizyolojik  ve  beyin  görüntüleme  çalışmaları  giderek  artmaktadır.  Yapılan  deneysel  araştırmalar  ve  olgu  örnekleri  saldırgan  davranışlarda  genetik  faktörlerin;  serotonin,  GABA,  noradrenalin,  dopamin,  gibi  nöromediatorlerin,  testosteron  gibi  hormonal  faktörlerin  işlevsel  farklılıklarının;  frontal  lob,  hipotalamus, limbik sistem ve beyin sapı gibi beyin yapılarının işlevsellik sorunlarının rolü olabileceği  üzerinde durmaktadır.  

 

1.3.1. Genetik Faktörler 

Şiddet  ve  öfke  davranışı  sergileyen  bireylerin  birinci  derece  akrabalarında  da  yüksek  oranlarda  saldırgan  davranış  ve  öfke  patlamalarının  olduğu,    ailelerde  de  bu  yönde  kümelenmeler  olduğu  saptanmıştır.  Bu  konuda  yapılan  ikiz  çalışmalarında  Coccaro  ve  arkadaşları,  doğrudan  fiziksel  saldırganlık gösterenlerde genetik geçişin %47, dolaylı fiziksel saldırganlıkta %40, sözel saldırganlıkta  %28  olduğunu  bildirmiştir  (Coccaro  et  al.  1997).  Kromozomal  anormalliklerin,  özellikle  XYY  sendromunun saldırganlık üzerindeki etkisini araştıran bazı çalışmalar da yapılmıştır. Bununla birlikte,  XYY ile saldırganlık ya da şiddet davranışı arasında direkt bir bağlantı kesin olarak tespit edilememiştir 

(Bioulac et al. 1980).   

Gen‐çevre Etkileşimi 

MAOA  aktivitesindeki  değişiklikler  hayvan  modellerinde  artmış  saldırganlıkla  ilişkili  bulunmuştur 

(Nelson  &  Trainor  2007).  Fakat  bu  ilişki  insanlarda  daha  az  belirgindir.  Caspi  ve  arkadaşlarının 

yaptıkları  çalışmaya  bakacak  olursak;  kötü  muameleye  uğramış  çocuklar  düşük  ve  yüksek  MAOA  aktivitesine  sahip  allel  taşımalarına  göre  ayrılmış  ve  düşük  MAOA  aktivitesine  sahip  allel  taşıyan  çocuklarda  yüksek  MAOA  aktivitesine  sahip  allel  taşıyanlara  oranla  antisosyal  davranış,  davranım  bozukluğu  geliştirme  ve  şiddet  suçundan  tutuklanma  oranları  daha  fazla  bulunmuştur  (Caspi  et  al. 

2003).  Kötü  muameleye  uğramamış  çocuklarda  bu  allelere  sahip  olmanın  davranışsal  etkisi 

saptanmamıştır. Gen‐çevre etkileşimini konu alan başka bir mete‐analizde aynı şekilde düşük MAOA  aktivitesine  sahip  genotipteki  anne‐baba  kötü  muamelesine  uğramış  çocuklarda  antisosyal  davranış  oranlarının arttığı belirtilmiştir (Cohen et al. 2006). 

 

Çevre faktörü‐5‐HTT gen etkileşiminin de saldırganlıkla ilişkili olabileceği üzerinde durulmuştur. Stres  ve 5‐HTT arasındaki etkileşimin incelendiği bir çalışmada hem kadın hem erkek gönüllüler çalışmaya  dahil  edilmiş  ve  katılımcıların  yarısına  fiziksel  stres  uygulanırken  diğer  yarısına  uygulanmamıştır.  Çalışmanın sonucunda 5‐HTT geni kısa alleli için homozigot olan erkeklerin stresli durumları daha iyi 

(16)

5

yönettikleri  sonucuna  varılmış;  stres  uygulanmayan  grupta  herhangi  bir  genotip  farklılığı  saptanmamıştır (Verona et al. 2006). 

 

1.3.2. Saldırganlığın Nörokimyasal Mekanizmaları 

Serotonin 

Saldırganlığın  nörobiyolojik  mekanizmaları  incelenirken  üzerinde  en  çok  durulan  nörotransmitter  sistemi  serotoninle  ilişkili  olandır.  Beyin  serotonin  seviyelerinin  deneysel  olarak  değiştirilmesi  ve  doğrudan  ya  da  dolaylı  olarak  serotonin  sistemini  hedef  alan  ilaçların  kullanımı  gibi  yöntemlerle  insanlarda serotonin ve saldırganlık ilişkisi incelenmiştir. 

 

Serotonin,  saldırganlık  üzerine  inhibitör  etki  gösteren  bir  nörotransmiterdir  (Mannuck  et  al.  2000).  Serotonin  sentezinde  hız  sınırlayıcı  enzim  olan  triptofan  hidroksilaz  enziminin  (TPH)  genotipinin,  kişilik  bozukluğu  olan  erkeklerdeki  dürtüsel  saldırgan  davranışlarla,  dürtüsel  davranış  gösteren  suçlularda ve özkıyım girişimleriyle ilişkisi çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (Nielsen at al. 1994). Buna  ek olarak, dürtüsel davranışlarda serotoninin metaboliti olan 5‐HİAA’in BOS düzeyleri ile TPH genotipi  arasında  da  bir  ilişki  saptanmıştır.  BOS  5‐HİAA  seviyelerinin  düşmesi  merkezi  serotonin  etkinliğinin  düştüğünü  gösterir.  Saldırganlıkla  BOS  5‐HİAA  seviyeleri  arasında  ters  orantı  olduğu  bulunmuştur 

(Virkkunen  et  al.  1994).  Düşük  BOS  5‐HİAA  seviyeleri,  şiddet  içeren  özkıyım  girişimlerinde, 

yaşamboyu aşırı saldırganlık sergileyen kişilik bozukluğu olan bireylerde gösterilmiştir.   

Dürtüselliği  belirgin  olan  saldırganlarda,  dürtüsel  olmayanlara  göre  BOS  5‐HİAA  seviyeleri  daha  düşüktür.    Saldırganlık,  dürtüsellik  ve  serotonin  ilişkisini  araştıran  ve  ortaya  koyan  çalışmaların  çoğunda  saldırganlık  ve  dürtüsellik  sergileyen  bireylerde  özellikle  BOS’taki  5‐HİAA  düzeyleri  incelenmiş ve kontrollere göre düşük bulunmuştur (Nelson & Trainor 2007).  

 

5‐HT  sistemini  hedef  alan  ilaçların  kullanıldığı  çalışmalarda  da  serotonin  aktivitesinin  düşük  olduğu  kişilerde  saldırganlık  oranları  daha  yüksek  bulunmuş;  olanzapin,  ketiyapin  ve  lityum  gibi  ilaçların  saldırganlığı  önleyici  etkilerinin  dolaylı  olarak  serotonin  sistemini  düzenleyerek  gösterdikleri  düşünülmüştür (Siegel et al. 2007). 

 

 

 

 

(17)

6

Noradrenalin 

Strese bağlı uyarılmanın belirgin olduğu durumlarda noradrenalin düzeylerinin hem merkezi hem de  periferik  sinir  sisteminde  arttığı  bilinmektedir.  Noradrenalin  ile  saldırganlık  arasında  tutarlı  bir  ilişki  henüz  saptanabilmiş  değildir.  Literatürde  saldırgan  davranış  gösteren  insanlarda  noradrenalin  metabolit  düzeylerinin  arttığı  saptanmıştır.  Bazı  saldırgan  hastalarda  BOS  3‐metoksi‐4‐ hidroksifenilglikol  düzeylerinin  ve  kanda  feniletileamin  düzeylerinin  arttığı  belirlenmiştir.  Bununla  birlikte noradrenalin düzeylerini ve reseptörlerini etkileyen farmakolojik ajanlardan elde edilen klinik  tecrübeler  noradrenalin  iletiminin  saldırganlığı  hızlandırdığını  göstermiştir  (Coccaro  2003;  Nelson  & 

Trainor 2007). 

 

Noradrenalin  α  ve  β‐adrenerjik  reseptör  alttiplerinin  saldırgan  davranışa  olan  katkıları  farklıdır.  Postsinaptik  β‐adrenerjik  reseptörleri  bloke  eden  propranolol  hem  insanlarda  hem  de  hayvanlarda  saldırgan davranışı azaltır. α2 reseptörlerinin saldırganlık üzerindeki etkisi ise biraz daha karmaşıktır 

(Nelson  &  Trainor,  2007).  Çünkü  bu  reseptörlerin  agonistleri  ile  antagonistleri  benzer  davranış 

yanıtlarına  yol  açabilirler;  örneğin  düşük  dozlarda  saldırganlığı  artırırken,  yüksek  dozlarda  azaltırlar.  Bu klinik bulguların dışında Dopamin‐β‐hidroksilaz geni silinmiş farelerde yapılmış olan çalışmalar da  noradrenalinin  saldırganlıktaki  rolünü  doğrulamıştır.  Noradrenalin  üretemeyen  bu  farelerde  saldırganlığın  azalmış  olduğu,  sosyal  belleğin  bozulduğu,  fakat  normal  ankisyete  yanıtının  sürdüğü  belirlenmiştir (Nelson & Trainor, 2007). 

 

Dopamin  

Saldırgan davranışın ortaya çıkabilmesi için mezokortikolimbik dopaminerjik nöronlara ihtiyaç vardır 

(Nelson  &  Trainor  2007).  Dopamin‐2  (D2)  reseptörlerini  bloke  eden  klasik  antipsikotik  ilaçlardan 

haloperidol  ve  çeşitli  atipik  antipsikotik  ilaçlar,  psikotik  bozukluğu  olan  saldırgan  hastaların  tedavisinde, bu hastaların uyarılmışlıklarını azaltarak etkin biçimde kullanılmaktadırlar.  

 

Saldırganlıkta  dopaminin  rolünü  araştırmak  üzerine  çeşitli  hayvan  çalışmaları  yürütülmüştür.  Erkek  farelerde,  D1  ve  D2  reseptör  antagonistlerinin  saldırganlığı  azalttığı  saptanmıştır.  Dopamin  taşıyıcılarının  (DAT)  zedelenmesi  dopaminerjik  iletiyi  azaltmakta  ve  hücredışı  dopamin  konsantrasyonunu  artırırken,  striatumdaki  D1  ve  D2  reseptörlerinin  azalmasına  neden  olmaktadır.  DAT’ları zedelenmiş farelerde tepkiselliğin ve saldırganlığın arttığı gözlenmiştir.  

 

Dopamin  ve  reseptörleri  saldırgan  davranışın  sergilenmesi  için  gerekli  bir  nörotransmiter  düzeneği  olmakla birlikte bu süreçteki rolü tam olarak aydınlatabilmiş değildir. Bununla birlikte, saldırganlığın 

(18)

7

tedavisinde  D2  reseptörlerini  bloke  eden  ilaçların  uyarılmayı  ve  stres  yanıtlarını  azaltarak  etkin  olduğu klinik uygulamalarla gösterilmiştir (Nelson & Trainor 2007). 

 

GABA 

Kemirgenlerde  yapılan  çalışmalarda  septal  ön  beyin  bölgesinde  GABAerjik  işlevleri  artıran  farmakolojik yaklaşımların saldırganlığı artırdığı saptanmıştır (Nelson & Trainor 2007). Bunun dışında  saldırganlık  gösteren  fare  ve  sıçanların  beyinlerinde  GABA  ve  GABA’nın  üretilmesinde  aracı  rol  üstlenen glutamik asit dekarboksilaz enzimlerinin normalden düşük olduğu belirlenmiştir. Bu bulgular  GABA ile saldırganlık arasında bir ilişki olduğunu düşündürmüştür.  

 

GABA‐reseptör  agonisti  olan  benzodiazepin  gibi  ilaçlar  birçok  insanda  uyarılmayı  azaltarak  saldırganlığı azaltır (Nelson & Trainor 2007). İnsanlar üzerinde yapılan çalışmalar benzodiazepinlerin  ajite  ve  saldırgan  hastaların  tedavisinde  oldukça  yararlı  olduğunu  göstermiştir.  Diazepam  ve  lorazepam gibi benzodiazepinler acil servislerde kontrolden çıkmış hastaların saldırgan davranışlarının  azaltılması amacıyla kullanılmaktadır. Ancak küçük bir hasta grubunda, benzodiazepinlerin saldırgan  hastaları  yatıştırmak  yerine  paradoksal  olarak  artmış  saldırganlığa  ve  öfkeye  yol  açabileceği  unutulmamalıdır (Nelson & Trainor 2007; Saias & Gallarda 2008). 

 

Monoamin Oksidaz A (MAOA) 

Bir  metabolik  enzim  olan  MAOA  nörotransmiter  düzeylerini  değiştirerek  saldırganlık  üzerinde  etkilidir.  MAOA  serotonin,  dopamin  ve  noradrenalinin  oksidatif  demainasyonunu  katalize  eder  ve  beyinde  ağırlıklı  olarak  katekoliminerjik  nöronlarda  bulunur    (Nelson  &  Trainor  2007).  MAOA  genindeki  nokta  mutasyonundan  kaynaklananan  MAOA  eksikliği  alman  erkeklerde  dürtüsel  saldırganlıkla  ilişkili  bulunmuştur  (Brunner  at  al.  1993).  Ayrıca  MAOA  gen  delesyonu  saptanan  farelerde  artmış  serotonin  konsantrasyonuna  rağmen  saldırganlık  artışı  belirtilmiştir  (Cases  et  al. 

1995;  Nelson  &  Trainor  2007).  Bu  açıdan  bakıldığında  MAOA’nın  saldırganlık  üzerindeki  etkisi 

karmaşıktır denebilir.   

Alman  ailelerinde  gösterilen  ve  dürtüsel  saldırganlığa  neden  olan  MAOA  gen  mutasyonu  X  kromozomu  üzerinde  bulunmaktadır;  fakat  bu  çok  sık  görülen  bir  mutasyon  olmadığından  insanlardaki saldırganlık ve şiddet artışından sorumlu tutulmamaktadır.  Ancak normal popülasyonda  da MAOA aktivitesi değişkenlik gösterir. Örneğin insanlarda görülen bazı MAOA gen allel farklılıkları  (gen  aktivitesinde  artış  ya  da  azalmaya  neden  olabilen)  serotonerjik  cevabı  azaltarak  artmış  saldırganlık ve tepkiselliğe yol açabilmektedir (Sabol et al. 1998; Nelson & Trainor 2007). 

(19)

8

Sonuç  olarak  yapılan  çalışmalarda  farelerde  ve  insanlardaki  MAOA  aktivitesindeki  azalmanın  da  artışın  da  artmış  saldırgan  davranışla  ilişkili  olduğu  bulunmuştur.  Bu  da  MAOA  hipo  ya  da  hiper  aktivitesinin saldırganlık artışına katkıda bulunduğunu göstermektedir (Nelson & Trainor 2007).   

Hormonal Faktörler 

Birçok  steroid  hormonun  saldırganlık  üzerine  etkisi  olmasına  rağmen  bu  konuda  en  detaylı  çalışılan  hormon  testesterondur.    Yapılan  çalışmalarda  kastrasyonun  erkek  canlı  türlerinde  saldırganlığı  azalttığı bulunmuş olmakla beraber daha güncel çalışmalarda farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır (Trainor 

et  al.  2006;  Nelson  &  Trainor  2007).  Androjen  reseptörleri  beynin  erkekliğe  hazırlanma  sürecinde 

mücadele davranışının gelişmesine katkıda bulunurlar. Testesteron puberte sonrasında ise perinatal  dönemde oluşmuş nöral devreleri, saldırganlığı tetikleyici uyarılar oluşturarak harekete geçirir (Field 

et al. 2006; Nelson & Trainor 2007). 

 

Kemirgenlerde  testesteronun  saldırganlık  üzerindeki  etkileri  değişkendir  ve  bu  değişkenlik  olasılıkla  genetik  geçmişe  bağlıdır.  Örneğin  C57BL/6J  farelerde  testesteron  saldırganlığı  arttırırken,  CF‐1  farelerde saldırganlığın artması için testesteronu östrodiole çeviren aromataz enzimine ihtiyaç vardır.  Bu  steroidler  saldırganlığa  olan  etkilerini  lateral  septum,  amigdala  ve  dorsal  raphe  çekirdeği  düzeyinde göstermektedirler (Simon et al. 1998; Nelson & Trainor 2007). 

 

İnsan  çalışmalarında  sonuçlar  daha  karmaşıktır.  Serum  testosteron  düzeyleri  ile  saldırganlık  arasındaki ilişkiye dikkat çeken çalışmalarda bazal testosteron seviyeleri ile saldırganlık arasında kısmi  ve  minimal  bir  ilişki  gösterilmiştir.  Testosteronun  insan  saldırganlığına  etkisi  fizyolojik  düzeylerden  daha ziyade farmakolojik olarak artmaktadır. Testosteron verilen erkek gönüllülerde artmış saldırgan  yanıt ve verbal saldırganlıkta artış görülmüştür (Archer 2006; Booth et al. 2006). 

 

1.3.3. Nöral Devreler 

Saldırganlığın biyolojik temeli ele alındığında tekrarlayan saldırgan davranışların kaynağında organik  beyin  travmaları  olduğu  ileri  sürülmektedir.  Prefrontal  alanların  zarar  görmesi  davranışları  kontrol  etmede  güçlüğe  neden  olmaktadır,  medial  ve  frontal  lob  lezyonlarında  pek  çok  psikiyatrik  semptomun  yanı  sıra  sosyal  uyumsuzluk  ve  saldırgan  davranışlar  görülmektedir  (Brower  &  Price 

2001).  Birçok  farklı  nedenle  beyin  bölgelerinde  zedelenme  sonucu  ortaya  çıkan  Kluver‐Bucy 

Sendromu‘nda;  saldırganlık,  görme  agnozisi,  hiperseksualite,  hiperoralite  ve  hipermetamorfoz  (her  görsel  uyarana  tepki  verme  veya  dokunmaya  çalışma  eğilimi)  gibi  nörodavranışsal  bulgular  görülebilmektedir. Kluver‐Bucy Sendromu’nun yalnızca amigdala lezyonuna özgü olmadığı frontal lob 

(20)

9

hasarında  veya  izole  diensefalon  lezyonlarında  da  benzer  belirtiler  görülebildiği,  bunun  da  dorsomedial  talamus,  prefrontal  korteks  ve  diğer  limbik  yapıları  birbirine  bağlayan  yolaklardaki  hasarla ilgili olabileceği bildirilmektedir (Takahashi & Kawamura 2001). 

 

Yukarıda da  belirtildiği gibi AKB ve psikopatik özellikleri yüksek  olan kişiler saldırganlığın  etyolojisini  araştırmaya  yönelik  yapılan  çalışmaların  önemli  bir  kaynağını  oluşturur.  Bu  alanda  yapılan  çalışmaların  sonuçları  benzerdir  ve  bu  sonuçlar  iki  önemli  hipotez  içinde  toplanabilir  (saldırganlığı  açıklamaya  başka  hipotezler  olmasına  rağmen  burada  en  tutarlı  ve  en  fazla  veri  ile  desteklenenlere  yer  verilmiştir).  Birinci  hipotez  AKB’da  kişilerin  emosyonların  işlenmesinde  sorunları  olduğunu  ileri  sürerken  ikincisi  beyindeki  inhibisyon  mekanizmalarının  iyi  çalışmadığını  kabul  etmektedir  (Blair 

2001;  Laucht  2001;  Siever  2008).  İşlevsel  anlamda  düşünüldüğünde  beyinde  emosyon  işleyen 

sistemler  ile  inhibisyon  ile  ilgili  sistemler  beraber  çalışmaktadır  ve  bu  sistemlerdeki  işlev  bozukluğu  saldırgan tutum ve davranışlara neden olmaktadır.  

 

Saldırganlık ve Emosyonların İşlenmesi Sırasındaki Sorunlar 

Antisosyal  kişilerde  izlenen  riskli  ve  zarar  verici  davranışların  nedeni  bu  kişilerde  korku  ve  endişe  hislerinin  diğer  kişilere  oranla  daha  az  olmasıdır.  Yapılan  çalışmalarda  bu  düşünceyi  doğrulayan  veriler elde edilmiştir. AKB tanısı almış kişilerde özellikle negatif emosyonlara bağlı sempatik sistem  (taşikardi,  terleme,  kan  basıncının  yükselmesi)  uyarılmasının  daha  az  olduğu  ve  “deri  iletkenliğinin”  daha  düşük  olduğu  tespit  edilmiştir  (Raine  1996).  Bu  özellikleri  nedeniyle  ileri  düzeyde  AKB  olan  katillere “soğuk kanlı” denilmiştir. Negatif durumların yarattığı emosyon şiddetinin daha az olması bu  durumlar  ile  ilgili  pekiştireçlerin  öğrenilmesini  azaltmaktadır.  Öğrenmenin  azalması  bireyin  tekrarlayan şekilde olumsuz/tehlikeli durumlar ile karşılaşmasına neden olmaktadır. Aynı mekanizma  ceza  (olumsuz  durum)  ile  karşılaşma  durumunda  da  öğrenme  sürecinin  bozulmasına  ve  benzer  davranış  veya  tutumların  tekrar  yapılmasına  neden  olmaktadır  (defalarca  ceza  yazılmasına  rağmen  kırmızı ışıkta geçmeye devam eden sürücü gibi) (Crowe & R. J. R. Blair 2008; R. J. R. Blair 2010).   

Yapılan  davranışların  değiştirilmesi  ve  alternatifinin  gerçekleştirilmesi  orbitofrontal  korteks  ile  ilişkilidir. Lateral orbitofrontal korteks aynı davranışın engellenmesi, medial orbitofrontal korteks ise  davranışa değer atfetme ile ilişkili beyin bölgeleridir (Grabenhorst & Rolls 2011). Her iki orbitofrontal  korteks  alanının  beraber  çalışması  sonucunda  bir  davranışın  olumlu  veya  olumsuz  olarak  değerlendirilmesi  ve  eğer  gerekiyorsa  engellenmesi  sağlanır  (Extinction  and  response  reversal).  Bu  davranış  en  net  Newman  ve  arkadaşları  tarafından  geliştirilen  kart  oyununda  görülmektedir 

(21)

10

kazandırırken, sonraki 10 karttan 9’u daha sonraki 10 kartta ise 8 kazandırmaktadır. Kazanç bu şekilde  oyun  ilerledikçe  azalmaktadır.  Kişiye  oyun  sırasında  ne  zaman  isterse  durabileceği  belirtilmektedir.  Normal kişiler kayıpları arttığında oyundan çekilir iken AKB olan kişiler tüm kazandıklarını kaybedene  kadar devam etmektedirler. Benzer bir durum Iowa Kumar testinde de görülmektedir. 

 

Yüksek psikopatisi olan kişilerin karşısındaki bireylerdeki üzüntü, korku, öfke gibi negatif emosyonları  daha  az  anlayabildiği  ve  daha  az  empati  yapabildikleri  gösterilmiştir.  Yapılan  beyin  görüntüleme  çalışmalarında özellikle karşılarındaki bireylerdeki emosyonları tanımada ve işlemede önemli görevler  üstlenen amigdala ve singulat korteksin AKB tanısı almış kişilerde işlevsel olmadığı ve daha az çalıştığı  tespit edilmiştir (Anderson & Kiehl 2012).  Empati kabiliyeti aynı zamanda sosyal normlara ve ahlaki  kuralları  oluşturmasında  insanoğlunun  sahip  olduğu  en  önemli  yeteneklerden  biridir.  Dolayısıyla  bu  kabiliyeti azalmış olan yüksek psikopatiye sahip bireylerin sosyal kurallara uyum sağlama konusundaki  isteksizlikleri sıklıkla görülen bir durumdur.  

 

İlginçtir ki, yukarıdaki durumun aksine anksiyetesi yoğun olan ve negatif emosyonları daha hasas olan  bireylerde  de  geçici  ve  dürtüsel  saldırgan  tutumlar  izlenmektedir.  Geçici  ve  tepkisel  saldırganlık,   memelilerin hayatta kalması için stratejik bir öneme sahiptir. Memeliler başa çıkamadıkları tehditlere  karşı  eğer  tehdit  uzakta  ise  dona  kalma,  yakında  ise  kaçma,  yakında  ama  kaçamıyor  ise  saldırgan  olmaktadırlar.  Dolayısıyla  emosyonel  sistemdeki  hassasiyet  (sensitivite)  artışı  hayatta  kalmak  için  gerekli  iken  beraberinde  saldırganlık  davranışını  doğurabilmektedir  (Potegal  2011).  Dışardan  gelen  uyaranların  tehdit  olup  olmadığının  ilk  ayrımının  limbik  sistemde  özellikle  de  amigdalada  (ve  yakın  bağlantı alanlarında) gerçekleştirildiğini belirtmiştik.  Limbik sistem frontal kortikal alanların kontrolü  altındadır.  Aşırı  limbik  aktivite  sıklıkla  frontal  sistemler  tarafından  yatıştırılmaktadır.  Ancak,  bu  sistemlerin iyi çalışmaması saldırganlığı artırmaktadır ki bu bir sonra ki bölümde değinilecektir. Limbik  sistemin  belirli  uyaranlara  karşı  aşırı  hassas  hale  gelebildiği  özellikle  “Sınır  Kişilik  Bozuklukları”  ve  “Travma  Sonrası  Stres  Bozukluk”  tanısı  almış  kişiler  ile  yapılan  çalışmalar  sonucunda  gösterilmiştir.  Sınır Kişilik Bozukluğu olan bireyler öfke yaratan durumlar veya yüzler ile karşılaştıklarında aşırı limbik  aktivite  göstermekte  ve  anksiyete  düzeyleri  yükselmektedir  (Hughes  et  al.  2012).  Benzer  şekilde  travmaları  ile  ilişkili  durumlar  travma  sonrası  stres  bozukluğu  tanısı  almış  kişilerde  artmış  limbik  aktivite ve anksiyeteye neden olmaktadır. Her iki psikiyatrik hastalıkta da saldırgan davranışlar genel  topluma göre daha yüksek oranda görülmektedir.  

     

(22)

11

Saldırganlık ile Beyindeki İnhibisyon Sistemlerinin İşlev Kaybının İlişkisi 

Davranışların İnhibisyonu ile ilgili Sistem (Behavioral Inhibition System), negatif (anksiyete ve tehdit  yaratan) durumlar karşısında motor hareketi azaltmaya yönelik bir sistem olarak Gray tarafından tarif  edilmiştir  (Goldstein  &  Volkow  2002).  Bu  sistem  önemli  ölçüde  limbik  devrelerden  meydana  gelmekte ve singulat korteks, amigdala ve hipokampus ile beraber çatışma (conflict) çözme merkezi  gibi çalışmaktadır (Mayr 2004). Bu sistemi test etmek için geliştirilen ölçek skorlarının psikopatisi olan  kişilerde  yüksek  olduğu  görülmüştür  (Newman  et  al.  2005).  Bununla  beraber  zaman  içinde  motor  kontrolün çok daha komplike bir sistem ile gerçekleştiği, saldırgan tutumları da içeren davranışların  özellikle frontal sistem ile ilişkili olarak kontrol edildiği gösterilmiştir. Ventral medial ve orbitofrontal  alanları  hasar  gören  kişilerin,  hasar  sonrası  dürtüsel,  sorumsuz,  diğer  insanlara  zarar  vermekten  çekinmeyen  ve  kurallara  uymakta  zorlanan  kişiler  haline  geldikleri  görülmüştür  (Marsh  et  al.  2011; 

Batts  2009;  R.  J.  R.  Blair  2010).  Phineas  Gage  olgusu  buna  en  iyi  örneklerden  biridir.  Sorumluluk 

sahibi, düzenli bir hayat süren Phineas Gage’in, bir kaza sonrası orbitofrontal ve singulat korteksinde  hasar  oluşmuş  ve  daha  sonrasında  öfkeli,  sık  sık  kavgaya  karışan  ve  sorumluluklarını  yerine  getirmeyen  bir  insan  haline  gelmiştir.  Aynı  şekilde  dorsolateral  prefrontal  alan  ile  ilgili  işlev  bozukluğunda da saldırgan tutum ve davranışların olabileceği görülmüştür. Madde kullanan kişilerde  saldırgan eğilimlerin sık görüldüğü bilinmektedir. Özellikle frontal inhibisyon sistemlerine zarar veren  uçucu  maddelerin  bağımlılığında  saldırganlık  davranışının  sıklığı  bu  durum  ile  bağdaştırılmaktadır 

(Goldstein  &  Volkow  2002).  Saldırganlığın  yüksek  oranlarda  görüldüğü  AKB  da  yapılan  beyin 

görüntüleme  çalışmalarında  frontal  lob  özellikle  de  orbitofrontal  lob  küçük  bulunmuştur  (N.  E. 

Anderson & Kiehl 2012; McKay & Halperin 2001). İşlevsel beyin görüntüleme çalışmalarında ise AKB  olan kişilerde frontal lobun işlevlerinde bozulma saptanmıştır. (Marsh et al. 2011; N. E. Anderson &  Kiehl 2012; Siever 2008). Bu kişilerde özellikle hata yapma durumunda alternatifini seçme ile ilişkili  durumlar ile ilgili orbitofrontal korteks aktivasyonunda azalma tespit edilmiştir.  

 

1.3.4. Saldırganlık ile İlgili Teorilerin Birleştirilmesi 

Kişinin bir durum karışışında olması gerekenden daha fazla düzeyde saldırganlık göstermesi patolojik  kabul edilerek yapılan araştırmalar sonucunda iki farklı saldırganlık türü (planlı ve dürtüsel) için ortak  patolojinin frontal inhibisyon sistemlerinin işlevlerinde bozulma olduğu kabul edilmektedir (Nelson &  Trainer 2007). Frontal inhibisyon sistemleri geniş bir alana yayılmakla beraber bugün için elimizdeki 

veriler  en  fazla  orbitofrontal  ve  singulat/parasingulat  korteksin  bozulduğunu  göstermektedir.  Diğer  yandan  planlı  saldırganlığın  daha  fazla  görüldüğü  AKB  gibi  psikiyatrik  durumlarda  limbik  sistem  emosyonel  uyarımlara  daha  az  cevap  üretirken,  dürtüsel  saldırganlığın  daha  yüksek  izlendiği  sınır  kişilik,  travma  sonrası  stres  bozukluğu  ve  aralıklı  patlayıcı  bozuklukta  limbik  sistem  emosyonel 

(23)

12

uyarımlar  daha  fazla  cevap  üretmektedir  (Nelson  &  Trainer  2007;  Siever  2008)    Bu  birleşik  teori  ‐ eksikleri  olmakla  beraber‐  psikiyatrik  hastalıklarda  izlenen  saldırgan  tutum  ve  davranışları  açıklamaktadır.  Şizofreni  ise  pek  çok  açıdan  yukarıda  belirtilen  hastalıklardan  farklı  özellikler  içermektedir. 

 

1.4. Şizofrenide Saldırganlık ve Şiddet Davranışı Etyolojisi 

Mental  bozukluklarla  saldırganlık  ve  şiddet  davranışı  arasında  pozitif  bir  korelasyon  bulunmaktadır.  Çalışmalar  psikozun  şiddet  davranışı  için  risk  faktörü  olduğunun  altını  çizmektedir.  Psikopatoloji  ve  saldırgan davranış arasındaki ilişkinin analiz edildiği çalışmalarda psikozun şiddet davranışı için önemli  bir  öngörücü  olduğu  bildirilmiştir  (Douglas  et  al.  2009).  Doğrudan  şizofeni  ve  şiddet  arasındaki  bağlantıyı inceleyen çalışmalar da benzer sonuçlar vermiştir (Fazel et al. 2009). 

 

Şizofrenide saldırgan davranış etyolojisinin heterojen olduğundan bahsedilmektedir. Bazı hastalarda  etyolojik  faktörler  birbiriyle  etkileşerek  saldırgan  davranışın  ortaya  çıkmasına  neden  olabilirler.  Perfenazin,  olanzapin,  risperidon,  ketiyapin  ve  ziprasidonun  karşılaştırmalı  etkilerini  incelemek  için  planlanmış  bir  çalışma  olan  CATIE’de  (Clinical  Antipsychotic  Trials  of  Intervention  Effectiveness)  saldırganlık da değerlendirilen parametrelerden biridir (Swanson et al. 2008). Bu çalışmada saldırgan  davranış  öngörücüleri  olarak  ekonomik  yoksunluk,  madde  kullanım  bozuklukları,  şiddete  uğramış  olma, çocukluk çağı davranım problemleri ve olası cinsel istismar olarak belirlenmiştir. Bütün tedavi  gruplarında  saldırgan  davranış  tedavi  sürecinde  azalmıştır  fakat  tedavi  grupları  arasında  anlamlı  farklılık bulunmamıştır. İlginç olarak sadece çocukluk çağı davranım problemleri olmayan hastalarda  tedavi  uyumsuzluğu  tedavi  etkinliğini  azaltmıştır.  Bu  nedenle;  bu  hastalarda  saldırgan  davranışın  başlıca  nedeni  psikoz  değilse  başarılı  psikoz  tedavisi  bile  saldırgan  davranışı  azaltmayabilir.  Saldırganlık  prevalansı  çocukluk  çağı  davranım  problemleri  öyküsü  olan  hastalarda  daha  yüksektir.  Davranım problemleri olmayan hastalarda saldırganlıkla sadece pozitif psikotik semptomlar bağlantılı  bulunmuştur.  Bu  nedenle  şizofrenide  saldırgan  davranışlar  en  az  iki  farklı  nedenden  dolayıdır;  biri  antisosyal  davranımı  içeren  premorbid  durumlarla  ilişkiliyken  diğeri  ise  şizofreninin  akut  psikopatolojisiyle ilişkilidir (Swanson et al. 2008).           

(24)

13

Aşağıdaki şekilde şizofreni hastalarında saldırgan davranışlara neden olabilecek karmaşık yolaklar  özetlenmiştir.          Şekil 1: Şizofrenide saldırgan davranış nedenleri (Volavka & Citrome 2011)   

1.4.1. Şizofrenide Antisosyal Kişilik Bozukluğu 

DSM V tanı kriterleri AKB için saldırgan davranış kriterini içerir. Birçok çalışmada şizofrenide saldırgan  davranış  ve  komorbid  psikopati  semptomları  incelenmiştir.  Psycopathy  Checklist:  Screening  Version  (PCL:SV)  skorları,  sürekli  saldırgan  olan  şizofreni  hastalarında  saldırgan  olmayan  hastalara  kıyasla  anlamlı  oranda  yüksek  bulunmuştur  (Nolan  et  al.  1999).  Yüksek  psikopati  skoruna  sahip  olan  hastaların  semptomlardan  bağımsız  olarak  daha  yüksek  oranda  saldırgan  davranış  gösterme  ihtimalleri vardır (Volavka & Citrome 2011). 

(25)

14

AKB/psikopati  ve  şizofrenideki  saldırgan  davranış  arasındaki  direkt  ilişkinin  yanı  sıra  madde  kötüye  kullanımı,  dürtüsellik  ve  tedavi  uyumsuzluğu  gibi  durumların  aracılığıyla  indirekt  bir  ilişki  de  bulunmaktadır. AKB şizofreni hastalarında genel popülasyona oranla daha yaygındır ve bu birliktelik  madde kötüye kullanım riskini de arttırır. Aynı durum davranım bozukluğu öyküsü için  de geçerlidir 

(Hodgins  et  al.  2005).  AKB  tanımlandığı  üzere  dürtüsellik  ile  ilişkilidir  ve  bu  da  olasılıkla  tedavi 

uyumunu  etkilemektedir.  Bununla  ilişkili  yapılan  naturalistik  bir  çalışmada  şizofreni  hastalarında  saldırgan  davranış  ve  tutuklanma‐hapishanede  kalma  öyküsünün  tedavi  uyumsuzluğuyla  güçlü  bir  şekilde ilişkili olduğu belirtilmiştir (Ascher‐Svanum et al. 2006).  

 

1.4.2. Şizofrenide Madde Kullanım Bozuklukları 

Şizofreni  hastalarında  alkol  ve  madde  kullanımının  saldırgan  davranışı  arttırdığı  şüphe  götürmez  bir  gerçektir (Fazel et al. 2009). Aynı zamanda şizofreni madde kullanım bozuklukları riskini de arttırır.   

Şizofreni  hastalarında  madde  kötüye  kullanımının  saldırgan  davranışı  arttırmasının  birtakım  mekanizmaları vardır (Volavka & Swanson 2010). Alkol ve diğer maddelerin akut farmakolojik etkileri  psikiyatrik  semptomları  kötüleştirir.  Bozulmuş  dürtü  denetimi  ve  hostilite,  disfori,  tehlike  algısı,  grandiozite  gibi  semptomlara  madde  kötüye  kullanımının  eklenmesi  şiddet  riskini  arttırır.  Ayrıca  madde  kullanım  bozukluğu  tedavi  uyumunu  bozar;  bu  vasıtayla  da  şizofreni  hastalarında  saldırgan  davranış riski artar (Volavka & Citrome 2011). 

 

Şizofreni,  madde  kötüye  kullanımı  ve  saldırganlık  arasındaki  ilişkiyi  anlayabilmek  için  saldırgan  davranış gösteren şizofreni hastalarını içeren geniş örneklemlere ihtiyaç duyulmuştur. İsveç’te yapılan  epidemiyolojik bir çalışmada 80 025 sağlıklı kontrolle 8003 şizofreni hastası alınmış; en az bir şiddet  suçu işlemiş 1054 şizofreni hastası 4276 sağlıklı kontrolle karşılaştırılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda  komorbid madde kötüye kullanımı olan şizofreni hastalarında şiddet oranının madde kötüye kullanımı  olmayanlara  oranla  belirgin  yüksek  olduğu  saptanmıştır  (Fazel  et  al.  2009).  Danimarka’da  yapılmış  benzeri  bir  çalışmada  1143  şiddet  suçu  işlemiş  şizofreni  hastası  alınmış  ve  madde  kötüye  kullanımı  komorbiditesinde  şizofreni  hastalarının  şiddet  suçu  işleme  oranlarının  belirgin  arttığı  saptanmıştır 

(Brennan  et  al. 2000). Amerika’da yapılmış NESARC (National Epidemiologic  Survey on Alcohol and 

Related Conditions) çalışmasında 34 653 bireyin kayıtları iki grup halinde alınmıştır. 2001‐2003 yılları  arasında alınan birinci grupta şizofreni, bipolar bozukluk ve major depresyon gibi mental hastalıklar  ve  şiddet  davranışı  için  risk  faktörleri  2004‐2005  yılları  arasında  alınan  grupta  şiddet  davranışını  tahmin  etmek  için  analiz  edilmiştir  (Elbogen  &  Johnson  2009).  Bu  çalışmanın  sonucunda  sadece  mental  hastalıkların  şiddet  davranışı  için  öngörücü  olmadığı;  geçmiş  şiddet  davranışı  öyküsü, 

(26)

15

çocuklukta  tutuklanma  öyküsü,  fiziksel  istismar  ve  ebeveyn  tutuklanma  öyküsü,  boşanma,  işsizlik,  mağduriyet,  yaş,  cinsiyet,  kazanç  gibi  faktörlerin  de  şiddet  davranışı  için  öngörücü  olduğu  saptanmıştır.  Bu  sayılan  faktörlerin  daha  çok  mental  hastalığı  olanlarda  bulunduğu  fakat  mental  hastalıkların şiddet davranışı için bağımsız öngörücü olmadığı söylenebilir (Elbogen & Johnson 2009).   

NESARC’ın  verileri  kullanılarak  yapılan  daha  güncel  bir  araştırmada  sonuçlar  daha  farklıdır.    Bu  araştırmada mental hastalıklarla şiddet davranışı arasındaki direkt ilişki üzerinde durulmuştur ve bu  ilişkinin  madde  kullanım  bozukluklarından  bağımsız  olduğu  belirtilmiştir  (Van  Dorn  &  Volavka  & 

Johnson 2011).   

 

Alkol  ve  madde  kullanımının  akut  etkisinin  şizofreni  hastalarında  saldırgan  davranışları  arttırdığı  bilinmektedir.  Bunun  yanında  kapalı  servislerde  yatarak  uzun  süreler  tedavi  gören,  bu  süre  içinde  alkol  ve  madde  erişimi  olmayan  ve  sürekli  saldırgan  davranış  gösteren  birçok  şizofreni  hastası  bulunmaktadır.  Bu  hastaların  bir  kısmının  madde  kötüye  kullanım  öyküsü  bulunmaktadır.  Bu  hastalarda  önceki  alkol  veya  madde  alımının  hangi  yolla  saldırgan  davranışa  neden  olduğu  çok  açık  değildir. 

 

Şizofreni  hastalarında  hem  madde  kullanım  hem  de  saldırgan  davranışlara  yol  açan  ortak  nedenler  olabilir.  Bunlardan  bir  tanesi  davranım  bozukluğudur.  Davranım  bozukluğu  öyküsü  erişkin  erkek  şizofreni  hastalarında  saldırgan  davranış  ve  alkol  ve  madde  kötüye  kullanımıyla  ilişkilendirilmiştir.  Ayrıca  davranım  bozukluğu  öyküsü  erken  başlangıçlı  şizofreni  ile  de  ilişkilidir  (Hodgins  et  al.  2005).  Bunların dışında 15 yaşından önce başlayan davranım bozukluğu AKB için tanısaldır ve AKB ve madde  kötüye kullanım bozuklukları birlikteliği oldukça yüksektir (Volavka 2002). 

 

Sonuç olarak şizofreni hastalarında madde kullanım bozukluğu ve saldırgan davranış ilişkisi karışıktır.  Bu  ilişkinin  bir  kısmı  madde  kullanımının  akut  farmakolojik  etkisine  bağlıyken  bir  kısmı  da  farmakolojik  etkilerinden  bağımsız  ve  suça  itici  faktörler  nedeniyledir.  AKB  birlikteliği  bunun  en  iyi  örneğidir (Volavka & Swanson 2010). 

 

1.4.3. Genotip 

Şizofrenide genotipin saldırganlık üzerine etkisine bakıldığında çalışmalar daha çok Catecholamine‐O‐ methyl  transferase  (COMT)  enzimi  üzerinde  yoğunlaşmıştır.  COMT,  dopamin  salınımını  metabolize  eden  postsinaptik  bir  metilasyon  enzimidir  ve  dopamin  taşıyıcılarının  düşük  seviyelerde  eksprese  edildiği prefrontal korteksteki dopamin için major metabolik süreçtir. 22q11 gen bölgesinde bulunan 

Şekil

Şekil 6: ''Korku'' yanlış yanıtlarının dağılımı 

Referanslar

Benzer Belgeler

Aynı şekilde, kişiler arası ilişkiler ile proaktif çalışma davranışı arasında işe gönülde n adanmanın pozitif ve anlamlı bir etkiye sahip olduğu

Alan yazında öğrencilerin yazılı anlatımlarındaki bağdaşıklık kullanımlarını belirleyen araştırmalarda da sıralamalar benzerdir: eksiltili anlatım, bağlama

The presence of antibodies against brain antigens protein extract from U-373 MG glioblastoma cell line was investigated in the serum of patients with mania. There were 19.6% of

222 sayılı ilköğretim ve Eğitim Yasasının açık hükmüne ve tüm kalkınma planlarında yinelenen hedefe karşın 7-12 yaş kümesi nüfus için zorunlu ve

Ancak, çalışma grubundaki hastalar diğer nedenlere bağlı gastroenteritlerden bağımsız olarak değerlendirildiğinde rotavirüs pozitif gruptaki hastaların

Bu yazıda acil serviste atropin uygulaması ile düzelen vazovagal senkop olgusu sunuldu.. Anahtar kelimeler: Vazovagal

Her satır ve sütunda sadece iki sayı olacak şekilde 1-10 sayılarını tabloya yerleştirin.. Her bir sayı sadece bir kez kullanılacak ve

MATEMATİK AB C İlkokul derslerim kanalıma abone olmayı unutmayın!.