• Sonuç bulunamadı

4. Çalışmanın Teorik Yaklaşımı

3.1. EVİNDEN BAHSET

3.1.5. Ben çalışırken…

182

183 işlerle geçmesi, neyin nerede olacağına, neyin nasıl ne zaman yapılacağına verilecek kararda evde bulunan yardımcı kadının daha etkin olmasına neden olmakta ancak emeklilik hayatı kadınların evlerini fark etmelerini ve kendilerine ait bir düzen oluşturmalarını sağlamaktadır. Ayşe’nin sözleri de emekli olduktan sonra evle ilgili hayatında nelerin değiştiğini anlatmaktadır:

Şimdi şöyle oluyor: mesela, şey bilemiyorsun, evde olduğun zaman, mesela süzgecin kaç tane olduğunu bilemiyorsun. Eskidi diyorsun, bir tanesi eskidi ama öbürü var mıydı yedekte. Burada öyle bir şeyin yok. Zamanın bol, kaç süzgecin olduğunu ezbere de biliyorsun artık. Çünkü amacın o. Mesela benim yemek takımım varmış. Orada kilerde kutuyla duruyormuş. Daha doğrusu, kardeşime alıp da kullanmadığım, hem yemek takımı hem çatal-bıçak takımı varmış. Kilerde duruyordu. Durdum düşündüm kardeşimin evleneceği yok; biz de bunu almıştık.

Bunun modası geçecek, biz bunu kullanalım dedim. Çalışıyor olsaydım bunlar aklıma gelmeyecek şeylerdi. Bunlar orada durmaya devam ederdi.

Çalışma hayatı boyunca, ailesinin sağlıklı beslenmesi için yemekler yaparken eşinin ve çocuğunun ertesi gün temiz ve ütülü giysilerle dışarıya çıkması için çamaşır makinesini çalıştıran ve ertesi günün planını yapan kadınlardan Ayşe, çalışma hayatını ve emeklilik hayatını “çok değişik, çok farklı” olarak tanımlamaktadır:

A: O zaman bir hareket içindesin. Yani böyle bir nasıl diyeyim ‘onu da yetiştireyim, bunu da yapayım. Aman şu da şöyle olacak, bu da böyle olacak. Ütü de yetişmedi’

hep böyle bir koşturma. Şimdi öyle bir koşturman yok. Rahat huzurlusun. ‘Ütüyü yarın da yaparım canım n’olacak, giyecekleri var nasıl olsa’ diyorsun. Öbür türlü yemek telaşı mesela. Ben şöyle söyleyeyim: Doğukan olana kadar hiç düdüklü tencere kullanmamıştım. Çocuktan sonra düdüklü tencere alışkanlığım başladı.

Çünkü bir an önce bir şey olması lazım; çorba, bir şey… sözleriyle telaş ve hızın hakim olduğu çalışma hayatını anlatmaktadır.

Benzer şekilde Begüm de çalışma hayatının gerekliliği olarak gördüğü planlamanın ve hızlı hareket etmenin çalışan kadınların hem evi hem de iş hayatını

184 birlikte götürmesi gerektiği için zorunlu olduğunu ama çalışmayan kadınların böyle olmadığını belirtmiştir:

Bir kere zaman açısından farklılık var. Şimdi çalışma esnasında zamanında geldiğinizde eve hızla bir yemek hazırlamak gibi hızlı bir iş yapmak gibi bir ortamınız var şimdi bu zamana dağılabiliyor. Şimdi daha rahat olabiliyor fakat şu da var alışmışsınız hızlı bir şey yapmaya yine o sürdüreceğim onu sürdüreceğim diye bir çabanız da var. Hala var yani o bitmiyor ama şu var eskiden bunu diyemezdim hani 1 saat sonra tabi pişireyim gibi bir şey olmazdı ama şimdi 1 saat sonra yapabilirim ya da alışverişi filmden sonra yapabilirim gibi. Yalnız şu bir gerçek ki plansız hiçbir şey olmaz. Ne çalışma hayatında ne emekli hepsi planlı olmalı hayıtınızda. ...daha rahatlar yani fakat bazen de şunu da diyorum çalışmayan kadın acaba zamanını nasıl geçirmiş koca bir ömürde yani bir süre geçiyor tabi ki hani bir şeylerle uğraşılması gerektiğine inanıyorum. İlla ev işi hani tabi çok zor kolay bir şey değil şimdi toz alıyorsun iki gidiyorsun gene tozlanıyor. Hani iş evde bitmez ev hanımlığı zor bir şey ama şimdi biz ikisini birden götürüp de sonradan o öbürü bitip sadece eve kalınca ve bu senelerce süren bir şey yani evde devamlı, hanımlar bir şeylerle uğraşmalıdır diye düşünüyorum.

Görüşmelerde kadınlar için ev işinde en önemli olanın, hızlı hareket etmek olduğu görülmüştür. Her şeyi, eve dönüş ile işe gidiş arasındaki sınırlı zamanda yapmaya çalışan kadınlar için elbette domestik faaliyetlerde kendisine yardımcı olacak, hız kazandıracak her tür araç gereç de önemli ve vazgeçilmez olmaktadır. Hem bu çalışma hem de üst sınıflarla yaptığım çalışmada yaklaşık 40 kadın, kendileri için vazgeçilmez, en önemli mutfak aracını düdüklü tencere, mikser ve kaşık olarak belirtmiştir. Özellikle çalışan kadınlar, pek çok işi bir arada yapmak zorunda oldukları ve tüm işleri belli bir zaman dilimi içinde yetiştirmeleri gerektiği için ev işlerini yaparken kendilerine hız kazandıracağına inandıkları her teknolojiyi de alacaklarını belirtmiştir.

185 3.1.6. “O ev benim hiç olmadı” ya da kendime ait bir ev

Evlenmenin aynı zamanda bir ev sahibi olmak anlamına geldiği Türk kültüründe, evlendikten sonra eşin ailesiyle onların evinde yaşama hali, görüşmeye katılan ve bu deneyimi bir şekilde yaşamış kadınların anlatılarında belli durumları ve duyguları öne çıkartmaktadır. Genel bir rahatsızlık, kendini yeni eve ait hissedememek, yeni evi benimseyememek, “yabancı” ve “misafir” olmak, bir aile olduğunu anlayamamak, dar alanda yaşanan bir özel hayat aile büyükleriyle yaşamın sonucunda ortaya çıkan durumlardan bazılarıdır. 16 yaşında evlenen ve evlenerek eşinin ailesiyle yaşadığı eve gelin giden Leman, görümceleri, kayınvalidesi ve kayınpederi ile yaklaşık 25 yıl birlikte yaşadıkları hayatı:

L: Tabi zor bişey. Şimdi bi düşün bakalım. Bi 8 kişinin yanında yaşamak nasıl bişey, ya da kocannan iki çocuğunnan yaşamak nasıl bişey? sorusu ile özetlemektedir.

Küçük yaşta evlenmenin, kendine ait bir evin ya da bir şeyin sahibi olmanın ne anlama geldiğinin bilinmemesinin “ben” ya da “benim” duygusunun oluşmasına engel olduğu ve gidilen yeni evin benimsenmesinde çok etkili olduğu anlaşılırken aynı zamanda evde bulunan insanların yeni gelen kişiye karşı tutumlarının da etkili olduğu görülmektedir.

Aynı yaşlarda bulunan (65) Leman ve Ayça, kendi gençlik zamanlarında birlikte yaşamanın doğal olduğunu belirtirken ayrıca evin ne demek olduğunu bilmediklerini ifade etmişlerdir. Annesi ve babasını kaybettiği için dayısının evinde büyüyen Leman, evlendikten sonra da kendine ait bir eve sahip olamadığı için bir eve sahip olmanın anlamını ancak 25 yıl sonra anlayabilmiştir. Diğer iki kadından daha uzun süre eşinin ailesiyle yaşayan Leman, küçük yaşta evlendiği ve zaten

186 kendine ait bir evi olmadığı için evlendikten sonra da ayrı evinin olmamasını garipsemediğini anlatırken aynı zamanda kurulu bir düzene gitmiş olsa da evi benimsemesine yardımcı olan durumu, eşinin ve ailesinin tutum ve davranışları olarak işaret etmektedir.

A: Yok çok küçüktüm 18 yaşındaydım, ev falan bilmiyordum. Hani benim diye hiçbir şey bilmiyordum. İşte bizde bazı geleneklerimiz var: gelin büyüklere saygı duyar.

L: Ya, bizim öyle bişeyimiz olmadı. Bu 50 sene önceki bir hikâye. Ben 16 yaşında evlendim. Öyle bir hayal kuramıyordum ki bizim zamanımızda. Bunlar olağan bişeydi. …O evi benimsedim. Çünkü bana gerçekten çok anlayışlı davrandılar o zaman. Belki bunlar avantaj. Belki 20-25 yaşında evlenmiş olsam belki oraya intibak edezdim. Biraz daha gözüm açılırdı. Yani 16 yaşındaki bir çocuk bi de annesiz babasız büyümüşüz. Ordakilere bi anne baba şeyi yapınca ister istemez demek ki ısındım ben oraya. Ama gerçekten de görümcem de kayınvalidem de çok anlayış gösterdiler bana. Ya bi kız gibi, bi kız kardeş gibi sarıp sarmaladırlar şimdi haklarını yemiyeyim açıkcası. Kocam sonra çok kayırıcıydı. Hiç ezdirmedi.

İnsan hayatının önemli olaylarından biri olarak sayılabilecek evlilikle kendi evlerinden ziyade başka birinin evine gitmek, kadınlar için aslında kendi düzenlerini kuramamak, gerçek bir aile olamamak ve hem kendi hem de ailelerinin kimliklerini kuramamak anlamına geliyor. Ev kurmanın her aşaması, hem kadınların o zamana kadar “baba evinde”, çocuk-evlat olmaları sebebiyle sahip olamadıkları gücü ve iktidarı kullanmak yani muktedir olduklarını hem de kim olduklarını göstermek için bir ortam sağlamaktadır. Hem hak hem de sorumluluk sahibi olunan bir ev yerine başka bir eve, başka birinin kurduğu eve ve düzene dâhil olmak, tam olarak hak ve sorumluluk sahibi olamamak anlamına gelmese de sıkıntılı ve rahatsız edici bir durum olarak görülmektedir. Kayınvalideyle birlikte uyumlu bir yaşam, ancak onun

187 düzenini değiştirmeden korumakla mümkün olmaktadır. Çünkü evdeki düzenin sahibi aynı zamanda evin sahibidir. Bu aynı zamanda o alana sahipliğin de göstergesidir, mekânda değişiklik yapabilme gücü, mekânın o gücü elinde bulundurana ait olduğunu ve onun beğenilerini ve tercihlerini taşıdığını, mekânın içinde bulunan diğer kişilerin de bu düzene tabi olduğunu gösterir. Benzer şekilde Celine Rossselin de tek odalı evlerde yaşayanların mekân kullanımı üzerine yaptığı çalışmada, göz ardı edilmeyecek oranda kişinin, mobilyaların yerini değiştirerek ya da aynı uzamsal çerçeveye başka işlevler yükleyerek onu sürekli yeniden ele geçirdiğini belirtmektedir (aktaran Eiguer, 2013, s. 50). Dolayısıyla düzen kurma ve değiştirmenin ev içinde bir güç göstergesi olarak algılandığı durumlarda, eve yeni bir kadının “gelin” olarak yerleşmesi, o ana kadar aile içinde ve evde annenin-kadının sahip olduğu güce ve iktidara bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu tehdit algısı nedeniyle kayınvalide, evde kurmuş olduğu düzenin değiştirilmesine karşı koymakta, evde eşyaların yerinin değişmesini engellemekte, ev içinde geline yapma yetkisi verdiği işleri denetlemekte ya da beğenmemekte ve özellikle yemek pişirme işini geline devretmemektedir27. Bu durumun bir başka nedeni çok temel olarak düzen ve düzensizlik, temizlik ve hijyen gibi kavramların bu kişiler tarafından farklı şekilde algılanması ve pratik edilmesidir. Bir tehdit unsuru olarak görülen gelin, ev içinde özgürce hareket edemediği ve karar alıp uygulayamadığı, yaptığı işler beğenilmediği için kendisini, yaşadığı evde bir yabancı ya da misafir gibi hissetmektedir. Gelin ve kayınvalide arasındaki bu gerginlik, evdeki erkekler tarafından hissedilse bile özellikle büyüklere saygı çerçevesinde görmezlikten gelinmektedir. Aşağıda Fidan

27 Yemek pişirmek ve aile içi iktidar ilişkisi daha sonraki bölümde anlatılacaktır.

188 ve Nurettin’le yapılan görüşmedeki alıntı, bu gerilimli ilişkiyi ve erkeğin bu durum karşısındaki tutumunu anlatmaktadır:

Nurettin: Mesela şimdi bu yerin bir sehpa. 5’li bir sehpayı siliyorsun bu böyle koyuyor kayınvalidesi gelip böyle koyuyor. … örtüleri şöyle olacak. F: Kendine bir düzen kurmuş. Değiştirdiğini düşünüyor. Hâlbuki düzenini değiştirme değil de şöyle de bir durum da olabilir yani senin evet güngörmüşlüğün olabilir uzun süreler bu hayatı yaşamış olabilirsin ama benim genç fikirlerim var yani değil mi? Ama sen buna, bu fikirlere azıcık önem vermezsen hani ya ucundan şunun da dediği olsun demezsen… Sen bastırıyorsun kendi duygularını çünkü oranın hükmü onda. Kabul etmek zorunda bırakılıyorsun. Yapabileceğin bir şey yok ki itiraz etsen… N: Sen gelin o kayınvalide. Hiçbir şeye karışmadım. Kesinlikle hani evde ne olmuş ne bitmiş ben sabahleyin kalkıp işe gidiyorum, akşam eve geliyorum yorgun ve argın… bütün evin temizliği ancak o sürekli arkadan birinin şeyiyle… Müdahalesiyle. N: Yapmadığı mı kontrol ediyor bakıyor burası bu olmamış, bunu bir daha yap veya onu kendisi yapar… F: Sonra şey yapar sen söylene söylene işte gelinde yapamadı da ne biçimde yapmışta…

Hande evlendikten sonra gittiği kayınvalidesinin evini, onun kurduğu düzene müdahale edemediği ve kendi düzenini kuramadığı için benimseyemediğini

H: Ya benimseyemedik. Niye benimsenmiyor çünkü evde hani… Düzeni var.

Hani bir annesi var, bir babası var diyeyim. Hani o anne o mutfağı yaptı, evin her köşesini o kadın kendi düzenliyor. Siz sonradan bir hani misafir gibi gidiyorsunuz ama zamanla o misafirlikten çıkıyorsunuz. Olmuyor kendi kişinize bulamıyorsunuz, kuramıyorsunuz. Diyorsunuz ki hani kendi evim olsa farklı bir şey yaparım yani en basiti bu sehpayı buraya değil de belki ben buraya koymak isterim. Veyahut da hiç sehpa kullanmak istemem. Ama onu işte dediğiniz gibi yapamıyorsunuz. Oranın bir düzeni olduğu için koyduğunuz…

sözleriyle anlatmaktadır.

Ela, kendi kurduğu düzenin kayınvalidesi tarafından değiştirildiğini, yaşadığı sıkıntıları ve bu sorunun çözümünü anlatırken aslında aynı evde yaşayanlar arasında mekânsal düzenlemeyi belirleyen faktörlerin önem sırasındaki farklılığın bir sorun olarak karşımıza çıkacağını ortaya koymuştur. Örneğin birisi için çalışma masasının aydınlık olduğu için pencere kenarında olması gerekirken başka birisi için pencere

189 kenarına koltuk konulması daha uygun görülmekte ve koltuğun nerede duracağına dair farklı görüşler evdekiler arasında sorun yaşanmasına neden olmaktadır:

E: Mesela benim düzenimi değiştirirdi. Bi gelirim masa başka bir yere gitmiş, sandalye başka bir tarafta bulunmuş. ... Bi de şey bekliyor senden, takdir bekler. Hiç beğenmezsin, hiç güzel olmamış bütün düzenimi değiştirmiş. Baktım ki bunun sonu yok, çok karışıyor. Ve hoşuma da gitmiyor. Çünkü ben çalışma masamı aydınlık bir yerde istiyorum. O orayı uygun bulmamış, çünkü hayatında çalışmamış, bilmiyor. Çok önemli çünkü görmem lazım. Ee baktım ki baş edemiycem, ondan sonra oturdum anlattım. Dedim ki, bak seni kırmak istemiyorum ama anne yaptığın şeylerin çoğunu da beğeniyorum aslında ama hani olması gereken de bu aslında, senin yaptığın ama ben çalıştığım için, işte yazdığım için bunun böyle olması gerekiyor. Sen böyle yaptığın zaman işte şunları yaşıyorum ben, şöyle bir sıkıntı yaşıyorum diye anlattım.

Ondan sonra karışmadı. Kırılmadığını söyledi ama biraz böyle bir şey yaptı. Fakat sonraki yıllar ikimiz de rahat ettik. O karışmadı ben de onu uyarmak durumunda kalmadım ama bi en az 6–7 yıl yalnız buna katlandım.

Eve sahip olmanın aynı zamanda kendi düzenini kurmak, istediğin gibi düzenlemek, eşyalarını seçmek ve emek vermek anlamına geldiği, yine görüşmelerde farklı kadınlar tarafından dile getirilmiştir. Özellikle evlenmeyi düşünen bekâr kadınlar, evlenerek sahip olacakları eve, eşyalara ve düzene ayrı bir önem vermektedir. Bekâr evleri, kadınlar tarafından evlenerek sahip olacakları yeni, güzel ve kaliteli eşyalarla döşenmiş ev için bir geçiş mekânıdır. Daha çok anne-baba ve akraba evinden, arkadaşlardan ya da ucuz ikinci el pazarlardan alınan eşyalarla kurulan “toplama evler”de en özenilen ve diğer eşyalardan daha fazla para verilerek satın alınan eşya yataktır. Yatak bu özelliğini bu yeni evlerde de devam ettirmektedir. Dolayısıyla evlilik yoluyla kurulan yeni hayata ev sahipliği yapacak olan bu yeni ev, kadınların o güne kadar sahip olmadıkları ama sahip olmayı arzuladıkları pek çok şeyi gerçekleştirebilecekleri, kendilerini yansıtabilecekleri tek alan gibi görünmekte bu nedenle ayrı bir öneme sahip olmaktadır. Örneğin ikinci

190 evini yaptıran Ela, kışın oturduğu evden ziyade yeni yaptırdığı evi benimsemesinin sebebini, evin çizimlerini belirlemesi ve yapımını kendisinin denetlemesi, kendi kararlarını uygulaması ve o ev için kendisinin çeşitli şeyler dikerek oraya kendinden iz bırakması olarak ifade etmiştir.

Ekin, kirada oturduğu evin üst yapısını yenileyerek, kendi zevkine göre değiştirdiği ve düzenleyerek yabancılık çekmediği, geçicilik duygusu yaşamadığı ve onu anlatan kendine ait bir mekân haline getirmiş bu nedenle de kirada olsa oturduğu evi kendisine ait hissettiğini belirtmiştir:

E: O ev herşeyiyle bana aitti. Salonunu istediğim gibi boyadım, hani altını mavi üstünü sarı boyadım, ortada bordür filan. Hani şu andaki zevkimle hiç alakası yok ama o on yıl önce onu yapmıştım o zaman çünkü benimdi ve ben rengârenk boyamak istemiştim. O zaman öyle rengârenk bir evdi. Benimdi herşeyiyle. O, o zamandan kalma bir duygu sanırım, o ev sanki hani benim olmasa da ben orada kiracı olsam da kendime ait hissediyorum ve mesela ilk girdiğimde çok kötü bir evdi işte böyle demirleri görünürdü tavandan filan, onları filan ben kendim yaptırarak girmiştim. Yani birçok arkadaşım burayı tutma demişti çünkü çok kötüydü ama hani yapıldıktan sonra güzel olmuştu ve hani biraz da öyle bir emek olduğu için içinde hani gerçekten kendiminmiş gibi hissediyorum. … Böyle orayla zevkime göre oynayabiliyorum. O konuda da bi sıkıntı yok. O yüzden seviyorum, dediğim gibi.

Kadınların evde kendi düzenlerini kurmaları, evi kendilerine ait bir mekân haline getirmektedir. Bu düzen kurma, kadının istediği şeyi istediği yere koyması, işleri istediği şekilde yapması anlamına geldiği için de aynı zamanda evin kadına tanıdığı özgürlüğün bir tarafını oluşturmaktadır. Burada kurdukları düzenin bozulması, onların evde kurdukları hâkimiyetin bozulması bir anlamda güç kaybı anlamına gelmektedir. Genellikle “ipin ucunun kaçması” olarak nitelendirilen bu durumlarda kadınlar, ancak bozulan düzenlerini yeniden sağlayınca rahatlamakta ve huzur bulmaktadırlar.

191 Mehtap: Evet. Yani, ilk evlendiğimde belki şeydi… nasıl diyeyim hiçbir şey bilmiyordum, ev düzeni nedir nasıl yapılır? Herkes karıştı! Annem dâhil olmak üzere. Benim büfemi bile annem kurdu, kayınvalidem bir odayı kurdu, ablamlar mutfağı kurdu ne nerde onu bile bilmiyordum o ev benim hiç olmadı. Bu eve geldiğimde iki yıllık evliydim ve geldiğimde artık dedim ki ‘bir dakika! Dışarıya bir dolap yaptıralım balkona oraya işte şunları. Şu dolapların içine işte şunları yapalım.

Ne bileyim işte şuraya bir dolap kesin şart yaptıralım’ falan deyip ben dâhil oldum olaya, dâhil olunca da e daha benim oldu tabii ki.

Mehtap’ın annesinin ve çevresindeki diğer kadınların ortaklaşa kurduğu ev düzeni, içinde yaşadığı evle ilişkilenmesini, evi kendine ait hissetmesini ve onu kullanmasını zorlaştırmıştır. Başkalarının kurduğu, içini yerleştirdiği ve değişiklik yapamadığı ev için Funda da “otel” benzetmesi yapmış, mekâna kendi izini bırakarak ve kendini mekâna yansıtarak kişiselleştirmesi gerektiğini ancak bu yolla evi benimseyip sevebildiğini belirtmiştir:

F: Ayy, ev benim için çok şey ifade ediyor ama kiralık evlerde oturduğum için bir şey yapamıyorum. Ben istiyorum ki, böyle ev benim olsun; boyasını ben yapıyım, tekstilini ben dikiyim. Hatta ahşabını bile ben kesiyim, mobilyasının….Ne bileyim işte, raf yapıcam, yorgan kılıfı, böyle yastıklar, minderler. … Dümdüz içi dayalı döşeli bir ev, benim için otel demek. Ya gene eşyaları kendim aldığım için o kadar değil ama yine de dümdüz şu masayı almak, üzerine hiç bişey koymamak…

Kişiselleştirmeli. Yani, içi süper, lüks yapılmış olmasına gerek yok. Temiz, boyalı…

şey böyle, kullanılabilir olsun. Süper lüks olmadan da ben onu kişiselleştireyim, şey yapayım. Ya bütün, parasını da verdiğim yerler de benim için benim evimdir. Yani ben hakkaten, evlenene kadar benim diyebileceğim bi evim olmadı. Ben orta okuldan çıktım, yatılı okumaya başladım, annemin evinde bile kalmadım adam gibi.

Yani üniversitede şehir dışında okudum. Halen kalmadım, ee, öğrenci evi. İşe başladım yine öğrenci evinde kaldım, halen müdahale edemiyorum. Zaten para da yok müdahale edecek, hiç bişey yok. Hani evlendikten sonra girdiğim evler, eşya seçimiyle birlikte, hah, tamam benim evim. Ama işte içine hala kendime ait bişey yapmadığım için tam değil, yani böyle, nasıl… yani ev benim evim de, o kadar sıcak değil.

Evin düzenini kurmanın, bu düzeni kuran kişiyi o evin sahibi yaptığı, evle ilgili kararları kadınlar verdiğinde o evin sahibi olarak kadınların görüldüğü ve erkeklerin bu bağlamda ev sahibi olamayacağı görülmüştür. Günlük hayatta “erkeğin

192 evi mi olur” şeklinde söylenen söz de tam olarak erkeklerin derli toplu, temiz ve eşya bakımından eksiksiz bir evi olmadığı, evin ve eşyanın bakımını yapamadığı ve bir düzen kuramadığını anlatmak için kullanılmaktadır. Aşağıda Elçin’in anlattıkları da neden ev sahibi olarak kadının görüldüğünü örneklemektedir:

E: Evin sahibi de kadındır. Elbette. Evin sahibi de kadındır. Çünkü düzenini o oturtuyor. Yuvayı dişi kuş yapar. Yani her türlü şeyi, yerini burda ben ayarlıyorum; hem mutfakta hem salonda istediğim yere istediğim şeyi ben koyuyorum çerçeveyi bilmem neyi. İstersem koltukların yerini değiştiriyorum falan gibi. O yüzden benim sahibi, evin de sahibi. Kayhan aynı derecede müdahale etseydi o zaman ikimiz sahibi olurduk herhalde. Hep kadınlar evin sahibi. İşte erkekler geliyor, işte yemeğini yiyor, uykusu gelince yatıyor. Öyle bir ilişki kurduklarını düşünüyorum. Yani çamaşırı yıkaması, sermesi, ütülemesi onları çekmeceleri yerleştirmesi her şeyi kadına bakınca, ya kadın yapıyorsa bunun hepsini erkek bi nevi sadece bu üstü kapalı, akşam eve gelip uyuyabileceği bi alanmış gibi değerlendiriyor gibi erkekler. Öyle gibi geliyor bana. Kayıhan da diyor mesela, benim için hiç de önemli değil. Orası öyle oluversin ne olacak falan yani. Ama benim için önemli. Mesela şurda vestiyer yoktu, açık bir ayakkabılık vardı.

Ayakkabı dolabı yoktu, vestiyer hala yok da. Mesela o onu hiç rahatsız etmedi.

Aylarca ayakkabı dolabı alalım dedim aylarca. Almadı. Çünkü onu hiç rahatsız etmiyordu. Sonra gittim ben kendim şurda aşağıda bir şey var ev eşyaları satan bir yer. Gittim kendim aldım geldim. Adamlar getirdi. Şu portmantoyu da keza öyle, asacak şeyimiz yoktu. İşte geçerken 7. caddede arada bir yer vardı, sorduk kaç para, işte aldım sırtladım eve ben getirdim mesela. ... İşte ilk ev, aşağıdaki evdeyken kitaplık aldık. Onu falan ben birleştirdim parçalarını diktim böyle. İşte ilk geldiğimizde yatak odasında yatağı farklı şekilde koymuştuk. Bi gün o yokken işte ben çevirdim yatağı kendim azıcık azıcık iterek. Böyle yönünü değiştirdim daha güzel olucak diye. Böyle şeyleri hep kendim yaptığım için… Sahibi benim.

Henüz düzenli bir işi olmayan ve öğrenciliği devam eden Elçin, özellikle doktor olan eşinin arkadaşları tarafından öğrenciliğinin devam etmesiyle ilgili olarak söyledikleri çeşitli sözlerden rahatsız olduğunu farklı zamanlarda ifade etmiştir.

İşinin olmadığı ve derslerin bittiği dönemde evde kalıp, eşinin yoğun nöbet programı nedeniyle evle ve ev işleriyle kendisi ilgilenmekte bu nedenle evin sahibi olarak kendisini görmektedir. Evin neredeyse her şeyiyle ilgilenmek, kadınların evle kurdukları zorunlu bir ilişkiye dönüşmekte ve bu ilişkinin özü, Coward’ın sözleriyle netleşmektedir: