• Sonuç bulunamadı

6. Modernleşmenin Yönü ve Bir Tercihin Ekonomi-Politiği

3.1. Yapısal Düzenlemelerdeki Benzerlikler

3.1.5. Asaleti Kaldıran Karar & Unvanların Kaldırılması

Fransız Devrimi sonrasında Asaleti Kaldıran Karar ile Türkiye’de Unvanların Kaldırılması arasında benzerlik vardır. Bu benzerlik; statü imgelerinin ortadan kaldırılarak, eşitlik düşüncesi temelinde, etnik ve kültürel homojenleştirme kurma amacına hizmet etme noktasında şekillenmiştir.

Doyle (2001: 99)’a göre; Fransa’da 1789 ortalarına gelindiğinde “aristokrasi sözcüğünün karşılığı devrimin karşı olduğu her şey” olmuştu. İleri sürülen

gerekçelere göre soyluların, 1614 Nizamnamesi81’nden vazgeçmeye yanaşmaması,

çoğu asilzadenin bozguncu bir tavır benimsemesi, onlara yönelik oluşmuş olan kuşkunun sona ermeyeceğini ortaya koymuştu. “Haziran 1790’da unvan, arma gibi asalet emareleri” yasaca yasaklanmıştır. Bu durum birçok asilzadenin doğmuş oldukları topraklarda yabancı yerine konulduklarını hissetmelerine neden olmuştur (Doyle, 2001: 99). Doyle’un ifadelerinden anlaşılacağı üzere, asilzadeler için hissedilen bir kuşku durumunun devam etmekte olması ve asaletin kaldırılması kararının bu çerçevede şekillenmiş olması söz konusudur. Aristokrasi sınıfına duyulan kuşku her an devrim karşıtı bir harekete dâhil olma ve kralcı bir tavır benimseme potansiyeli ile açıklanabilir. Aristokrasinin alınan karar ile topraklarına yabancı gibi hissetme durumu ise yüzyıllardan beri var olan sınıfsal ayrıcalıkların bir anda kaybedilme endişesi ve karamsarlığı olarak açıklanabilir.

Soboul ise asaletin kaldırılması kararını şu şekilde açıklamıştır; “19 Haziran 1790’da kurucu meclis doğuştan ve mirasla geçen soyluluğu, unvanları ve senyörlük armalarını” kaldırdı. “Senyör hukuk anlamında herkese uygulanan kanunlara tabi” hale geldi. 1789’de insan hakları bildirisinin 6. Maddesine göre bütün vatandaşlar tüm kamu mansıplarına, mevkilerine ve işlerine kabul edilecekti. Bunun “askeri rütbeler için teyidi 28 Şubat 1790 tarihli kanun” ile olmuştur. Artık doğuştan gelme hiçbir imtiyaz kalmamıştı (Soboul, 1969: 631). Soboul’un açıklamasında dikkat çeken ayrı bir husus, toplum nezdinde oluşturulmaya çalışılan eşitlik düşüncesi kapsamında düşünülebilir. Bütün vatandaşların kamu işlerinde ve mevkilerinde yer alabileceği vurgusu şüphesiz önemli bir gelişmedir. İmtiyazlar bu kanun ile hukuki boyutta silinmiştir. Ancak Soboul bunun toplum katında tamamen bir eşitlik yaratamamış olduğunu ifade etmiştir. Özellikle üçüncü tabakadan işçi sınıfının sosyal konumu hakkındaki ifadeleri devrim sonrasında devrim ilkelerinin (özellikle eşitlik) hayata geçirilemediğine yöneliktir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde lakap ve unvanlar 29 Kasım 1934 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Bu değişiklik “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanların

kaldırılmasını” ve bütün vatandaşların kanun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılacağını sağlamıştır (Tarhan, 2001: 267). Türkiye’de, Fransa’daki gibi unvanların toplumsal bir sınıfa tekabül etmemesine rağmen, bu uygulama yukarıda da ifade edildiği gibi toplumsal birlik ve homojen bir ulus devlet yaratma amacını taşımaktadır. Bu anlamda da Fransa ile pratikte ve pratiğin amacında benzerlik söz konusudur.

Unvanların kaldırılması konusunda eşitlik ve demokrasi vurgusunun ön plana çıkarıldığından söz edilmişti. Dâhiliye encümeni tarafından lakapların kaldırılması konusundaki mazbatadaki bu özet ifadeler bunun kanıtı niteliğindedir:

Türk inkılâbının temelinde demokrasi ve eşitlik ilkeleri vardır. Kimse diğerinden üstünlük arz edecek bir lakaba sahip olamaz. Ortaçağda çıkan ve çeşitli kaynaklardan beslenen sınıf ayrımına sebep olan lakaplar Türkleri de etkilemiştir. Türk inkılâbını eksik gösteren ve halk arasında eski sınıf ayrımlarını hatırlatan lakaplar derhal atılmalıdır. Bay ve bayan gibi hitap ifadeleri Türkçe olup özel konuşmalarda kullanılmaya devam edilebilir. Başta İstiklal Madalyası olmak üzere, savaşlarda ve üstün başarılarda kazanılan nişanlar hariç, her türlü nişanın taşınması uygun değildir. Yabancı devlet nişanlarının da takılması yasaklanmalıdır. Kimi zaman hak etmeyenlere verilen ve rütbe farklarını net olarak ortaya koymayan “Paşa” unvanının kaldırılması medeni devletlere ayak uydurmak için önemlidir (TBMM, Zabıt Ceridesi, 26 Kasım 1934, s. 15-16.’dan Akt. Dokuyan, 2016: 142).

Bununla birlikte, Jaschke, toplumsal hayatın bir parçası ve geleneksel yapının bir uzantısı olarak çeşitli unvanların kaldırılması ve soyadı kullanımına başlanmasını inkılâp hareketinin bireylere kadar inen “medenileştirme” temayülünün bir göstergesi olarak ifade eder. 1934 yılında kabul edilen 2525 sayılı “Soyadı Kanunu” ile her Türkün öz adından başka soyadı taşıması da zorunlu tutulmuştur. Soyadlarının Türkçe olmasının yanında, “rütbe, memuriyet, yabancı ırk ve ulus adlarıyla ahlaka aykırı ve gülünç” olan kelimelerin soyadı olarak kullanılması da yasaklanmıştır. 2558 sayılı kanunla, Gazi Mustafa Kemal Paşa “Atatürk” soyadını almıştır (Jaschke, 1972: 32). Soyadı Kanunu’nun 1 Ocak 1935 tarihinde yürürlüğe konulması kararlaştırılmıştır. Bu kanunu kendisinden önce gelen inkılapların bir tamamlayıcısı olarak niteleyen Doğaner, kanunla “insanların birbirinden ayırt edilmesinin sağlanmasının yanında farklı kimliklere sahip olan halkın milli bilince sahip olmalarını” sağlama amacını da taşıdığını belirtir (Doğaner, 2006: 222). Soyadı Kanunu’nun kendisinden önce gelen inkılapların bir tamamlayıcısı olmasını Doğaner

(2006: 2019), Dil İnkılabı ve Medeni Kanun ile açıklamıştır. Bu iki inkılabın devamı olma niteliğinin yanı sıra halkın milli bilince sahip olması amacı ise toplumsal birlik düşüncesi ile bağlantılıdır. Dokuyan (2016: 129) ise Soyadı Kanunu’nu; resmi ve sosyal işlerin düzenlenme amacının yanında yine “dilin sadeleştirilmesi anlayışının bir parçası” ve milliyetçilik akımının Türkiye’deki uygulama alanlarından biri olarak açıklamıştır.

Doğaner (2006: 226)’e göre soyadı konusundaki bir diğer hassasiyet de, “alınan soyadının farklı milliyet, ırk veya aşiret adlarını çağrıştırmaması” gerektiğidir. Ancak yabancı isimler çağrıştıran pek çok soyadı alınmıştır. Doğaner’e göre uygulamadaki esnek tutum bu duruma neden olmuştur. 1940’lı yıllarda soyadı konusunda getirilen eleştiriler; “soyadı kanunu ile amaçlanan şeyin soyadlarının öz Türkçe kelimeler olmasını sağlamak olduğu ancak uygulamadaki ihmaller ve insanların tercihleri neticesinde konunun amacından saptığı odağında” gelişmiştir. Bu dönemde “ortaya çıkan tartışmalarda milliyetçilik anlayışının değişimi sonucu Turancılığa varan Türkçülük söyleminin etkisi” olduğu ifade edilebilir (Doğaner, 2006: 226-227).

Özetle; Devrim dönemi Fransa’sında ve reform dönemi Türkiye’sinde bir benzerlik noktası da “Asaleti Kaldıran Karar” ile “Unvanların Kaldırılması Kararı” arasındadır. Eski döneme ait birtakım sosyal statü imgelerinin yok edilmesi amacını taşıyan bu uygulamalar bir anlamda geçmişten kopuş adına da gerçekleştirilmiş uygulamalar olarak nitelendirilebilir. Geçmişe ait olan unvanlar Fransa’da özellikle aristokratik unvanların kaldırılması yönündedir. Türkiye’de ise bir aristokrasi sınıfı yoktur bu bağlamda, uygulamanın kapsamı Soyadı Kanunu82 ile birlikte düşünülmüş

ve özellikle laik bir nitelik taşımıştır. Bu pratik ile iki ülkede de eşitlik ilkesi çerçevesinde insanlar arası eşitlik, unvanların kaldırılması yoluyla vurgulanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte etnik ve kültürel homojenleştirme düşüncesinin de bu bağlamda gözetilmiş olduğu ifade edilebilir. Nitekim etnik ve kültürel homojenleştirmenin sağlanması insanlar arasındaki eşitsizliğin var olmaması

82 Kronolojik olarak, Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934) unvanların kaldırılması (29 Kasım 1934) uygulamasından öncedir. Bu uygulamanın temel amacı, insanların soyadı alırken eskiye ait unvanların kullanılmasının engellenmesidir. Bkz. Yasemin Doğaner, 2006, Toplumsal Alanda Yapılan Atatürk İnkılapları ve Etkileri, syf. 222.

gereğine dayandırıldığından, fikir bu temele oturtulur. Hatta Türkiye özelinde bu fikir sınıf ayrımının dahi olmadığı (ya da olmaması gerektiği) vurguları ile sağlamlaştırılmaya çalışılır. Kısacası homojen bir toplum inşa etmenin de bir aracı olarak unvanların kaldırılması, özellikle ulus devlet oluşturma pratiğine hizmet etmiştir.

3.2. Gündelik Hayattaki Uygulamalara Dair Benzerlikler