• Sonuç bulunamadı

1. Gündelik Hayat ve Tüketim

1.3. Sahiplenilerek kazanılan aitlik: Kimlik ve yaşam tarzı

Paquot'a göre, herkesin tüketimi göz önünde bulundurduğu bir gündelik yaşamda üretim, ikinci planda kalmış, sanayi kenti ve onun içine yerleşen kültür yok olmuş, toplumculluk, onun göstergeleri, şifreleri ve değerleri tüketimle öğrenilir hale gelmiştir (Paquot, 2005, s. 27). Tüketimin böylesine önemli olduğu bir toplumdan bahsediyor olmak bireylerin kimlikleri3 ile tüketim arasında sıkı bir ilişki

3 Kimlik, pek çok disiplinin üzerinde tartışma yürüttüğü kavramlardan biridir. Bu tez bağlamında kimlik meselesine tüketim üzerinden odaklanılmıştır. Ancak kimliğe böylesi bir bakış, yani bireyin kimliğinin tükettiği mal ve hizmetler bağlamında kendi seçimleri dâhilinde şekillendiği düşüncesi, kimliğin doğuştan getirilen bazı özellikler ve toplum tarafından belirlendiğini elbette reddetmez.

Bozkurt Güvenç, kimliği, “kişilerin ve çeşitli büyüklük ve nitelikteki toplumsal grupların “kimsiniz, kimlerdensiniz?” sorusuna verdikleri cevaplar” olarak tarif eder (aktaran Aydın, 2009, s. 15). Bu sorulara verilen cevaplar alt alta konduğunda ya da yan yana getirildiğinde ortaya çıkan sonuç, bu cevapların, kişinin kendisine ait özellikleri olduğu kadar bir takım küçük ya da büyük gruplara ait özellikleri de içerdiği görülür. Bu cevaplar, hem kişinin kendisi tarafından benimsenen hem de başkaları tarafından atfedilen özelliklere göndermede bulunması nedeniyle kişisel ve toplumsaldır.

Kendimiz hakkında sahip olduğumuz görüşler, tanımlar, imajlar ve bilgilerden oluşan temsilleri (Bilgin, 2007, s. 78) içeren ben kimim sorusunun cevapları, kişisel kimliğimizi oluşturur. Psikolojide bunun karşılığı benlik olarak ortaya çıkmaktadır. Kişinin kimliğini aynı zamanda başka gruplarla ilişkilendirilerek ortaya koyduğu konumlandırıldığı durumlarda ise sosyal (kolektif) kimlikler ortaya çıkmaktadır. Kimliğin, kişinin sosyal kategorisini öne çıkartarak ve bir sosyal statüye bağlı davranışlar göstererek sunduğu sosyal kimliğin temeli bir gruba ait olma başkalarından ayrılma hissidir. Bir yere, gruba aidiyet temelinde oluşan bu kolektif kimlikler, bağlanma ve bütünleşmeyi

31 kurulduğunun da altını çizer. Ancak böyle bir ilişkinin 20. yüzyılla birlikte başladığını söylemek mümkün değildir. Tüketim, statü, sınıf, farklılaşma ve kimlik arasında kurulan ilişkilerden bahsederken ilk uğrak 19. yüzyıl ve Veblen’dir. Aylak Sınıfın Teorisi’nde (1899), tabakalaşma, toplumsal prestij ve statü ile tüketim arasında ilişki kuran Veblen, Avrupa’daki aristokrasiyi taklit eden ve zenginliklerini göstermek için pahalı mallar alan Amerikan aristokrasisini anlatır. Veblen, maddi rekabet içinde bulunan, dikkat çekici boş zaman ve dikkat çekici tüketim yapan aylak sınıfın, servetlerini göstermek için yaptıkları gösterişli tüketimden bahseder. Malların tüketiminde geçimin değil servetin gösterişinin esas olduğu bu tüketim tarzında, malların uzmanlaşmış tüketimi de önemli bir ayrıntıdır. Tüketerek farklılaşmaya çalışan aylak grup için pahalı şeyler tüketmek, kendi konforları için bir gerekliliktir ve bu tür şeylerin tüketimi zenginlik kanıtıdır. Tükettiklerini nasıl tüketecekleri konusunda bir uzmanlığa da sahip olmaları beklenen aylak sınıfın tüketerek kazandığı yüksek statünün nedeni tüketim, statü, şeref ve saygınlık arasında kurulan ilişkidir (2005, s. 13, 57-66).

beraberinde getirdiği gibi insanları birarada tutar ve kişinin kendine olan özsaygısını yükseltir (Karaduman, 2010, s. 2887). Kılıçbay, bir özdeşliği, aynılığı ifade eden identity kelimesinin içerdiği zorunlu bir mensubiyet olduğunu ve bunun bireyin tercih kümesi içinde yer almayan bir mensubiyeti, aidiyeti bir çoklukla aynılaşmayı gösterdiğini, her özdeşliğin aynı zamanda öyle olmayana, aynı olmayana dolayısıyla farklıya ihtiyacı olduğunu ve kimliğin öteki üzerinden kurulduğunu belirtmektedir. Ne olunduğu değil de ne olunmadığı üzerine yapılandırılan bu tür bir kimlik inşasında (Kılıçbay, 2003, s. 161) yapılan biz ve onlar ayrımı, bizim gibi olana olumlu, öteki olana da olumsuz özelliklerin atfedilmesi temelinde gerçekleşir. Bireyselliğin ön plana çıktığı modern dönemle birlikte kendinden sorumlu ve her kararı kendisi veren bireyin, yüklendiği sorumluluklar, rol ve statüleri onun kimliğinin belirlenmesinde önemli hale gelmiş ve kimlik sabit ve kesin sınırları olmaktan çıkmıştır.

Modern dönemle başlayan süreçle başlayan ve bugüne kadar yaşanan değişiklikleri en iyi anlatan argüman, Berman’ın “katı olan herşey buharlaşıyor” sözünde vücut bulur. İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki değişikliklerin her alanda ortadan kaldırdığı sınırlar, kimliğin de sabit ve belirlenmiş kategorilerini yerinden eder. Cinsiyet, meslek, sınıf gibi kategoriler yerine tüketim etrafında örgütlenmiş imajlar, görüntüler ve boş zaman faaliyetleri geçmiştir (Kellner, 2001, s. 207).

32 19. yüzyılda özellikle moda üzerine yazılarında tüketim ve toplumsal alanda ayrışma konusuna değinen bir başka isim Simmel’dir. Simmel, moda üzerine yaptığı çalışmada taklit ve ayrışma yoluyla insanların modern hayatın gerilimleriyle baş etmesinden bahseder. Alt sınıfların üst sınıfların hayatlarını taklit etmeye çalıştığı toplumsal alanda, üst sınıflar kendilerini alt sınıftan ayırmaya çalışır. Bu bağlamda taklit, toplumsal uyum ve mutabakat biçimi olarak değerlendirilirken ayrışma bireysel olarak ayrılma ve farklılaşmaya işaret eder. Bilsel bu bağlamda tüketimin, tüketiciyle modern yaşamın belirleyicisi olan gündelik gerilimler arasında tampon görevi gördüğünü belirtir (aktaran Bilsel, 2010, s. 45).

20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte postmodern dönem ve onun kültürü olarak nitelendirilen bir tüketim kültüründen bahsedilmekte, tüketimin ve tüketim kalıplarının yarattığı anlamlarla kimlik arasında sıkı ilişki kurulmaktadır. Bu bağlamda adı anılacak çalışmalardan biri Tüketimin Antropolojisi’dir. Tüketimin Antropolojisi çalışmasında Mary Douglas ve Baron Isherwood, tüketim edimindeki en önemli noktanın “anlam” olduğunu belirtir. Onlara göre bir kişi, bir paket çikolata aldığında o an sadece bir yiyecek maddesi satın almamakta, bununla birlikte belirli bir toplumsal yaşamın bir parçası olmaya dair bir dizi sembolik anlamı da kimliğiyle bütünleştirmektedir. Bu anlamda tüketim ürünleri, etkin bir biçimde mevcut toplumsal ayrımların ve yapıların altını çizmektedir. Tüketim ürünlerini bir bilgi sistemi olarak değerlendiren Douglas ve Isherwood, tüketilen mal ve hizmetlerini gruplara ayırarak bu mal ve hizmetlerle onları kullananları eşleştirir ve o toplumda var olan tüketim sınıflarını belirler. Temel mallar ya da birincil üretim sektörü adı verilen malları kullananlar, toplumun en alt seviyesindeki fakirlerdir. Bu grubun tüketiminin temelini yiyecek sektörü oluşturur. İkincil üretim sektörünü, teknolojik

33 mallar oluştururken toplumun en üst kesimi, enformasyon dizisi olarak adlandırılan üçüncül üretim sektörü yani hizmet sektörü tarafından üretilen enformasyon, eğitim ve sanat gibi mal ve hizmetleri tüketirler. Douglas ve Isherwood, üçüncü diziden diğer iki gruba oranla çok fazla tüketen kişilerin, bu enformasyon mallarını yönlendirebilecek kaynaklara ulaşımı denetleyerek bu sektöre girişi kısıtlayabilecek bir sınıf oluşturduklarını öne sürerler. Bu grubun üyelerinin böyle davranmalarının nedeni, enformasyon üzerinde denetimi ele geçirmekle elde ettikleri statünün kendilerine normalden fazla ödül sağlaması ve bu denetim olanağını simgesel değerleri yönlendirmekte kullanabilecekleri için, kendi beğeni ve farklılıkları adına daha çok ayrıcalıklar sağlayabilmeleridir (Featherstone, 1996, s. 44, Chaney, 1996, s.

67).

Fransız toplumu üzerine yaptığı çalışması Distinction'da Bourdieu da tüketimle sınıf arasında bağlantı kurar. Bourdieu’ya göre tüketim, sınıf temelli toplumsal ayrımların yeniden üretilmesinde temel araçtır (Southerton, 2001, s. 180) ve sahip olunan sermayenin de göstergesidir. Bourdieu'nun çalışması, tüketilen mal ve hizmetlerin, toplumsal farklılaşmada rol oynadığını ve özellikle Hirsh'in "konumsal mallar" dediği malların birer damga işlevi gördüğünü kabul eder. Buna göre insanlar, sosyal yapı içerisindeki konumlarını, kültürel göstergeleri kendi sınıfsal konumlarına ve statülerin uygun bir biçimde düzenleyerek dışa vururlar.

Tüketim ve farklılaşma süreçlerinin açıklamasını beğeni, sermaye ve habitus gibi kavramlar aracılığıyla yapan Bourdieu, mal ve hizmetlerin nasıl seçileceği, anlamlandırılacağı, sınıflandırılacağı ve kullanılacağının beğeni ile belirlendiğini, beğenin sınıflandırıcı özelliği bulunduğunu ifade eder (Southerton, 2001, s. 180).

Beğenilerin oluşmasındaki en önemli faktör olan sermayeyi "... sahibine belli bir

34 iktidar, bir nüfuz kurma olanağı veren”, “belli bir alanda varolmayı sağlayan (Featherstone, 1996, ps. 43, 45), “kişinin belirli bir toplumsal alana4 katılımını ve bu alan içinde rekabetin getirdiği özel kazançlara ulaşmasını mümkün kılan belirli bir toplumsal arenada mevcut, etkili bir kaynak” (Wacquant, 2010: 62) olarak tanımlar5. Bourdieu toplumsal uzamdaki farklılaşmayı sadece ekonomik sermaye ile açıklama girişimine sermayeyi ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel ayrımı yaparak farklı bir açıklama getirmiştir (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 108). Bourdieu, toplumsal uzamdaki gruplar arası farklılaşmada ekonomik ve kültürel sermayenin oluşturduğu kombinasyonların belirleyici olduğunu ifade eder. Sermaye kombinasyonlarının miktar ve niteliğine göre gruplar: (1) Hem ekonomik hem de kültürel sermayenin yüksek olduğu (2) ekonomik sermayenin yüksek kültürel sermayenin düşük olduğu (3) ekonomik sermayenin düşük kültürel sermayenin yüksek olduğu (4) hem ekonomik hem de kültürel sermayenin düşük olduğu gruplar olarak toplumsal uzamda birbirlerinden farklılaşırlar (Corrigan, 1997, s. 27).

Bourdieu'nun sosyolojik değerlendirmesinde, bireylerin kendilerini diğerlerinden farklılaştırırken ekonomik ve mesleki konumlarından çok kültürel sermayelerine ve iş dışı zaman pratiklerine göre tanımladıkları kabul edilmektedir.

4 Bourdieu, toplumsal dünyayı birbirinden farklılaşmış eylem alanları olarak görür (Yel, 2010: 572) ve toplumu anlamak için hukuk, eğitim, üretim, eğitim, siyasal, kültürel alan olarak böler. “Hususi konumlar ve kurumlar etrafında inşa edilmiş, kendi düzenleyici ilkelerine sahip, kendisine has bir mantığı ve nispeten özerk bir saha olan alan kendi düzenleyici ilkelerine sahiptir ve farklı sermaye biçimleri üzerinde mücadelenin devam ettiği bir uzaydır (Bourdieu’dan aktaran Öztimur, 2010: 586).

5 Bourdieu üç tür sermayeden bahseder: Maddi ve parasal değeri içeren ekonomik sermaye; daha çok eğitimle kazanılan bilgi ve yeteneklere göndermede bulunan kültürel sermaye bir bireyin ya da grubun, kalıcı bir ilişkiler ağına az çok kurumlaşmış karşılıklı tanıma ve tanınmalara sahip olması sayesinde elde ettiği gerçek ya da potansiyel kaynaklardan oluşan toplumsal sermaye. Bourdieu, bu üç sermaye türüne bunların gösterilme-sunulma biçimleri olan sembolik-simgesel sermayeyi de ekler.

Simgesel sermaye, bu türlerden herhangi birinin, algı kategorileriyle kavrandığında büründüğü biçimdir

35 Farklılaşarak sınıfların oluşumunda rol oynayan sermaye türleri ve hacimleri, aynı sınıfın içinde de farklılaşmaya neden olur ve homojen bir sınıf anlayışını ortadan kaldırır. Sınıf içi farklılaşmaya neden olan birbaşka faktör ise sermayenin kökeni ile ilgilidir. Herhangi bir sermaye türüne doğuştan sahip olmakla aynı sermayeye eğitim aracılığıyla sonradan sahip olmak arasında fark vardır. Bu tür bir farklılaşma, Bourdieu'nun bedene kazınmış habitus ifadesini akla getirir. Bourdieu habitus kavramıyla, bireyin kültür ürünleri ve pratiklerine –sanat, yiyecek tatil, hobi vb- dair beğenisinin geçerliliği konusundaki duygusunu şekillendiren bilinçdışı eğilimlere, sınıflandırma şemalarına, sorgulamaksızın kabul edilmiş tercihlere gönderme yapar. Bedene kazınmış habitus, bedenin hacmi, şekli, duruşu, yürüyüş ve oturuş tarzı, yeme ve içme tarzı, bireyin talep etmeye hakkı olduğunu hissettiği toplumsal uzam ve zaman, bedene gösterilen itibar, ses tonu, vurgusu, konuşma örüntülerinin karmaşıklığı, bedensel jestler, bir kimsenin bedeniyle barışıklığı vb.nde açığa vurulur. Bunların hepsi, bir arada bir kimseye kökenlerinin kazandırdığı alışkanlığı taşır. Kısacası, beden, sınıfsal beğeninin maddeleşmesidir. Sınıfsal beğeni cisimleşmiştir. Her grup, sınıf ve sınıf fraksiyonu farklı bir habitusa sahiptir.

(Bourdieu ve Wacquant, 2010, s. 82). Sınıflararası ve sınıf içi konumu belirlemede etkin olan faktörlerden biri olan habitus, temelde “biz” ve “çevremizdeki dünya”

arasındaki ilişkilere işaret etmekte ve sadece hareketlerimiz ve konuşmalarımız değil, aynı zamanda düşünme tarzımız, eşyayı tasnif şeklimiz, dünya görüşümüz ve duygularımızı da etkilemektedir (Featherstone, 1996, s. 152-153). Her sınıfın kendi habitusu vardır ve sınıf habitusu bir sınıfın analiz edilmesinde ve diğer sınıflardan farklılıklarını ve onlarla ilişkisini anlamda önemli bir kaynaktır. Örneğin işçi sınıfının yemeği, içeceği ve bunları tüketme şekliyle, yürümesi, konuşması, duruşu

36 bu sınıfı diğerlerinden ayırır (Yel, 2010, s. 565). Bourdieu sınıfı belirleyen özelliklerin meslek, gelir, sofra adabı, tüketim tercihleri, cinsiyet, aile tarihi, etnik aidiyet gibi nicel ve nitel özellikler olduğunu ve sınıfın birbirine benzeyen pratikler doğuran homojen yatkınlıklar sistemini yani habitusu (bedenselleştirilmiş nesnel özellikler setini) oluşturduğunu ifade eder (Inglis, 2005, s. 34). Sınıf habitusu “sınıf üyelerinin dünyayı benzer biçimde sunmaları ve belirli bir tarzda sınıflama yapmaları, seçmeleri, değerlendirmeleri ve davranmalarını mümkün kılan bilişsel ve duygusal bir rehber sağlar (Göker, 2001, s. 241).” Böylelikle her sınıfın toplumsal koşullarından türeyen sınıf habitusu, sosyal sınıfın tanımlayıcı ögesi haline gelir.

Bourdieu, bir sınıf olgusundan bahsediyor olsak da kolektif sınıf kimliğinin zayıfladığını ve bireysel kimliklerin çeşitli toplumsal sınıfların üyeleri ile karşılaştırma yaparak tanımlandığını ifade eder (Tatlıcan ve Çeğin, 2010, s. 326, 323).

Bireysel olanla toplumsal olan arasındaki ilişkiyi analiz etmede tüketime başvuran bir isim olarak Bauman, bireysel kimliği ve toplumsal uyumu yaratan bir araç olarak tüketimin aynı zamanda toplumsal ayrımların da nedeni olduğunu belirtir. Bauman’a göre tüketim, toplumu finansal açıdan güçlü ve buna bağlı olarak topluma eklemlenmiş “baştan çıkarılanlar” ve devlete bağımlı olarak yaşayan ve toplumsal olarak dışarıda bırakılmış olan “bastırılmışlar” olarak ikiye böler. Bireysel ve apolitik bir etkinlik olarak değerlendirilen tüketim, pratiklerinin bireyselleşmesi

“kapsama” (inclusion) ve “dışlama” (exclusion) süreçleri aracılığıyla toplumsal grupların ve bölünmelerin oluşmasına yol açar. Bu durum, tüketim pratikleri ya da kimlikleriyle olan ilişkileri üzerinden tanımlanan “yeni kabile”lerin ya da yaşam tarzı kliklerinin inşasındaki grup dinamiğinde iyiden iyiye vurgu kazanır. Yeni kabilecilik,

37 son kertede aslında “tüketim tarzlarından” öte geçmeyen, tarz kültürleri üzerine inşa edilen bir birliktelikten başka bir şey değildir. Bauman için bu durumun en sorunlu tarafı, pazarın sunduğu özgürlüğün aslında tamamen özgürlüğü kısıtlayan bir duruma dönüşmesi ve bu bağlamda sınırsız tüketimin doyurulmasının imkânsız oluşudur. Bu sistem içerisinde hiçbir şey yeterli değildir ve fiyatlandırma mekânizması dışarıda bırakmanın (exclusion) ve toplumsal hiyerarşinin sınırlarını muhafaza etmektedir.

(Bilsel, 2010, s. 58, 59, 60).

Baudrillard da benzer şekilde tüketim nesnesinin bir statü tabakalaşmasını belirginleştirdiğini, yalnızlaştırmazsa farklılaştıracağını, tüketicileri toplumsal olarak bir koda dâhil edeceğini belirtir. Tüketim nesneleri ile prestij, toplumsal ve ekonomik konum elde edilirken aynı zamanda farklılaşma ve kişiselleşmenin sağlanabileceğini ifade eden Baudrillard bir Mercedes 300 SL’in ve Recital şampuanın toplumsal hiyerarşinin farklı yerlerinde duran ama farklılaşma ve kişiselleştirmeye ihtiyaç duyanları biraraya getirdiğini, kişiselleştirmenin incelikli bir hiyerarşiye tabi olan küçük marjinal farklara yani tarz ve statü farkını gösteren nitelik farklarına dayandığını ama bunların da “dağıtım yasası uyarınca, en katı toplumsal ayrımcılığı” işaret ettiğini “Herkes kullanım değeri olarak nenseler önünde eşittir ama aşırı derecede hiyerarşikleşmiş göstergeler ve farklılıklar olarak nesneler önünde değil” ifadesiyle belirtmiştir. Toplumsal ve ekonomik konumun nesnelere ya da malların kendilerine değil göstergelere dayandığını belirten Baudrillard, kişiselleştirme aracılığıyla sağlanmaya çalışılan farkların özellikle üst sınıflar tarafından gösteriş ve lüksle değil sadelik ve ölçülülükle gösterilen incelikli farklar yaratılarak sağlandığını vurgular (Baudrillard, 2012, s. 93, 94, 97, 98).

38 Tüketimin hem kolektif hem de bireysel kimliklerin oluşumunda etkin bir süreç olduğunu belirten Bocock da, tüketim toplumunda kimlik duygusunun gelirle sınırlandırılamayacağını, bir ekonomik sınıfa, statü grubuna üye olmakla ya da etnik köken, cinsiyet gibi bireysel özelliklerle kazanılamayacağını, bireylerin kendi kimliklerini kendilerinin oluşturduklarını ve bu etkin süreçte tüketimin önemli rol oynadığını ifade eder6 (2009, s. 74). Kimliklerin oluşumunda üretimin değil tüketimin önemli bir referans noktası haline geldiğini ama tüketimi sadece ve basitçe mal ve hizmetlerin tüketimi olarak kabul edemeyeceğimizi, kim olmak istediğimiz ve diğerleri tarafından nasıl algılanmak istediğimiz konusunda yaptığımız tercihlerle ilişkilendirmemiz gerektiğini belirten Southerton bu durumu, kimliğin referans noktasında bir yaşanan bir kayma olarak nitelendirir (Southerton, 2001, s. 181). Bu bağlamda üzerimize giydiklerimizin, sahip olduğumuz arabanın, kullandığımız kokunun, gittiğimiz tatil ya da eğlence mekânlarının, okuduğumuz kitapların hatta yediğimiz-içtiğimizin kişisel seçimlerimiz soncu biraraya gelerek bir anlam ürettiğini ve bizim hakkımızda çevremizdekilere bir hikâye anlattığını söyleyebiliriz7. Fiske de, bu argümanı destekler şekilde, insanların tüketim malları aracılığıyla düşündüklerini ve tüketim mallarının hakkında konuşulan şeyler olduğunu (Fiske'den aktaran Bocock, 2009, s. 101), Featherstone'da tüketim kültürü içerisindeki bireyin sadece elbiseleriyle değil, bir beğeniye sahip olmanın ya da beğeniden yoksun oluşun kriteri olarak kabul edilen evi, mobilyaları, dekorasyonu, otomobili ve diğer faaliyetleriyle konuştuğunu ifade eder (Featherstone, 1996, s. 146). İçinde

6 Bu görüş Giddens, Baudrillard, Chaney, Featherstone gibi pek çok kuramcı ve yazar tarafından yinelenmektedir.

7 Tüketimi böyle kodlamak Türkçedeki bir deyim üzerine düşünmemizi de sağlar. Sahip olduğumuz herhangi bir nesnenin (mesela "ceketin de konuşuyor" ifadesi) kalitesiyle, markasıyla, rengiyle karşıdakine birşey söylediği ima edilir.

39 bulunduğumuz toplumda, sahip olduklarımız ve olmadıklarımızla kim olduğumuz hakkında çevremizdekilere mesaj veririz.

Baudrillard, Featherstone ve diğer teorisyenlerin tüketim üzerine söylediklerinden sonra mal ve hizmetlere ilişkilendirilmiş sembolik anlamlar nedeniyle tüketiminin kimlik duygusu yaratmak için kullanılan bir anlam yaratma, dolayısıyla bir süreci olduğu argümanının çalışmam için yol gösterici olduğunu söylemeliyim. Çeşitli anlamların yaratıldığı bu üretim sürecinde yaratılan anlamların sahiplenilmesi ile kimliklerin ve kendimiz hakkında hikâyelerin yaratıldığını kabul edebiliriz. Bu haliyle tüketim, hem çeşitli anlamların üretildiği hem de bu anlamların sahiplenilerek kimliklerin üretildiği iki aşamalı bir üretim-yaratım sürecidir.

Tüketime verilen bu güç sayesinde süreç içindeki “yaratıcılık sadece yapabileceklerimizle sınırlandırılmayıp olabileceklerimize doğru genişletilmiş olur (Randall, 1999, s. 33)” yani bu dönemde tükettiklerimiz bağlamında kazandığımız kimliklerle kim olmak istiyorsak o olabiliriz.

Postmodern dönemde tüketim ve kimlik bağlamında öne çıkan, sıkça kullanılan ve oldukça önemli hale gelen kavram, insanların kim olduklarını anlatırken kurdukları tanımlama cümlelerinin biraraya gelmesiyle oluşan yaşam tarzıdır. "Yaşam biçimleri, insanları birbirinden farklı kılan davranış kalıpları" olarak tanımlanır ve "yaşam biçimleri, insanların neler yaptıklarını, niçin yaptıklarını ve bunu yapmanın kendileri ve başkaları için ne anlama geldiğini anlatmaya yardımcı olur". Kendini tanımlarken ifade edilenler, yapılanlar yapılmayanlar, sevilenler sevilmeyenler, beğenilenler beğenilmeyenler, ilgilenilenler ilgilenilmeyenler, okunanlar okunmayanlar... gibi bir takım mal ve hizmetleri içeren tüketim eylemini

40 ve tüketim kalıplarıyla değerler, inançlar ve düşünceleri içerir. Bireyselliğin, farklılaşmanın ve sonuç olarak bir kimliğin oluşmasına yardımcı olan bu tüketim eylemi ve tüketim kalıpları, çeşitli kombinasyonlarla biraraya getirilebilir ve farklı yaşam tarzlarını işaret edebilir, böylece farklı yaşam tarzı gruplarının üyesi olunabilir. Nesnelerin ve etkinliklerin görünüşlerinin, Chaney'nin ifadesine ek yaparak, anlamlarının, kullanımlarının ilgi odağı olduğu yaşam tarzı kavramı, toplumsal çözümlemede dâhil etme ve farklılaştırma için bir iletişim ağı olarak işlev görür (Chaney, 1996, s. 14, 35, 110) . Postmodern dönemin tüketime konu olan mal ve hizmetleri çeşitli kombinasyonlarla birleştirme, var olanı değiştirip eklemeler yapmaya tanıdığı esneklik, yeni yaşam tarzlarının oluşmasına izin verir. Dolayısıyla aynı tüketim kalıplarını paylaşmayanları dışarıda bırakarak bir grup oluşturur ve kendi sınırlarını çizerler.

Benzer tüketim kalıplarını paylaşanların biraraya gelerek oluşturdukları yaşam tarzı grupları, modern dönemde meslek, cinsiyet, etnik grup gibi faktörler tarafından belirlenen ve postmodern dönemde varlığı üzerine tartışılan sınıf olgusunun yerine kullanılmaya başlanır. Postmodern dönemde tüketim kalıpları içinde sınıf ve toplumsal cinsiyet gibi yapıların eriyip gittiği ifade edilse de (Bilsel, 2010, 79) tüketim kalıplarının da cinsiyet, etnik köken, eğitim, meslek ve gelir düzeyinin etkisinde bulunduğunu unutmamak gerekir. Örneğin Tüketim adlı çalışmasında Bocock, cinsiyet, meslek ve gelir düzeyinin bir alenin yaşantısını nasıl etkilediğini

[bi]r evin esas gelirini oluşturan ücreti ya da maaşı kazanan ve tipik olarak evin reisi olarak görülen erkeğin mesleğinin, o evin üyelerinin yaşam tarzı üzerinde kesin belirleyici olmasa da en önemli etken olduğu düşünülmektedir. Böyle düşünülmesinin sebebi, yalnızca, gelir düzeyinin ev halkı ve özellikle onların tüketim kalıpları üzerinde yönlendirici bir etken olması değil, ama aynı zamanda ev dışında yapılan

41 işin, ev halkının ortak değerleri, zevkleri ve acıları, ümitleri ve korkuları üzerinde de önemli bir rol oynadığının düşünülmesidir8 (2009, s. 33) ifadesi ile açıklamıştır.

Bir ayrışma ve bireyselleşme yolu olarak tüketimde bulunmak üst sınıfların kullandığı birşeydir ancak alt sınıfın onların tüketim kalıplarını ele geçirmeleri ya da geçirdikleri şeyi değiştirerek tüketmeleri çeşitliliği okuma konusunda değerlendirilmesi gereken bir durumdur.