• Sonuç bulunamadı

6. Modernleşmenin Yönü ve Bir Tercihin Ekonomi-Politiği

1.3. Asalete ve Dine Karşı Bir Hareket Olarak Fransız Devrimi

Fransız devriminin soyluluk ve dine karşı bir hareket olduğu vurgusu tarih yazımı tarafından kabul görmüş en önemli devrim açıklamalarından biridir. Konuyu açıklarken bu fikir ve bu fikre karşı geliştirilmiş açıklama biçimlerinin devrimi hangi temellerden tanımlama yoluna gittiğine kısaca yer verilip devrimin soyluluk ve din üzerinde nasıl pratik etkilerde bulunmuş olduğu özetlenmeye çalışılacaktır. Bu başlık altında yer verdiğimiz unvanların kaldırılması, Kilise Medeni Yasası, Hristiyanlıktan

uzaklaştırma, sağduyu tapınakları vb. gibi konular, aslında Devrimin Pratik Siyaseti

bölümünde ayrıntılı bir biçimde yer verilecek olan konulardır. Bu konulara çalışmanın bu kısmında, devrimin ‘soyluluk ve dine karşı bir plan’ olduğu bağlamında devrime hangi noktalarda etkide bulunduğunu açıklamak amacıyla yer verilmiştir.

Tocqueville (2004: 47–58) Eski Rejim ve Devrim adlı eserinde ihtilalin neden başka yerde değil de Fransa’da patlak verdiği, eski monarşinin neden aniden düştüğü ve bu ihtilalin gerçekte ne anlama geldiği gibi soruların cevabını bulmaya çalışmıştır. Devrim Tocqueville için resmi tezlerin savunduğu gibi veya genel anlayıştan farklı bir boyutta tezahür etmiştir. Devrim resmi tezlerin savunduğu gibi dinsel inançların

imparatorluğunu yıkmak, ya da eski bir hükümet biçimini değiştirmek şeklinde gerçekleşmemiştir. Devrim, “eski toplum düzenini yıkmayı amaçladığından, bütün yerleşik erklere saldırmak, bilinen bütün nüfuzları ortadan kaldırmak, gelenekleri silmek, örf ve adetleri yenilemek ve bir bakıma o güne kadar saygının ve itaatin temelleri olan bütün fikirleri zihinlerden kazımak zorunda kalmıştır. Tuhaf bir şekilde ihtilalin anarşik olan kimliği buradan kaynaklanmaktadır.” Eski toplum düzenini yıkmaya çalışma amacında öncelikle dikkati çeken en önemli nokta derebeylik sistemidir. Derebeylik sistemi de elbette aristokrasinin uzun zaman toprak açısından temelini sağlamış olan ve bir anlamda da soylular için önemli gelir kaynağı anlamını taşımaktaydı. Ancak burada bir parantez açmak gerekirse, sonuçları itibariyle gerek derebeylik sisteminin yıkılması gerekse dini konularda gerçekleştirilmiş olan değişim ve dönüşümler devrimin soyluluk ve dine karşı bir proje olduğu yönündeki iddiayı güçlendirmektedir. Diğer bir ifadeyle ‘eski toplum düzenini yıkma’ amacı dolaylı olarak devrimin aristokrasi ve dine karşı bir proje girişimi olduğu yönündeki açıklamaları beslemiştir. Ancak Tocqueville’in Fransa’da devrim öncesinde zaten derebeylik sisteminin çoktan çökmüş olduğu ve ruhban sınıfının ise itibarını çoktan yitirmiş olduğu genellemesi göz önünde bulundurulmalıdır. Kısacası Tocqueville’in eserindeki; devrimin dinsel inançların imparatorluğunu yıkmak, ya da eski bir hükümet biçimini değiştirmek şeklinde gerçekleşmediği vurgusu daha farklı noktalarda temellenmiştir denilebilir. Çalışmanın diğer kısımlarında bu konuya ayrıntılarıyla yer verilecektir.

Soboul (1969: 630)’a göre; “derebeylik hakları ile aşarın kaldırılması ve milli malların satılması ile Aristokrasinin dayanmış olduğu toprak temeli” yıkılmıştır. Birçok soylu ailenin gelir kaynaklarından önemli paylar almış olduğu derebeylik hakları çok farklı ve önemli bazı gelirler teşkil etmekteydi. 4 Ağustos gecesi aşar ile birlikte köylüleri bağımlı kılan şahsi haklar kaldırılmıştır. İlk önce topraklar üstüne yüklenen hakların 15 Mart 1790’da para ile satın alınabileceği ilan edilmiştir. Yasama Meclisi, “eskiden kalma hüccetleri yani hukuki belgesi olmayan ve mirasçıya mutlaka kalmayan hakların para ile satın alınmalarını 18 Haziran 1792, bütün hakların satın alınmasını ise 25 Ağustos 1792’de” kaldırdı, “17 Haziran

1793’te ise Convention (Konvansiyon) Meclisi bunları büsbütün ortadan kaldırmış ve derebeylik hüccetlerinin yakılmasını emretmiştir” (Soboul, 1969: 630).

Doyle’e göre; Üçüncü Meclis tarafından yayımlanan cahier45’lerdeki ezici talepler asilzadeler tarafından kabullenilmişti, ancak devrim sonrası bunların yasalaşması önemli bir dönüm noktasıdır. Bu yasalaşmalar arasında en çarpıcı olan ise, mevkilerin satışı46 uygulamasının ortadan kaldırılmasıydı. Bu uygulamanın

ortadan kaldırılmasının amacı görünürde, hukuk dizgesini yetenek ve beceriye açmaktır. Soyluluk için yok oluşa doğru atılan ilk adımdır bu çünkü Fransız soyluluğunun bütün niteliği bu uygulamayla (mevkilerin satışı) dönüşüme uğramıştı ancak şimdi ortadan kalkmıştı (Doyle, 2001: 100). Mevkilerin satışını yasaklanması ile birlikte en önemli konulardan biri şüphesiz unvanların ve imtiyazların kaldırılması konusudur. Hem soylular hem de ruhban sınıfı açısından sınıfsal bir yok oluşa da işaret eden bu durum insanlar arasında var olan ciddi ayrımların kaldırılması amacını taşıdığı iddiasıyla gerçekleştirilmiştir.

Soboul (1969: 630)’a göre; “aristokrasiye bir darbe de milli malların satılması yoluyla” indirilmiştir; 2 Kasım 1789’dan itibaren rahipler düzenine ait mallar milletin emrine verilmiştir. 19 Ağustos 1792’de fabrikaların, 19 Eylül 1792’de Malta şövalyelerinin, 8 Mart 1792’de kolejlerin, 24 Messidor Yıl II’de (12 Temmuz 1794) de yardım kurumlarının mallarına el konulmuştur. 9 Şubat 1792’de göçmen malları milletin emrine verilmiş, 17 Temmuz 1792 tarihinde ise bunların satılmasına karar verilmiştir (Soboul, 1969: 630).

Kişilerin de mallar gibi zarara uğramış olduğunu vurgulayan Soboul (1969: 631), “Kanuni idamlar ve halk tarafından girişilen katliamlar bir tarafa, rahipler ve soylular düzen (sınıf) olarak ortadan kalkmıştı” ifadesini kullanmıştır. Soboul (1969: 631)’a göre; “soylular ile soylu olmayanlar (burjuvazi, esnaf, köylü, ırgat vb.)

45 Cahier de dolêances: Şikâyet defterleri. Krala gönderilen ve üç sınıfın temsilcilerinin talep ve önerilerini içeren toplu dilekçeler.

46 Burjuvaların aristokrasiye dâhil olması durumu, mevkilerin satılık olması babadan oğula geçici ya da kişiseldi. Fransa’da devrim öncesi olağandışı şekilde geniş bir uygulamadır. Öncelikle kral hizmetkârlarını soylulaştırma yetkisini kendine vermişti. Gelirlerini artırmak amacıyla yönetim mahkeme, maliye ve ordudaki otoritesini para karşılığı devretmiştir. Kişiler servetleri ve nüfuzlarıyla sınıfın gücünü yeniden kazanmasını sağlayarak bu topluluğun adetlerini, büyüklenmesini ve tekelciliğini benimsemişlerdir.

arasındaki her türlü ayrımın kaldırılması nedeniyle aristokrasi basit, alelade vatandaş” haline getirilmiştir.

19 Haziran 1790’da Kurucu Meclis doğuştan ve mirasla geçen soyluluğu, unvanları ve senyörlük armalarını kaldırmıştır. Hukuk anlamında senyör herkese uygulanan kanunlara tabi hale geldi. 1789’de İnsan Hakları Bildirisinin 6. Maddesine göre bütün vatandaşlar tüm kamu mansıplarına (yüksek makam), mevkilerine ve işlerine kabul edilecekti (Soboul, 1969: 631). “28 Şubat 1790 tarihli kanun ise bunun askeri rütbeler için teyidi” olmuştur. Artık “doğuştan gelen hiçbir imtiyaz” kalmamıştır. “Buhranın şiddetlendiği dönemde soyluların bir kısmı hariç tutularak ki bunlar inkılaba önemli hizmetlerde bulunmuş olan soylulardı, soylular yavaş yavaş kamu hizmetinden çıkarılmışlardır” (1969: 631). Ancak “halkın ısrarlarına rağmen, Kamu Selameti Komitesi tedbirli olmak adına, bunları medeni haklardan mahrum duruma getirmeye razı olmamıştır” (1969: 632). Aristokrasi açısından anayasal ve idari reform, hukuki ya da maddi ayrıcalıklara bağlanmış olan itibarın yitimine yok açmış ve genel anlamda bu sınıfın çıkarlarına zarar vermiştir. Soyluların durumu aşama aşama kötüye gitmiştir. İhraçlar, hapis cezaları ve infaz kararları ortalığı kasıp kavurmuştur. 16 Nisan 1794 kanunu, soyluları Paris’ten ve müstahkem mevkilerden kovmuştur (Lefebvre, 2015: 548-549).

Soboul (1969: 632) aristokrasinin mallarının “tamamıyla ve bir daha verilmemek üzere alınmadığını” belirtir. Ona göre; Derebeylik haklarının kaldırılması sonrasında senyörlerin kayıplara uğradığı doğrudur ancak, toprakları müsadere edilmiş olanlar yalnız göçmenler olmuştur. “Soyluların çoğu inkılabı büyük zararlara uğramadan atlatmıştır ve toprak mülkiyetlerini muhafaza etmişlerdir. Ama bunlar derebeylikten kurtulmuş burjuva tipi birer mülk haline” (Soboul, 1969: 633) gelmişlerdi. Eski aristokrasinin belli bir hizbi tutunabilmiş, unvanlarını kaybetmiş ancak eski nüfuz ve itibarının bir kısmını muhafaza etmiştir. 19. Yüzyılda ise büyük burjuvazi ile birleşmiştir (1969: 632-633).

Rudê (2015: 110) asiller arasından bir azınlık aktif bir biçimde devrime direnmiş olduğunu ve 1.250 kişinin giyotine gönderilmiş olduğunu belirtir. Bazı asiller ise devrimle anlaşmış önceki dönemden kalan sayısız aristokrat, en yoğun

terör döneminde dahi meclis ve komite çalışmalarında görev almıştır: Ulusal Konvansiyonda 1793’te 7 marki biri kan bağıyla prens olmak üzere 23 asil yer almıştır. Ancak bu durumun tipik olmadığını belirten Rudê (2015) Fransa’da kalan ve terörden kurtulan büyük çoğunluğun hiçbir zaman yeni düzenle anlaşamadığını belirtmiştir. Aynı zamanda Rudê’ye göre “bu kesimin yeni rejime muhalif, nefret ve kuşku dolu tutumlarını devam ettirmeleri; devrimci yetkilileri tahrik etmiş ve özgürlüklerinin kısıtlanması ve denetim altında tutulmaları için sert önlemler” alınmasının önünü açmıştır (Rudê, 2015: 110).

Soylu sınıfın din konusundaki sahiplenici tutumunun değişimi hakkında bizlere bilgi sunan Tocqueville insanların yitirecekleri bir şeyler olduğu zamanlarda din saygısının yerleşmiş olduğundan söz eder. Bu bağlamda yitirilecek olan şeylerin varlığı da aslında doğrudan soylu sınıfının içinde bulunduğu duruma dair bilgi vericidir:

89’dan önce en dinsiz sınıf olan soyluluk, 93’ten sonra dinine en bağlı sınıf haline geldi; dinsizlik ilk ona bulaşmıştı, ilk önce o dine döndü. Utkusu içindeki burjuvazi, kendisinin de tehlikeye maruz kaldığını hissettiğinde, bu kez onun, inançlarına yaklaştığı görüldü. İnsanların kitlesel düzensizlik içinde yitirecek bir şeylerinin olduğu her yerde, din saygısı yavaş yavaş yerleşti ve ihtilallerden duyulan korku kendini gösterdiği ölçüde, inançsızlık kayboldu, ya da en azından saklandı. (Tocqueville, 2004: 240).

Rudê (2015: 102)’ye göre; aristokrasi ile birlikte ruhban sınıfı da eski düzeninden ve imtiyazından uzaklaştırılmıştır. Piskoposlar ve rahipler de dâhil olmak üzere Kilise’nin büyük bir reforma ihtiyacı olduğu genel olarak kabul edilmekteydi. Ancien Regime boyunca zenginleşen kilise, “faaliyetlerini bir şirket yapısı gibi sürdürmüş ve büyük imtiyazlara ve otoriteye” sahip olmuştur. Bir yılda 50 ile 100 milyon Fransız lirası gelir getiren mülklerinin değeri ülke kırsal kesiminin yarısına eşdeğer bir boyuta ulaşmıştır. Kilise kendi isteğiyle hazineye vermiş olduğu (don gratuit) haricinde bütün vergilerden muaftı. Kilisenin dini emirleri çok fazla saygı görmüyordu. Üst düzey aristokratik piskoposlar ve başrahiplerle mahalle rahipleri arasındaki toplumsal uçurum giderek büyümüştü. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; “Strasburg’daki bir piskopos yılda 400.000 lira, Angers’deki zengin bir başrahip 50.000 lira gelir elde ederken mütevazı bir rahip yılda 700 ile 1000 lira

arasında bir gelirle hayatını idame ettirmekteydi” (Rudê, 2015: 102). Halk arasında var olan ekonomik uçurum ruhban sınıfı bünyesinde de söz konusuydu. Ruhban sınıfının devlet memuru olması kararı alt kademedeki rahiplerce kabul edilir bir durumdu. Ancak yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere piskoposlar ve başrahipler için aynı durum şüphesiz yıkıcı bir etki meydana getirmiştir.

Rudê (2015: 102)’ye göre; kilise devrim sürecine bölünmüş bir güç olarak girmiştir. Piskoposlar ve başrahipler aristokratik isyanı desteklerken bölge rahipleri Ocak 1789 kararlarını eski anlaşmazlıkları ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak görmüşlerdir. Üçüncü sınıfın taleplerine en sıcak desteği onlar vermiştir. Bu rahipler kilisenin eski şirket yapısını ve vergi koyma hakkını ortadan kaldırma kararı aldığı zaman destek vermişlerdir. Manastır yönetimleri meclis tarafından dağıtıldığında ya da yeniden örgütlendiğinde onlardan üzülen olmamıştır. Ancak kilise ile devrimi karşı karşıya getiren esas mesele, meclisin kiliseyi daha fazla denetim altına alma kaygısıyla Temmuz ayında Kilise Medeni Yasasını (Civil Constitution on of the Clergy) çıkarmasıyla başlamıştır (Rudê, 2015: 102-103). 26 Ağustos’ta Rahipler Medeni Anayasası’na (Kilise Medeni Yasası) yemin47 etmemiş olan rahiplerin on beş

gün içerisinde krallık topraklarından çıkıp gitmeleri istenmiştir. Aksi halde Guyane’a sürgün edilmeleri kararlaştırılmıştır (Soboul, 1969: 663). Kilise Medeni Yasası’na ayrı bir konu başlığı olarak daha sonra ayrıntılarıyla yer verilecektir. Ancak burada yasanın amacının en temelde; kilisenin ya da ruhban sınıfının ayrı bir otorite kaynağı olmasının önüne geçilmek istenmesi olduğu vurgulanmalıdır.

Doyle (2001: 101)’a göre; din alanına bir diğer darbe genel meclis hakkındaki karara dayanır. Din adamlarının da asilzadeler gibi Genel Meclis’te ayrı bir grup halinde temsil edilme hakkını yitirmeleri çok daha köklü bir değişimin habercisi gibiydi. Doyle; “İki nesildir devam eden felsefi erozyondan sonra, dinsel çevrelere mensup seçmenler, yeni rejimin Katolik Kilisesi’nin ulusal yaşamda oynamış olduğu rolü pekiştireceğini umut” ettiklerini belirtir. Ancak 4 Ağustos tarihli öşür vergisinin kaldırılıp yerine herhangi bir alternatifin konmadan sürecin devam ettirilmek

47 “Ulusa bağlı kalacağıma, eşitlik ve özgürlüğü bütün gücümle koruyacağıma yemin ederim” şeklinde yapılan bağlılık yemini Fransız devletine ve devrim ilkelerine bağlı olunduğunu belirtmek adına ruhban sınıfına şart koşulan yemindir.

istenmesi karşısında endişeye kapılmışlardır (Doyle, 2001: 101). Ruhani tekele vurulan bir diğer darbe de insan ve yurttaş hakları bildirgesi ile güvenceye alınan dinsel özgürlüktü. Kasım ayındaki kilisenin topraklarına el konulması ise kilisenin bağımsızlığını sona erdiren uygulamadır. Kilisenin hiyerarşiye dayanan özerkliğini, din adamlarının seçilmesine dayalı sivil anayasa sonlandırmıştır (Doyle, 2001:102).

Devrimden en fazla zarar gören kesimin ruhban sınıfı olduğunu belirten Lefebvre (2015: 546) ise; ruhban sınıfının meclisleri, mahkemeleri, özerk mali yönetimi, aşarın tahsili ve devasa toprakları ile devrim öncesinde devlet içinde bir devlet konumunda bulunduğunu vurgular. Bu sınıfın ortadan kalkmasıyla temsil ettiği kilise de tüm hukuki varlığını kaybetmiş ve dini bir topluluk haline gelmiştir.

Devrim girişimlerinin sonrasında monarşiler, soylular ve kiliseler toplu bir biçimde yeniden boy gösterip bu devrimci girişimleri yok edebilse dahi, aslında bu kurumların hiçbiri tam olarak 1789 öncesindeki muadillerine benzememekteydi. Devrimin hedefe almış olduğu kurumların çok azı gerçek anlamda yara almadan hayatta kalabilmiştir (Doyle, 2001: 115-116). Doyle bu ifadeleri eski rejimin çökmüş olduğuna dair farkındalığın eski rejimin ya da unsurlarının geri getirmek çabasını gölgede bıraktığını belirtmek için kullanmıştır. Ona (2001: 116) göre artık hiçbir şey tam anlamıyla kutsal değildir ve Fransız Devrimi Aydınlanma’nın zaferini gerçekten temsil etmiş ve aklı esas alan dünyaya giden yolu göstermiştir.