• Sonuç bulunamadı

Batı felsefesinin ana omurgasını oluşturan iki düşünce geleneğinin varlığından söz edilebilir. Bunlardan ilki Anglo-Sakson düşünce geleneği, ikincisi ise Kıta Avrupası ya da özelde Fransız düşünce geleneğidir. Bu düşünce geleneklerin temel ayrım noktası, onların aydınlanma geleneklerindeki farklılıklara dayanır. Anglo-Sakson düşünce geleneği temellerini İskoç aydınlanmasında, Kıta Avrupası- Fransız düşünce geleneği ise Fransız aydınlanmasında bulur. Özipek (2009: 972), kabaca yapılan bu sınıflama biçiminde her iki düşünce geleneğinin de homojen olmadığını22, içlerinde “birbiriyle çatışan akımlar, yaklaşımlar, düşünürler”

22 “İki geleneği ayırt etmek için, bunların onsekizinci yüzyılda arz ettikleri nispeten saf formlarına bakmak lazım. ‘Britanya geleneği’ diye adlandırdığımız şey, David Hume, Adam Smith ve Adam Ferguson tarafından öncülük edilen, yine İngiliz çağdaşları Josiah Tucker, Edmund Burke ve William Paley tarafından desteklenen ve geniş ölçüde common law hukuk dairesinde temellerini bulan bir geleneğe müracaat eden bir grup İskoç ahlak felsefecisi tarafından ortaya konulmuştu. Bunların karşısında derin bir şekilde Kartezyen rasyonalizmden mülhem Fransız Aydınlanması vardı: Ansiklopedistler ve Rousseau, Fizyokratlar ve Condorcet bunların en meşhur temsilcileriydi. Tabii

olduğunu, ancak bu durumun, “iki farklı düşünce geleneği arasındaki ayrımın anlamlılığını teşhis etmeye engel olmadığını” ifade etmektedir.

Anglo-Sakson ve Kıta Avrupası-Fransız siyasi çizgilerine değinmeden önce, bu düşünce geleneklerinin dayanmış olduğu iki aydınlanma modeline değinmek gerekirse; “Kıta Avrupası Aydınlanması’nın ‘yıkıcı ve tekrar inşa edici’ silahı olan akıl, İskoç Aydınlanması düşünürlerinin ellerinde sürekli olarak ne kadar sınırlı ve güçsüz olduğuna ilişkin argümanlarla karşılaşır” (Duman, 2006: 148). İki farklı aydınlanma biçimini akılcılık bağlamında ele alan Duman, İskoç düşünürlerin geliştirdikleri ‘kendiliğinden oluşan sosyal düzen (spontaneously generated social

order)’ nosyonunun önemine dikkat çeker. Bu nosyon, “tarihsel süreçte evrimsel bir

şekilde meydana gelen kural ve kurumlara dayanan” kurucu aklın inşası ya da tasarımı olmayan bir düzene işaret eder. Aynı zamanda bu yaklaşımın; “akıl yerine alışkanlığa, geleneğe, adetlere, kendiliğindenliğe (spontaneousness) vurgu” yaptığını belirten Duman (2006: 149), İskoç düşünürlerde, “ahlak ve adalet kurallarının, toplumsal ve politik kurumların oluşumu ve işleyişi, ekonominin işleyişi, dilin gelişimi, hukuk sisteminin ve yönetimlerin oluşumu vb. gibi birçok farklı alanda” bu yaklaşımın etkisinin olduğuna değinir.

Fransız aydınlanmasına damgasını vurmuş olan kurucu akıl anlayışında ise; İnsan, aklını kullanma cesareti göstermesiyle (sapere aude) birlikte, kendini sınırlayan bütün engellerden sıyrılabilme imkânına kavuşmuştur. Bu noktada insanın, toplumu da kendi aklı doğrultusunda değiştirme özgürlüğüne sahip olduğu iddia edilmiştir. Akıl, tıpkı bilimsel yöntemlerde olduğu gibi toplumsal alana da gerekli görülen müdahalenin yegâne aracı olmuştur. Bu kurucu akıl anlayışı Fransız

mezkûr ayrım ulusal sınırlarla tam örtüşmüyor. Montesquieu, daha sonra Benjamin Constant ve dahası Alexis de Tocqueville, muhtemelen ‘Fransız’ geleneğinden ziyade bizim ‘Britanya’ geleneği diye adlandırdığımıza daha yakındırlar. Ayrıca Godwin, Priestley, Price ve Paine (Jefforson gibi Fransa’da bulunmasından sonra) tamamen o geleneğe bağlı Fransız devrimi hayranı kuşağı saymazsak, Britanya Thomas Hobbes ile en azından rasyonalist geleneğin kurucularından birini ortaya çıkarmıştır... Mezkur farklılık doğrudan doğruya, İngiltere’deki esas itibariyle ampirist mahiyetteki dünya görüşünün ve Fransa’daki rasyonalist yaklaşımın hakimiyetine dayandırılabilir.” (Hayek, 2005: 46-47).

devrimi23 ile pratik siyasette daha da gözlemlenmiş olan toplumun yeniden dizayn edilmesi yolunda kullanılmıştır.

İskoç anti-rasyonalist düşünürler, “evrimci bir sosyal teori ve tarih anlayışının da temellerini oluşturmuş ve buna uygun bir siyasal teoriyi açığa çıkarmıştır” (Duman, 2006: 149). Bu yaklaşımın, “Fransa’da olanın tersine toplumsal ve siyasal alanın radikal dönüştürülebilirliği anlayışına yönelik bir reddiyeyi” vurguladığını belirten Duman, İskoç düşünürlerde, aklın böyle bir güce sahip olmadığı ve akla dayalı böyle bir “girişimin sonucunun hüsran” olacağı fikrinin egemen olduğundan söz eder. Çünkü bu tarz bir teşebbüs, “Smithçi anlamda ‘doğal özgürlük sistemi’nin işleyiş mantığına ve genel bir ifadeyle toplumsal/siyasal kural ve kurumların oluşum mantığına terstir”. “Aklın teorideki yerine ve ona yüklenen işlevlere göre, sosyal ve siyasal çıkarımlar farklılaşmaktadır” (Duman, 2006: 149), kısacası, iki ayrı akıl anlayışından beslenen iki ayrı aydınlanma geleneğinin, yine iki farklı düşünce ve siyaset çizgisi meydana getirmiş olduğu ifade edilebilir.

Bu iki siyasî geleneğin topluma yaklaşımındaki farka değinen Özipek şu ifadeleri kullanmıştır:

“Manş’ın öteki yakasında, toplumsal çeşitliliği ve “hayatın doğal akışı”nı meşru kabul eden yaklaşım belirgin olurken, Kıta Avrupa’sında “evrensel gerçeği keşfetmiş öncüleri”in toplumsal farklılıkları tasfiye etmesini meşru gören yaklaşımları egemen olmuştur. Bu yönleriyle İngiliz düşünce geleneği, soyut ve teorik olana karşı ampirik olanı, kopuşa karşı sürekliliği ve tedrici değişimi olumlayan vurgusuyla Peter Viereck tarafından “muhafazakâr mizaç” olarak da adlandırılmaktadır.” (Özipek, 2009: 972).

Muhafazakâr düşüncenin toplum ve değişim konusundaki ana fikirleri24

düşünüldüğünde Viereck tarafından yapılan bu nitelendirmenin haklılığı ortaya

23 Bu yüzyılda yani (akıl çağı), hümanizmin evrenin merkezine koymuş olduğu ve Descartes’in kurucu özne olarak belirlemiş olduğu insan, aklı sayesinde tarihin geri kalanını değiştirebilme ve daha insani bir dünya kurma idealini gerçekleştirebilecekti. Aydınlanmış akıl, böyle bir dünyanın kurulabileceği zemini; aydınlanma felsefesinin siyasi sonucu olarak adlandırılan Fransız devrimi ise bunun projeye aktarılmasının deneyimini ifade etmektedir (Özipek, 2004: 5).

24 Toplum, muhafazakâr düşünceye göre tarihsel bir sürekliliği olan, canlı bir organizmadır. Bu organizma kuşaktan kuşağa aktarılmış bir bilgi ve tecrübe birikimini yansıtır. Dolayısıyla tarihsel süreç içinde yaşayan geleneklerin somut öğelerine rastlamış olduğumuz toplum, kendi içinde düzenli bir işleyişe sahiptir. Bu işleyişin devam etmesi için yaşanacak herhangi bir değişim dalgasının toplumun dokusuna zarar vermeyecek nitelikte olması önem taşımaktadır. Çünkü muhafazakâr düşüncede düzenin korunması ve devamlılığı başat değerler arasında yer almaktadır. Değişim konusunda ihtiyatlı davranan muhafazakârlar, değişimin hızının ve niteliğinin nasıl olması gerektiği

çıkacaktır. Aslında muhafazakâr mizaç olarak kastedilenin özünde; tedrici değişim, sürekliliğin savunusu, kopuş teorilerine karşı olma gibi temel niteliklerin olması, bu düşünce geleneğinde devrim konusuna nasıl bakıldığının da ipuçlarını ortaya çıkarmaktadır. Muhafazakâr düşünce tarafından devrim fikri kesinlikle kabul görmez. Değişimin olabildiğince toplumun doğal dokusuna zarar vermeden gerçekleşmesi esas amaçtır. Bu nedenle Fransız Devrimi, ani ve köklü değişim, geçmişten kopuş, geleneğin reddi gibi özellikleriyle, muhafazakâr düşünürlerce ciddi eleştiriler25 almıştır. Bununla birlikte İngiliz Şanlı Devrimi birçok muhafazakâr

düşünür (özellikle Edmund Burke) tarafından kabul görmüştür. Bu durumda yine Şanlı Devrimin tedrici bir değişimi öngörmesi, geçmişten ve geleneklerden kopuşu ortaya koymaması gerçekliği önem taşır.

“İngiliz geleneği”nin, bir siyaset tarzı olarak, tedrici (gradualist) değişim ve dönüşümü esas alırken, “Fransız geleneği”nin devrimci dönüşümlere kaynaklık etmiş olduğunu belirten Özipek, bu iki siyaset çizgisinin değişim konusundaki yaklaşımının temelini açıklamıştır. “İngiltere, zaman içinde Taç’a karşı parlamentonun, parlamento içinde de Lordlar Kamarası’na karşı Avam Kamarasının yetkilerini genişleterek, parlamenter monarşi yoluyla demokrasiye ulaşırken, Fransız siyasî geleneği26 radikal kopuşlar içermiştir” (Özipek, 2009: 972). Fransız siyasi

geleneğinin radikal kopuşlar içermesi, Fransız devrimi sonrasında pratiğe geçirilen uygulamalarda ciddi olarak gözlemlenmektedir. Devrim sonrasında ancien regime’e ait olduğu düşünülen bütün değer, kurum ve yapılar geçmişe ait olarak nitelendirilmiş ve bu nitelendirme geçmişten-gelenekten kopuş geleneğinin temelini oluşturmuştur. Bilinçli olarak gerçekleştirilen geçmişten-gelenekten kopuş, kraliyet, soylular, ruhban sınıfı ve geleneksel olan bütün yapılar üzerinde yıkıcı etkilere neden olmuştur.

konusunda fikir ifade ederler. Onlara göre ani, hızlı, köklü değişimler toplumun dokusunda yaralar açabilir. Bu yüzden değişim eğer gerekli ise yapılmalıdır ve bu değişim tedrici bir değişim olmalıdır. 25 Muhafazakâr düşüncenin fikir babası olarak nitelendirilen Edmund Burke’ün muhafazakârlığın temel eseri olarak kabul edilen “Reflections on the Revolution in France” adlı eseri Fransız devrimi hakkındaki ciddi ve köklü eleştiriler için kaleme alınmıştır.

26 Fransız siyasi geleneğinin şekillenmesinin temelleri büyük ölçüde, “Fransız Aydınlanmasının ürettiği üç önemli fikir akımı” olan, “kurucu rasyonalizm”, “aydınlanmacı despotizm” ve “Rousseau’cu millî hâkimiyet teorisi”e (Özipek, 2009: 972) dayanmaktadır.

Anglo-Sakson ve Kıta Avrupası-Fransız siyasi çizgisini, onların cumhuriyetçiliği özelinde ele alan Mutlu (2017: 244) ise; Anglo-Sakson Cumhuriyetçiğilinin değerlerinin; “bireysel liberalizm, çoğulcu demokrasi, evrimci ve teamülcü” olduğunu belirtir. Bununla birlikte, Kıta Avrupası-Fransız cumhuriyetçiliğinin değerleri ise; “kolektivizm, sorumluluk, devrimcilik ve görevdir. Sadık bir vatandaş olmak ve devletin gücünü ve egemenliğini önde tutmak, Kıta Avrupası cumhuriyetçiliğinin diğer esas özelliklerindendir” (Mutlu, 2017: 244).

Özetle, Anglo-Sakson ve Fransız siyasi çizgilerinin temel ayrım noktası onların referans almış oldukları İskoç ve Fransız aydınlanma düşüncelerine dayanır.

Anglo-Sakson geleneğinde; ampirist dünya görüşü, tedrici bir değişim modeli, bireysel liberalizm, evrimci anlayış gibi özellikler görülmekteyken, Fransız geleneğinde; rasyonalist yaklaşım, devrimci değişim modeli, kolektivizm gibi nitelikler mevcuttur.