• Sonuç bulunamadı

2. Mekân

2.5. Türkiye’nin İdeal Evi

2.5.1. Bir Çatı Olarak Cumhuriyet Evi

102

103 Avrupa uygarlığıyla özdeşleşmeye çalışan yeni bir cumhuriyet açısından uygun olduğunu belirtirken bunun aynı zamanda genç cumhuriyetin “İslami-Doğulu-Osmanlı bir kültürel temelden, batılı bir temele geçtiğinin göstergesi” olduğunu ifade eder (2012, s. 280). Benimsenen yeni mimari akımla bir taraftan İmparatorluğun yaklaşık 500 yıllık ihtişamlı başkentinin karşısında Anadolu’nun küçük ve bozkırla kaplı kasabası, yapılan anıtlar, meydanlar, bulvarlar ve kamu binaları ile yeni başkent olarak inşa edilmeye çalışılırken diğer taraftan özel hayatın alanı olan ev de çeşitli düzenlemelere tabi tutulmuş ve Osmanlı-Türk Evinin15 yerine bir “Cumhuriyet evi”16 ideali yaratılmıştır.

Modernleşme projesinin evi bu kadar ciddiye almasının ve onu bir ideal haline getirmesinin şaşılacak bir durum olmadığını, daha önceki sayfalarda mekân ve kimlik arasında kurulan bağlantıları ve Osmanlı döneminde batı tipi kılık kıyafetleri

15 Kaynağını bir taraftan göçebelik kültüründen diğer taraftan Anadolu’daki yerleşik hayat kültüründen aldığı ifade edilen ( Tuztaşı ve Aşkun, 2013, s. 275) Osmanlı’nın geliştiği ve ayakta kaldığı 500 yıl boyunca, geniş bir coğrafyaya yayılarak uzun süre ayakta kalan ve Bertram’ın “Bir zamanlar Osmanlı’nın yaşadığı her yerde bulunan özgün bir ev türü” olarak nitelendirdiği Türk evi, sokağa doğru uzanan çıkıntılı üst katlarıyla ahşap iskeletli geniş evleri anlatmaktadır. Dolayısıyla, bugün Türk Evi diye adlandırdığımız ev, aslında Osmanlı şehir mekânını tanımlayan, fakat Türkiye Cumhuriyeti döneminde uygun bir yapı biçimi olarak yaşamını sürdüremeyen evdir” (Bertram, 19, 22). Bu evler, varoluş koşullarını hazırlayan toplumsal ve tarihsel koşulların kaybolmasıyla restore edilerek koruma altına alınan müze evlere, restoranlara-cafelere ve kamu binalarına dönüşerek ayakta kalmışlardır.Türk evi olarak nitelendirilen evlerin, Türklerin çadır yaşamının devamı olduğunu ifade eden Sözen ve Eruzun, bu evlerdeki mekân örgütlenmesinin değişmediğini çadırda olduğu gibi oturma, dinlenme, yemek yeme, çalışma, yatma hatta yıkanma eylemlerinin tek bir oda içinde gerçekleştirilebildiğini belirtir. Çadırlar, çok amaçlı bir orta alan dışında çadırda yükseltilmiş zemin üzerine serilen yaygı ya da döşeklerle oturma, dinlenme ve yatma eylemlerinin gerçekleştirildiği alanlarla gıda maddelerinin, portatif araç-gereçlerin, giysilerin saklandığı kapalı alandan ve zaman zaman yemek yapma, yemek yeme gibi günlük işlerin yapıldığı ve çadırlar arası toplanmanın gerçekleştiği hizmet alanından oluşmaktadır. Yerleşik hayata geçilmesiyle çadırın işlevini oda alır.

Türk evindeki en önemli yer olan oda, yaşamla ilgili tüm işlevleri karşılayabilecek esnekliğe sahiptir ve iç düzeni ailenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının belirlediği belli ilkelere göre biçimlenmektedir. Odaya esnekliğini veren içinde kullanılan sabit mobilyalar ile yapılacak eyleme göre kullanılan hareketli araç-gereçlerdir. Odanın esnekliği orda yemek pişirme, uyuma, dinlenme, oturma hatta yıkanma eylemini gerçekleştirmeyi mümkün hale getirir böyle olunca da her oda bir ev niteliğini taşır. Oda da bulunan ocaklar ayrı bir yemek pişirme ve hazırlama alanına olan ihtiyacı ortadan kaldırır bu nedenle Türk evinde ayrı mutfağa çok az rastlanmaktadır (Sözen ve Eruzun, 63-70).

16 “Cumhuriyet Evi”ni edebi bir metin üzerinden okuma çabası için bkz. İnce, Ş. (2012).

104 giymenin, eğlenceleri düzenlemenin ve bunlara katılmanın, alışkanlıkları benimsemenin ve mobilyaları kullanmanın batılılaşmanın göstergesi olarak görüldüğünü hatırlayarak, söylemek mümkündür. Nitekim 19. yüzyıl itibariyle batı tipi mobilyaların orta ve üst sınıf evlerine girdiğini belirten Duben ve Behar, evin içine giren mobilyalarla nasıl bedensel hareketleri, gündelik pratikleri ve aile ilişkilerini değiştirdiğini anlatırken, daha önce normal görülen alışkanlıkların nasıl sağlıksız ve tiksindirici olarak algılandığını ifade etmektedir (Duben ve Behar, 1998). Bertram’da 20. yüzyılın başlarında yazılan romanlardan örnekler vererek masada yemek yenmeye başlanmasının ve piyanonun evlere girmesinin kişinin batılı zevklere sahip olduğunun ve kültürel kimliğini değiştirme arzusunun işareti olduğunu dile getirmektedir. Ancak belirtilen dönemlerde gerçekleşen değişikliklerle erken Cumhuriyet döneminde yaşanan değişiklik arasında bir fark olduğunu belirten Bertram, geç Osmanlı döneminde toplumsal değişmenin iç mekânda, erken Cumhuriyet döneminde ise öncelikle dış mekânda yapılan değişikliklerle gerçekleştirilmeye çalışıldığının altını çizer (2012, s. 285, 286).

Bozdoğan, “Batılılaşmış ve laikleşmiş hayat tarzlarının görsel işaretlerinden biri” olarak yeni ve modern evin 1930’ların takıntısı haline geldiğini belirtir (2001, 214, 216). Kurucu kadroların ideal cumhuriyet evi, erken cumhuriyet döneminde kamusal mesajlar taşıyan bir araç haline gelmiş ve “bütün bir modernleşme anlayışının simgesi“ olarak görülmeye başlanmıştır (İnci, 2003, s. 179,180). Modern Türk ulusunun bireylerinin, modernitenin tüm değerlerini ve yaşam tarzını öğrendiği, dışardan bakanlara içinde yaşayanların kim olduğunu gösteren, toplumsal statü farklılıklarını sadelik ve basitliği ile gizleyecek bir mekân olarak tasarlanan Cumhuriyet evi, Atatürk’ün 1 Ekim 1935’teki Meclis açılış konuşmasında “Türk’e ev

105 bark olan her yer sağlığın, temizliğin, güzelliğin, modern kültürün örneği olacaktır (Tekeli ve İlkin’den aktaran İnce, 2012, s. 371) şeklinde tarif edilmiştir.

Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ev üzerinden gerçekleştirmek istedikleri ideallere benzer ideallerin başka bir coğrafyadaki uygulamasını Ela Kaçel de, ‘İdeal Ev’ Aranıyor adlı çalışmasında anlatır. 1850’lerde Londra’da devlet tarafından uygulanmaya konulan ideal ev kurgusuyla “toplumun her bireyinin sağlıklı bir aile ortamında yetişmesi” ideali için fiziksel mekânın sağlıklı olması gerekliliğinden hareketle ideal evler tasarlanarak bir konut reformu başlatıldığını belirten Kaçel, devletin bu ideali sadece politik ve hukuki aygıtlarla yerine getiremeyeceğini bu nedenle ideal evi kurgularken bedeni/mekânı/alanı idealleştirdiğini belirtir. Bedenin idealleştirilmesi için kamu sağlığı ve güvenliği yasaları çıkartılarak sağlıklı bedenler kurgulanmış bu sağlıklı bedenlerin ancak sağlıklı evlerde barınacağı ifade edilmiş “ideal evin” “ideal ailesi”, “ideal devlet”in

“ideal toplumu”nun böylece ortaya çıkabileceği düşünülmüştür. Mekânlar, ideal ailelerin yaşayacağı bahçeli tek katlı konutlar olarak idealleştirilirken bu mekânların üzerinde yükseleceği alanlar ise sahibinden başka kimsenin egemenlik kuramayacağı araziler olarak idealleştirilmiştir (2009, s. 163-165.) Türk ulusunun modern, positivist, rasyonel ve sağlıklı bireylerinin yani ideal vatandaşlarının yetişmesi için de eskinin kerpiçten yapılmış köhne evlerinden çıkıp üzerlerindeki tozu silkmeleri, geniş, aydınlık, güzel ve modern eşyalarla döşenmiş Cumhuriyet’in ideal evine yani kübik evlere yerleşmeleri istenmiştir. Kaynağını, erken cumhuriyet dönemi mimarisinde etkili olan Le Corbusier’in “tarihsel ve bölgesel göndermelerden arınmış evrensel bir mantık” la yapılmış ideal evinden alan kübik evler, temizlik, ışık, havalandırma ve sıcaklık koşullarının sağlandığı, sıcak suyun ve elektriğin

106 bulunduğu evlerdir. Modern mimarinin süsten ve gösterişten uzak havasını yansıtan bu evlerin, yeni dönemin evi olarak seçilmesinde, tıpkı Kemalist ideolojinin sınıf fark ve çatışmalarını, homojenleştirici ve birleştirici millet idealine tabi kılarak ortadan kaldırması gibi (!), bu evlerin etnik ve sınıfsal farklılıkları gizleyeceği düşüncesi etkilidir. Düz çatıları, geniş terasları, pencereleri, balkonları ve kutu gibi hacimleriyle modernliğin ifadesi olarak görülen kübik evlerle ilgili olarak sık tekrarlanan temalardan biri sağlık ve hijyen ise diğeri konfordur. Özellikle elektriğin eve girmesiyle medeniyet ve asrilik simgeleri olarak görülen elektrikli aletler bu evlerin konfor unsurlarından biri olarak dergilerde boy göstermiştir (Bozdoğan, 2012, s. 227, 236, 237). Her ne kadar bahçe içinde tek katlı kübik evler, yaygınlaştırılması ve yeni ulusun yaşaması düşünülen evler olarak düşünülmüşse de sayısı istenildiği kadar artmamış onun yerine apartmanların sayısı, yaşanan konut sıkıntısı nedeniyle hızla artmıştır. Apartmanların bir prestij göstergesi haline geldiği 1930’larda bir apartman, birbirine benzer insanların şehrin modern kesiminde yaşayan ayrıcalıklı hayatına işaret etmiştir (Özbay, 1999, s. 563) ve apartmana geçmek yeni bir kültüre geçmekle aynı anlama gelmeye başlamıştır. Bir önceki dönemde geniş ailelerin yaşadığı bahçe içi genellikle iki katlı konutların yerine, yeni dönemde çizilen modern çekirdek aile imajı, apartman daireleriyle özdeşleşir. Farklı büyüklük ve kalitede inşa edilmiş olsa da apartmanın Türkiye’de yaygın bir yaşam biçimi olduğunu ve apartmanlaşmanın modernleşme süreci ile beraber 19. yüzyılda görülmeye başladığını belirten İnce Güney, erken Cumhuriyet döneminde yapılan apartmanlarda, eski Türk evlerinin yapısını devam ettirecek şekilde işlevlerine göre ayrılmış odaların bulunmadığını sadece mutfak, banyo ve tuvalet gibi hizmet alanları bulunduğunu, 1940’lara kadar yapılan apartmanların mahremiyet algısı düşünülerek

107 buna karşın gündelik kullanım pratiklerinin göz ardı edilerek inşa edilmesinin kullanım açısından hoşnutsuzluğa sebep olduğunu ve yaşanan hayata uymadığı gerekçesiyle eleştirildiğini ifade eder (Güney, 2009, s. 103, 113, 116)17.

Cumhuriyet’in ideal evinin hem içi hem de dışı, dönemin Yedigün, Muhit ve Yenigün gibi popüler dergilerinde kendine yer bularak resmedilmiş ve bu ideal ev, temsili olarak yaygınlaştırılmıştır. Dönemin popüler dergilerinin, evin, iç mekân tasarımları ve mimarisini yaygınlaştırarak “medeni hayat tarzının öğretmeni kimliğine” büründüğünü belirten Bozdoğan, dergilerin insanlara, ellerinde bulunan paranın miktarına göre güzel, kullanışlı, sıhhatli ve ekonomik bir eve nasıl sahip olacaklarını öğrettiklerini ifade eder. Ancak bu evlerin, daha çok yabancı yayınlardan alınan modeller olduğu için yabancılandığı, 1936 yılından itibaren dergilerin, Türk mimarlarının mesken modellerine yer verilmeye başlanmasıyla Türklerin bazı alışkanlıkları ve değerlerinin bu modellerde yer alamaya başladığı görülmüştür. İç mekânlarda mahremiyet, kapalı mutfak, koridor boyunca ayrı odaların bulunması, banyonun dışında bir alafranga tuvaletin evlere eklenmesi bu bağlamda düşünülen örneklerdendir. Dergiler sadece mekânsal olarak modern bir evin nasıl olacağını göstermemekte, aynı zamanda modern evi tanımlayan rasyonalite, verimlilik ve bilimsellik özelliklerinin ev içinde nasıl uygulanacağını da anlatmaktadır. Eşyaların nasıl seçilmesi ve yerleştirilmesi gerektiğinin ciddi bir iş olduğunun uzun uzun anlatıldığı dergilerde, her oda ayrı ayrı resmedilmekte bir taraftan da bu odalarda neler yapılabileceği, nasıl eğlencelerin düzenlenebileceği okuyuculara

17 Ancak 1940’lardan sonra evin mahrem bölgesi olarak kabul edilen yatak odası ve banyonun holler aracılığıyla evin diğer kısımlarından ayrılması sağlanmış ve 1970’ler itibariyle ev içinde farklı düzeyde mahemiyet alanları belirlenmiş ve eski Türk Evi’nin sofa düzeninden vazgeçilmiştir.

108 öğretilmektedir. Bozdoğan, “Evin farklı bölümlerini ya da odalarını ‘aynı sevgi, aynı zevk ve aynı itina’ ile döşenmesinin gerekliliğinin sık sık vurgulandığı bir yazıdaki

‘maalesef bizim memleketimizde fevkalade mükellef misafir salonu olan birçok apartmanların mutfakları kirli, banyo odaları darmadağınık ve yatak odaları pek sefildir’ deniyordu.” ifadesine yer vererek dergilerin, neden böyle bir çaba içine girdiğini anlatmaktadır. Her ne kadar dergiler bu konuda ciddi bir öğretmen gibi çalışıp üzerinde ciddiyetle dursa da evlerin bütüncülden ziyade eklektik bir yapısının bulunduğu ve resmedilen örnek iç mekânların çok azının Cumhuriyet evinde bulunduğu görülmektedir (2012, s. 221, 227, 230, 233).

Büyük bir çabayla yaygınlaştırılmaya çalışılan Cumhuriyet evinde yaşayanlar, yüksek bürokratlar, askerler, zengin iş adamları gibi seçkinlerden oluşan küçük bir azınlıktır. Bu azınlığın, 1940 yılında nüfusu 90 bini geçen Ankara’nın sadece 1/12’sini oluşturuyordu. Dolayısıyla kübik evi ve onda somutlaştırılmaya çalışılan modern hayatı sadece Çankaya ve Yenişehir gibi semtlerinde yaşayan bu azınlığın sahip olduğu ortadadır (İnce, 2012, s. 243). Bertram’da kübik evlerin kamusal erişimden uzak olduklarını, evlerin çoğunun kübik değil betonarme olduğunu, kübik evlere sahip olmayanların, evlerini kübik eşylarla döşeyerek modernleşme projesine eklemlendiğini belirtir (2012, s. 286-287). Savaştan çıkan bir ülkenin bu evleri yaygınlaştıracak yeterli paraya sahip olmaması, kitlesel üretim için gerekli teknolojinin ve iş gücünün bulunmaması, arsa fiyatlarının yüksekliği, kapsamlı planlma ve arazi kamulaştırma politikalarının bulunmaması, rejimin önceliği kamu binalarına vermesi ve güçlü bir özel sektörün bulunmayışı gibi nedenler, ciddi bir konut üretimine engel olmuş (2012, s. 243) ve yoksul bir ülkenin sınırlı imkânları

109 dahilinde gerçekleştirmeye çalıştığı modernleşme projesinin mimari yanı, kendisine biçilen görevi yerine getirmede pek başarılı olamamıştır.