• Sonuç bulunamadı

2. Mekân

2.4. Ev içi Pratikler

2.4.2. Evin Maddiyatı-Ev ve Maddi Kültür

86

87 nesnelerin anlam yaratan ve aktaran araçlar olarak çevreyle iletişim kurmanın en etkili aracı ve kanalı olarak oynadığı role dikkat çeker.

Nesnelerin tüketim toplumunda önem kazanması, sahibinin sosyal statü ve kimliğini ortaya koyan yansıtma işleviyle ilgilidir. “İnsanın hayat dekoru” olarak vitrinin içini dolduran eşyalar, Goffman’ın kavramsallaştırmasıyla “set”, oyuncunun performansı sırasında bir dekor olarak hizmet ederken aynı zamanda iyi bir beğeniye, ayırıcı ve üstün bir kültürel tarza sahip olunduğunu göstermeye de yardım etmektedir (Woodward, 2007, s. 154,136). Nesneler iletişim sürecinde, Goffman’ı takip ederek vitrindeki seti oluşturan işaret araçlarının performans sırasında, tarafların özellikleri, statüsü hakkında bilgi veren, tarafların kendilerinden ne beklendiği ve kendilerinin karşıdakinden ne bekleyebilecekleri üzerine önbilgi sağlayarak durumun tanımını yapmalarına olanak veren bilgi kaynağı ve bu bilgiyi iletebilecek araçlar olarak rol oynar (Goffman, 2009, s. 14). Benzer şekilde Dittmar’ın da tüketim mallarına

“kimliğin maddi sembolü” olarak göndermede bulunduğunu ifade eden Lupton, tüketim mallarının etkin bir seçim ve tüketim sürecinden geçtiğini ve bunun öznelliğin çoklu biçimlerinin yaratılması ve korunmasıyla ve “hakiki” kendiyi saptamayla ilişkili olduğunu söyler (Lupton 1998, s. 204.) Young’da, Van Lennep’in

“niçin bir otel odası ev değildir?, Tüm konforu sağlamasına rağmen bir otel odasında neden evdeymişiz gibi hissetmeyiz?” sorularından hareketle evin görünürde ve mekânsal olarak kişisel olduğunu, insan yaşamındaki değerler ve olaylar bağlamında o kişinin yaşamındaki aktiviteleri desteklediğini vurgular. Young, sahip olunanların uzamda bedenin bir uzantısı olarak ve rutinleri destekleyerek düzenlendiğini ve evdeki pek çok şeyin, uzamın kendisi gibi, kişisel anlatının taşıyıcısı olarak tortulaşmış kişisel anlamları taşıdığını belirterek evin kimliğin maddileşme sürecinde

88 etkili olduğunu öne sürer. Maddi şeylerin ve mekânın kişi ya da grubun anlatısını kuran olaylar ve ilişkilerin maddi işaretleri olarak anlam ve kişisel değerlerle katmanlandığını ifade eder. “Evimdeki anlamlı şeylerin hepsi bir hikâyeye sahiptir ya da hikâyelerdeki karakter ve donanımlardır sözleriyle Young, ev, evin içindekiler ve kimlik arasındaki kurucu ilişkiye dikkat çeker (Young, 1993, s. 149-150).

Ev, yaygınlıkla, insanların iktidar uygulayabildikleri, kendi ihtiyaç ve zevklerine göre değişiklik yapabildikleri birkaç yerden biri olarak tasvir edilir.

Yaratıcılık ve kendini ifade etme anlamları, evin güzelleştirilmesi, restorasyonu ve dekorasyonu gibi etkinliklerle ilişkilendirilir (Lupton 1998, s. 231.) Evlerimize ve onu kuşatan çevreye duygusal bağlılığımız, bu ortamlardaki nesnelerin kokularıyla, dokularıyla, sesleri ve renkleriyle her günkü, bedenli etkileşimler içerisinden gelişir.

Dikkatin asıl olarak ev içerisindeki birtakım bireysel eşyalara toplanmasıyla “ev”

duyumunu veren bir geştalt yaratılır. Aşina olduğumuz ve alıştığımız nesnelere bağlanış, dolayısıyla, zaman boyunca yinelenen duyusal deneyimlerde ve bu yerleri paylaştığımız insanlar hakkındaki hem iyi hem kötü duygusal hislerimiz de kendine bir zemin bulur. Bireylerin yaşam öyküleri bakımından, kuvvetle hissedilen duyguyla ve kişisel anlamla çevrelenen dönüm noktası olaylar, belki başka hiçbir yerde olmadığı kadar sıklıkla ev bağlamında meydana gelir (Lupton, 1998, s. 232-233).

Bourdieu tarafından, estetik ve kültürel değerin göstergesi olarak nitelendirilen nesneler, aynı zamanda beğeni tercihlerini gösterir ve egemen toplumsal sınıfların kendilerini tanımlamak için kültürel değer parametreleri olarak kullanılırlar (Woodward, 2007, s. 154,136, 7). Benzer şekilde Tekeli’de bu tür nesnelere sahip olmanın ve bunları kullanmanın, aynı toplumsal katmanlardan gelenler tarafından

89 yapılan seçmelerin birbirlerine benzemesi ve bu toplumsal katmanlara mensubiyeti içeren işaretler haline gelmesi nedeniyle bir statünün, saygınlığın, ekonomik durumun ve belli bir yaşam tarzının göstergesi olduğunu belirtir (2010, s. 47-48).

Farklı sosyo-kültürel özellikteki gruplar, sonsuz denilebilecek bir çeşitlilik gösteren eşyalar arasından kendi özelliklerine uygun eşyaları alarak, kullanarak ve elden çıkararak kendi eşya kompozisyonlarını üretmekte, kimliklerini ve diğer gruplardan farklılıklarını hem bu eşyaların evlerinde bulunup bulunmamalarıyla hem de kıymetleri, kaliteleri, çeşitleriyle ve genel durumlarıyla ortaya koymaktadırlar. Bu durum, bir statüyü elinde bulunduranların, toplumsal olarak bu statüye uygun olarak tanımlanmış bazı pratiklere uymaya zorlanmaları olarak tanımlanan sosyal statünün bağlayıcı etkisi olgusu (Bilgin, 2011, s. 222, 318, 310) ve Bourdieu’nun beğeni ve tercihlerin kişisel bir zevkin ötesinde ait olunan sınıfsal konumun sonucu olduğu argümanıyla ilişkilidir (Bora, 2005, s. 66).

Nippert-Eng, giyim ile bedenlenim ve kendini sunma nosyonları arasındaki yakın bağa işaret ederken “giyimin derimizin bitişiğindeki duyusal boyutlarıyla bir arada hareket ederken onu öznelliğimizin önemli bir veçhesi haline” getirdiğine ve giysilerin kendimizi sunmayla ilişkili ve duygusal tavırlarımız üzerinde etkili olduğuna vurgu yapar. Nippert-Eng, toplumsal bağlama göre giyinmediğimizde kendimizi rahatsız ve mahcup hissedeceğimizi eğer bağlama uygun giyinmişsek kendimize güvenimizin artacağını, kendimizi rahat hissedeceğimizi ve giysilerimizin adeta bir zırh gibi yabancı bir ortamda bizi koruyacağını belirtir (Lupton, 1998, s.

204-205.) Bu bağlamda eşyaların da evin giysisi olduğunu söyleyebiliriz. İşlevlerinin dışında bir statü işareti olarak kullanıldığında eşyalar ve ev, insanların kendilerine özgü yaşam tarzlarını yapılandırmak ve göstermek için kullandıkları bir alana,

90 Kaçel’in benzetmesiyle ailenin statüsünü sergileyen metaların depolandığı bir containere dönüşür (2009, s. 169).

Az bulunur, kıymetli ve bir önceki nesilden devralınan nesnelerin bir statü işareti olarak anlamlandırılmasının karşısında üretim bandından çıkan ve vitrinde boy gösteren binlerce ticari malın farklı anlamlar kazanması ve bir statü işaretine dönüşmesi nasıl mümkündür? Bu sorunun ilk cevabı, tüketimin etkin bir süreç olduğu argümanı dikkate alınarak verilmelidir. Henüz hayal etme aşamasındayken tüketici, satın alacağı şeyin özelliklerini belirleyerek benzer diğer ürünlerden onu ayırır, nasıl, ne zaman, nerede ve hangi amaçla kullanılacağını belirler. Herhangi bir tüketim malının alınma amacı, o malın nerede ve nasıl kullanılacağını dolayısıyla kullanıcısı için anlamını farklılaştırır. Bir ürünün satın alınmasına karar verme aşamasından başlayarak işleyen bir seçim süreci vardır ve tüketim toplumunda bu seçimler, amacı farklılaşma olan ve Celia Lury’in dediği gibi gerçekleştirilmeye çalışılan bir yaşam projesinin paçasıdır (Şimşek Çağlar, 1995, s. 295).

Satın alınarak bir evde kendine yer bulan bir objeye anlam kazandıran hem bilinç hem bilinçdışı düzeyde, toplumsal deneyimler, bireysel biyografi ve anılar ile kültürel mit ve fantezilerdir ve onları işlevsel olarak artık kullanamasak da atamayışımızın nedeni de yüklediğimiz bu anlamlar ve duygusal olarak kurduğumuz ilişkidir (Lunt ve Livingstone’dan aktaran Lupton, 1998, s. 204, 203). Evle kurulan ilişkinin niteliği, kadınlar ve erkekler arasında farklılaşmaktadır. Erkekler evle fayda ve sorumluluk duygusu bağlamında ilişkilenirken kadınlar anlamsal bir ilişki kurmakta, evi erkeklere oranla kendilerini ifade etmek için kullanmakta (Edgü 2009, s. 73), ve kurulan bu ilişki nedeniyle kadın, “mekânın, derinleşen zamanının kaçınılmaz bir ortam taşıyıcısı ve geçen zamanın izlerini görünür kılan ‘evin ruhu’”

91 olarak nitelendirilmektedir (Gezer, 2009, 94). Young, bu argümanı destekler şekilde kadınların erkeklerden farklı olarak evi düzenlediklerini ve dekore ettiklerini bu nedenle evin kadının beğenisini ve duygularını, evin tarzının ve imajının kadının ve ailesinin yaşamını yansıttığını ifade eder. Dolayısıyla kadınların, yükledikleri anlamlar ve kurdukları ilişkiler yoluyla eve dâhil ettikleri eşyalar üzerinden eve bir tarih kazandırdığı söylenebilir. Ayata’nın uydu kentlerde yaşayan kadınlarla yaptığı çalışmada da belirttiği gibi kadınlar, temizlik ve düzenin yanı sıra, rengin, biçimin ve sitilin birbirine uyumunu sağlama, yani doğru şeyleri biraraya getirme sanatı olarak estetik konusunda erkeklere göre daha eğitimli olduklarını ifade eder. Estetikte uyum ya setin kendi estetik ilkeleriyle ya da nesnelere kendi uyum ilkelerini yükleyen kişi tarafından yaratılır ve bu uyum kişisel tercih tarihini yansıtır ki asıl değerli olan bu ikincisidir. Ayata, uydu kentli kadınların kendilerini, kişisel geçmişlerini ve kimliklerini bu şekilde evlerine yansıttıklarını ifade eder (2003, s. 49).

Bu bağlamda nesnelerin anlam kazanmasında kendileştirme ve reklamlar üzerinde durmak gerekir. İnsanların maddi gereçler edinip kullanırken kişileştirme ve kendi rutinlerine sokma girişimleriyle onları kaçınılmaz bir biçimde dönüştürdüklerini belirten Lupton, bu dönüştürme işleminin bazı yazarlarca

“kendileştirme” olarak adlandırıldığını ya da tüketicinin “yabancı” bir metayı edinmesi ve onu az çok kendine geçirmesiyle ilerleyen dinamik bir süreç olarak betimlediğini ifade eder ve bu süreçle anonim nesnelerin kişiselleştirildiğini ve öznellik kazandığını belirtir. Hayatına ticari bir meta olarak başlayan mal satın alındıktan ya da armağan edildikten sonra onunla uzun erimli bir ilişki kurmak isteyen sahibi tarafından kişiselleştirilerek tekilleştirilir ve gündelik kullanıma sokulur, sahibinin yaşamının bir parçası haline gelerek meta olmaktan kurtulur.

92

“Bütün bu nesnelerin başlangıçtaki saf işlevsel statülerinin özerkliği kullanılıp durdukça zamanla aşınır, insanın damgasını taşımaya başlar. Evin özel mikrokozmosunda kendi yerlerini bulurlar. (Gonzalez ve Falk’dan aktaran Lupton 1998, s. 210-212).” Kendileştirme, her gün bedenli etkileşimin kurulduğu giysi, mobilya gibi nesnelere uygulanmakta, bu nesneler parayla değil kişisel anlam kazandırılarak kıymetlendirilmekte bu nedenle de duyguyla yüklenmeye oldukça eğilimli bulunmaktadırlar (Lupton 1998, s. 212).

Nesnelerin anlamlandırılmasında özellikle bir statü işaretine dönüşmesinde en büyük pay, kapitalist sistemin yarattığı modern reklamcılığa aittir. Modern reklamcılık, ürünlerin sadece kullanım değerinden bahsetmez insanların arzularında karşılığını bulan imgelerden ve efsanelerden faydalanır. Fetaherstone’un belirttiği gibi sıradan tüketim mallarına romantik sevda, egzotizm, arzu, güzellik, doyum, paylaşım, bilimsel ilerleme ve iyi hayat imgeleri iliştiren reklamlar, geniş bir kültürel çağrışımlar ve yanılsama silsilesini üstlenebilecek şekilde özgürleşir. “Sabun, bulaşık makinesi, otomobil ve alkollü içecekler gibi sırdan tüketim mallarına romantik sevda, egzotizm, arzu, güzellik, doyum, paylaşım, bilimsel ilerleme ve iyi hayat imgeleri” iliştiren reklamlar (Featherstone, 1996, s. 39) ya “akla ve mantığa seslenen iletiler” ya da “düşlere, tutkulara ve duygulara seslenen iletiler”le tüketicilere seslenir. Bu iletilerde kullanıcının ürünü satın alarak elde edeceği yarardan, “ürünün rahatlığından, üstün niteliklerinden ve ürünün kullanımıyla elde edilecek sevilme, başarı, özgürlük” (Küçükerdoğan, 2005, s. 144, 39) gibi duygulardan bahsedilir.

Üreticilerin büyük paralar harcayarak yaptırdıkları reklamların, mağazada bir nesne olmaktan başka bir şey olmayan herhangi bir ürünü, bir ihtiyaç nesnesi olmaktan çıkarıp onu kullanıcısı için bir arzu nesnesi haline getirdiğini ifade eden Corrigan,

93 satılık bir battaniye ile tatlı rüyalar gördüren bir battaniye arasında fark olduğunu ve tüketicilerin elbette ikincisini seçeceğini ifade eder (Corrigan’dan aktaran İnce14) . Reklamlar, nesnelere işlevleri dışında yüklendikleri bu simgesel anlamlarla tüketiciyi büyüler, sahibini ya da kullanıcısını diğerlerinden farklılaştırdığını ya da bireyselleştirdiğini iddia ettiği ürünleri satın alma davranışına iter. Bu süreçte aynı zamanda bu nesnelere ilişkin davranış modelleri ve değer sistemleri de üretilir (Bilgin, 2011, s. 27).

Nesnelerin anlam kazanma süreci aynı zamanda bu nesnelere ilişkin davranış modelleri ve değer sistemlerinin üretildiği bir süreçtir. Nesneler çevresinde örülen davranış modelleri ve değer sistemlerinin özgün kültürel bağlamlarda üretildiği düşünülürse küreselleşmeyle birlikte sınırları aşarak farklı coğrafyalara seyahat eden tüketim mallarının standart bir maddi kültür yaratıp yaratmayacağı konusundaki tartışmalarda kullanılabilir. Burada da unutulmaması gereken, tüketim mallarının sınırları aşıp tüm dünyayı dolaşsa da kullananlar ve kullanım tarzlarında çeşitlilik olduğudur. Satın alma noktasında birbiriyle aynı olan ürünlerin ve eşyaların değişik sosyal gruplar tarafından farklı anlamlar ve simgeselliklerle sonsuz sayıda yeni bağlama oturtulabileceği maddi kültür çalışmaları ile ortaya konmuş ve dünyanın homojenleştiği yolundaki görüşlerin önüne geçilmiştir (Hallows, 2008, s. 89).

Ancak vitrine yerleştirilen bu işaret araçlarının oyuncunun amaçladığı şekilde seyirciler tarafından kabul edilip anlamlandırılabileceği gibi bu araçlara istenmeyen anlamlar da yüklenebileceği akılda tutulmalıdır. Setin içinde bulunan ancak oyuncunun seyirciye bir ipucu ya da anlam vermesini planlamadığı ya da

14 Bu alıntının yapıldığı Bulaşıklar Makinede Kahvem Telvede: Tek Tuşla Rasyonelleştirilmiş Bir Yaşam adlı makale Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi’nde yayın aşamasındadır.

94 düşünmediği herhangi bir işaret aracı seyirci tarafından anlamlandırılabileceği gibi işaret araçları oyuncunun aslında olmadığı ama olmak istediği bir kişi ya da ait olmadığı ama aitmiş gibi göstermek istediği bir grubun üyesi gibi sunmak için de kullanabilir. Bu durumda işaretin, gerçekte ortada olmayan bir şeyin varlığını ifade etmek amacıyla kullanılabildiği söylenebilir (Goffman, 2009, s. 65). Uygun işaret araçları edinildiğinde ve bunların kullanımında ustalaşıldığında, bu araçlar günlük performansların toplumun benimseyeceği bir tarzda süslenmesi amacıyla kullanılabilir. Dittmar, tüketim mallarının postmodern dönemde kimliğin parçalanma duygusuna karşı bir bütünlük yanılsamasıyla karşı tepki verdiğini ve tarihsel bir bütünlük duygusu sağladığı çıkarımında bulunur (aktaran Bilsel, 2010). Young, ev kurma aktivitelerinin, evin kime ait olduğunun tanımlanmasına maddi destek verdiğini belirtirken kişisel kimliğin sabit olmadığını, sürekli oluşum içinde bulunduğunu, etkileşimin ve tarihin akışkanlığında yaşadığımızı, bir andan diğerine, bir yıldan gelecek yıla değiştiğimizi çünkü etkileşimin ve tarihin akışkanlığında yaşadığımızı diğerleriyle farklılaşan ilişkiler tarafından yapılandırıldığımızı belirterek postmodern dönemde kimlik ve maddi kültür arasındaki bağı kurar (1993, s. 151).